10.08.2010

Cape Fear [1991]

Açıkçası film konusunda çok açığımın olduğuna inanıyorum. Gerçekten de bir çok insanla karşılaştırınca kendimi, çok yetersiz ve zayıf hissediyorum. Sadece izlediğim bir filmin araştırmasını falan da iyi yaparak, sizlere iyi sunduğumu düşünüyorum. Küçüklüğümden beri gelen yazma yeteneğimin olduğuna inanıyorum ve 3-4 yıldır da farklı farklı bloglarda başta spor olmak üzere bir çok şeye değiniyorum. Bir çok büyük yapımı izlemedim. Bir çok dev yönetmenin dev filmlerini, dev aktör ve aktrislerin en şaşalı filmlerini izlemedim. Bir çok zamana damgasını vurmuş ve hala da ölümsüz kalmayı başarmış seriyi izlemedim. Ancak bu konudaki açığımı da elimden geldiğince kapatmaya çalışıyorum. Dublaj film izlemeyi hiç sevmem, belki de bundandır bir çok filmi izlememem. Küçüklüğümden bu yana televizyonda binlerce film yayınlandı ve hepsi de dublaj. Dolayısıyla izlemiyorum. Allah'tan cnbc-e var. İşte, dün gece de 1991 yapımı Martin Scorsese imzalı ve başrolünde Robert De Niro'nun oynadığı Cape Fear'ı görünce dayanamadım atladım tabii...

Sam Bowden (Nick Nolte), karısı Leigh Bowden (Jessica Lange) ve 15 yaşındaki kızı Danny Bowden (Juliette Lewis) ile yaşayan başarılı bir avukattır. Bundan 14 yıl önce, 1977 yılında Max Cady (Robert De Niro) isimli bir sapığın avukatlığını yaparken, eline müvekkilinin cezasını büyük ölçüde hafifletecek, belki de onu kurtaracak bir belge geçer. Ancak o, duygularına yenik düşmüş ve 16 yaşındaki bir kıza tecavüz eden bu sapığı kurtarmaktan vazgeçmiştir. Belgeyi ise saklar ve kendisinden başka kimse o belgenin varlığından haberdar olamamıştır. Max Cady 14 yıl hapis yattıktan sonra cezası biter ve serbest bırakılır. 14 yıl önce hiçbirşeyden habersiz, okuma yazması olmayan bir sapık olarak hapse giren Max, bu 14 yıl içinde önce okuma yazma öğrenmiş, sonra da hayat okulunu bitirmiş bir şekilde hapishaneden çıkar. Yine de 14 yılının boşa geçtiğini düşünür ve avukatını bulur. İntikam önce tehditlerle başlar, zaman geçtikçe Sam Bowden ve ailesi için işin içinden çıkılamayacak ve onları büyük bir değişime itecek bir hal alır.

Güzel bir senaryosu var filmin. Her şeyden önce gerilim filmi gibi gözükse de bu özünde bir intikam filmi pek tabii ki. Yeni dönemden Law Abiding Citizen ile kıyaslayabiliriz belki. Zaten adı üstünde, o filmde de adalet sorgulanıyordu. Bu filmile o filmin en önemli farkı uzun diyalogları diyebiliriz. Uzun ve içi dolu diyalogları. Özellikle Robert De Niro ile Juliette Lewis'in telefon konuşması ve tiyatro salonundaki konuşması çok iyi. İlginç bir bilgi, film John Macdonald'ın yazdığı The Executioners'tan uyarlanmış. Önce 1962 yılında J. Lee Thompson tarafından çekilmiş. Sonra 1991'de Martin Scorsese. İki filmde de oynayan üç aktör var: Gregory Peck, Robert Mitchum ve Martin Balsam. Daha da ilginci ilk filmde sapığı oynayan Robert Mitchum, ki Robert De Niro'dan bile daha iyi oynadığı söyleniyor, bu sefer mağdur Nick Nolte'a tavsiye verirken, ilk filmde mağduru oynayan Gregory Peck, bu sefer sapık Max Cady'nin şimdiki zamanda tuttuğu avukatı oynuyor.

Oyunculuklara gelelim. Robert De Niro. Muazzam, harika, harikulade, süper, mükemmel, müthiş, über. Kendine has mimikleri, yüz ifadesi, kendine has hafif hırıltılı konuşma stili yine var ancak bunun yanında kasları ve filme özel yaptırdığı dövmelerle, 91 yapımı bu filmde 30'lu yaşlarında göstermesi ama aslında 48 yaşında olması. Müthiş bir karizma. Bilgili, azimli, dindar ve hatta entel olup, aynı zamanda da psikopat olan rolünü çok rahat ve gerçekçi oynamış. Hatta ekşi'de okumuştum. Filmin ilk gösteriminden çıkan insanlara "Şimdi Robert De Niro'yu görseniz ne yaparsınız?" diye sormuşlar, %75'i "Öldürürüm!" demiş. İşte o kadar gerçekçi. Muazzam. Hotel Rwanda'da izlediğim Nick Nolte ve karısı rolünde Jessica Lange'den de harika bir oyunculuk var ama Robert'ınkinin altında dikkat çekememişler bile. 17 yaşındaki Juliette Lewis'i ise film boyunca gözüm bir yerden ısırdı. Böyle güzel bayanları kolay kolay unutmam. Zaten filmden sonra imdb'den araştırdığımda From Dusk Till Dawn'da oynadığını hatırladım. Tabii ya. O da 15 yaşında, her şeye inanan, önce karıncayı bile ezemezken, film içerisinde şartlardan dolayı sertleşen küçük tatlı kız rolünün üstesinden bayağı bir gelmiş. Zaten De Niro, En iyi Erkek Oyuncu dalında, Juliette Lewis ise En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday olmuşlar o seneki Oscar'da.

130 dakikalık bu filmin ilk 110 dakikası çok sürükleyici bir şekilde geçiyor ancak finali insanı sıkıyor gerçekten. Max Cady bir türlü ölmüyor arkadaş. !!!Spoiler olabilir. Film bitmeye yakın, küçük kızımız, Max tam purosunu yakarken üstüne gaz boşaltıyor. Max'in kafası yanıyor ve denize atlıyor. "Bu muydu yani?" diyorum. "O kadar izledik, bu kadar kolay mı ölecekti bu adam?" sonra bir bakıyoruz, aaa adam denizden tekrar gemiye çıkıyor. Sonra yine ucuz atlatıyor, yine ucuz atlatıyor falan. Bitmiyor film. Hatta sonunda bile muallakta kalıyor seyirci, öldü mü ölmedi mi diye. Spoiler biter!!! Bu açıdan puan kırılır tabii ki. Martin Scorsese gibi bir ustaya da yakışmamış. Zaten dar bir zamanında para kazanmak için üzerine fazla düşünülmeden yapılan bir film olarak görmüş bunu Scorsese. Yine de bir çok filminde oynattığı Robert De Niro onu kurtarmış. Sırf De Niro için bile izlenmeli. Şöyle diyeyim, De Niro standartlarında muazzam, Scorsese standartlarında vasat bir film. Alfred Hitchcock'un Psycho'suna ve De Niro'nun önceki filmlerinden Taxi Driver'a göndermeler var. 7/10

3 Yorum :

UnjustLucifer dedi ki...

auehae :D bilirsin senin yazılarını herzaman beğenirim ama alttan alttan sana söylerim :D

artık bunları ''public'' bir ortamda söylemenin gereğini duydum... Harbiden hislerime dermen, düşüncelerimi bir kalem olmuşsun sen :D

Güzel....

Beercholic dedi ki...

eyvallah üstad, yolunda ilerliyoruz :)

UnjustLucifer dedi ki...

aheuahe şöyle deyipte beni mahçup durumda bırakmasan :P

hatta bizde burada kibarlıktan ufalıp, ufalıp birbirimizin cebine girmesek :P