Geçtiğimiz cuma günü Türkiye'de vizyona girdi The Expendables. Ramazan Ayı'nda oruç tutuyorum. Şöyle bir olay yaşında oturduğum evde o gün. Oruçlu, harap ve bitap bir şekilde bilgisayar başında pineklediğim sıradan yaz günlerinden biri. Saat 16.20 ve saçma saçma şeylere bakıyorum netten. Birden twitter'da, trending topics'te The Expendables'ı gördüm. "Aaa" dedim, "Bugün film çıkıyordu." Hemen beyazperde'ye girip seanslara baktım. 17.30 yazıyor. Gidilir mi gidilir anasını satayım. Evimden sinema 40 dakika. 16.45'te evden çıktım, her filmden önce gösterilen şu korsanlıkla ilgili reklam dönerken salona girdim. Aman Allah'ım ne rahatlık! Oruçlu bünyeye birebir sinema salonları. Hele de evinizde klima yoksa. İnanılmaz bir şekilde buz gibi içerisi. Şöyle bir yoklama yaptım, benden başka 10-15 kişi var içeride. Oysa belki de The Expendables'tan daha az reklamı yapılan Inception ilk gün full çekiyordu. Neyse izledik, evimize döndük, orucumuzu açtık, üzerinden neredeyse 1 hafta geçti ve yazıya koyuluyoruz.
Konuya geçelim. Güney Amerika'da küçük bir adada diktatörlük kuran General Garza'yı (David Zayas) durdurmaya çalışan paralı askerler. Bu askerler Barney (Sylvester Stallone), Lee (Jason Statham), Ying Yang (Jet Li), Toll (Randy Couture), Hale (Terry Crews) ve Gunner (Dolph Lundgren). Bu askerlere görevi veren isim ise bir CIA ajanı Mr. Church (Bruce Willis). Askerler bu adaya geldiklerinde ise üzerinden fazla geçmeden asıl görevlerini, asıl yakalamaları gerektiği kişiyi anlıyorlar. Bu kişi, eskiden CIA'de görev almış, şimdi ise General Garza'yı bir piyon gibi kullanarak kendi uyuşturucu şirketini kurmayı planlayan James Munroe (Eric Roberts). Barney önderliğinde askerler bir yandan işleriyle uğraşırken, bir yandan da yeni yeni duyguyu tadacaklardır. Mesela generalin kızı Sandra'ya (Giselle Itie) aşık olan Barney gibi...
Böyle anlattım ama filmin aslında bir senaryosu yok desek yeridir. Yani havada kalmış diyaloglar, bir an önce aksiyon sahnelerine geçilmek için yapılan eften püften olaylar. Gerçi filmin kemik seyircisi de bunları istemiyor anladığım kadarıyla. Yani zaten bu filme katıksız aksiyon görmek için geliyorlar ve bunun için gelenler bu filmden maksimum haz ile ayrılıyor. Ancak ben maalesef katıksız aksiyonu sevmiyorum ve eleştirimi de ona göre, biraz subjektif yapacağım. Elbette Sylvester abimizle Jason abimizin tek başlarına onlarca askeri öldürmeleri, Terry babanın ortama anormal, devasa bir silahla girip, tabir-i caizse nefes alan canlı bırakmaması insanın hoşuna gidiyor. Yüzde bir gülümseme bırakıyor ama o kadar. En önemli diyaloglarından biri "What's wrong with this picture?", "Everything!" olan bir film bu. Hele bir de altyazı rezilliği olunca hiç çekilmiyor. "It's a tie" demek "Bu bir kravat" demekmiş. Şaka gibi! Zaten ruh da olmayınca, inandırıcılığı da olmuyor filmin. Mesela Rambo da bir aksiyondu, ya da ne bileyim Rocky, Predator, Terminator, Die Hard. Bunların ruhu vardı. Bir konusu vardı. Anlatabildim sanırım. Ayrıca aksiyon sahnelerinde de bir şeye değinmek isterim. Sylvester Stallone bir röportajında ABD'de alev çıkartmalarına izin verilmediğini ve teknolojiden faydalandıklarını, yurt dışında ise gerçek alev kullandıklarını belirtmiş. Yurt dışındaki patlama sahneleri iyi de, ABD'deki sahneler gerçekten pek bir yapay kalmış. Bu da izleyiciyi sıkan etkenlerden.
Oyunculuklara da fazla bakmaya gerek yok. Elbette Jason Statham dışında diğer arkadaşlarımız çok zorlanmış çekimler esnasında. Bu filmde de kendini belli ediyor. Mesela Sylvester Stallone bir sahnede son hız koşarken, ben ön çapraz bağları kopuk sağ dizimle beraber o sahnede onun yanında koşsam muhtemelen daha hızlı koşardım. Filmin yönetmeni de olan Sylvester Stallone bu sahnelerdeki açıklar göze batmasın diye yavaş çekim tekniği kullanmış. Bire bir dövüş sahneleri gayet iyi, özellikle Jason Statham'ın basketbol sahasında patakladığı adamlar enfes ancak kamera kişilerin içine çok girdiği için biraz anlamamız zor oluyor kim kimi dövüyor falan. Onun dışında Eric Roberts bütün karizmasıyla bizlerle. Aksiyon oyunculuğu değil de normal oyunculuk babında baktığımızda ise Mickey Rourke abimizi ilk sıraya koyarım. Giselle Itie de bu tip filmlerin olmazsa olmazı, esas oğlanın abayı yaktığı güzel kız rolünü iyi kotarmış. İnanılmaz derecede Sergio Ramos'a benzediğini de belirteyim.
Filmin oyuncu kadrosu müthiş. Asıl satan da bu zaten. Kariyerlerinin sonundaki Sylvester Stallone, Dolph Lundgren, Mickey Rourke, Eric Roberts, Bruce Willis, Arnold Schwarzenegger, şu sıralar suskun olup kendini bizlere yeniden hatırlatan Jet Li, aksiyon sinemasının en önemli genç oyuncularından Jason Statham, daha çok komedilerde oynayan Terry Crews, Dexter ile 2. kez ünlenen David Zayas, güreşten sinemaya geçen Randy Couture ve Steve Austin ile tam bir erkekler tayfası oluşturulmuş. Araya bir de güzel latin kızımız Giselle Itie sıkıştırılmış ve ortaya iyi bir karma çıkmış. Tabii kadro mükemmel ama şöyle bir "olsaydı iyi olurdu"lara da bakalım; Forest Whitaker, Robert Knepper, Ben Kingsley, Wesley Snipes, Jackie Chan, Jean Claude Van Damme, Steven Seagal, Kurt Russell, Chuck Norris vs. Zaten bu elemanlardan bazılarına da teklif götürmüş Sylvester Stallone.
Bruce Willis ve Arnold Schwarzenegger sadece bir kaç dakika rol alıyor filmde. İkisinin de aksiyona girmediğini belirteyim. Zaten Kaliforniya Valisi Arnold'un artık aksiyona girecek hali yok. Bruce Willis ise bizi yine gülüşünden mahrum bırakmıyor. Kısaca toparlamak gerekirse, ortada bir senaryo olmayan, 100 dakikalık katıksız bir aksiyon filmi The Expendables. Hani ben de pek aksyion sevmem ama sırf bu kadroyu bir arada görmek için izlenmesi gerekir. Öte yandan pek bir beklentiyle de izlenmemesi gerek. Tabii aksiyon seven biri iseniz, salondan çok ama çok mutlu ayrılırsınız. Filmin devam filmi hatta devam filmlerinin çekileceği de konuşulanlar arasında. 6/10