Felaketin adı…
‘’Durdurulamaz’’ tarz film yapanlara gerçekten hayranlık duyuyorum. Çünkü yapamıyorlar, çünkü olmuyor. Olayın gerçek bir olaydan uyarlanması gerçekten umurumda değil. Tamamen fiyasko olmuş bir filmi izlemek istiyorsanız sizi bu tarafa doğru alalım. Konu olarak;
Deneyimli bir tren teknisyeni ile genç bir kondüktör, başında kimse olmayan, kontrolden çıkmış bir treni durdurmak ve nüfusun yoğun olduğu alanda ortaya çıkabilecek büyük bir felâketi önlemek için saatle yarışırlar. Tren raydan çıkıp büyük bir felâkete sebep olmadan önce ellerinden geleni yapmaya çalışsalar da, tren zamanla yarışırcasına, büyük bir hızla ilerlemektedir.
Neresinden başlasam bu sinema felaketinin? En başından başlamak güzel bir seçenek olabilir. Bir tren toplanma merkezinde başlıyor her şey. İçinde kimyasal yükler de bulunun 777 sefer sayılı tren harekete hazırlanıyor. Kondüktörümüz bir anlık hata sonucu rayları kendi değiştirmek isteyince tren birden hızlanıyor ve tekrar trene binen olmuyor. Kontrolsüzce ilerleyen treni durdurmaya çalışan bir mühendisimiz ve birde genç kondüktörümüz var.
Filmde kritik bir nokta var ki unutulması felaket olur. Şöyle açmak istiyorum konuyu biraz daha; filmin sonunda olacakları mutlaka izledikten sonra ne kadar başarılı olduklarını düşünüp, filmi izlemenin mutluluğuyla dolup taşacaksınız. Ama 1 dakika. Filmde bize 1 saat 37 dakika boyunca anlatılanların tamamen bir saçmalıktan ibaret olduğunu anlamanız ne kadar sürecektir? Filmde konusu edilen hikâyenin aslında başıboş bir treni durdurmaya çalışmak değil, bir takım sorumluluk altında hareket eden insanların ‘’beyinsizlik ve becerisizliklerini’’ izliyoruz. Film gerçekten çok çok kötü kurgulanmış. Kurgulanmış derken; ‘’arkadaş, konu zaten yaşanmış bir hikâye, neden böyle söylüyorsun?’’
Yaşanmış hikâyeleri anlatmanın da bir yolu yöntemi vardır. Tamam, belki ben inanılmaz derecede irdeliyorum ama Tony Scott’un bu trenlerle entrika yaratma çabaları beni buralara getiriyor. Önce metro, daha sonra da yük trenleriyle yapılan ve önümüze sunulan bu entrikaları izleyerek mutlu olan insanların olması gerçekten çok şaşırtıcı. Burada konuştuklarım ne yazık ki çok havada kalıyor, bunu daha iyi ifade edebilmem için bahsettiğim olayı da eklemem gerekiyor bu yazıya ama elbette her filmin bir seyirci kitlesi olduğunu unutmadığımdan saygı duyuyorum.
Film hakkında daha fazla konuşmak yerine D.Washington’a geçmek istiyorum. Zamanında film için anlaşma konumundayken alacağı paranın yeterli olmayacağını düşünmüş ve projeyi istememiş. Ama daha sonralarında bir türlü ikna edilip, filmde oynaması sağlanmış. Keşke, keşke ikna olmasaydı da kendisini rezil etmeseydi. Başroldeki karakter gibi oynayıp da filmin sonunda figüran rolüne düşmesi gerçekten çok yazık. Felaket bir filmin, felaketleri arasında adının geçmesi beni gerçekten çok üzdü. Ben bu filmi nasıl alıp da diğer filmlerinin yanına koyabilirim?
Baştan sona mantık hatası, baştan sona tam anlamıyla bir ‘’beyinsizlik’’ örneği sergileyen bu filmi izlemenizi tavsiye etmiyorum. Tony Scott, inşallah artık raylardan biraz gerçek hayata dönebilir diye umut ederek yazımı bitiriyorum.
0 Yorum :
Yorum Gönder