Mike Banning, özel kuvvetler biriminde çalışan gizli bir
ajandır ve başkanın bir numaralı korumasıdır. Bir akşam başkan ve eşi davete
gitmek için hazırlanırlar fakat yolda tam bir trajedi yaşanır ve başkanın eşi
hayatını kaybeder. Olay sonrasında Mike, her ne kadar haklı olduğunu idda etse
de ona masa başı görevi verilir. Fakat ABD’nin en iyi korunan binasına seri
saldırılar yapılır ve Kuzey Kore’liler tarafından ele geçirilir. Başkan esir
alınır.
Yukarıdaki yazıyı okuduktan sonra hemen herkes filmin ne tarz
bir mal olduğunu anlamıştır. Manavdan karpuz seçmekten bile daha basit diye
düşünüyorum. Evet, Amerika’nın klasikleşmiş kendi çöplerini alıp atma
filmlerinden biri daha, fakat bu sefer işin dozajını biraz daha fazla
kaçırmışlar gibi...
Burada kahramanlık arıyorsanız, muhtemlen sinemaya bakış
açılarımız aynı değildir ve bu yazının devamını da okumanıza gerek yoktur. Bir
düşünün, Amerika... Süper güç... Son teknoloji... Başkent... Beyaz Saray..
Beyaz sarayı ele geçirmek ne kadar sürebilir? Aylar? Yıllar?
Atom bombası? Yok aslında ne kadar basitmiş değil mi? 13 dakikada adamlar Beyaz
Saray’ı ele geçirebiliyorlarsa bu Amerika’nın aslında ne kadar aciz bir millet
olduğunun göstergesi değil midir? Olay açık zaten, spoiler verilecek bir
noktası kalmadı artık. Ajanlarıyla meşhur, en özel askerleriyle meşhur
Amerika’da, Beyaz Saray’ın kapısında saldırganlara kafa tutacak bir tane adam
yok mu? Güldürmeyin beni...
Kendilerini bu kadar aciz gösterdikten sonra tabiki bir
adamın gelip ortalığı dagıtması normal. Mantık aramak benim de hakkım, film
izliyorsam biraz birşeyler kapmak, biraz eğlenmek isterim ama onu başaracak bir
durum bile yok. Daha buraya ne ayrıntılar, ne gerekçeler yazarım ama filmden
geriye birşey kalmaz, hoş zaten şu anda bile filmden geriye kalan çok da birşey
yok elimizde ama olsun...