31.01.2013

Officer Down [2012]


Tam çekirdek çitlemelik bir film…

Polis memurumuz var, eskiden alkol, uyuşturucu, her türlü yolu olan ve ailesine yeteri kadar zaman ayırmayan kötü bir baba. Bir gece kırmızı bir Ford Mustang’ı aramak için durdurduğunda yatı tamamen değişecektir, artık o eski polis değil, ne de hayatı eski hayatıdır.

Olayı biraz daha ilginç hale getirdim sanırım yukarıdaki ufak tanıtım yazısıyla. Biraz açalım hikayeyi, klasik iyi/kötü polis filmlerinden birisi olmasını, hatta ve hatta yarısında bayılmayı bekliyordum. 

Ama oyuncu performansları ve film her ne kadar çok ucuz olsa da gerçekten güzel bir senaryo olduğunu söylemem gerekiyor. En azından işin içinde biraz tahmin edilemezlik, biraz gizem katmayı başardıklarından dolayı tebrik ediyorum.

Çok ince analiz yapmaya gerek yok, 10 üzerinden 7 alacak aksiyon filmi, süresi de çok uzun değil..

30.01.2013

Seven Psychopaths [2012]

Seven Psychopaths isimli kara mizah öğelerini taşıyacak olan film, ilham konusunda sıkıntı yaşayan bir oyun yazarının, kendi arkadaşlarıyla birlikte bir köpeği kaçırma planları yaparken bulur. Ama olay burada köpeği kaçırılan adamın sıkıntılı bir gangster olması ve ortaya çıkacak olan sorunlar.

Filmi izleyebilmek için biraz sabırlı olmanız gerekiyor. Nasıl anlatabilirim tam olarak bilemedim şu anda ama biraz Tarantino film tarzı, biraz ‘’snatch’’ tarzı diyebilirim. Bu yönetmenin daha önceki filmi olan ‘’ In Brudges’’ i de izlemiştim ama beğenmemiştim, bu film hakkında da aynı şeyleri söyleyebilirim.

Durağan sahnelerin bize eşlik ettiği filmde bolca alakasız diyalog kullanılmış. Araya serpiştirilen geçmişe ait flashbackler olayı tam olarak kurtarmaya yetmemiş. Bu yönden her ne kadar zayıf gözükse de film, ortaya çıkan olaylar, yedi psikopatı bulma çabaları, farklı insanların kesişen hayatları ve bunların bir senaryo da toplama isteği olan yazar ilgimi çekti.

Oyuncu kalitesi çok üst düzey bir film olduğunu söyleyebilirim.

İyi Seyirler.

29.01.2013

Silver Linings Playbook [2012]

İzlemesi zor bir filmdi diyebilirim, ama izlenmesinin zor olan kısmı gereksiz sahnelerle donatılmış, samimi gözükmeyen oyunculuk performanslarıydı...

Pat, her zaman bardağın dolu kısmına bakan, herşeyde hayır vardır sözüne inanan bir adamdır.. Karısını başka bir adamla banyoda bastıktan sonra akıl hastanesinde kalan Pat, karısını geri kazanmak için kendini düzeltmeye çalışmaktadır. Tam bu sırada kocasını kaybetmiş olan Tiffany’ile tanışırlar ve olaylar farklı bir boyuta doğru yol alır.

İçten bir senaryosu olduğuna lafım yok, ama olayları biraz daha farklı pencerelerden göstermek isterken aile davalarını olayın içine çok fazla karıştırmışlar. Başlarda geçen diyaloglar ya da ilişkilerin su yüzüne çıkması yeterli olarak algılanabilir ama filmin sonlarına geldikçe ortalık tamamen bir karambol oluyor. Film zaten yeteri kadar yavaş ilerliyor ve çok fazla aksiyonumuz yok konu gereği ama ilerledikçe zaten ağır ilerleyen film gereksiz yere karışmaya başlayınca biraz çileden çıkıyorsunuz.

Sanırım 6 dalda Oscar’a aday gösterildi film. Tam olarak anlayamadım, adaylıklarını şu anda ezbere bilmiyorum, hangisi olabilir diye tahmin yürütmem istense, başarabileceğimi çok sanmıyorum. B.Cooper’ın oyunculuk performansı çok iyiydi, mesela en iyi erkek oyuncuya aday olabilir ama geri kalan 5 ödül nereye gidecek şu filmde çok merak ediyorum.

Klasik bir sonuç olarak ‘’ içinizi ısıtacak filmlerden biri’’ diyebilirim ama ben beğenmedim. Çok derine inmeye çalışıp yüzeysel kalan ilişkiler, gereksiz, filmi nasıl daha uzatabiliriz diye uğraşılan sahneler, tam olarak karambole dönen ve çok geç gelen bir son.

İzleyin, şansınızı deneyin.

28.01.2013

The Impossible [2012]

The Impossible filmini ‘’Kıyamet Günü’’ olarak çevirmeyi başaran canım Türkiye’me çok teşekkür ederim, bu artık çeviriden öte bir nokta, bu artık sinemayla dalga geçmek olarak algılıyorum.

Gerçek bir hikayeden esinlenilen filmde, 2004 yılındaki büyük Tsunami felaketinin ortasında kalan bir ailenin hayatta kalma çabaları anlatılıyor.

Konusu gerçekten yaşanan filmleri izlemek benim için çok büyük zevk olmuştur her zaman, hazır Oscar zamanı geliyorken, ortalıkta yüzlerce güzel filmin çıktığı, dolaştığı bu dönemde sıra The Impossible’a gelmişti. Yaşadığız dünyada henüz her şeyin çaresinin bulunamadığını biliyoruz. Teknoloji çok ilerledi, tıp ilerledi, insanların hayatını kolaylaştırabilecek şeyleri gündelik hayatımızda kullanıyoruz ama belki de tek bir şeye çare henüz bulunamadı.

Üzerinde yaşadığımız dünyada ‘’doğa’’ diye ifade edilen bir olay var. Onun bize verdikleriyle birlikte hayatta kalıyoruz ama istediği zaman almasını da çok iyi biliyor. Buna henüz çare bulamadık. Normal olarak ilerleyen tatillerinde böyle bir felaketle karşılaşacaklarını nereden bilebilirlerdi ki? Felaket sahneleri gerçekten çok iyi düzenlenmiş ve ağır çekimlerle tam olarak anlaşılabilir hale getirilmiş. Sadece felaket olarak bakmaz, biraz daha özele inersek, aile bağlarını ve kavramı üzerinde çok güzel durulmuş diyebilirim. Sonuçta burada gerçekte olmuş bir hikayeyi anlatıyorken, sadece felaketi anlatabilir ve onun üzerine kurgu rahatlıkla yapılabilirdi…

Etrafta onca ceset, birbirlerini arayan aileler, hastalıklar, ağzına kadar dolmuş taşmış hastaneler. İzledikte içine çeken, yaşamları gördükçe gözlerinizin dolacağı bir film olmuş. Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

Bir kere değil, birden fazla izlenilebilecek, ileriki yıllarda hafızalardan silinmeyecek bir film ve felaket.

18.01.2013

Amour (Love) [2012]

Burada herşeyi biliyormuş rolüne girmeye giç gerek yok. Michael Haneke filmlerini bilmem, tarzları konusunda çok bilgiye sahip değilim... İlk defa izliyorum sanıyordum... Çelişkili mi oldu biraz?

Georges ve Anne artık 80’lerine gelmiş bir çift. Yaşlılık hali, Anne kısmi felç geçiri ve hayatları artık eskisi gibi olmayacaktır. Bundan sonra zor bir süreç onları beklemektedir.

Filmin konusunu tam olarak anlatmaya çalışmak size filmi anlatmak olur, bunu yapmayacağım sadece biraz filmden bahsetmek ve yönetmenden bahsetmek yeterli olacaktır.

Son derece sınırlı bir alanda, hatta bir evin 3 odası da diyebiliriz, çekilen film, oldukça durağan, en ufak bir müzik yok, diyaloglar ne çok fazla ne de çok az, sadece yeteri kadar ve ortada olan 4-5 karakter. Minimalist bir film olduğunu söyleyebilirim ama asıl olay burada değil mi? Az insan ve mekan ile çok şey anlatabilmek çok zor bir zanaattir bence. Bunu yıllarca deneyen binlerce film izledim belki de... İçlerinde çok başarılı olanlarda vardı ama bir o kadar çöp olanlarda vardı diyebilirim. Bu film, izleyeceğiniz iyi örneklerden biridir.

Filmi analiz etmek, filmden bahsetmek demek zaten filmi anlatmak demek. Bu yüzden biraz ‘’Haneke’’ olayına girmek istiyorum. Yönetmenin en yakında zamanda izlediğim filmi Cache [2005] geçen senelerde izlediğimi hatırladığım film, aile bağlarını ve insanların ne kadar basit yalanlar söylediği üzerine kurulmuştu. Bir evde geçtiğini anımsadığım film, ikili diyaloglarla devam eden, ve sonunda ‘’ buyur, istediğini eklersin buraya’’ tarzında bir bitişi vardı.

Amour filminin tarzının bu da aynen bu şekilde olduğunu belirtebilirim. Kendi yorumumu söylemek isterim, film bana ne anlattı, toplum olarak her ne kadar istemesekte bazı şeylere inanıyoruz ve bazı şeylere inandırılmak zorunda kalıyoruz. Mesela aşk nedir? Bir dakika çok genel oldu, toplum olarak biz bu kadar derinleri aslında hiç de sorgulamıyoruz değil mi? Ama şu bir gerçek ki, bazı dayatmalar ne yazık ki mevcut. Zaman ilerledikte daha ‘’bireysel’’ insanlar oluyoruz ve bireyler birbirlerine el uzatmadıkça araya kurumlar giriyor ve toplum kurumsallaşma denen olaya mecbur bırakılıyor. Bununla birlikte insanlar daha fazla ‘’bencil’’ toplum oluyor ve bireyselleştikçe aslında yanlızlıklarımızda aynı oranda artıyor ve sonuç! Artık hepimiz birer mutsuz insan oluyoruz ve bunun ne kadar hızlı yayıldığının farkına varamıyoruz.

‘’ Senin endişenin bana hiçbir faydası yok’’

Mesaj gönderen filmleri seven bir adam değilimdir ama nasıl gönderdiğine bağlı. Ortaya birşeyler attıktan sonra, al bunu gereken yere monte yap dersen bana, işte o zaman bir anlamı olur. ‘’Killing them Softly’’ gibi gereksiz amerikan filmlerinde yapılanlar gibi gözü sokulmadıkça, ortada bir sorun yok.
Filmin sonunu çok mu merak ettiniz? Sakin, filmin ilk 3 dakikasını dikkatle izledikten sonra, sonunu zaten çok iyi anlayacağınızı düşünüyorum. Spoiler yok, filmin sonunu baştan felan vermiyor, sadece biraz fikir sahibi olursanız, sonunda küfür etmezsiniz.

NOT: Emanuelle Riva? Genel olarak filmden konuştuğum için bahsetme gereği duymadım, ama bu seviyede bir oyunculuk uzun zamandır görmemiştim (kadın performansı) Genelde ortada olan performanslar arasından seçim yapmak durumunda kalırdık. Bu sene her filmi izlememiş olmama rağmen, şunu çok ayrı bir yere koymak gerekiyor.

Amour, kimilerine göre çok özel, kimilerine göre değişik, kimilerine göre ‘’sıkıcı’’ olabilir. Ama  bir saat kırkbeş dakikanızı ayırıp izledikten sonra karar vermeniz gerekenlerden. Hemen kestirip atmayın, ona bir şans verin...

15.01.2013

Django Unchained [2012]


Bir yönetmene körü körüne bağlı olan, onun çiğnediği sakıza kadar bilenlerden değilim. Hepsi hakkında bir takım bilgilere sahip olmak ve bir çok yönetmeni beğenmeyi daha çok seviyorum.

Tarantino sevdiklerim arasında, bu kesin bir olay. Tarihe fazla dönmek istemiyorum, ama biraz algı olaylarına dokunmak istiyorum. Nesil değişiyor, yıllar geçiyor, genç sinema seyircisi biraz daha bilinçli, yeni gelenler ise tanımaya başlıyorlar her sene yeni birilerini… Ne alaka diyeceksiniz?

Amerika İç Savaşı’ndan önceki yıllarda geçen hikaye, Dr. King Schultz’ün bir köle ile olan hikayesiyle başlıyor. Kelle avcısı Schultz, Django’yu yanına alıyor ve biraz para kazanıyorlar. Ama asıl olay, Django’nun karısını, Broomhilda’yu bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır.

Inglorious Bastards filmini çok büyük bir çoğunluk izledi, üzerine filozof oldu herkez, derin konular konuşuldu, neler yazıldı çizildi artık bir yerden sonra takip etmek zorlaştı, imkansızlaştı. Biz, basit olan şeyleri zor yoldan ifade etmeyi çok seviyoruz. Adamın tarzı belli, yaptığı filmler belli, kullandığı oyuncular nerdeyse belli, amacı belli ve son olarak bir tarz sözkonusu. Django filminden benim beklentilerim çok yüksekti. Harika bir konu, inanılmaz diyaloglar ve muhteşem bir senaryo bekliyordum ama sanırım ‘’durgun’’ döneme denk geldik. Üzülerek söylemem gerekiyor ki filmi beğenmedim.

Beğenmedim olayını açmak gerekiyor, bir ürün alırken fiyat/performans olayına bakarsınız, ya da ilk düşündükleriniz bunlardan biri olabilir. Beklenti/sonuç olayını karşılamadı demek, beğenmedim kelimesinden daha doğru olacaktır. Senaryodan başlayarak, diyaloglar, mekanlar, hikaye çok zayıf kalmış. Oyuncuların performanslarını burada ele almak istesem muhtemelen sabaha kadar konuşmam gerekirdi bu yüzden, ‘’harika’’ diyerek geçmek istiyorum ama geri kalan hiç ama hiç tatmin etmedi.

Filme ortalama olarak ‘’güzel’’ desem bile ne yazık ki sonu daha da felaketti. Tarantino’nun filmi nasıl bitireceğine son dakikada karar verdiğini düşünmek istemiyorum bile. Oldu-bitti ye getirmek hiç iyi olmamış, 2 saat 45 dakika olan runtime süresini doldurmak istermişcesine bitirmiş filmi, daha büyük bir sakandal.

Geri kalan her nokta buram buram Tarantino tarzı kokuyor. Elbette beğendim, ama beklentilerin bu kadar yüksek olduğu bir noktada siz bana bu filmi izlettirirseniz, ben memnuniyetsizliklerimi buraya yazmak zorunda kalırım. Elbette farklı bir şeyler izleyince insan çok daha mutlu oluyor, farklı bir şeyler görmenin zevki paha biçilemez ama işte beklentiler…

Belki biraz daha ‘’gönül okşama’’ tarzı ile bakabilirsiniz izledikten sonra, ama bu zamana kadar Tarantino’nun bütün filmlerini izlemiş biri olarak, içlerindeki en zayıf halkalardan birini açıklıyorum. Django Unchained!

Not: Zenci-beyaz olayına çok fazla girmiş, bundan önce izlediğim film olan ‘’lincoln’’ ünde konusunun bununla alakalı olmasının biraz payı olabilir, fenalık gelmedi desem yalan söylemiş olurum. Siyasi çatışmalar, dokundurmalar, ince mesajlar pek bana göre değil, değinmem ve oraya odaklanmam da gereksiz. Alınması gereken bir sürü zevk varken…


13.01.2013

Best Movie Quotes #22


izler deliyiz ama bizim de yaşadığımızı, sevdiğimizi ve güldüğümüzü unutmayın." (Shutter İsland)

11.01.2013

2013 Yılı 85. Oscar Adayları

Best Picture:

"Beasts of the Southern Wild"
"Silver Linings Playbook"
"Zero Dark Thirty"
"Lincoln"
"Les Miserables"
"Life of Pi"
"Amour"
"Django Unchained"
"Argo"

Best Supporting Actor:

Christoph Waltz, "Django Unchained"
Philip Seymour Hoffman, "The Master"
Robert De Niro, "Silver Linings Playbook"
Alan Arkin, "Argo"
Tommy Lee Jones, "Lincoln"

Best Supporting Actress:

Sally Field, "Lincoln"
Anne Hathaway, "Les Miserables"
Jacki Weaver, "Silver Linings Playbook"
Helen Hunt, "The Sessions"
Amy Adams, "The Master"

Best Director:

David O. Russell, "Silver Linings Playbook"
Ang Lee, "Life of Pi"
Steven Spielberg, "Lincoln"
Michael Haneke, "Amour"
Benh Zeitlin, "Beasts of the Southern Wild"

Best Actor:

Daniel Day Lewis, "Lincoln"
Denzel Washington, "Flight"
Hugh Jackman, "Les Miserables"
Bradley Cooper, "Silver Linings Playbook"
Joaquin Phoenix, "The Master"

Best Actress:

Naomi Watts, "The Impossible"
Jennifer Lawrence, "Silver Linings Playbook"
Emmanuelle Riva, "Amour"
Quvenzhané Wallis, "Beasts of the Southern Wild"

Best Original Screenplay:

"Zero Dark Thirty"
"Django Unchained"
"Moonrise Kingdom"
"Amour"
"Flight"

Best Adapted Screenplay:

"Lincoln"
"Silver Linings Playbook"
"Argo"
"Life of Pi"
"Beasts of the Southern Wild"

Best Animated Feature:

"Frankenweenie"
"The Pirates! Band of Misfits"
"Wreck-It Ralph"
"Paranorman"
"Brave"

Best Foreign Feature:

"Amour"
"A Royal Affair"
"Kon-Tiki"
"No"
"War Witch"

Best Visual Effects:

"Life of Pi"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"The Avengers"
"Prometheus"
"Snow White and the Huntsman"

Best Cinematography:

"Skyfall"
"Anna Karenina"
"Django Unchained"
"Life of Pi"
"Lincoln"

Best Costume Design:

"Anna Karenina"
"Les Miserables"
"Lincoln"
"Mirror Mirror"
"Snow White and the Huntsman"

Best Documentary Feature:

"Searching for Sugar Man"
"How to Survive a Plague"
"The Gatekeepers"
"5 Broken Cameras"
"The Invisible War"

Best Documentary Short:

"Open Heart"
"Inocente"
"Redemption"
"Kings Point"
"Mondays at Racine"
"Snow White and the Huntsman"

Best Film Editing:

"Lincoln"
"Silver Linings Playbook"
"Life of Pi"
"Argo"
"Zero Dark Thirty"

Best Makeup and Hairstyling:

"Hitchcock"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"Les Miserables"

Best Music (Original Score):

"Anna Karenina"
"Argo"
"Life of Pi"
"Lincoln"
"Skyfall"

Best Music (Original Song):

"Before My Time" from "Chasing Ice"
"Everybody Needs A Best Friend" from "Ted"
"Pi's Lullaby" from "Life of Pi"
"Skyfall" from "Skyfall"
"Suddenly" from "Les Misérables"

Best Production Design:

"Anna Karenina"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"Les Misérables"
"Life of Pi"
"Lincoln"

Best Short Film, Animated:

"Adam and Dog"
"Fresh Guacamole"
"Head over Heels"
"Maggie Simpson in 'The Longest Daycare'"
"Paperman"

Best Short Film, Live Action:

"Asad"
"Buzkashi Boys"
"Curfew"
"Death of a Shadow (Dood van een Schaduw)"
"Henry"

Best Sound Editing:

"Argo"
"Django Unchained"
"Life of Pi"
"Skyfall"
"Zero Dark Thirty"

Best Sound Mixing:

"Argo"
"Les Misérables"
"Life of Pi"
"Lincoln"
"Skyfall"

10.01.2013

Best Movie Quotes #21


"Herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koduğumun hayatında, benimkisi de sensin ne yapayım." (Gemide)

Lincoln [2012]

Abraham Lincoln’ün hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Bilmek, okumak ve izlemek arasında fark olacağı aşikar...

Lincoln 2. Kere seçilir ve bundan sonraki amacı 1800’lü yılların başında Amerika’daki kölelik sistemini kaldırmaktır. Muhalefet olanları ikna etmek baya zor olacaktır.
Konuyu önceden biliyor olmak, en azından bir kısmına hakim olmak filmi izlenirliğini kolaylaştırıyor ve bütün dikkatleri D.D.Lewis’in üzerine çekiyor... Uzun boylu kendine özgü ince ses tonuyla konuşan, gereken yerde otoriteyi sağlamak için sert davranan, gereken zamanda çocuklarını bile gözü görmeyecek kadar idealist bir lider. Böyle bir rolü kime vermek isterdiniz?

D.D.Lewis oyunculuk kariyeri boyunca çok fazla filmde oynamamıştır bu nedenden dolayı hiçbir zaman hak ettiği yere sahip olamayacak belki de ya da en azından ben böyle düşünüyorum. Ülkemizdeki film yorumlarını okuduktan sonra görüyorum ki, halen onun kim olduğunu bilmeyen sinema sever! İnsanlar var. Doğru, kimse her oyuncuyu tanımak, onun geçmişini bilmek zorunda değil ki. O zaman bizde izleterek öğretiriz, sorun değil.

D.D.Lewis’i izlemek, bir resital izlemek gibi benim için. Tek kişilik bir show, kocaman sahnede tek başına saatlerce ayakta durması ve ‘’görüşmek üzere’’ diyip gitmek gibi bir olay. Yukarıda değinmek istediğim gibi, filmin konusunun bilinir olması bütün dikkatleri onun üzerine çekmiş ve çekecektir.

İnanılmaz bir film izledim. Biyografi (kısmi bile olsa) filmlerini çok severim ve ‘’Lincoln’’ sanırım o tarzın ulaştığı son noktalardan biri olabilir benim için. 2012 yılında izlemiş olmayı çok isterdim ama 2013 yılına kısmetmiş. Herşeyin üzerine savaş ve tarih kokan filmlerine bayıldığım S.Spielberg de bu işin içine girince o zaman olay farklı bir noktaya geliyor. İki saat kırk dakika boyunca komple bir film izledim. Kurgusu, olaylar, kıyafetler, diyaloglar, ışık, mekanlar...

Bazı filmler vardır, oyuncunun üzerine yapışır ve onu ön plana çıkarır, bazı oyuncular vardır filmi ön plana çıkartır ve film oyuncunun üzerine yapışmış olabilir. Day Lewis’in şuradaki performansı, ona olan hayranlığımın dışında, son 4-5 yılda izlediğim en iyi performans ( Heath Ledger’ı ayrı bir yere koymak zorundayım, kusra bakmayın). Biraz daha taraflı olarak bakmak istiyorum, bu sefer biraz taraflı olabilirim, hakkım var...

1 Şubat tarihinde vizyona girecek olan filmleri saymak isterim;
Django Unchained, The Master, Hitchcock...

8 Şubat tarihinde ülkemizde gösterime girecek olan filmin ne kadar iyi olduğunu anlamak için biraz önce saydığım filmlerden sonra bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Hepsi kıyıdan köşen Oscar adaylığı olan filmler ‘’Lincoln’’ gibi...

Tarihe meraklı olmanız gerekmiyor, sadece izleyin...

6.01.2013

Bourne Legacy [2012]


Tekrar filmlerinin ardından film çekmeyin demiyorum ki… Batman, Superman, Spiderman… Ama yapacaksanız en azından biraz özgün olmaya, biraz da kendi karakterinizi oluşturmaya özen gösterin diyorum sadece… Yeni bir şeyler yaparken eskiden bahsetmek prim yaptırır ve farkındalığı arttırır ama aynısını yapmaya çalışmak işleri zora sokar değil mi?

Haplarla hayatta kalan, bedenlerini ve algılarını geliştiren bir ajan programından bahsediyor film. Ben tam olarak neden kapatılmak istendiğini ne yazık ki anlayamadım bu belki benim suçum belki de yeteri kadar ayrıntıya girilmedi ama sonuç ortada. Bütün ajanları öldürüyorlar, programı kapatıyorlar, bu işte çalışan bilim insanlarını yok etmeye çalışıyorlar ama aralarından biri hayatta kalıyor. İşte o kişi de bizim filmimizin ana parçasını oluşturuyor.

Filme geri dönersek, 135 dakika boyunca sıradan bir aksiyon izlermiş gibi izlettirdiler filmi bana. Hatası demek yanlış olur ama olay dünyada büyük yankı uyandıran ve çok büyük kitleler tarafından izlenen 3 filmin ardından, oraya yamanmaya çalışan bir film yapmalarıdır sanırım. Seyirciyi çoğu zaman gereksiz diyaloglar ile boğan film ara ara heyecanı yaşatmayı başarıyor. Aksiyon sahnelerinin çoğu kovalamaca üzerine geçse de ben biraz daha kişisel aksiyon arardım mesela.

Bunlara ek olarak, filmi izlediğiniz zaman belki siz de fark edeceksiniz, aksiyon sahnelerinin çoğu ilk 3 filmden araklanmaya çalışılmış. Biraz fazla haksızlık ediyorum, izlediğimiz hangi aksiyon sahneleri bir diğer filmi çağrıştırmıyor ya da anımsatmıyor diyebilirsiniz ama işte zaten ilk 3 filmin de farkı tam olarak buradaydı.

Eğer bu filmi ayrı bir film olarak gösterselerdi, mesela herhangi bir projeye ait, farklı ajan türlerini içerseydi o zaman biraz farklı olabilirdi. Eğer ‘’Bourne’’ ismini kullanarak böyle bir projeye giriyorsan Jason Bourne’yi biraz göstermeleri gerekirdi, sadece bir vesikalıktan ibaret olmamalıydı olay.

Jeremy Renner biraz geç keşfedildi ne yazık ki. 4-5 sene öncesine kadar sorsanız, hangi filmlerde oynadığını hatırlamam imkansız olurdu. Geç olsun güç olmasın diyerek bu filmde sergilediği oyunculuğa bayıldığımı söyleyebilirim. Gerek aksiyon sahnelerinde, gerek tek kişilik oyunculuk performansını çok beğendim. Matt Damon olsaydı şöyle olurdu, o böyle yapardı diye hayıflanmak yerine, güncel dönemde oynayan oyuncuyu onun yerine geçirmek yerine keyfini çıkartmak gerekiyor. O biten bir projeydi ve kapandı. Bu ise belki baştan başlayan bir proje olacak..

Tatmin etmedi ama en azından rezalet değildi. İzlenmeye değer bir aksiyon filmi diyebilirim, tek yapılması gereken çok büyük beklentilerle gitmemek ve ilk 4 film ile arasında çok çok büyük bağlantılar kurmayı beklememek gerekiyor.

5.01.2013

Dredd [2012]


Dünya Atom Çağı’na girdiğinde insanlar megapollerde yaşamaya başlamıştır ve suç oranları inanılmaz derecede artmıştır. Suçlularda polisler ilgilenmektedir ve suç karşısında sınırsız yetkileri vardır. Normal gibi gözüken bir günde, bir megapolde 3 cinayet yaşanmıştır. Yargıç Dredd ve yeni çaylağı olayla ilgilenmek isteyeceklerdir.

Ben bu tarz filmlere kuru aksiyon filmi diyorum. Ne olacağını bildiğiniz halde izlemeye devam edersiniz ya hani o cinsten. Sigara gibidir, herhangi bir getirisi yoktur ama içtiğim zaman zevk alırsın ya işte aynen öyle.

Kapalı mekânda geçiyor, süper silahların kullanıldığı, yerel halkın figürandan öteye gidemediği son derece tek düz bir konu. Başlangıçta zaten sonunda ne olacağını tahmin edebiliyorsunuz ve spoiler olacaksa bile; o kadar doğru tahmin ediyorsunuz ki… Sürekli acaba bir değişim olacak mı, bir twist olacak mı kahramanımız ters köşeye yatacak mı diye bekliyorsunuz ama yok, olacak gibi değil.

Aksiyon sahnelerinin basitliği ve efektlerin yalınlığından bahsetmeme gerek yok. Tek mekânda çekelim ama olabildiğince burayı kullanalım demişler. Ben normal olarak izledim, 3D olanını izlemeyerek çok bir şey kaybettiğimi de düşünmüyorum.

İyi izleme denemeleri…

4.01.2013

Rust And Bone [2012]

Katil balina eğitmeni Stephanie ile 5 yaşındaki oğluyla birlikte yollara düşen evsiz ve parasız kalan Ali’nin yolları bir gece kulübü kavgası sonrasında kesişir. Stephanie ve Ali, ilk başlarda birlikte olamayacak iki insandır ama Stephanie akvaryumda bir kaza sonucu 2 bacağını da kaybeder. Aralarındaki dostluk, güzel bir hikayeye dönüşecek midir ?

Ne bekliyoruzzzzzzz?

Evet; her şeyden önce belirmek istiyorum film o kadar da ağır dram filmlerinden değil. Daha doğrusu öyle uyarlanmamış, hem senaryosu hem de seyirciye bırakmak istenilen etki. Herkesin izlemesi ve en sonunda yorumu da kendiniz yapın gibilerinden olmuş.

Hayatın her an sürprizlerle dolu olacağını bir kere daha anlıyoruz. Hayal kırıklıkları, yeni başlangıçlar ve hatta ufacık bir umut bile insanların hayatını nasıl da değiştiriyor değil mi? Bacaklarını kaybetmesine karşın Stephanie karakteri klişe davranış, duygu ve konuşmalardan uzak duruyor ve başlarda biraz bocalasa bile hayatı ne kadar sevdiğini kanıtlarcasına devam etme çabasında. Yani yukarıda da bahsetmeye çalıştığım gibi sizi ağlatacak ya da derin düşüncelere daldıracak bir film kesinlikle değil.

Konusu biraz boş ilerliyor gibi gelebilir ama gene de kendini izlettirmeyi başarıyor. Benim düşüncem ise; bu filmi izledim beğendim ama izlemesem hiç bir şey kaybetmezmişim, kendi halimde yaşamaya devam edebilirmişim. En azından gerçekçi bir film izledim, sade ve yalın bir anlatımı vardı diyip geçebilirim.

Unutmadan Marion Cottilard’ı izlemek bir zevktir…

3.01.2013

2012 Yılında İzlediğim En İyi 30 Film [10-1]


1. Incendies [2010]
1+1 kaç eder?
2010 yılına ait bu filmi çok geç izledim ne yazık ki. İlk 30 filmi sıraladıktan sonra listenin başına burayı gerçekten en çok hak ettiğini düşündüğüm, en çok etkilendiğimi ve diğerlerine göre daha az kısmını unuttuğumu düşündüm filmi koymam gerekirdi.
1+1=2 eder ama ya 1+1=1 olursa? O zaman ne yaparsınız?


2. The Avengers [2012]
Kişisel bir liste hazırlıyorum ve eğlenmek benim hayatımda çok büyük bir önem taşıyor. Bu nedenle bu yıl izlerken en çok eğlendiğim filmi bu listede yukarılara koymama çok da sorgulanamaz sanırım. Amerikanın dünyayı kurtarmasıyla, kadrosundaki isimlerle, hikayesiyle alakası yok, bundan daha çok sunduğu kahramanlar, diyaloglar, çekimleri ile beni güldürmeyi ve eğlendirmeyi başardılar.

 3. Skyfall [2012]
1999 yılından itibaren bütün Bond serilerini izledim. Elbette ki bu marifet değil, hatta hepimizin yaptığı bir şeydir diye düşünüyorum. Beğenenler ya da beğenmeyenler olabilir, bu filmin burada olmasının 2 nedeni var… Adel ve Bardem…
Adel’in nefis şarkılarıyla izlenirlik seviyesini yükselttiği film 99 yılından beri olan Bondlar arasındaki en iyi film olduğunu düşündüğüm için bu listeye aldım. D.Craig’den daha fazla J.Bardem’in performansının konuşulduğu film bu yıl içinde izlediğim en iyi 3cü film.

 4. J.Edgar [2011]
Biyografi filmlerine özel bir ilgim var. Bunu her şartta ve koşulda açıkça belirtiyorum. 2012 yılında izlediğim en güzel biyografi filmini de gene en üstlere taşımak gerekirdi. Senenin başlarında izlemiş olmama rağmen unutamadığım bu güzide film ve L.Caprio’nun mükemmel performansı.


 5. Dark Knight Rises [2012]
Senenin en büyük hayal kırıklığı…
Bir önceki filmi ‘’Son 10 Yılın En İyi Filmi’’ yazımda çok üstlere yazmıştım. Ondan daha iyisi yapılacaksa bu ne olabilir diye düşünürken Dark Knight Rises geldi… Beklentilerimi karşılamadı, filmdeki bir çok sıkıntıyı haftalarca hatta aylarca konuştuk. Kıyaslama noktası 2008’deki film olduğundan dolayı, ne yazık ki listenin biraz gerilerinde kalmak zorunda kaldı.
Bu kadar kötülerken unutmamak gerekiyor, bunlardan daha iyisi zaten yapılamaz…


 6. Argo [2012]
En çok eğlendiğim, biyografi, aksiyon, dram, senaryo derken sırada yaşanmış gerçek hikayeler kısmına geldik. Argo bu sene çok beğendiğim ‘’ gerçek hayattan alıntıdır ‘’ filmi olmayı başardı.
Oyuncu performansları konusunda çok iyi şeyler söyleyemeyecek olsam da, o kadar zor bir durumdan o insanları kaçırabilmek ve bu konuda yapılan zekici oyun gerçekten takdir edilir. Anlatım, kurgu, senaryo öğelerinin ortak paydada en harika ve kusursuz bir biçimde kesiştiği filmlerden biriydi.

 7. The Artist [2011]
Bu yıl sinemada izlediğim 5-6 filmden biri. Beklenilen etkiyi yeteri kadar yaratmadığını düşündüğüm filmlerden biri daha…
Siyah beyaz filmleri hayatım boyunca sevmedim, sevemedim ama bu filmin bende bıraktığı etki bambaşkaydı. Sinemanın, nasıl sinema olduğunu, sessiz dönemden sesli sinema dönemlerine geçişin ne kadar zor olduğunu anlatan harika bir yapıt olduğunu söyleyebilirim…

8. A Serbian Film [2010]
Rahatsız eden filmleri çok sevmeyiz ve giydirmeye bayılırız her daim. Ama bu tamamen farklı… Muhtemelen tamamını izleyemeyenler, yarıda bırakanlar, bu nasıl film diyenler olmuştur ama sabredilip bir kere izlenmesi gerekenlerden…
Porno sektörüne tepki olarak yapılan bir film, ancak bu kadar rahatsız edici olabilirdi.


9. The Man From Nowhere [2010]
Uzakdoğu filmlerini izlemek benim için işkenceden farksız olsa bu filmi biraz farklı bir yere koymak gerekiyor. Aksiyon sahnelerinin gerçekçiliğini, karakterlerin birbirine uyumlarıyla birleştirip üzerine biraz dram koyunca efsane olabilecek filmleri yapan gene onlar oluyor.
Yılın sonlarına doğru izleme fırsatı bulduğum film, aksiyon olarak bana istediğimden fazlasını verdi. Mutlaka izlenmesi gerekenler arasında.

10. Safe House [2012]
D.Washington döktürmesi bir film daha… Sürükleyici ve aksiyon sahneleri tatmin edici. Ryan Reynolds’un oyunculuğu ve Washington ile olan uyumları mükemmeldi.

2.01.2013

2012 Yılında İzlediğim En İyi 30 Film [20-11]


11. The Vow
İşte benim için yılın en dokunaklı aşk filmi. Nasıl olurda sevdiğim kıza bakıpta gitme vakti derim? Hangisi daha zor olurdu, unutulan tarafta mı olmak yoksa hatırlamayan tarafta mı olmak.
Hafızasını kaybeden sevgilisine kendisini tekrar hatırlatmak, tekrar tanışmak hiç bu kadar zor olmamıştı belki de…



12. The Lucky One
Irakta 3 kez ölümden dönen bir denizcinin, daha önce hiç tanışmadığı bir kadının fotoğrafını bulması ve onu aramasıyla başlıyor. Düz olarak bize verilmeye çalışılan aşk-dram filmlerinden biraz farklı olarak ilerliyor ve bammm… Sonuç olarak muhteşem bir film olmasa bile, kendi örneklerinden biraz farklı olması sayesinde bu listeye girmeye hak kazananlardan biri.



13. The Hobbit [2012]
Yüzüklerin Efendisi filmi benim için yılda izlediğim 10-20 filmden hiçbir farkı yok, olmamıştır. Tarz meselesi değil mi sonuçta… Her ne kadar beğenmesem de, rezalet 3D olsa da, hak edene saygı göstermek adına bu listeye almak zorunda hissettim kendimi.



14. Looper [2012]
Yılın son çeyreğinde izlediğim, geçmiş ile gelecek arasında geçen harika bir film daha. J.G Levitt ve yılların yaşlandıramadığı, çöpe dönüştürdüğünü düşündüğüm B.Willis’den harika bir film daha…
Senaryosu ve kurgusuyla izlenmeyi hak eden, daha önce çok sık izlemediğiniz tarzda aksiyon-bilim kurgu filmi demek çok hata olmaz.



15. Project X [2012]
Gençler, eğlence, seks… Bu 3’ünü birleştiren rezalet filmler izledikten sonra hayatımıza Hangover 1-2 gibi 2 film girdi ve bakış açımızı tamamen değiştirdi. Bu yıl bu konuyu birleştirebilen en iyi film Project X olarak geldi bana. Eğlence amacıyla verilen bir partinin bu kadar çığırından çıkacağını kim düşünebilirdi?



16. Lawless[2012]
Eski zamanda geçen, yaşanmış bir gerçek hikaye daha… İçki kaçakçılığı ve üretimi yapan bir ailenin erkeklerinin başından geçen ufak bir kesit… Dipten başlayarak nasıl büyük bir egemenlik kurduklarını, yaşadıkları acıklı hikayeleri anlatan film, tam bir efsane…



17. Rust and Bone [2012]
Bir kaza sonucunda bacaklarını kaybeden bir kadın, hayatını bir şekilde dövüşerek kazanmaya çalışan eski bir boksörün hayatı kesişirse neler olur? Aşk ve dram olarak nitelendirmeye çalıştığım ama tam olarak o kategoriye sokamadığım film, sürükleyici ve izleyiciyi tatmin eden türde.



18. Flight [2012]
Yılın kapanış filmi benim için. Alkolik olan pilotumuz uçağını efsane olacak bir biçimde indirir. Ama o kadar insanı kurtarmasına rağmen 4 ölü olması ortalığı biraz karıştıracaktır.
Yalan ile devam eden hayatını artık bir noktada düzeltme zorunluluğu olan pilotumuz, bunun gerekliliğini yerine getirecektir.


19. Deadfall [2012]
Bir kaza ve birleşen birbirinden farklı hayatlar… Bu yıl çok iyi örneklerini göremedik ne yazık ki ‘’birleştirme senaryo’’ filmlerin. Elimizde ki en iyi örnek Deadfall kaldı. Sürükleyici ve yok artık diyebileceğiniz bir sürü olayı bünyesinde barındırıyor. Çok iyi değil ama izlenmeye değecek cinsten.


20. Savages[2012]
En iyi malı üretebilen 2’li ve ikisinde aşık olduğu ( tam olarak öyle olmasa bile) bir kadın… Araya giren ve bu olaydan rant sağlamak isteyenlerin kızı kaçırmasıyla başlayan film… Sürükleyici bir aksiyon daha…

1.01.2013

2012 Yılında İzlediğim En İyi 30 Film [30-21]

Merhaba…
2012 bitti ve artık 2013 yılını yaşamaya başladık… 2012 yılı sinemasal açıdan benim için çok iyi geçmedi, okul sayesinde çalkantılı geçen hayatım beni geçen yıllara göre çok az film izleme imkanı verdi ne yazık ki. Elimden geldiğince vizyon filmlerini ve kenarda köşede sıkışmış Avrupa filmlerini izleme imkanı elde etmeye çalıştım.

2012 yılı bitmişken bir liste hazırlamak istedim. Şu aralar internette hemen her yerde ‘’2012 Yılının En İyi Filmleri’’ başlıklarını her yerde görebilirsiniz. Böyle bir liste hazırlamak çok adil olmazdı çünkü yıl için henüz Türkiye’de vizyona girmemiş olan filmler var ve malum her yıl olduğu gibi en iyi filmler 2012 yılının Kasım ve Aralık ayına yığılmış durumdalar.

Bu yüzden ben de ‘’2012 Yılında İzlediğim En İyi 30 Filmi’’ sıralamaya karar verdim. Atlamış olduğum ya da sizlerin izlediği ama henüz benim izleme şansım olmamış olan filmler olabilir. Yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi bu sene izleme sayım baya düştü, ama gene de çok güzel filmler izlediğimi belirtebilirim…
İşte benim listem, izlenmezse olmazlarım…


21. End of Watch [2012]
Yaşanmış gerçek hikayeler bir yana, gerçek hikayeleri yaratmak bu filme daha doğru bir söyleyiş olurdu. 2 polis memuru, 2 çok iyi arkadaş. LAPD bürosuna bağlı olan bu polislerin her gün karşılaştıklarını kameraya çekmesi…

Polisler üzerine yapışmış en iyi filmlerden biri olarak değerlendirdiğim sinema yapıtı, kendine çok üst sıralarda yer bulamadı belki ama mutlaka izlenmesi gerekenlerden biri.



22. The Tall Man [2012]
Kasabadaki çocuklar bilinmeyen bir nedenden dolayı kayboluyor ama neden… Thriller-Crime tarzı denilen bu film sürükleyiciliyle ve bilinmezliğiyle beğenimi fazlasıyla kazandı.


23. Like Crazy [2011]
Ulaşılmaz aşklar vardır ya hani.. İkiliyi bu sefer çıkan bir vize problemi ayırır ve tekrar birlikte olmak için, aşklarını sınamaları gerekmektedir. Bu yıl içinde izlediğim en iyi 3 aşk filminden biri.



24. Perfect Sense [2011]
Hayatınıza tam olarak uyan eşi bulduğunuz zaman, dünya da bir hastalık baş gösterir ve bu hastalık sayesinde insanlar duygularını kaybetmeye başlar… Sadece bu yıl değil tüm zamanlarda izlediğim en iyi aşk filmlerinden biri.. Mutlaka izlemeniz gereken türde…



25. Battleship [2012]
Diğer bir kahramanlık hikayesi bilim kurgu daha. Bildiğimiz amiral battı filmiyle bağdaştırılmaya çalışılmış ve zekice hazırlanmış bir aksiyon filmi de denilebilir. Konusu ve işlenişiyle çok beğendiğim, çekirdekle beraber izlenilebilecek filmlerden.



26. Act of Valor
Savaş filmlerinden nefret ederim. Bir tarafın güçlü diğerinin güçsüz gösterilmesi çoğu zaman zevk vermez ama bu onlardan değil. Gerçekçiliğin son noktası olarak görülebilecek bu filmin benzerini daha önce hiç izlememiştim ve hiç bu kadar çok zevk vermemişti.
Savaş filmlerine önyargılı bakıyorsanız, bunu denemeniz gerekir.



27. The Words [2012]
Kitap yazarı olan karakterimizin tam da köşeye sıkıştığı anda eline geçen harika hikayeyi değerlendirmesi sayesinde film başlıyor. Ama bir dakika… Ya bu yazdığı hikaye başka birinin hikayesi ve daha kötüsü onun hayatını anlatıyorsa…



28. Hesher [2010]
13 yaşında, trajik bir şekilde ailesini kaybeden bir çocuğu ve onun hayata tutunmaya çalışma çabalarını anlatıyor. Aslında bir nevi biyografi olarak da değerlendirebileceğiniz türden…



29. Warrior [2011]
2 boksör ve kapışmaları… Boksör filmleri çok izledik ama spor ve dram’ı bu kadar iyi birleştirebilen film daha öncelerinde çok da yok açıkçası… 

30. Dream House [2011]
Akıl oyunlarını sevenler için çok iyi bir film… Başlangıçta her şey ne kadar beklenmedik ve kolay tahmin edilebilir gözükse de ilerledikçe sizi daha çok içine çeken tam bir karmaşa diyebilirim.
Mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.. Mistik olaylar çok ilgimi çekmemiştir, bu yüzden son sıralarda yer vermek zorunda kaldım