Carlton Garret (Justin Timberlake) çok da başarılı olmayan genç bir sporcudur. Oysa Carlton’ın babası Kyle (Jeff Bridges) anıları hala süsleyen, geçmişin en popüler beysbol oyuncularından biridir. Pek fazla görüşmeyen, fazla da iletişimleri olmayan baba-oğul bir anda kendilerini uzun bir yolda, aynı arabada bulurlar. Carlton’ın annesi hastadır ve son istek olarak yıllar önce boşandığı kocasını görmek istemektedir. Bu beklenmedik yolculuğa Carlton’ın ısrarı üzerine eski kız arkadaşı (Kate Mara) da katılacak, yolculuk iyice sıra dışı bir hal alacaktır.
Klasik yolculuk filmlerinin en klasikleri arasına girenlerden biri daha dersem çok da yanılmış olmam sanırım. Başladığı andan itibaren olacak olayları, gelişmeleri en ince ayrıntılarına kadar tahmin edebileceğiniz türden hem de…
Bundan daha kötüsü ne olabilir diye sorarsanız, akıcılık yok filmde. Olayların oluş sırası, kurgu filan gayet güzel diyebiliyoruz ama akıcılık hiç yok. Birbiriyle alakasız ve çoğu zaman bir o kadar gereksiz diyalogların filmi katlettiğini de belirtmek istiyorum.
Elbette izlenebilecek yanları da yok değil. Mesela bunlardan en çarpıcı olanı, baba ve oğul arasındaki ilişkiyi biraz daha ön plana çıkartabilselermiş, senaryoya biraz daha renk gelir ve en azından sadece ‘’yolculuk’’ filmi olarak adlandırmazdık.
J.Timberlake için; lütfen bir daha filmlerde oynama, git kızlarla gez, müzik çal, dinle ama film oyunculuğu cidden ona göre değil. Sahneye yakışmamasını, yıllar boyu onu bir müzisyen olarak görmemizden ötürü açıklayabiliriz belki, ama sahneye yakışmadığı bir gerçek…
Biraz eğlence, biraz daha karakterler arasındaki bağların anlatılmasıyla daha heyecanlı bir film olabilecekken bu şekilde çok sıradan kalmış ne yazık ki…
Elbette ‘’gizem’’ dediğimiz, devamlılık adına çok önemli olan bir ögenin, daha filmin başında kaybolması biraz üzücü…
İzleyince daha rahat idrak edebiliyorsunuz ki, aslında film gerçekten ‘’bitik’’. Şöyle anlatmaya çalışayım, daha önce kiralık katilleri konu edinen birçok film izlemişsinizdir mutlaka. Bu onlardan biraz daha farklı olma yolunda ilerliyor. Bence çok başarılı bir yapım olmamasına karşın diğerlerinden kesinlikle daha başarılıydı. Ama şöyle bir durun var.
Ortalıkta romanı hakkında baya yazılar dolaşıyor. Sanırım romanda biraz daha bilimkurgu tadında işlenmiş ama filmin bu tarzla alakası yok. Hatta bilimkurgu dalıyla alakalı olan şeylerden uzak duran biri olarak; iyi ki bir alakası yok diyebilirim.
Çocukluklarında aynı yatılı okula giden 3 gencin hayat hikâyesi diyebiliriz basit olarak. Ruth, Tommy ve Kathy'nin yaşamı huzurlu ve mutlu geçmiştir. Ancak korkunç gerçek onları yakalayacaktır. Aslında korkunç gerçeği açıklamakta bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Üçünün de ortak özelliği, ileride reşit yaşa geldiklerinde organlarını ihtiyacı olan insanlara bağışlayacak olmaları ve onları bekleyen ölüm.
Duygusal denmeyecek kadar soğuk bir aşk filmi olduğunu filmin ilk sahnesinden anlıyorsunuz. Suratsız denilebilecek kadar boş bakışlar, hareketsiz denilecek kadar durağan sahnelerle filme zorlu bir giriş yapıyoruz. Filmimiz bugünden geçmişe dönme, geçmişten bugüne dönme gibi tasarlanmış yapısıyla üç ana karakterlerinin çocukluğundan gençliğine, oradan da yetişkinliklerine geçerek üç bölüme ayrılıyor.. Daha sonra neden var olduklarını ve niye o tarz bir okulda okuduklarını anlamlandırmaya çalışan gençleri ve onların küçüklük hikâyelerine dalıyoruz. Fakat hem Kathy hem de Ruth'un Tommy'ye âşık olması üçünü daha da yakınlaştırdığı gibi, onları da yıllardır sorularına aradıkları cevaba götüren bir araca dönüşüyor...
Film akış olarak biraz ağır, ama her sahnenin ayrı bir noktaya temas etmesi sayesinde kopmuyorsunuz ve dikkatiniz dağılmıyor. Zaten seçilen mekânların ne kadar düz ve ayrıntısız olduğuna bakarsanız, asıl amacın filmin geneline değil, sadece karakterler üzerine odaklanılması istendiği çok açık. Durum böyle olunca odaklanılacak tek nokta hayatta kalma oluyor. Hayatta kalma çabalarının seyirciye aktarılmasının ne kadar başarılı olduğu ise benim en çok sorguladığım nokta. Bu da kendimle çelişebilecek noktalara gitmeme yol açıyor.
Mesela, çocukluklarının biraz daha derinden işlenmesi gerektiğini düşünüyorum ki; süre olarak bir saat kırk dakika civarında olan sürenin biraz daha uzaması demek – normal olurdu – anlamına gelirdi. Eğer bu filmde böyle bir şey yapılsa, sonu beklenenden daha çabuk gelecek ve biz as oyuncularımızı daha az izleyecektik. Öte yandan sıralama yönünden bakarsak, duygu yükünün ağır olduğu bir filmden bahsettiğimize göre, sona giden yolun biraz fazla kısa tutulduğundan bahsedebilirim.
Sonuç olarak; sanki 3 perdeden oluşuyormuş gibi gözüken bu filmi izlemek çok büyük keyifti. Elbette anlatılan olayın biraz rahatsız edici olması, insanları koyun gibi büyütüp daha sonra kurbanlık olarak kullanmaları elbette ilk bakışta çok normal olarak gelmiyor olsa bile, filmi izlerken zaman zaman bunu göz ardı ediyorsunuz, belki de bu yüzden dolayı çok da rahatsız etmiyor. K.Knightly’i izlemenin büyük bir zevk olduğunu belirterek yazıyı bitirelim…
Mutlaka İzlemeniz gerekenler listesinde…
"Saf şimdi, gelecegi yutan geçmişin kavranamaz ilerleyişidir. Aslında her hissediş zaten anıdır."
"The pure present is an ungraspable advance of the past devouring the future. In truth, all sensation is already memory."
Gelecekten Anılar, klasik anlatı yapısında bir film olmaktan uzak, temelde bir mood piece, yani başı, ortası ve sonu olan bir öykünün aktarılmasından ziyade, çeşitli ruh hallerinin izleyicide yer etmesine uğraşan, bunu da büyük ölçüde yaratılan görsel ve işitsel atmosfer ile sağlamaya çalışan bir kısa film.
Gelecekten Anıların ön hazırlık çalışmaları ilk olarak 2007 yılında başladı ve tamamlanması 3 seneyi buldu. Bu üç sene içinde proje bir çok defa uzun süren bekleme süreçleri yaşadı, bu süreçlere neden olan şeyler; tam olarak istenen çekim mekanını bulamamaktan tutun ekip üyelerinin kimisinin büyük ölçekli taşınma yaşamasına kadar bir çok irili ufaklı nedenle oluştu. Gelecekten Anılar büyük parasal kaynaklarla, büyük bir ekibin gerçekleştirdiği bir proje değil, temelde Hüseyin Mert Erverdi, Rıza Nazım Ulusoy ve Michael Fakesch’in yaratıcı çekirdek ekibi oluşturduğu, bir avuç insanın yoğun özveri ile çalışıp tamamladığı bir proje. Çalışmalara başlanan 2007 yılından filmin tamamlandığı 2010 yılı sonuna kadar geçen zaman zarfında hem film hem de bizler kaçınılmaz olarak hayatlarımızla ilgili olarak bir çok değişik fazdan geçtik. Bu filme de kaçınılmaz bir şekilde yansıdı. En başta görece daha naif bir tür filmi denemesi olarak yola çıkılmışken, finalde varılan noktada bir derdi, bir meselesi olan, gücü yettiğince bir şeyler deneyen, her ne kadar tür filmi elementleri barındırsa da aslında oldukça deneysel bir kısa film çıktı ortaya.
Gelecekten Anıların tamamlanması, bizlerin kişisel tarihçelerimiz açısından bir milat görevi görüyor. Şu an üzerinde çalıştığımız yada yakın gelecekte çalışacağımız yeni projeler için de bize çok şey öğreten, yol gösteren bir proje oldu. Gelecekten Anılar, bağımsız bir kısa film olduğundan kendisini yaratan ekibin hayallerinden parçalar taşıyor. Umarım sizleri de bu hayalin içine bir nebze olsun dahil edebiliriz.
47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Finalist
40. Uluslararası Sehsuchte Film Festivali Finalist
22. Uluslararası Ankara Film Festivali Finalist
22. Uluslararası Istanbul Film Festivali Finalist
17. Uluslararası San Gio' -Verona Film Festivali Finalist
7. Uluslararası Detmold Kısa Film Festivali Finalist
7. Uluslararası Monterrey Film Festivali Finalist
7. Akbank Kısa Film Festivali Kurmaca Dalı Finalist
64. Uluslararası Cannes Film Festivali Turkiye Seckisi
61. Uluslararası Berlin Film Festivali Turkiye Seckisi
8. Metro Group Kısa Film Yarısması Finalist
4. Uluslararası Ploiesti Kısa Film Festivali Finalist
6. Uluslararası Atina Bilim-Kurgu ve Fantastik Film Festivali Finalist
4. Galatasaray Universitesi Sinepark Kısa Film Festivali Finalist
Dram-Komedi-Romantik… Nedir bu? Bu üçlünün açılımı nedir tam olarak. Bir filmi izlemeye başlamadan önce dikkat ettiğim bazı şeyler vardı tamam, filmi sınıflandırmak bunlardan biri değildir kesinlikle ama bu sefer özel bir ilgimi çekti. İçinde dram olan, aynı anda komedi barındıran bir film nasıl romantik de olabilir. Sorgulanması gereken şey belki de, böyle bir film nasıl olabilir ve nasıl biter?
Sinemalara gelmeden önce onca reklam yapıldı, onca show programına çıktı oyuncular hatırlıyorum. Sinemada beklenen ilgiyi gördü sanırsam, ilgim alakam yok. Film hakkında konuşmam gerekirse, son derece klişe senaryosu olan, kendi evliliğinden mutsuz kadının başka birini bulmasıyla devam ediyor. Filmin akışı dahilinde çok çok güzel diyalogların olduğunu ve bunun yanında ‘’ahe’’ diyebileceğiniz birkaç sahnenin varlığını hatırlatayım. Espri yapmayı bile başaramamışlar tam anlamıyla. Gülsem mi gülmesem mi diye düşünürken sahne çoktan atlamış oluyor.
Bütünlülük problemi de cabası. Sanki sahneleri farklı insanlar farklı zamanlarda çekip bunları herhangi bir kurgu ya oturtmadan öylece sıralamış ve film oldubittiye getirilmiş. Uyum yok, geçişler yok, herhangi bir zaman kavramı yok ( zaten gerekli mi ki? )
Özcan Deniz çok yapmacık kalmış, seyrederken herhangi bir zevk alamadım. Deniz Çakır ve Ali Abi ( Barış Falay) izlemek büyük zevkti.
İzlemeyin, tavsiye etmiyorum. Biraz rezaletti..
Copyright © 2009-2012 Film Dünyası | Powered by DvdMovieWorld
Design by Fırat Çimenli & Blogger