10.02.2011

The Company Men [2010]

İşsizlik zor iş…

Yeni çıkan bir film, sinemalara ne zaman geleceği ya da geldi mi herhangi bir bilgim yok, sadece keyifle izlenebilir.

Konu olarak çok karışık bir şeyler beklemeyin, kısaca ekonomik kriz nedeniyle önce şirketleri ardından da aile yaşamları alt üst olan üç iş arkadaşının bir yıllık öyküsü...

Üniversiteyi bitirme çağında bir genç olarak ve babamın süregelen iş sorunlarından dolayı beni biraz fazla etkileyen bir film olduğunu söyleyebilirim. Üç tane karakterimiz var ve bunların lüks, elite hayatlarının çalıştıkları şirketin işlerinin bozulmasıyla birlikte, işten çıkma süreçlerini ve daha sonra yaşadıkları yüksek standart hayattan bir anda biraz daha düşük bir seviyeye düşmeleri, evlerini ve arabalarını kaybetmelerini konu alan güzel bir film olmuş.

Aslında bu filmde işlenen konu biraz fazla uç bir noktaya parmak basmaya çalışmış. Sonuçta yılda 120 bin dolar kazanan bir adamdan bahsediyorsak, bu her ne kadar Amerika standartlarına göre olsa da bir Porsche alması o kadar basit gözükmedi bana. Elbette krediyle, her türlü yolla araba almak ya da ev sahibi olmak artık bizim ülkemizde de basit bir hale gelse bile ayda kazanılan 10bin dolar bunun bir garantisi değildir. Sonuçta böyle bir yıkımın olabileceğine hazırlıklı olmak gerekiyor. Ama tüm bunları konu dışında bırakırsak eğer; işlenmesi gereken konu çok iyi bir şekilde ele aldıklarını söylemek isterim.

Yapısı itibariyle biraz fazla yavaş ilerleyen bir film olmasına rağmen, olayı çok güzel yansıtmışlar. İş bulma çabaları ve bunların sonuçsuz kalması duygusu yeteri kadar vurucu olmuş diyebilirim. Sonuçta çok fazla entrikası olmayan, konunun ne olduğu belli olan ve sadece bize bunun nasıl işlendiğini tartışmamıza yer verecek bir yapıt.

Seçkin oyuncu kadrosu gayet güzel oturmuş filme. C.Affleck her ne kadar sinema dünyasında en sevmediğim ve bir türlü saygı daha gösteremediğim oyunculardan biri olmasına rağmen rolüne iyi adapte olmuş ve gerekeni yapmış. Duygu sahnelerinde ki gereksiz mimiklerini ve aşırıya kaçan tepkileri kontrol edememe geleneği devam etmekte elbette, bu da doğal olarak izleyiciyi inandırıcılıktan uzaklaştırıyor.

Sonuç; her zaman, her insanın başına gelebilecek gerçek bir hikâye de diyebiliriz bu filme. Olayları yansıtmada ki başarısı gerçekten tatmin edici seviyede olmuş. Boş bir zamanda karşısına geçilip izlenilebilecek filmlerden bir tane daha. İyi seyirler

8.02.2011

The Mexican [2001]

Herkesin izlediği bir filmi, en son izleyenlerden olmak…

Meksikalı filmi, arkadaşlar arasında yaptığım çoğu muhabbette karşıma çıktı ama ben izlememiş olduğumdan dolayı asla bir yoksunluk hissiyatına kapılmadım. Julia Robert ve B.Pitt’in oynadığı filmi kaçırdığıma asla üzülecek bir yapıda değilim ne yazık ki. Konu itibariyle;

Bir mafya çetesinde kurye olarak çalışan Jerry Welbach (Brad Pitt) kız arkadaşının baskıları sonucunda kafası karışık bir halde bu pis dünyadan çekilip çekilmemeyi kendisiyle tartışmaktadır. Samantha (Julia Roberts) ondan çeteyle ilişkisini bitirmesini kesin olarak istemekte, aksi takdirde terk edeceğini söylemektedir.

Jerry'nin patronu ondan Meksika'ya gitmesini ve kısaca 'Meksikalı' olarak bilinen paha biçilmez bir antika silahı ele geçirip getirmesini ister. 'Meksikalı' adını taşıyan bu silah artık başlı başına bir efsaneye dönüşmüştür. Silahı bulmak zor olmaz ancak asıl iş onu getirmektir. Ayrıca bu silahın lanetli olduğunu düşünmek için yeterli delil de varken iş iyice zora girer.

İlk izlenim olarak ortada 2 filmin olduğu ve konuların son yarım saatte birleştiğini söyleyebiliriz. Bu tarz bir filmi en son ‘’Uncertainity’’ isimli bir filmde görmüş, hatta ondan bahsederken bu tarz bir denemeyi daha önce görmemiştim demiştim. Eğer bu filmi izlemiş olsaydım, görecekmişim. Robert ve Pitt’in hayatları filmin başlarında ayrılıyor ve ikisi de kendi dertleriyle uğraşmaya başlıyor. Robert kendisini rehin olarak tutan [sözde] Leroy’un gaylik sorunlarıyla cebelleşirken, Pitt ise Meksika da şu meşhur paha biçilmez silahın peşinden koşuyor.

Şöyle bir teorim var; eğer filmde isim olarak 2 çok büyük oyuncu varsa, bunları ayrı olarak seyirciye göstermek başarılı bir proje çıkmasını direk engelliyor. Ben daha bunu süper bir şekilde yapan örneğe rastlamadım. Eğer 1 ünlü ve bir sıradan oyuncu kategorisine girecek biri varsa iş basit, güçlü olana daha fazla dikkat çekilir ve film kurtarılır ama bu tarz 2 büyük oyuncuyu birbirinden ayırmak, onları yan yana göstermemek çok büyük bir hata. Seyircinin ilgisini olduğu gibi 2’ye bölüyor ve ne yazık ki odaklanmasına büyük bir sekte vuruyor. Bunun yanında bilmiyorum kaçınız izlediniz ya da izlemediniz ama Roberts’ın sahnelerinin daha özenli ve bir düzene bağlı olarak çekildiğinin, daha mantıklı ve orijinal diyalogların konulduğunun farkında mısınız? Pitt, biraz kendi yetenekleri ve komik olayları sayesinde, kendi kısmını kurtarmış olarak gözüküyor. İşte bu gerçekten bir başarısızlıktır.

Tam olarak ortada neyin olduğu da belli değil; duygusal olarak. Nefret mi var, aşkım mı koymak istemişler yoksa film tamamen bir aksiyon filmi mi belli değil. Evet, güzel bir senaryo olduğundan bahsedebiliyorum hatta güzel ‘’denk gelme’’ olaylarla süslendiğini de belirtmek istiyorum ama gereken duyguyu verme açısından biraz fazla havada kalmış. Kullanılan mekânların ilgi çekici, arabaların benim aşırı ilgimi çekmesi de filmin diğer artıları olarak gösterilebilir. Ayrıca, başa bela olan köpeğin tatlılığına da değinmeden geçemeyeceğim.

Normalden biraz daha ilginç ama bir o kadar aşk dolu bir son olmasına rağmen filmi kurtarmadığını belirtmek istiyorum. Çok sıradan bir film diyemem ama seyirciye sunabilecekleri özel bir yanının olmamasından dolayı, izleseniz de izlemeseniz de bir şey kaybetmeyeceğiniz bir film. Ne yazık ki Roberts ve Pitt’i aynı sahnede görmek isteyenlerin tercih edeceği bir film bile diyemiyorum buradan. Başarısız bir örnek olmuş ne yazık ki…

7.02.2011

All Good Things [2010]

Biraz hikâye hakkında konuşmak gerekiyor. Çünkü filmi ancak izledikten sonra ne kadar iyi ya da ne kadar kötü olduğunu anlayabiliyorsunuz. Hatta kendinize fazla soru sormaya başlarsanız arada bile kalabiliyorsunuz. Biraz kendi kendime düşünerek çıkarlarda bulundum. Gerçekten böyle bir hayatı yaşayan birinin psikolojisinin ne durumda olabileceğini açıkça sergilemişler ve çok da başarılı olduğuna inanıyorum. Bu kadar para, bu kadar zenginlik gerçekten çoğu zaman mutluluktan daha fazla dert getiriyor. Bu tarz bir senaryoyu daha önce bir yerden hatırlıyorum ama ne yazık ki şu anda çıkartamadığım için tam olarak bunun güzel bir deneme olduğunu söyleyebiliyorum. Film aksiyon-gerilim-gizem-drama ve romantik olarak geçiyor (romantiklik bunun neresinde?).
Senaryosundan ve konusundan çokça bahsettiğimiz bu filmin bir üst seviyeye çıkmasında önemli payı olan 3 kişiden de bahsetmek gerekiyor. Örümcek Adam?ın hatunu Kirsten..

6.02.2011

Av Mevsimi [2010]

Her şeyden önce, cinayeti işleyen adamın gücünün ve çapının ne kadar geniş olduğunu öğreniyoruz. Ben bunu idrak ettiğim anda aklım hemen bir soru geldi. Bu kadar zeki, bu kadar ince planlar yapan bir adam neden öldürdüğü cesedi parçalayarak öylece ortaya atıverir? Şimdi tekrar düşünelim. Filmin sonunda her noktanın ne kadar ince hesaplandığını ve harika bir senaryo olduğunu düşünüyorsunuz, normal çünkü insan yapısı olarak; bizler en son ne gördüysek onu hatırlıyoruz. Film bittikten sonra kimse başa tekrar dönerek ??bu hikaye nerede başladı??? diye sorgulamıyor. Ben bunu denedim, farkındayım filme yapılan bir ??kıllık?? olarak algılayabilirsiniz ama yapım çok önemli, ya da öyle olduğu bize söyleniyor. Hikaye sanki sırf cinayet olsun diye oraya yerleştirilmiş ve onun üstünde oynamalar yapılmış havası verdi bana.

5.02.2011

Max Payne [2008]

Filmin üstüne kurulduğu konu biraz fazla hayali olarak kalmış diyebilirim. Daha doğusu hayali olmasından daha çok tam olarak açılamamış olmasından bahsetmek daha doğru olabilir. Sonlara geldikçe olayın ne olduğunu tam olarak anlayabiliyorsunuz ama yeteri kadar aydınlatmıyor. Birkaç tane sorulması gereken soru kalıyor ortalıkta ve soruları sorduktan sonra cevaplarının olmadığı bir durumla karşılaşıyorsunuz. Tatmin edici olmuyor bu durum gerçekten. Oyundan biraz uzaklaşmışlar. Max Payne’nin karakteristik özelliklerinden biraz daha fazla yararlanılmasını beklerdim; mesela slow motion sahnelerin biraz daha fazla kullanılmasıyla da silah opsiyonlarının biraz daha fazla olmasını isteyebilirdim.

4.02.2011

Greenberg [2010]

Sıkıcı bir filme merhaba deyin!

2010 yılının en iyi filmleri arasında gösterilen bir filmi izlemeye başlamak heyecanlandırmıştı beni, ama film biraz ilerledikçe, izledikçe resmen hayalet görmüşçesine bakışlara dönüştü bu heyecan. Bu filmi 2010’un en iyileri arasında seçenlere buradan selam yolluyorum ve merak ederek soruyorum; hayatınız da siz hiç film izlediniz mi?

Roger Greenberg, 40 yaşına gelmiş, orta yaş krizinin eşiğinde bir New Yorkludur. Bir süre için hiçbir şey yapmamak ve yalnızca hayatını gözden geçirmek için erkek kardeşinin yanına taşınır. Los Angeles’te yaşamaya başlayan Roger eski dostlarını yeniden arar, grubu yeniden bir araya getirmek ister. Ama hayat herkes için değişmiştir. Kadınlarla ilişkilerinde de aradığını bulamayan Roger'ın tek dayanağı kardeşinin asistanı olan Florence'tır.

Çok yavaş ilerleyen bir film başlangıcından sonra, bu hal ve durumun filmin tamamına hakim olacağını idrak ediyorsunuz. Yavaş ilerleyen filmleri sevmeyenler zaten filmin başında kaldılar, daha ileriye gidemezler. Daha sonra bir süre akıl hastanesinde kalmış Greenberg çıkıyor ve kardeşinin 6 haftalık Vietnam tatilini fırsat bilerek onun evine yerleşiyor. Hikâyemiz buradan sonra başlıyor, ama aslında hikâyenin ne olduğunu tam olarak anlamlandıramadım. Elbette konu akıl hastanesinden yeni çıkan birinin yaşadığı zorlukları ya da dışarıdaki hayata alışma sürecinden bahsediyor olsa bile bunu ya tam olarak yansıtamamışlar ya da ben tam olarak anlayamadım.

Komedi yönünü seyirciye yansıtmaya çalışsalar yok diyeceğim, dram öğesini işlemiş olsalar ama ne yazık ki ortada böyle bir veri de yok. Kısacası ne yapmak istediklerini aslında onlarında bilmediği bir keşmekeş var ortada. Daha fazla söylenecek bir şey yok film hakkında.

Yanlış hatırlamıyorsam Adam Sandler, Jim Carry gibi oyuncuların bu tarz dram denemeleri olmuştu zamanında. Ne yazık ki yukarıda saydığım adamlar artık o kadar fazla komedi filminde oynadı ki bunları herhangi bir dram filmine koymak olmuyor, insan bir türlü kabul edemiyor ne yazık ki. Her şeyin yanında Ben Stiller kariyeri boyunca gereksiz komedi filmlerinde oynamış, sıradan bir oyuncudan daha fazlası değil. Bu filmde o kadar yapmacık ve işlevsiz duruyor ki. Sanki bir oyuncunun bacaklarını kesip de ona futbol oynatmaya çalışıyormuş tarzında bir izlenim ediniyorsunuz. Hem kendisine yazık etmiş böyle bir deneme içinde hem de filme yazık etmiş diyebiliriz.

Sonuç olarak ortaya ilerlemeyen bir film, ortada olmayan bir konu çıkmış. Ben bir saat kırk dakika boyunca ne izledim en ufak bir fikrim bile yok ama bu filmi beğenenlerin olduğuna göre elbette kaçırdığım bir nokta var diyerek kendimi telkin ediyorum.