Bir bakalım... Ya ortaokulun son sınıfındayım, ya da lise hazırlıkta. Bir bahar günü, havanın en sıcak olduğu öğlen saatleri. İzmit'te, Fethiye Caddesi'nde bir arkadaşımla buluşacağım. Özel bir arkadaş. Buluşma saatinden yarım saat önce orada oldum, heyecanlıydım. Vakit geçsin diye caddede bir aşağı, bir yukarı yürüyorum. Arada bir kaç tanıdığa rastlıyorum falan. Bilen bilir, eğer İzmit'te öğrenciyseniz, yani bir kaç yıldır oradaysanız, meşhur Fethiye Caddesi'nde bir tur attığınızda tanıdık bir veya birkaç insan görmemeniz imkansızdır. Neyse, ben caddede bir aşağı bir yukarı gezip tozarken karşıma boyacı bir çocuk çıktı. Benden bir kaç yaş küçük, hafif kirli, eski püskü kıyafetleri olan. "Boyayım mı ağabey?" deyince, ayağıma baktım. 1-1.5 yıllık Adidas Stan Smith'lerim vardı ayağımda, beyaz. "Bu spor ayakkabı, nesini boyayacaksın?" dedim hafif tırsar vaziyette. Tırsıyordum çünkü bu tip insanlar bana tarifi yapılamaz bir korku salıyordu. Bilinmeyenin korkusu. Ne geleceğini bilmiyorum, dillerini bilmiyorum, iletişimlerini bilmiyorum. Bildiğim tek şey onların "Boyayım mı ağabey?" olduğu. Dedi ki bana, "Beyazlatırız ağabey." Ben de hem vaktin geçmesi açısından, hem de daha klas gözükmek adına kabul ettim, fiyatını bilmeden, sormadan, etmeden. Bir kaç dakikada işini gördü boyacı çocuk. Sonra "5 lira ağabey!" dedi. 5 lira!!! Üstüne 80-85 lira daha koyunca ayakkabının aynısını bulabilirsiniz. Kaldı ki, benim günlük harçlığım 5 lira. Hani o gün 20 liram vardı üzerimde ama, çocuğa yine tedirgin bir sesle "Bende sadece 1.5 lira var." dedim, cebimdeki bozuklukları çıkararak. Çocuk mırın kırın etti, o an anladım ondan korkulacak bir şey olmadığını. Kendime güvenerek, elimle çocuğun omzuna vurdum ve "Teşekkür ederim, kusura bakma." dedim. Hemen uzaklaştım yanından. Yaklaşık 1-2 saat sonra arkadaşımla gezerken çocuğun başka bir adamın ayakkabılarını boyadığını gördüm...
Stuart: A Life Backwards'ı izlemeden önce kısa bir araştırma yapmıştım. Filmin, bir kitaptan uyarlanmış gerçek bir hikaye olduğunu okudum. Konusuna baktığımda ise, bir evsizin yaşam öyküsünün geriye doğru anlatıldığını gördüm. The Curious Case of Benjamin Button gibi herhalde dedim. Kafamda şöyle bir şey oluştu; herhalde önce 2007 yılını gösteriyorlar, sonra atıyorum 2004, sonra 1998, gençliği falan, sonra 1990, sonra 80'ler, 70'ler, çocukluğu vs. Halbuse öyle değil. David Attwood'un yönetmenliğindeki bu filmde kitabın yazarı Alexander Masters'ı (Benedict Cumberbatch) da oynayan adam var ve bu adam başrol. Film tam anlamıyla bu yazarın gözünden alkolik bir evsiz olan Stuart Shorter'ı (Tom Hardy) anlatıyor. Bir anda evsizlere ilgi duymaya başlayan Alexander, bir gün Stuart'la karşılaşıyor tesadüfen ve onla bir arkadaşlık kuruyor. Bu arkadaşlık günden güne ilerlerken, yazarın aklına Stu'nun hayatını kitap yapma fikri geliyor. Sürekli sanatçıların, aktörlerin, sporcuların, siyaset adamlarının mı hayat hikayelerini okuyacağız? Bir kere de alkolik bir evsizin hayat hikayesini okuyalım. Stu'nun önerisi ise bu hayat hikayesini tersten yaz oluyor. Alex, Stu ile arkadaşlığını günden güne sıkılaştırırken, film ilerledikçe biz de Alex'in sorduğu sorularla Stu'nun kronolojik bir şekilde geçmişine, gençliğine, çocukluğuna iniyoruz.
İlk paragraftaki hikayeme dönelim. Bir boyacı, filmde ise bir evsiz var. İkisi tabii ki aynı şey değil. Ama o hikayede ben ve filmde yazar Alexander, aynı duyguları yaşıyoruz. Önce korkuyla yaklaşıyoruz, bilmediğimiz bu adama. Öyle ya, yıllardır sokakta yaşayan, her gün içki içen, hapishanelerde yatmış bir adam Stu. Boyacı çocuk ise, çok zamandır bütün gününü dışarıda insanların ayakkabısını boyayarak geçiriyor. Önce bir iletişim kuruyorsunuz. O da size sıcak bir şekilde karşılık veriyor, ama belli olmuyor işte onun düşündükleri. Bir anda değişebiliyor. Her insanın gülebileceği bir espri yapıyor, siz de gülüyorsunuz, bir bakıyorsunuz o espri yapmamış aslında, gerçek bir şey söylemiş ve sinirleniyor hemen güldünüz diye. Tepkiler aşırı, hatta gevşemiş olsanız bile yine korkuyorsunuz o anda. Çünkü tepkileri gerçekten aşırı. Sinirlendiği zaman kendine veya yanındakilere çok aşırı zararlar verebiliyor Stu. Ama bütün bunlar çocukluğunda içinde bulunduğu hayatın zorluklarının sonucu. "Çocukluğuna inelim" derler ya hani, gerçektir o. Her insan aynı doğar. En zengin insan da, en fakir insan da doğduğunda eşittir. Hayat şartları onu yıllar sonra birbirinden uzak, uç iki insan yapar. Stu, ezilen kısımda. Doğuştan gelen kas distrofi hastalığı, üvey babası tarafından çektiği acılar derken Stu, evsiz, tehlikeli bir alkoliğe dönüşüyor. Ancak onu tanıdıkça, geçmişini gördükçe, sempati besliyorsunuz. Onun zararsız olduğunu, yüreğinin ne kadar temiz olduğunu anlıyorsunuz.
Şu günlerde mini dizi olan Sherlock'ta, Sherlock Holmes'ü oynayan Benedict Cumberbatch'in güzel oyunculuğu ile karşı karşıyayız ancak tabii ki Tom Hardy bütün spot ışıklarını üstüne çekiyor. Hafif peltek konuşması, ağır aksak ve biraz cırtlak sesi, hoşuna giden bir şey oldu mu verdiği "uuuuu" tepkisi. Hastalıklı ve alkolik taklidi, yüzüne getirdiği ezilmişlik hissiyatı, tam anlamıyla tek kişilik bir gösteri sunuyor izleyenlere. Bu filmiyle 2008 BAFTA Ödülleri'nde En iyi Erkek Oyuncu dalında aday olan Tom Hardy, Band of Brothers, Black Hawk Down ve Star Trek Nemesis'te oynamış. Aslen bu filmden sonra Guy Ritchie'nin Rocknrolla'sında tanınmış ve bugün Türkiye'de sinemalara gelen Inception filminde de Eames'i canlandırıyormuş. Kesinlikle daha bir dikkatli izleyeceğim bu İngiliz aktörü. Henüz 33 yaşında ve ileride özellikle Brit filmlerinin aranılan aktörlerinden olmasını bekliyorum.
Film aslen dram ama çok fazla huzursuz etmiyor izleyenleri. Dram ve komedi sosu iyi karıştırılmış. Alex'in düşüncelerinin çizgilerle, resimlerle gösterilmesi ve Stu'nun aile üyelerinin konuşturulması filme fantastik ve belgesel ögeleri katmış. Stu'nun kör cahilliğine gülüyorsunuz ancak sonuçta o hayat üniversitesini bitirmiş bir adam ve Alexander gibi yazar olan bir insana bile öğreteceği çok şey var. Buna da şaşırıyorsunuz. Film, dışarıdaki insana bakış açınızı değiştirecek türden. Bulmanız zor olabilir ama bulursanız kaçırmayın. Zaten sinemalara çıkmamış, BBC adına çekilmiş bir HBO filmi ve gerçek bir hikaye. 7/10