8.08.2013

Trance [2013]

Simon sanat eserlerinin açık arttırmasında görevli uzman komiserdir. Kumar borcu yüzünden Franck adındaki gansterle işbirliği yapmak zorunda kalır ve birlikte milyon dolarlar değerindeki tabloyu çalarlar. 

Hırsızlık sırasında Simon başına bir darbe alır ve tabloyu nereye sakladığını unutur, olay kısmı hafızasından komple silinmiştir. Bunun üzerine Franck bir hipnoz ustası bulur ve Simon’un kayıp tabloyu hatırlamasını ister. Derinlere indikçe olayın sadece milyonlar değerinde bir tablodan ibaret olmadığı ortaya çıkacaktır.

Çok hızlı spor arabalar vardır, Ferrari, Lamborghini gibi… Japon arabalarına biraz modifiye çekerseniz bu arabalara rahatlıkla kafa tutar ve hatta onlardan çok daha hızlı olabilirler. Inception, Memento, Prestij gibi filmleri bu kategoriye koyarsak, Trance [2013] filmi ise tam bir Japon arabasıdır. Neden böyle söyledim;

Filmleri komple zekaya, kafa karıştırıcı, zihin yorucu ögelere dayandırarak yapmak ayrı bir olay, filmi o şekilde kurgulamak ayrı bir olay. Diğerlerinden ayrılan nokta da tam olarak bu. Film başladıktan sonra heyecan ve tempo bir an olsun düşmüyor. Olaylar üzerine olaylar izliyorsunuz ve nereye gideceğini merak ediyorsunuz, merak ediyorsunuz mu yoksa merak ettiriliyor musunuz acaba?

Ben ettiriliyorsunuz olan kısmını tercih ediyorum… Karıştırma üzerine karıştırma, olay üzerine olay… Geçişleri hızlıca ve zekice yakalarsanız, bazı sahnelerden sonra, o sahnelere tekrar dönüp izlerseniz çok net bir şekilde sonuca ulaşabiliyorsunuz. Ben yaptım siz yapmayın, oturun filmin tadını çıkartın. Basit soygun filmlerinden biri değil, hırsız kaç polis yakala filmlerinden hiç değil. En azından farklı bir yerden olayı yakalamayı başarmışlar ve kendilerine göre sonunu harika bir şekilde getirmişler diyebilirim.

Herşeye rağmen yukarıdaki filmlerin seviyesine ulaşması mümkün olmayan ama izlemesi çok zevkli bir film çıkmış ortaya. Oyuncu kadrosu ve senaryosuyla 2013 yılında izlediğim en iyi filmlerden biri diyebilirim.


7.08.2013

Jagten (The Hunt) [2012]

İtiraf etmek gerekiyor ki filmde bahsedilen konu hiç de sevilecek cinsten değil. Ama asıl mesele konunun ne olduğu değil bence, konuyu nasıl yansıtabildikleridir. Örnekleri çok var, çocukları kaçıran, tecavüz eden, kesen biçen. Bunları zaten yıllar boyunca izledik ama bu sefer ki film biraz farklı. Olaylara hep çocuklar kısmından ya da genel açıdan bakmaya alıştırıldık. Bu sefer de sanık tarafından bakmaya çalışıyoruz.

Anaokulunda bir çocuğun, bakıcısını (öğretmenini) düşürdüğü zor durumu anlatıyor genel olarak. Kasaba da yaşayan ailelerin hepsi birbirini çok iyi tanıyor, yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Ama o minik şüphe var ya, o şüphe insanları birbirine düşürebiliyor, çok basitleştiriyor. Yanlış hatırlamıyorsam 2008 yapımı ‘’Doubt’’ filminde bu konuyu çok iyi bir şekilde anlatmayı başarmışlardı.

Futboldan örnek vereyim, dünyanın en iyi futbolcularından biri olarak gösterilen C.Ronaldo’yu ya çok seversin ya da ölümüne nefret edersin. Bu Messi için, ünlü basketbolcu Kobe Bryant için de geçerlidir diye düşünüyorum. Bazı oyunculardan öylesine nefret edersin ki bu nefret senin ona bağlılığın olarak gözükür ve içten içe bir o kadar çok seversin. Benim için durum böyle ve bu çok daha dile getirilebilecek bir kavram değil ya da ben tam olarak anlatmayı başaramadım. Filmde aynı bu şekilde, karakterlerden nefret ediyorsunuz, davranışlar, bakışlar, konuşmalar iğrenç denilecek seviyede ama ilerledikçe de bir o kadar bayıla bayıla izliyorsunuz.

Yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi, anlatım dili çok ama çok önemli, hele ki mağdur olan insanın gözünden bakmaya çalışıyorsanız.

Daha fazlasını anlamak için filmi kesinlikle izlemek gerekiyor, anlatılacak cinsten değil. Tek denilebilecek şey, kimse inşallah böyle bir durumda kalmaz. En ufak bir şüphe bile insanın hayatını karartabiliyor…

İyi Seyirler.


6.08.2013

Hable Con Ella [Talk to Her] [2002]

Bazı filmleri izlemek için, gerçekten o ruh halini yaşamanız gerekiyor, ya da en azından ben öyle düşünüyorum. İzlerken en ufak bir etkisini dahi görmediğim film bitişiyle birlikte kafaya atılan bir kurşun hissiyatı yarattı. Ben bir şey yapmadım, o yaptı!

Filmi anlatmak için; hepimiz aşık oluruz, hepimiz birilerini bir şeyleri severiz diye klasik bir giriş yapmak istiyorum. Aşktan bahsediyoruz ama aşkın farklı bir mertebesinden bahsediyorum. Öylesine seversin ki, hareketlerini izlersin, ona bir şekilde dokunmak, ondan bir parça olsun istersin elinde… Dokunamasam bile görmek, göremesen bile onun varlığını hissetmek istersin yanında. Çoğu zaman mümkün olmaz, göremezsin, dokunamazsın bile…

Farklı insanlar vardır, bizim ‘’ayıp’’ olarak nitelendirdiğimiz şeyleri yapmaktan çekinmeyen. Farklı insanlar vardır, bizim yapılmasını normal gördüğümüz şeylere ‘’ayıp’’ olarak bakan. Komadaki 2 insanı, farklı yerlerde ve zamanlarda seven iki insanın durumlarını ve bu insanların ‘’kadın’’ objesine karşı olan bakış açılarını bu kadar güzel inceleyen bir film daha önce izlememiştim. İnanılmayacak derecede ‘’ayıp’’, ‘’kaka’’, ‘’rezalet’’ denilebilecek bir olay bana hiç bu kadar normal gelmemişti. Sinemanın gücüne bakar mısınız lütfen? Filmi izledikten sonra aklınızın ucunda bile yer edemeyecek olan bir olaydan bahsediyorum. Hatırlamayacaksınız bile!

Anlatılacak fazla bir şey yok, işlediği konuyu tamamen sizin yorumunuza bırakacak, filmi izlerken sorgulamaya başlayacağınız tarzda bir ‘’aşk’’ hikayesinden bahsediyor demek istedim ama benim izlediğim film bunların çok çok daha ilerisinde bir noktada…


Mutlaka ama mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

4.08.2013

Abre Los Ojos [1997]

Çok eğlendim, hatta inanılmaz eğlendim. Sevgili ‘’Vanilla Sky’’ filmi severler, ona tutkuyla bağlı, aşık olan insanlar… Şu filmi izledikten sonra sizi yıllarda nasıl ayakta uyuttuklarını ve aslında sizin kocaman bir kopyaya aşık olduğunuzu öğrendiğiniz zaman üzülmeyin… Burası ‘’Avrupa Sineması’’ …

Şöyle başlayayım, filmi izlerken adamın şizofren olduğunu düşünmeyin çünkü net olarak değil. ‘’aaa bu da şizoymuş’’ diyerek filmi kapatmanızı asla istemem. Ayrıntıları dikkatli olarak izlemenizi tavsiye edebilirim lakin filmdeki ufak noktaları kapmak bu şekilde daha net olacaktır.

Acayip bir Lynch havası var filmde. Lineer olarak devam etmiyor. Geçmiş, gelecek, şimdiki zaman, kafasının için, hayal, rüya hepsi tamamen birbirine girmiş bir şekilde. Ben neyi nereye koyacağımı düşünmeden izlemeyi ve sonunda ne olacak acaba diye beklemeyi seçtim. Yeteri kadar karmaşık olan filmi kendi içinizde daha fazla karmaşıklaştırmaya gerek yok.

Üzerine yazacak çok fazla şey var, mesela en basitinden ‘’acaba konu nedir?’’ hakkında 2-3 saat konuşulabilir ve tam olarak bir yere varılamayabilir.

Sonuç mu istiyorsunuz? Gerek yok, her şeyin bir sonu olmak zorunda mı? Bence değil… Film bittikten sonra oturun biraz düşünün, neler oldu, benim neler aklımda kaldı. Acaba hangi karakterler gerçekti ya da hangileri hayal ürünüydü diye…

1997 yapımı bu filmi beğenmemin bir diğer nedeni ise, yakın zamanda izlediğiniz ya da izleyeceğiniz bir çok filmi öncü olmasıdır. Şimdi bu da nerden çıktı demeyin, sonunu bulamadığınız hiç mi film yok? Lineer olarak devam etmeyen bir filmi hiç mi izlemediniz? Tamam izlediniz/izlemediniz, o zaman bir düşünün 1997 tarihinden önce kaç tane vardı?

İyi Seyirler…


3.08.2013

10th. & Wolf [2006]

Deniz kuvvetlerinde Teğmen olan Santoro ailesinin mafya geçmişinin ardında bıraktığını düşünmektedir. Askerde çıkarttığı bir olay sonrasında istemeden de olsa FBI ile işbirliği yapmak zorunda kalır ve mahallesine geri dönmek zorunda kalır. Mahallesinde bir çok ölüm olmuştur ve sağ kalan kuzeni ve kardeşi ile ortak işlere bulaşmak zorunda kalır. Hayatının en büyük ikilemiyle karşı karşıya kalır, ya mahallesini Sicilya mafyasına kaptıracaktır ya da kardeşi ve kuzeniyle aynı safta yer alacaktır.

Çok klasik, çok bayat! Askerden dönen evladımız hemen mahallesini kurtarma görevini üstleniyor. Geçmişten ve günümüzden kareler sunmak istemişler ama zamanlamayı tam olarak oturtamayınca tam olarak neyin ne zaman yaşandığı belli olmuyor.


Buna ek olarak filmdeki isimleri bu kadar yakın seçmek zorunda mıydılar acaba merak ediyorum… Zaten geçmişi ve şu anı anlamak o kadar zorken bu denli yakın isim seçimleriyle ortalığı biraz daha karıştırmayı başarmışlar. Oyuncu performansları her ne kadar üst düzey gözükse de film konusu ve işlenişi itibariyle çok çok basit kalıyor…

13.07.2013

Olympus Has Fallen [2013]


Mike Banning, özel kuvvetler biriminde çalışan gizli bir ajandır ve başkanın bir numaralı korumasıdır. Bir akşam başkan ve eşi davete gitmek için hazırlanırlar fakat yolda tam bir trajedi yaşanır ve başkanın eşi hayatını kaybeder. Olay sonrasında Mike, her ne kadar haklı olduğunu idda etse de ona masa başı görevi verilir. Fakat ABD’nin en iyi korunan binasına seri saldırılar yapılır ve Kuzey Kore’liler tarafından ele geçirilir. Başkan esir alınır.

Yukarıdaki yazıyı okuduktan sonra hemen herkes filmin ne tarz bir mal olduğunu anlamıştır. Manavdan karpuz seçmekten bile daha basit diye düşünüyorum. Evet, Amerika’nın klasikleşmiş kendi çöplerini alıp atma filmlerinden biri daha, fakat bu sefer işin dozajını biraz daha fazla kaçırmışlar gibi...
Burada kahramanlık arıyorsanız, muhtemlen sinemaya bakış açılarımız aynı değildir ve bu yazının devamını da okumanıza gerek yoktur. Bir düşünün, Amerika... Süper güç... Son teknoloji... Başkent... Beyaz Saray..

Beyaz sarayı ele geçirmek ne kadar sürebilir? Aylar? Yıllar? Atom bombası? Yok aslında ne kadar basitmiş değil mi? 13 dakikada adamlar Beyaz Saray’ı ele geçirebiliyorlarsa bu Amerika’nın aslında ne kadar aciz bir millet olduğunun göstergesi değil midir? Olay açık zaten, spoiler verilecek bir noktası kalmadı artık. Ajanlarıyla meşhur, en özel askerleriyle meşhur Amerika’da, Beyaz Saray’ın kapısında saldırganlara kafa tutacak bir tane adam yok mu? Güldürmeyin beni...

Kendilerini bu kadar aciz gösterdikten sonra tabiki bir adamın gelip ortalığı dagıtması normal. Mantık aramak benim de hakkım, film izliyorsam biraz birşeyler kapmak, biraz eğlenmek isterim ama onu başaracak bir durum bile yok. Daha buraya ne ayrıntılar, ne gerekçeler yazarım ama filmden geriye birşey kalmaz, hoş zaten şu anda bile filmden geriye kalan çok da birşey yok elimizde ama olsun...

12.07.2013

Hummingbird [2013]


Joey Jones, Afganistan’da kendi biriminin uğradığı saldırıda hayatta kalan ve geri kalan herkesin ölmesine şahit olan bir askerdir. O olaydan sonra Londra’ya gelen, asker kaçağı Joey sokaklarda gizli olarak yaşamaktadır. Bir gece, sokakta ona eşlik eden kız arkadaşını kaçırırlar ve o çeteden kaçan Joey Convent Garden’da zengin bir eve girer. Sahibinin uzun süre orada olmayacak olması, işleri kolaylaştırmıştır.

Defelarca izledik, aksiyon filmleri vardır, ama sırf aksiyon filmi olmasın o akadar da basit olmasın diye içine dram katılmaya çalışılır ya işte bu da tam tersi. Dram filminin içine aksiyon katmaya çalışmak. Güzel bir deneme olmuş diyebilirim ve düşünülenin aksine beğendim diyebilirim.
Elbette ince ince bakacak olursak saçmalıklarla dolu bir film olarak gözükebilir ama asıl anlatılmak istenilen olaya odaklanmak filmden biraz zevk almak için yeterli olacaktır. 

Jasons Statham sanırım bundan sonraki hayatında orta halli yapımlardan zevk+para alarak geçirmek istiyor kariyerini. Öncelerinde çok sevdiğim ve ileride kaliteli işler yapacağını düşündüğüm aktörün bu hallere düşmesi benim için üzücü bir nokta olsa da halen onu izlemek büyük bir zevk.! (ben ne dedim biraz önce farkında mıyım acaba?

Gerçek hayatın ta kendisi olarak (çok klasikleşmedi mi bu tabir) nitelendirebileceğimiz film, zaman zaman kendi içinde kopukluk yaşasa, nereye doğru gideceği belli olmayan bir gemi gibi davransa da izlenilebilecek tarzda...

İyi Seyirler.

11.07.2013

Spring Breakers [2012]


Şimdi ben bu filmi niye izledim?

Amerikan Pie serisinin mahvettiği piyasada, ona yaklaşmaya çalışan ya da kıyısından köşesinden benzemeye çalışan filmlerden bir tane daha...

Gençlik filmi mi? Psikolojik? Travmatik? Ergenlik? Aşk-Sex-Para?

Üniversite öğrencisi 4 arkadaş tatillerini finanse etmek için uçuk bir plan yaparlar ve bu plan bir mağazayı soymaktır. Ellerine para geçtikten sonra, artık eğlenecek vakitleri de vardır. Tatile giderler ve çılgın eğlencenin ortasında mallarla birlikte polise yakalanırlar. Tam hapsi boyladıkları sırada Alien isimli bir gangster ortaya çıkar ve kefaletlerini öder...
Anlatılmak istenileni tam olarak anlamadığımı düşünüyorum, biraz farklı açıdan yaklaşmak istedim. Acaba bu filmde tam olarak anlatılmak istenilen nedir?

A. Parası olmayan gençlerin de tatil hakları vardır...
B. Gençler sınırsız olarak eğlenebilir, ama dikkatli olmalıdırlar...
C. Tanımadığın adamlarla konuşma, onlara sakın borçlu kalma!

Ortaya gişe de para kazanmak adına birşeyler konmak istenmiş ve ilginç de bir hikaye yaratılmaya çalışıldığı söylenilebilir. İşin daha fenası, gençlik filmi diye bu filmi izleyen ve bu hayallerin aynısını gerçekleştirmek isteyen toplumda oluşabilecek sıkıntılar. Evet güzel hikaye denk geliyor, para-sex-uyuşturucu-alkol... Uzaktan herşey güzel gibi değil mi?

Amaçsız, tamamen amaçsız...

10.07.2013

El Cuerpo (The Body) [2012]

Aklıma farklı şeyler geliyor, mesela Inception… Mesela Thinker, Tailor, Soldier, Spy… Incendies… Son zamanlarda (2010 yılından beri) izlediğim kaliteli senaryolar geliyor… The Secret in Their Eyes’ı eklemeden geçemedim… The Body [2012] filmini de buraya ekleme şansımız var mı, lütfen?

Bir adam, ailesinden kalan miras sonucu çok zengin bir kadınla evlenir ve hayatlarını öyle devam ettirler. Fakat bir gün, dersine geç kalan bir kıza aşık olur, ondan vazgeçemez… Uzun yolculuklardan hoşlanmayan karısı bir gün aniden ölür ve cesedi morgda kaybolur… Acaba gerçekten ceset kayıp mı olmuştu?

Çaktırmadan filmin %20 sini anlatmış bulundum, ama korkacak bir durum yok, zaten filmin geri kalan %80’lik kısmı size bu zamana kadar izlediğiniz filmlerin çoğundan daha büyük dumura uğratacak kadar sağlam. Başlangıcından sonuna kadar herşeyi tahmin ettiğinize o kadar inanıyorsunuz ki. Muhteşem ötesi diyaloglar, özenle seçilmiş sahneler.

Farklı bir noktadan girmek gerekirse, herşey o kadar normal ve o kadar olağan gözüküyor ki başlangıçta, bir merak alıyor gidiyor, sorgulamaya başladığınız anda zaten filmin içine girmiş oluyorsunuz. Biraz fazlaca karakterimiz var filmde. Flashback olarak nitelendirdiğimiz sahneler, genelde filmlerin daha karmaşıklaşmasına, hatta bazılarında olayları çözmemize yarar diye düşünürdüm. BAMMMM… Bu sefer onları unutun, tamamen farklı bir şeyler hayal edin, kendinizi farklı olana yönlendirin. Sakın tahmin etmeye çalışmayın, sakın sonunu düşünmeyin sadece filmi izlemeye devam edin. İsimleri aklınızda tutun, kimin ne iş yaptığına dikkat edin… Sahneleri bu kadar özenle seçilen, bu kadar karmaşık olan filmde hata aramayın, asla bulamazsınız…

O son, o son geri dönülemez nokta geldiğinde derin bir nefes alın, konuşmaları dinleyin. Bildiğiniz herşeyi bir kerede unutun ve filmin sadece sonunu izleyin. Anlasanız bile bir kere daha izlemek isteyeceğiniz türden, dikkat edin…

Bana kimse söylemedi, kimse tavsiye etmedi, varlığından bile habersizdim. IMDB’de filmlerinde dolaşırken, projemde bana yardımcı olmasını isterken denk gele bulduğum İspanyol sinemasının eserlerinden biri. Haberim olmadan meşhur bir filmdir belki ya da meşhur bir yönetmendir, hayır kesinlikle değil… Hatta yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi, inanabiliyor musunuz?

Kimilerine göre ‘’eh yani o değilde ne olacak’’ kimilerine göre ‘’abii zaten biliyordum’’ tarzında bir film olacak ama mutlaka izlemeniz gereken, hatta özel olarak zaman yaratarak izlemeniz gereken tarzda. Sadece filme acımayın, filmdeki duyguya da biraz olsun kaptırın kendinizi, zararlı çıkmazsınız…

İyi Seyirler dilerim…

9.07.2013

La Cara Oculta [2011] (The Hidden Face)

Aklıma farklı şeyler geliyor, mesela Inception… Mesela Thinker, Tailor, Soldier, Spy… Incendies… Son zamanlarda (2010 yılından beri) izlediğim kaliteli senaryolar geliyor… The Secret in Their Eyes’ı eklemeden geçemedim… The Body [2012] filmini de buraya ekleme şansımız var mı, lütfen?

Bir adam, ailesinden kalan miras sonucu çok zengin bir kadınla evlenir ve hayatlarını öyle devam ettirler. Fakat bir gün, dersine geç kalan bir kıza aşık olur, ondan vazgeçemez… Uzun yolculuklardan hoşlanmayan karısı bir gün aniden ölür ve cesedi morgda kaybolur… Acaba gerçekten ceset kayıp mı olmuştu?

Çaktırmadan filmin %20 sini anlatmış bulundum, ama korkacak bir durum yok, zaten filmin geri kalan %80’lik kısmı size bu zamana kadar izlediğiniz filmlerin çoğundan daha büyük dumura uğratacak kadar sağlam. Başlangıcından sonuna kadar herşeyi tahmin ettiğinize o kadar inanıyorsunuz ki… Muhteşem ötesi diyaloglar, özenle seçilmiş sahneler…

Farklı bir noktadan girmek gerekirse, herşey o kadar normal ve o kadar olağan gözüküyor ki başlangıçta, bir merak alıyor gidiyor, sorgulamaya başladığınız anda zaten filmin içine girmiş oluyorsunuz. Biraz fazlaca karakterimiz var filmde. Flashback olarak nitelendirdiğimiz sahneler, genelde filmlerin daha karmaşıklaşmasına, hatta bazılarında olayları çözmemize yarar diye düşünürdüm. BAMMMM… Bu sefer onları unutun, tamamen farklı bir şeyler hayal edin, kendinizi farklı olana yönlendirin. Sakın tahmin etmeye çalışmayın, sakın sonunu düşünmeyin sadece filmi izlemeye devam edin. İsimleri aklınızda tutun, kimin ne iş yaptığına dikkat edin… Sahneleri bu kadar özenle seçilen, bu kadar karmaşık olan filmde hata aramayın, asla bulamazsınız…

O son, o son geri dönülemez nokta geldiğinde derin bir nefes alın, konuşmaları dinleyin. Bildiğiniz herşeyi bir kerede unutun ve filmin sadece sonunu izleyin. Anlasanız bile bir kere daha izlemek isteyeceğiniz türden, dikkat edin…

Bana kimse söylemedi, kimse tavsiye etmedi, varlığından bile habersizdim. IMDB’de filmlerinde dolaşırken, projemde bana yardımcı olmasını isterken denk gele bulduğum İspanyol sinemasının eserlerinden biri. Haberim olmadan meşhur bir filmdir belki ya da meşhur bir yönetmendir, hayır kesinlikle değil… Hatta yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi, inanabiliyor musunuz?

Kimilerine göre ‘’eh yani o değilde ne olacak’’ kimilerine göre ‘’abii zaten biliyordum’’ tarzında bir film olacak ama mutlaka izlemeniz gereken, hatta özel olarak zaman yaratarak izlemeniz gereken tarzda. Sadece filme acımayın, filmdeki duyguya da biraz olsun kaptırın kendinizi, zararlı çıkmazsınız…

İyi Seyirler dilerim…

4.07.2013

Man Of Steel [2013]

Ne Filmdi ama…

Filmden nefret etmek için;
Kameranın aşırı hareketli olması miğde bulandırdı. Normal olarak aksiyon filmi yapıyorsanız bol hareket ve sahne değişimi kullanmak istesiniz ama durağan ve ikili konuşmaların geçtiği sahnelerde kamera oynatmanın mantığını asla çözmedim. IMAX kamerasını Dogme 95 film tarzında kullanmaya çalışmak baya komik olmuş…

Diyalogların sıradanlığını tam olarak neye borçluyuz öğrenmek istiyorum. İngilizce altyazıda mı bir sorun vardı diye düşünmek istiyorum ama sadece altyazı okuyan biri değilimdir. Dinlediğim her ney ise felaket diyaloglardan daha ötesindeydi. Diyelim ki çok gerek yok, o kadar filmde sadece diyaloglara mı takılıyorsun, kabul, sahne kurgularının berbatlığından bahsetmek… Süperman uçarken bir çocuk kadar şen, kız arkadaşıyla konuşurken tam olarak bir beyefendi…

Elbette ki böyle bir filmde süper efektler kullanmak güzeldir ama (kişisel tercihtir tamamen) bu kadarı biraz fazla. Efektler filmin önüne geçtiği zaman o film, film olmaktan çıkıyor. Bana sineamda superman’i değil 2013 yılında yapılan bir filmde kullanılabilecek son teknolojiyi göstermişler. Vurdulu kırdılar sahnelerden bir yerden sonra yoruldum, kulaklarım duymaz, gözlerim takip edemez oldu.

Efektler o kadar eşsiz ve harikaydı ki, filmin konusu ne, süperman tam olarak ne yaptı, dünyayı kimlerden kurtardı anlamadım…
Madem gözün üstünde kaşın var olayına girdik, dövüş sahnelerinin abartısı tavan yapmış durumda.

Kim kiminle dövüşüyor, kim kime dalıyor, kim düşman kim asker kim yoldaş kim insan tam bir karmaşa hakim. Bunun üzerine ışık hızıyla değişen kamera açıları sağ olsun anlamak tam anlamıyla imkansız olmuş. Spoiler olayına girmemek için sahnelerden ne yazık ki bahsedemiyorum ama muhtemelen 12 yaşındaki kardeşlerimiz şu filmde kahkahalar atarak gülerdi…

Filmin sonunda gözümden yaş geldi, duygusal olmasından dolayı değil, final sahnesindeki gülünç durumdan dolayı. Nasıl yani? Bu kadar mı basitti? O zaman neden uğraştık bütün film boyunca?

Filmi sevmek için nedenler…

Superman nihayet ‘’don’’ giymemiş ve bu kostümü çok güzel olmuş… Modern superman…
Kullanılan efektler inanılmazdı tek kelimeyle…

Film de C.Nolan’ın adının geçmesi ise tam bir skandal benim için… Keşke hiç dokunmasaydı…
Başlangıçtan itibaren bitene kadar gülme krizine girdiğim filmi beğenmemiş olmam tabi ki çok bir şey ifade etmiyor olabilir… Avatar’dan sonra izlediğim en felaket filmlerden biriydi. Serinin devam edecek olması ise daha korkunç.

27.05.2013

The Company You Keep [2012]


30 yıl boyunca kendini gizlemeyi başaran bir adam. Geçmişten gelen bir banka soygunu ve ölen bir güvenlik görevlisi…

Filmi çok beğendiğimi hatta son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birisiydi diyebilirim.(Son zamanlarda kaç film izledim ki?) Geçmişe dayalı hikayeleri anlatan filmleri seviyorum ama mümkünse olay örgüsünü ve dönemi en temiz ve net şekilde yaşatanlar ve anlatanlar benim olsun. 

Avukat rolündeki karakterimiz saklanmayı çok iyi başarmış, ama meşhur soygunda yer alanlardan birinin yakalanması, daha doğrusu kendini yakalatması sonucunda, o tarihte, o olayın parçası olan herkes bir bir yakayı ele veriyor. İsimler su yüzüne çıktıktan sonra, işte o zaman filmi izlemek kalıyor sadece…

Bağlantıları çok iyi bir şekilde ayarlayarak, 120 dakikalık filmin bir anını bile boş geçirmemeyi başarmışlar. Fakat, hızlı bir şekilde başlayan filmin ortalarının temposu biraz yormuyor da değil. Romandan uyarlama bir film olduğunu biliyorum ve aslında olaya bu noktada çok da müdahale yapamıyoruz ne yazık ki. Spoiler olarak düşünmezsek; Jim Grant’ın (Avukatımız) kimliği açığa çıktıktan sonra filmin biraz daha değişik bir şekil almasını beklerdim, mesela biraz daha kovalama ve kaçma sahnesi beklerdim, biraz daha karışık ilişkiler beklerdim. Bir dakika… Şimdi hatırladım… Zaten Nick Sloan ortalığı yeterince karıştırmamış mı?
Böyle bir dönem filmi yapıyorsanız, elinizde güzel bir senaryo varsa mutlaka iyi oyuncular istersiniz. R.Redford, N.Nolte, Shia LeBeouf, S.Sarandon, T.Howard, Chris Cooper… Daha saymama gerek yok, senaryo ve konu gereği yaş haddini aşmış oyuncular gibi gelebilir ama asla öyle bir durum yok.

Filmin sonu hakkında; her ne bekliyorsanız ya da bekleyecekseniz olaylar sizin istediğiniz gibi olmayacak, garantisini ben verebilirim. Elbette filmin zevkini kaçırmak ve nefret etmeyi sağlamak için tahminler yapabilir ve bunları da tutturabilirsiniz ama baştan söyleyeyim gerek yok, bunu yapmak için fazla zamanınızda olmayacak.

Daha fazla izleme zevkinin içine etmemek adına yazıyı burada bitirerek, filmi izlemenizi tavsiye ediyorum.

26.05.2013

Snitch [2012]

Filme farklı bir noktadan bakalım;

Bazı oyuncular vardır ki, rolle bütünleşir, o role kendilerini adarlar ve sanki onlardan başka kimseyi oraya koyamazsın. Bazı oyuncular vardır ki, aksiyon filmleri için doğmuştur, onları başka rolle hayal edemezsin, oynasa hüsran olur. Dwayne Johnson bu oyunculardan bir tanesi benim için… Aksiyon filmlerinde oynasın, kocaman vücuduyla adamları dövsün, vursun kırsın en sonunda da kötü adamları alt etsin, olay bitsin. Evet, bazen ben bile fazlasıyla tabuların içinde yok oluyorum, önyargıları kıramıyorum, onu fark ettim.

Oğlu için her şeyi yapmaya hazır bir baba rolünde geliyor karşımıza. İşinde başarılı zengin, ama sorunlu bir oğlu var. En yakın arkadaşının evine gönderdiği EX hapları ile yakalanıyor ve çok ağır bir ceza alıyor. Kurtulmasının tek şansı var, bu işe bulaşan herkesin ismi gerekiyor, ama işler o kadar basit değil. İsminden de anlaşılacağı gibi, John Matthews boyundan büyük işlere bulaşacaktır.

Kendisine özel bir ilgim olmamasına rağmen takip ederim nedensizce. Jason Statham ya da Jet Li ya da bir diğer aksiyon oyuncuları gibi sıradan bir insan ama izlemesi hoşuma gidiyor. Konu tam olarak da bu, filmi beğenmemin tek nedeni Dwayne Johnson’un normalden çok farklı bir karakterle karşımıza çıkması ve bana göre hayatının rolünü yapması. Bu filmi izlemek için bir neden.

Öte yandan gerçekten uyarlama olduğunu bildiğim konu sanırım daha felaket olamaz, keşke bu gerçek hikayeyi hiç bilmek zorunda olmasaydık çünkü mantığa uymuyor. Evet, hikayeler zaten mantığa uysun diye yapılmıyor ama en azından film yapmak zorunda değildik. Ana hikayeden uyarlama, esinlenme herşey yapılırdı ama en azından böyle anlatılmasaydı. Gömlek, tişört yırtanlar olur.
İzlemek için bir neden aradım ve sağ olsun Dwayne Johnson bana bu nedeni fazlasıyla verdi. Bu tarz denemelerinin devamını beklemekteyim. Fast and Furious 6 filmini izlemeden önce bu filme denk gelmek şans mı desek?

İyi Seyirler



25.05.2013

Pawn [2013]

Hiç beklemezdim...

Çok sakin, Amerikan kafesi hayal edin... Sevgililer yemeklerini yerken, yaşlı insanlar çaylarını içiyor. Sadece müdavimlerinin geldiği bir yer hayal edin. Her şey bu sakin başlangıçtan sonra oluyor. Bir anda ortalık karışıyor, eli silahlı adamlar içeriye giriyor ve kaçınılmaz son; ‘’Bu bir soygundur.’’

Biraz önce size filmin tam ortasını anlattım. Zaten olay da bu. Filmin ortası bu şekilde ama başlangıcı ve daha sonrasında neler olduğunu bilmiyorsunuz. Tahmin etmeye çalışanlar mutlaka olacaktır ama işler o kadar da basit değil, zaten olmasın da.

Ortalıkta dolaşan bir sürü karakter üzerine kurulmuş, bolca hesaplaşması, bolca kanı olan bir filmden bahsediyorum. Filmin sonunu verdikten sonra başını anlatanı, ya da başını verdikten sonra sondan başa doğru gelenini görmüştük. Bu sefer de ortası hakkında fikir sahibi olduktan sonra başını ve sonunu öğreniyorsunuz. Bana gayet zevkli geldi çünkü film size tahmin yaptırmaya zorluyor. Normalde izlediğim filmleri tahmin etmeyi, hangi karakterin hangi işe yaradığını ya da düğümün kimde çözüleceğini tahmin etmeyi sevmem ve genel olarak yapmam; ama bu sefer olaylar biraz daha farklı. Gördüğünüz herkese dikkat edin!

Olayları ve konuyu çok iyi toparladıklarını söyleyebilirim, başlangıçtan itibaren heyecan ve merak fırtınası içinde devam ediyor film ve bir anda kendinizi son sahnelerini izlerken buluyorsunuz. Olmadı! Filmin sonu geldi değil mi? Keşke gelmeseydi. Elde, avuçta ne varsa bu finale yatırmışlar ve olmamış. Gerçekten çok büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için. Normalde zor beğenen biri olduğum söylenir ama bazı konular vardır ki asla atlayamam. Filmin sonu!

Başlangıçtan sonuna kadar zevkin doruklarını yaşadıktan sonra, yıkılan hayaller. Tamam fazla abarttığımın farkındayım. Süresi çok uzun olmayan, bolca karışıklık ve twist içeren bu filmi anlamak için yapılması gereken en güzel şey izlemek olur.

Ray Liotta, F.Whitaker ve Nikki Reed filme heycan getiren oyunculardan sadece birkaçı...


İyi Seyirler.

23.05.2013

The Last Stand [2013]

New York’daki koşuşturmalı hayatından sonra, sınır bölgesinde sessiz sakin kasabada şeriflik yapan Owens’ın karşısına, son dönemlerin en azılı uyuşturucu kaçakçılığı yapan ve polislerce aranan çete lideri çıkacaktır. Hapishane nakili sırasında işler karışır ve kaçakçımız firar etmeyi başarır. En sevdiği şey araba kullanmaktır ve sınırı bu şekilde geçmeyi seçer. Sınırdan geçmesi gerekmektedir ama o kasabanın şerifi ona biraz sorun çıkartacaktır.

Arnold Scwarzenegger fazla yaşlanmış, hatta artık fosil durumlarına geçtiğini söylemek gerekiyor. Uzun zaman öncelerde kaldı onun dönemi, fakat halen seyretmesi zevk veriyor. Artık bu raddeye gelindikten sonra ben burada Arnold Scwarzenegger’in oyunculuk performansını, perdede ki duruşunu konuşacak halde olmamam gerekiyor. İşini yapar, biz izleriz, zevk alırız, olay burada kapanır benim için.

Hikaye için güzel diyebilirim, polislerden kaçmak için araba kullanmak olaya biraz heycan katmış olabilir. Chevrolet Corvertte ZR1 filmde kullanılan araba. Çok güzel düşünmüşler, özel bir araba, mükemmel gidiyor, polisleri alt ediyor ama neden bu arabayı daha sonra değersiz gösterilme çabalarına girilmiş? Sıradan bir polis arabasından daha değerli gözükmedi bana ne yazık ki. Arabaya ve filmin uzuuuuun bir kısmına haksızlık olmuş.

Silahlar, patlamalar, kovalamacaların tamamına yakını ne yazık ki çok sıradan ve çok basitleştirilmiş olarak izleyici beğenisine sunulmuş. Sonuçta aksiyon filmi izliyor olsak bile biraz kaliteli birşeyler izlemeyi hak ettiğimizi düşünüyorum ve film bu yüzden son derece kötü, vasat bile diyemiyorum ne yazık ki.

İzleyin, eğlenin ama beklentileri çok yüksek tutmayın... 

Arnold Scwarzenegger’i izlemek her zaman eğlencelidir, süresi de fazla uzun değil, eğlenin, izleyin...

18.05.2013

Side Effects [2013]


Emily, Amerika’ya yerleşmiş hayatını zengin ve güzel bir şekilde yaşarken bir anda kocası hapse düşer ve hayatı tamamen değişir. Bu ani değişime vücudunun tepkisi depresyon olur ve tedavi olmak ister. Bunalımda hissettiği bir gün arabayı düz duvara çarpmasıyla biter ve Dr.Banks ile tanışır. Kocası tam bu sırada hapisten çıkar fakat Emily’nin durumu her geçen gün daha kötüye gitmektedir. Kullandığı ilaçların yan etkileri başına çok sorun açacaktır…

S.Soderberg imzalı çok güzel bir film izledim. İlaçların yan etkileri üzerine harika bir konu çıkartılmış diyebilirim. Daha önce bu tarzda bir film izlediğimi hatırlamıyorum, ama ilaçlar ve ilaç sektörü üzerine konuyu harika ele almışlar diyebilirim. Film baştan itibaren merak uyandırıyor çünkü psikoloji ve ilaçlar üzerine bilmediğimiz şeylerden bahsediyor ya da en azından benim bilmediğim şeylerden.

İlaç sektöründeki çarpık durumun ve bazı ‘’bilir’’ insanların bu durumları nasıl kendi yararlarına para kazanmak için kullandığına harika bir örnek olarak gösterilmiş. Bunlara ek olarak Dr.Banks’a; neden İngiltere’de değilde Amerika’da çalıştığını soran adama verdiği cevap da bir o kadar güzeldi.

‘’Benim geldiğim yerde psikiyatra gidenlere hasta gözüyle bakıyorlar ama burada iyileşmeye çalışan kişi şeklinde değerlendiriyorlar’’

Durum böyle olunca da bu tarz hastalıklarla boğuşan insanlara güzide ülkemizde ne gözle bakıldığını artık siz değerlendirin.

Sonuyla ve konusuyla çok zekice hazırlanmış, sağlam bir film. En kısa zamanda izlemenizi tavsiye ediyorum.

13.05.2013

Parker [2013]


Statham ve Lopez’in oynadığı bir filmden ne beklenirse, bu film de ancak o kadardı…

Yönetmenliğini ‘’Ray’’filminden tanıdığımız Oscar ödüllü Taylar Hackford’un üstlendiği aksiyon ve suç filmi. Parker, aşık olduğu kızın babasının ayarlamasıyla bir grup insanla buluşur ve onlarla soygun yapar. Amaç her klasik filmde olduğu gibi son soygun olmasıdır ve ondan sonra ortalıktan kaybolacaktır. Ama işler planlandığı gibi gitmez ve diğer adamlar Parker’ı soygun sonrasında fena bir halde satarlar.

Rezaletin doruklarında dolaşırken aklıma geldi, soygun konulu film yapmak artık ne kadar ele ayağa düştü diye düşündüm kendi kendime. Hani bu kadar basit olabiliyorsa, gerçekten bizde Amerika’ya gidelim, arabaları alalım ve sağı solu soyalım, olmaz mı? Son derece klişe ve neyin nereye ait olduğunu bilmediğimiz ilk 20-25 dakikadan sonra film kendine geliyor, hikâye oturmaya başlıyor ama ne hikaye. O kadar kötü ki, neresini eleştireyim, neresini size sunayım karar veremedim.

Polis yok mu polis? Hırsız filmlerinde biraz polis olması güzel bir şeydir, eğlencelidir. Acaba bende mi sıkıntı var, ben mi belamı arıyorum diye düşündüm ama her soygun o kadar basit olarak yapılıyor ki, gayet gün ortasında planladıktan sonra, ‘’haydi gençler, soyalım paraları bölüşelim’’ havası hakim.

Statham’ı severim, duruşu, konuşması iyidir. Çok sağlam filmlerini izledim, özellikle Transporter ve Guy Richie ile olan çalışmaları gayet güzeldir ama son yıllarda oynadığı filmler onu basitleştiriyor. Oscar ödülleri alsın, milyar dolarlık projelerde oynasın demiyorum ama bu kadar da basit filmlerde oynamasın… İzledikçe insan üzülüyor…

J.Lopez’in işi nedir tam olarak çözemedim. Film afişinde ismini gördükten sonra direkt olarak ürperti geldi ve haksız çıkmadım her zaman ki gibi. Zaten ucu açık olan filme, bir oyuncu daha ekleyelim ortalıkta biraz salata olsun kıvamında… Soygun filmiyle tam olarak alakasız bir karakter oluşturulmuş ve filme dahil edilmiş.
Film hakkında birkaç bir şey yazmak istedim ama bunu yaparken bile fenalık geçireceğimi hissediyorum… 

İzlemeyin, tamamen zaman kaybı.

9.02.2013

The Imposter [2012]


İnsanları kandırmak bazen gözüktüğünden daha basit olabiliyor… 1993 yılında, 13 yaşındaki Nicholas Barclay San Antonio’da kaybolur ve herkes onu bulmak için seferber olur. İspanya da, yıl 1997… Telefon kulübesinde esrarengiz bir çocuk! Bulunur, polis merkezine götürülür. Kim olduğu belli değildir ve biri olmak istemektedir. Biraz şansının yardımıyla bütün kayıp çocuk bürolarını arar, kayıp listelerini tarar ve kaybolmuş bir çocuk dikkatini çeker… N.Barclay!

Yaşanmış gerçek hikaye filmlerine bayılırım. Son zamanlarda önüme böyle örnekler çokça geldi ama bu sefer ki hem yaşanmış hikaye hem de olayı gerçekten yaşayan insanlar anlatıyor. Film olarak çok büyük bir değeri yok gibi gelebilir size ama o bildiğiniz belgesellerden değil, ortada çok çok farklı bir hikaye var…

Başlangıçtan itibaren filmi anlatan insanı dinlemeye ve dediklerine inanmaya başlıyorsunuz. Tabi bu anda acaba Barclay’e gerçekte ne olduğunu ya da olabileceğini düşünüp bu çocuğa küfür ediyorsunuz, ne yaptı acaba, nasıl olsa sonunda açığa çıkacak diye. Ama daha sonralarında çocuğun zekasına hayran kalmak istiyorsunuz, fakat bir dakika, öte yanda acısı çok büyük bir aile!

Sorular sormaya ve olayı olağanca hızıyla kovalamak istiyorsunuz. Bir anda yarısına geldik bile, daha sonra karşılaşmalar, olaylar, olaylar… Sonra bir anda film 180 derece dönüyor ve ilk yarıda hangi hislere kapıldıysanız tam tersine inanmaya başlıyorsunuz. İnanılmaz değil mi, çok fazla düşünmeye ya da yargılamaya yapmaya çalışmayın baştan itibaren sadece olayları anlamaya çalışmak, filmi anlamak açısından daha basit olacaktır.

Belgesel/yaşanmış hikaye tarzında izlediğim en iyi 2-3 filmden biridir diyebilirim. Olayları anlatan insanların, gerçekten o olayı yaşanan insanların duygularını dinlemek ve durumlarını anlamak kimi zaman o kadar basit olmayabilir ama kaybolan biri söz konusu var ortada inanılmaz bir zekanın yanında öylesine büyük hatalar ve aptallıklar var ki inanmakta zorluk çekeceksiniz.

Bu kadar yeter, bu yazıyı okuduktan sonra filmi izlemek isteyeceğinize eminim, fakat spoiler olmasına rağmen ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum, filmle ne alakası var diye boşuna düşünmeyin;

Lenslerin, daha doğrusu renkli lenslerin ilk ne zaman kullanıldığını araştırmanız gerekiyor. Unutmayın, olay 1997 yılında geçiyor…

İyi Seyirler…

7.02.2013

Doubt [2008]


‘’Şüphe’’ dediğiniz şey nedir gerçekten?

1964 yılında, karizmatik Rahip Flynn korkunun ve disiplinin gününe yürekten inana Rahibe A.Beauvier’in ateşli bir şekilde savunduğu katı gelenekleri yıkmak için çaba göstermektedir. Bu arada Flynn okuldaki siyahi çocuklardan birine biraz yakın ilgi göstermektedir ve bu ilgiden rahatsız olan Rahibe olayı biraz daha karıştırmak ister. Daha doğrusu bu olaydan ‘’şüphe’’ duyar…

Şüphe öyle bir şeydir ki aklınıza bir kere düştü mü asla gitmez, sonuna kadar gitmek, gerçekleri öğrenmek, doğal olarak şüphenizden kurtulmak istersiniz. İslam inancından, emin olmadığımız zaman kalbimize sormamız öğretilir, ya da bana öğle öğrettiler. Ama ya kendi kalbimizden de şüphe duyarsak o zaman ne olacak. O zaman gerçek şüpheyi nasıl elde edeceğiz ve onu açıklığa kavuşturacağız? Kıskançlığımız, kibrimiz sayesinde, birinin suçlu olduğuna kendimizi inandırabilir ve sonuca ulaşana kadar o doğrultuda gidebiliriz… Bir dakika, o zaman işin içinde biraz da önyargılarımız girmez mi?

Geçmişte bize, kötü-kaka,cıs dedikleri şeyler bizim önyargılarımızdır. Burada size önyargının ne olduğunu açıklamaya gerek yok çünkü işin içine bir de algı girmiş oluyor. İnsanlar neyi algılarsa, ona karşı önyargı oluşturur ve neye karşı bir önyargı oluşturursa ondan şüphelenir diyebilirim. Kabul etmek zordur, ama bir düşünün… Bir şeyden neden şüphelenirsiniz?

Amy Adams; rolü belki biraz fazla kısıtlıydı ama buna rağmen filmde kendinden en çok söz ettiren oyunculardan biri de belki o. Seymour hoffman ise benim gözümde tam anlamıyla karakter oyuncusu. Çoklu kadroda, farklı mekanlar kullanılarak çekilen filmlerde dişe dokunur bir başarısı bence yok, ama üzerine yapılan filmlerde çok iyi, çok iyi adapte olabiliyor ve en iyisini bizlere izletiyor. Yanında ona yardımcı olan M.Streep’i de unutmak olmazdı. Oyunculuk performansları adına tam bir şölen…

Kısır senaryosu, verilmek istenilen mesaj, tek mekanda çekilmesi tarzı olaylardan bahsetmek çok gereksiz, zaten filmin amacı o. Oralara fazla takılmayın, olaya odaklanın istediğinizi alacaksınız havası var. En çok beğendiğim bölümlerden biri de ‘’vaaz’’ kısımlarıydı. Özellikle ‘’dedikodu’’ ile ilgili olanı dikkatli dinlemenizi tavsiye ediyorum, üzerine bir de filmi izlemenizi tavsiye ediyorum…

İyi seyirler.

6.02.2013

Confession [2010]

Biri, sizin çok değer verdiğiniz bir şeye zarar verirse ne yaparsınız?
Ağlarsınız,
Üzülürsünüz,
İntikam almak isterseniz…

Durumu çok iyi olmayan öğretmen, içinde kopan fırtınalara rağmen sınıfa olan olayın ciddiyetini çok sakin bir şekilde anlatmaktadır. Oldukça haylaz olan bu sınıfta öğretmenin kızını öldüren 2 öğrenci vardır ve onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir ders vermek ister, içtiklere süte, HIV olan kocasının kanını koyduğunu söyler ve bu olay, herkesin hayatını sonsuza kadar değiştirecektir.

İntikam alma duygusunu hepimiz yaşamışızdır. Eğer biri nedensiz ya da kendi zevkleri uğruna sizin sevdiğiniz, asla kaybetmek istemediğiniz bir şeye zarar vermişse, ortada alınması gereken bir intikam var demektir ve sessiz kalmak asla hiçbir şeyin çözümü olmayacaktır. Nefrete, nefret ile karşılık vermek işin kolay tarafıdır diyenleri şu anda duyar gibiyim ama önemli olan hatasını anlamasını ve pişman olmasını sağlamaktır. Onu keşkelere mahkum etmek ve sürekli keşkelerle boğuşmasını sağlamak, kişiye verilecek en büyük cezadır ve bununla yaşamayı öğrenmek zorunda kalmasını sağlamak da…

Filmin ilk 30-35 dakikasını izledikten sonra, ‘’amaaaaann bu ne be’’ diyerek sakın bir kenara itmeyin, asıl film, asıl hikaye tam olarak siz bu lafı dediğiniz zaman başlıyor. Film, hikayeyi çok basitleştirmiş gibi gözükebilir ama birden çok kişinin düşüncelerine yer verilmiş. Ortada alınmak istenilen bir intikam var ama bu olaya bulaşan herkes kendi bakış açısından bir şeyler demiş. Yani anlaşılacağı üzere basit intikam filmlerinden değil. Türü dram-gizem ve biraz da psikoloji diyebileceğim filmde bu 3 öğeyi harika olarak bağlamışlar.

Demiştim, olayda geçen herkesi konuşturmuşlar diye, işte tam burada asıl olay, çocukların ruh haline inmeyi çok iyi bir şekilde başarmışlar. Hepsinin karamsar taraflarının nedenlerini öğreniyorsunuz ve filmin gizemli yanları da aslında bu itiraflarda saklı, sadece basit bir intikam deyip geçmiyor, hatırlatmak istedim. Böylece film dramatik hayat hikayelerini de çok güzel bir şekilde bağlıyor ve ortaya psikolojik bir film çıkıyor diyebilirim.

Film biraz, ‘’ben yaptım, oldu’’ tarzına bürünmüş olabilir bu noktada ama işte zaten olay da tam olarak bu zaten. İntikam olayına çok fazla yüklenmeyin, dikkatinizi biraz daha karakterler üzerine yoğunlaştırmayı başarırsanız, film bittikten sonra alacağınız zevk iki kat daha artacaktır.

Ne söylenebilir? Oldboy’u izlemiş olanlar el kaldırsın? Tamam, orada bir topluluk gördüm, işte bu filmi en iyi anlayacak olan sinemaseverler, Oldboy’u izlemiş ve filmi %98 oranında anlamış olan insanlar olacaktır. Benzediğini ya da onun kadar iyi olduğunu söylersem, büyük olasılıkla artık film izlemeyi bırakma zamanım gelmiştir diye düşünebilirim. Kesinlikle öyle bir durum yok ama bu filme de bir hak tanımanız gerekiyor diye düşünüyorum.

İşlenişi, hikayeleri, kurgusu ve BAMMM! O bitirici son…

1.02.2013

Compliance [2012]


Louise Ogborn

Olaydan haberim yoktu… Yıllar önce McDonalds şirketini bir adam arıyor, polisim diyor ve çalışanınız bir müşterinin parasını çaldı diyor. 

Yetkililer hemen arka odaya götürüyorlar ve 17 yaşındaki kasiyer ile şube müdürünü çok fena bir şekilde kandırıyorlar.

Amerikanlıların çok zeki bir toplum olmadığını savunurum ve bunun için gerçek şahitlerim de var. Aynen bizim toplumumuz gibi. Şu ana kadar bizde böyle bir olayın olmamasına gerçekten çok şaşırıyorum çünkü ülkemizde gerçekten suyla yıkadığı terliği karşısındakine kutsal terlik diye yalatan insanlar var. Konudan sapmayalım;

Hayatınızda izlediğiniz en saçma filmlerden biri olabilir, ya da yok artık bu kadar olmaz diyebilirsiniz ama yukarıda anlattığım olay, gerçek olay filmin konusu. Mağdur Louise Ogborn gerçekten bu olayı yaşıyor ve 6.1 milyon dolar tazminat alıyor gerçek hayatta.

İnanılmaz, biz ‘’inanılmaz’’ şeyleri, olayları çok severiz ve prim veririz, bu da tam olarak böyle bir şey. Film hakkında daha fazla bir şey söylemeyim en azından izlenilecek her şeyi çöpe atmış olmayayım fakat söylemeden edemeyeceğim. Sizi arayan ve polis olduğunu söyleyen bir adamın her dediğini yapmak için nasıl bir akıl/fikir oranına sahip olmak gerekiyor gerçekten?

Ya da hadi diyelim emir alıyorsun ama buna nasıl bir kafayla itaat edebilirsin ki? Gerçekten trajikomik bir olay bence, burada kimsenin mağdur olduğunu düşünmüyorum ben. Benim yorumuma göre verilen ve alınan tazminat da tam olarak ‘’Enayiliğin Belgesi’’.

İzlediğim en ilginç filmlerden biriydi, mutlaka izlemenizi, hayretler içinde kalacağınızı garanti ederek öneriyorum..

NOT: Louise Ogborn ismini google’a yazın, youtube’a yazın ve çıkan belgeleri ve videoları izleyin… Gerçekten inanılacak gibi değil, yenilir yutulur bir yanı yok!

31.01.2013

Officer Down [2012]


Tam çekirdek çitlemelik bir film…

Polis memurumuz var, eskiden alkol, uyuşturucu, her türlü yolu olan ve ailesine yeteri kadar zaman ayırmayan kötü bir baba. Bir gece kırmızı bir Ford Mustang’ı aramak için durdurduğunda yatı tamamen değişecektir, artık o eski polis değil, ne de hayatı eski hayatıdır.

Olayı biraz daha ilginç hale getirdim sanırım yukarıdaki ufak tanıtım yazısıyla. Biraz açalım hikayeyi, klasik iyi/kötü polis filmlerinden birisi olmasını, hatta ve hatta yarısında bayılmayı bekliyordum. 

Ama oyuncu performansları ve film her ne kadar çok ucuz olsa da gerçekten güzel bir senaryo olduğunu söylemem gerekiyor. En azından işin içinde biraz tahmin edilemezlik, biraz gizem katmayı başardıklarından dolayı tebrik ediyorum.

Çok ince analiz yapmaya gerek yok, 10 üzerinden 7 alacak aksiyon filmi, süresi de çok uzun değil..

30.01.2013

Seven Psychopaths [2012]

Seven Psychopaths isimli kara mizah öğelerini taşıyacak olan film, ilham konusunda sıkıntı yaşayan bir oyun yazarının, kendi arkadaşlarıyla birlikte bir köpeği kaçırma planları yaparken bulur. Ama olay burada köpeği kaçırılan adamın sıkıntılı bir gangster olması ve ortaya çıkacak olan sorunlar.

Filmi izleyebilmek için biraz sabırlı olmanız gerekiyor. Nasıl anlatabilirim tam olarak bilemedim şu anda ama biraz Tarantino film tarzı, biraz ‘’snatch’’ tarzı diyebilirim. Bu yönetmenin daha önceki filmi olan ‘’ In Brudges’’ i de izlemiştim ama beğenmemiştim, bu film hakkında da aynı şeyleri söyleyebilirim.

Durağan sahnelerin bize eşlik ettiği filmde bolca alakasız diyalog kullanılmış. Araya serpiştirilen geçmişe ait flashbackler olayı tam olarak kurtarmaya yetmemiş. Bu yönden her ne kadar zayıf gözükse de film, ortaya çıkan olaylar, yedi psikopatı bulma çabaları, farklı insanların kesişen hayatları ve bunların bir senaryo da toplama isteği olan yazar ilgimi çekti.

Oyuncu kalitesi çok üst düzey bir film olduğunu söyleyebilirim.

İyi Seyirler.

29.01.2013

Silver Linings Playbook [2012]

İzlemesi zor bir filmdi diyebilirim, ama izlenmesinin zor olan kısmı gereksiz sahnelerle donatılmış, samimi gözükmeyen oyunculuk performanslarıydı...

Pat, her zaman bardağın dolu kısmına bakan, herşeyde hayır vardır sözüne inanan bir adamdır.. Karısını başka bir adamla banyoda bastıktan sonra akıl hastanesinde kalan Pat, karısını geri kazanmak için kendini düzeltmeye çalışmaktadır. Tam bu sırada kocasını kaybetmiş olan Tiffany’ile tanışırlar ve olaylar farklı bir boyuta doğru yol alır.

İçten bir senaryosu olduğuna lafım yok, ama olayları biraz daha farklı pencerelerden göstermek isterken aile davalarını olayın içine çok fazla karıştırmışlar. Başlarda geçen diyaloglar ya da ilişkilerin su yüzüne çıkması yeterli olarak algılanabilir ama filmin sonlarına geldikçe ortalık tamamen bir karambol oluyor. Film zaten yeteri kadar yavaş ilerliyor ve çok fazla aksiyonumuz yok konu gereği ama ilerledikçe zaten ağır ilerleyen film gereksiz yere karışmaya başlayınca biraz çileden çıkıyorsunuz.

Sanırım 6 dalda Oscar’a aday gösterildi film. Tam olarak anlayamadım, adaylıklarını şu anda ezbere bilmiyorum, hangisi olabilir diye tahmin yürütmem istense, başarabileceğimi çok sanmıyorum. B.Cooper’ın oyunculuk performansı çok iyiydi, mesela en iyi erkek oyuncuya aday olabilir ama geri kalan 5 ödül nereye gidecek şu filmde çok merak ediyorum.

Klasik bir sonuç olarak ‘’ içinizi ısıtacak filmlerden biri’’ diyebilirim ama ben beğenmedim. Çok derine inmeye çalışıp yüzeysel kalan ilişkiler, gereksiz, filmi nasıl daha uzatabiliriz diye uğraşılan sahneler, tam olarak karambole dönen ve çok geç gelen bir son.

İzleyin, şansınızı deneyin.

28.01.2013

The Impossible [2012]

The Impossible filmini ‘’Kıyamet Günü’’ olarak çevirmeyi başaran canım Türkiye’me çok teşekkür ederim, bu artık çeviriden öte bir nokta, bu artık sinemayla dalga geçmek olarak algılıyorum.

Gerçek bir hikayeden esinlenilen filmde, 2004 yılındaki büyük Tsunami felaketinin ortasında kalan bir ailenin hayatta kalma çabaları anlatılıyor.

Konusu gerçekten yaşanan filmleri izlemek benim için çok büyük zevk olmuştur her zaman, hazır Oscar zamanı geliyorken, ortalıkta yüzlerce güzel filmin çıktığı, dolaştığı bu dönemde sıra The Impossible’a gelmişti. Yaşadığız dünyada henüz her şeyin çaresinin bulunamadığını biliyoruz. Teknoloji çok ilerledi, tıp ilerledi, insanların hayatını kolaylaştırabilecek şeyleri gündelik hayatımızda kullanıyoruz ama belki de tek bir şeye çare henüz bulunamadı.

Üzerinde yaşadığımız dünyada ‘’doğa’’ diye ifade edilen bir olay var. Onun bize verdikleriyle birlikte hayatta kalıyoruz ama istediği zaman almasını da çok iyi biliyor. Buna henüz çare bulamadık. Normal olarak ilerleyen tatillerinde böyle bir felaketle karşılaşacaklarını nereden bilebilirlerdi ki? Felaket sahneleri gerçekten çok iyi düzenlenmiş ve ağır çekimlerle tam olarak anlaşılabilir hale getirilmiş. Sadece felaket olarak bakmaz, biraz daha özele inersek, aile bağlarını ve kavramı üzerinde çok güzel durulmuş diyebilirim. Sonuçta burada gerçekte olmuş bir hikayeyi anlatıyorken, sadece felaketi anlatabilir ve onun üzerine kurgu rahatlıkla yapılabilirdi…

Etrafta onca ceset, birbirlerini arayan aileler, hastalıklar, ağzına kadar dolmuş taşmış hastaneler. İzledikte içine çeken, yaşamları gördükçe gözlerinizin dolacağı bir film olmuş. Mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

Bir kere değil, birden fazla izlenilebilecek, ileriki yıllarda hafızalardan silinmeyecek bir film ve felaket.

18.01.2013

Amour (Love) [2012]

Burada herşeyi biliyormuş rolüne girmeye giç gerek yok. Michael Haneke filmlerini bilmem, tarzları konusunda çok bilgiye sahip değilim... İlk defa izliyorum sanıyordum... Çelişkili mi oldu biraz?

Georges ve Anne artık 80’lerine gelmiş bir çift. Yaşlılık hali, Anne kısmi felç geçiri ve hayatları artık eskisi gibi olmayacaktır. Bundan sonra zor bir süreç onları beklemektedir.

Filmin konusunu tam olarak anlatmaya çalışmak size filmi anlatmak olur, bunu yapmayacağım sadece biraz filmden bahsetmek ve yönetmenden bahsetmek yeterli olacaktır.

Son derece sınırlı bir alanda, hatta bir evin 3 odası da diyebiliriz, çekilen film, oldukça durağan, en ufak bir müzik yok, diyaloglar ne çok fazla ne de çok az, sadece yeteri kadar ve ortada olan 4-5 karakter. Minimalist bir film olduğunu söyleyebilirim ama asıl olay burada değil mi? Az insan ve mekan ile çok şey anlatabilmek çok zor bir zanaattir bence. Bunu yıllarca deneyen binlerce film izledim belki de... İçlerinde çok başarılı olanlarda vardı ama bir o kadar çöp olanlarda vardı diyebilirim. Bu film, izleyeceğiniz iyi örneklerden biridir.

Filmi analiz etmek, filmden bahsetmek demek zaten filmi anlatmak demek. Bu yüzden biraz ‘’Haneke’’ olayına girmek istiyorum. Yönetmenin en yakında zamanda izlediğim filmi Cache [2005] geçen senelerde izlediğimi hatırladığım film, aile bağlarını ve insanların ne kadar basit yalanlar söylediği üzerine kurulmuştu. Bir evde geçtiğini anımsadığım film, ikili diyaloglarla devam eden, ve sonunda ‘’ buyur, istediğini eklersin buraya’’ tarzında bir bitişi vardı.

Amour filminin tarzının bu da aynen bu şekilde olduğunu belirtebilirim. Kendi yorumumu söylemek isterim, film bana ne anlattı, toplum olarak her ne kadar istemesekte bazı şeylere inanıyoruz ve bazı şeylere inandırılmak zorunda kalıyoruz. Mesela aşk nedir? Bir dakika çok genel oldu, toplum olarak biz bu kadar derinleri aslında hiç de sorgulamıyoruz değil mi? Ama şu bir gerçek ki, bazı dayatmalar ne yazık ki mevcut. Zaman ilerledikte daha ‘’bireysel’’ insanlar oluyoruz ve bireyler birbirlerine el uzatmadıkça araya kurumlar giriyor ve toplum kurumsallaşma denen olaya mecbur bırakılıyor. Bununla birlikte insanlar daha fazla ‘’bencil’’ toplum oluyor ve bireyselleştikçe aslında yanlızlıklarımızda aynı oranda artıyor ve sonuç! Artık hepimiz birer mutsuz insan oluyoruz ve bunun ne kadar hızlı yayıldığının farkına varamıyoruz.

‘’ Senin endişenin bana hiçbir faydası yok’’

Mesaj gönderen filmleri seven bir adam değilimdir ama nasıl gönderdiğine bağlı. Ortaya birşeyler attıktan sonra, al bunu gereken yere monte yap dersen bana, işte o zaman bir anlamı olur. ‘’Killing them Softly’’ gibi gereksiz amerikan filmlerinde yapılanlar gibi gözü sokulmadıkça, ortada bir sorun yok.
Filmin sonunu çok mu merak ettiniz? Sakin, filmin ilk 3 dakikasını dikkatle izledikten sonra, sonunu zaten çok iyi anlayacağınızı düşünüyorum. Spoiler yok, filmin sonunu baştan felan vermiyor, sadece biraz fikir sahibi olursanız, sonunda küfür etmezsiniz.

NOT: Emanuelle Riva? Genel olarak filmden konuştuğum için bahsetme gereği duymadım, ama bu seviyede bir oyunculuk uzun zamandır görmemiştim (kadın performansı) Genelde ortada olan performanslar arasından seçim yapmak durumunda kalırdık. Bu sene her filmi izlememiş olmama rağmen, şunu çok ayrı bir yere koymak gerekiyor.

Amour, kimilerine göre çok özel, kimilerine göre değişik, kimilerine göre ‘’sıkıcı’’ olabilir. Ama  bir saat kırkbeş dakikanızı ayırıp izledikten sonra karar vermeniz gerekenlerden. Hemen kestirip atmayın, ona bir şans verin...

15.01.2013

Django Unchained [2012]


Bir yönetmene körü körüne bağlı olan, onun çiğnediği sakıza kadar bilenlerden değilim. Hepsi hakkında bir takım bilgilere sahip olmak ve bir çok yönetmeni beğenmeyi daha çok seviyorum.

Tarantino sevdiklerim arasında, bu kesin bir olay. Tarihe fazla dönmek istemiyorum, ama biraz algı olaylarına dokunmak istiyorum. Nesil değişiyor, yıllar geçiyor, genç sinema seyircisi biraz daha bilinçli, yeni gelenler ise tanımaya başlıyorlar her sene yeni birilerini… Ne alaka diyeceksiniz?

Amerika İç Savaşı’ndan önceki yıllarda geçen hikaye, Dr. King Schultz’ün bir köle ile olan hikayesiyle başlıyor. Kelle avcısı Schultz, Django’yu yanına alıyor ve biraz para kazanıyorlar. Ama asıl olay, Django’nun karısını, Broomhilda’yu bulmak ve köle tüccarlarının elinden kurtarmaktır.

Inglorious Bastards filmini çok büyük bir çoğunluk izledi, üzerine filozof oldu herkez, derin konular konuşuldu, neler yazıldı çizildi artık bir yerden sonra takip etmek zorlaştı, imkansızlaştı. Biz, basit olan şeyleri zor yoldan ifade etmeyi çok seviyoruz. Adamın tarzı belli, yaptığı filmler belli, kullandığı oyuncular nerdeyse belli, amacı belli ve son olarak bir tarz sözkonusu. Django filminden benim beklentilerim çok yüksekti. Harika bir konu, inanılmaz diyaloglar ve muhteşem bir senaryo bekliyordum ama sanırım ‘’durgun’’ döneme denk geldik. Üzülerek söylemem gerekiyor ki filmi beğenmedim.

Beğenmedim olayını açmak gerekiyor, bir ürün alırken fiyat/performans olayına bakarsınız, ya da ilk düşündükleriniz bunlardan biri olabilir. Beklenti/sonuç olayını karşılamadı demek, beğenmedim kelimesinden daha doğru olacaktır. Senaryodan başlayarak, diyaloglar, mekanlar, hikaye çok zayıf kalmış. Oyuncuların performanslarını burada ele almak istesem muhtemelen sabaha kadar konuşmam gerekirdi bu yüzden, ‘’harika’’ diyerek geçmek istiyorum ama geri kalan hiç ama hiç tatmin etmedi.

Filme ortalama olarak ‘’güzel’’ desem bile ne yazık ki sonu daha da felaketti. Tarantino’nun filmi nasıl bitireceğine son dakikada karar verdiğini düşünmek istemiyorum bile. Oldu-bitti ye getirmek hiç iyi olmamış, 2 saat 45 dakika olan runtime süresini doldurmak istermişcesine bitirmiş filmi, daha büyük bir sakandal.

Geri kalan her nokta buram buram Tarantino tarzı kokuyor. Elbette beğendim, ama beklentilerin bu kadar yüksek olduğu bir noktada siz bana bu filmi izlettirirseniz, ben memnuniyetsizliklerimi buraya yazmak zorunda kalırım. Elbette farklı bir şeyler izleyince insan çok daha mutlu oluyor, farklı bir şeyler görmenin zevki paha biçilemez ama işte beklentiler…

Belki biraz daha ‘’gönül okşama’’ tarzı ile bakabilirsiniz izledikten sonra, ama bu zamana kadar Tarantino’nun bütün filmlerini izlemiş biri olarak, içlerindeki en zayıf halkalardan birini açıklıyorum. Django Unchained!

Not: Zenci-beyaz olayına çok fazla girmiş, bundan önce izlediğim film olan ‘’lincoln’’ ünde konusunun bununla alakalı olmasının biraz payı olabilir, fenalık gelmedi desem yalan söylemiş olurum. Siyasi çatışmalar, dokundurmalar, ince mesajlar pek bana göre değil, değinmem ve oraya odaklanmam da gereksiz. Alınması gereken bir sürü zevk varken…


13.01.2013

Best Movie Quotes #22


izler deliyiz ama bizim de yaşadığımızı, sevdiğimizi ve güldüğümüzü unutmayın." (Shutter İsland)

11.01.2013

2013 Yılı 85. Oscar Adayları

Best Picture:

"Beasts of the Southern Wild"
"Silver Linings Playbook"
"Zero Dark Thirty"
"Lincoln"
"Les Miserables"
"Life of Pi"
"Amour"
"Django Unchained"
"Argo"

Best Supporting Actor:

Christoph Waltz, "Django Unchained"
Philip Seymour Hoffman, "The Master"
Robert De Niro, "Silver Linings Playbook"
Alan Arkin, "Argo"
Tommy Lee Jones, "Lincoln"

Best Supporting Actress:

Sally Field, "Lincoln"
Anne Hathaway, "Les Miserables"
Jacki Weaver, "Silver Linings Playbook"
Helen Hunt, "The Sessions"
Amy Adams, "The Master"

Best Director:

David O. Russell, "Silver Linings Playbook"
Ang Lee, "Life of Pi"
Steven Spielberg, "Lincoln"
Michael Haneke, "Amour"
Benh Zeitlin, "Beasts of the Southern Wild"

Best Actor:

Daniel Day Lewis, "Lincoln"
Denzel Washington, "Flight"
Hugh Jackman, "Les Miserables"
Bradley Cooper, "Silver Linings Playbook"
Joaquin Phoenix, "The Master"

Best Actress:

Naomi Watts, "The Impossible"
Jennifer Lawrence, "Silver Linings Playbook"
Emmanuelle Riva, "Amour"
Quvenzhané Wallis, "Beasts of the Southern Wild"

Best Original Screenplay:

"Zero Dark Thirty"
"Django Unchained"
"Moonrise Kingdom"
"Amour"
"Flight"

Best Adapted Screenplay:

"Lincoln"
"Silver Linings Playbook"
"Argo"
"Life of Pi"
"Beasts of the Southern Wild"

Best Animated Feature:

"Frankenweenie"
"The Pirates! Band of Misfits"
"Wreck-It Ralph"
"Paranorman"
"Brave"

Best Foreign Feature:

"Amour"
"A Royal Affair"
"Kon-Tiki"
"No"
"War Witch"

Best Visual Effects:

"Life of Pi"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"The Avengers"
"Prometheus"
"Snow White and the Huntsman"

Best Cinematography:

"Skyfall"
"Anna Karenina"
"Django Unchained"
"Life of Pi"
"Lincoln"

Best Costume Design:

"Anna Karenina"
"Les Miserables"
"Lincoln"
"Mirror Mirror"
"Snow White and the Huntsman"

Best Documentary Feature:

"Searching for Sugar Man"
"How to Survive a Plague"
"The Gatekeepers"
"5 Broken Cameras"
"The Invisible War"

Best Documentary Short:

"Open Heart"
"Inocente"
"Redemption"
"Kings Point"
"Mondays at Racine"
"Snow White and the Huntsman"

Best Film Editing:

"Lincoln"
"Silver Linings Playbook"
"Life of Pi"
"Argo"
"Zero Dark Thirty"

Best Makeup and Hairstyling:

"Hitchcock"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"Les Miserables"

Best Music (Original Score):

"Anna Karenina"
"Argo"
"Life of Pi"
"Lincoln"
"Skyfall"

Best Music (Original Song):

"Before My Time" from "Chasing Ice"
"Everybody Needs A Best Friend" from "Ted"
"Pi's Lullaby" from "Life of Pi"
"Skyfall" from "Skyfall"
"Suddenly" from "Les Misérables"

Best Production Design:

"Anna Karenina"
"The Hobbit: An Unexpected Journey"
"Les Misérables"
"Life of Pi"
"Lincoln"

Best Short Film, Animated:

"Adam and Dog"
"Fresh Guacamole"
"Head over Heels"
"Maggie Simpson in 'The Longest Daycare'"
"Paperman"

Best Short Film, Live Action:

"Asad"
"Buzkashi Boys"
"Curfew"
"Death of a Shadow (Dood van een Schaduw)"
"Henry"

Best Sound Editing:

"Argo"
"Django Unchained"
"Life of Pi"
"Skyfall"
"Zero Dark Thirty"

Best Sound Mixing:

"Argo"
"Les Misérables"
"Life of Pi"
"Lincoln"
"Skyfall"

10.01.2013

Best Movie Quotes #21


"Herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koduğumun hayatında, benimkisi de sensin ne yapayım." (Gemide)

Lincoln [2012]

Abraham Lincoln’ün hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Bilmek, okumak ve izlemek arasında fark olacağı aşikar...

Lincoln 2. Kere seçilir ve bundan sonraki amacı 1800’lü yılların başında Amerika’daki kölelik sistemini kaldırmaktır. Muhalefet olanları ikna etmek baya zor olacaktır.
Konuyu önceden biliyor olmak, en azından bir kısmına hakim olmak filmi izlenirliğini kolaylaştırıyor ve bütün dikkatleri D.D.Lewis’in üzerine çekiyor... Uzun boylu kendine özgü ince ses tonuyla konuşan, gereken yerde otoriteyi sağlamak için sert davranan, gereken zamanda çocuklarını bile gözü görmeyecek kadar idealist bir lider. Böyle bir rolü kime vermek isterdiniz?

D.D.Lewis oyunculuk kariyeri boyunca çok fazla filmde oynamamıştır bu nedenden dolayı hiçbir zaman hak ettiği yere sahip olamayacak belki de ya da en azından ben böyle düşünüyorum. Ülkemizdeki film yorumlarını okuduktan sonra görüyorum ki, halen onun kim olduğunu bilmeyen sinema sever! İnsanlar var. Doğru, kimse her oyuncuyu tanımak, onun geçmişini bilmek zorunda değil ki. O zaman bizde izleterek öğretiriz, sorun değil.

D.D.Lewis’i izlemek, bir resital izlemek gibi benim için. Tek kişilik bir show, kocaman sahnede tek başına saatlerce ayakta durması ve ‘’görüşmek üzere’’ diyip gitmek gibi bir olay. Yukarıda değinmek istediğim gibi, filmin konusunun bilinir olması bütün dikkatleri onun üzerine çekmiş ve çekecektir.

İnanılmaz bir film izledim. Biyografi (kısmi bile olsa) filmlerini çok severim ve ‘’Lincoln’’ sanırım o tarzın ulaştığı son noktalardan biri olabilir benim için. 2012 yılında izlemiş olmayı çok isterdim ama 2013 yılına kısmetmiş. Herşeyin üzerine savaş ve tarih kokan filmlerine bayıldığım S.Spielberg de bu işin içine girince o zaman olay farklı bir noktaya geliyor. İki saat kırk dakika boyunca komple bir film izledim. Kurgusu, olaylar, kıyafetler, diyaloglar, ışık, mekanlar...

Bazı filmler vardır, oyuncunun üzerine yapışır ve onu ön plana çıkarır, bazı oyuncular vardır filmi ön plana çıkartır ve film oyuncunun üzerine yapışmış olabilir. Day Lewis’in şuradaki performansı, ona olan hayranlığımın dışında, son 4-5 yılda izlediğim en iyi performans ( Heath Ledger’ı ayrı bir yere koymak zorundayım, kusra bakmayın). Biraz daha taraflı olarak bakmak istiyorum, bu sefer biraz taraflı olabilirim, hakkım var...

1 Şubat tarihinde vizyona girecek olan filmleri saymak isterim;
Django Unchained, The Master, Hitchcock...

8 Şubat tarihinde ülkemizde gösterime girecek olan filmin ne kadar iyi olduğunu anlamak için biraz önce saydığım filmlerden sonra bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Hepsi kıyıdan köşen Oscar adaylığı olan filmler ‘’Lincoln’’ gibi...

Tarihe meraklı olmanız gerekmiyor, sadece izleyin...

6.01.2013

Bourne Legacy [2012]


Tekrar filmlerinin ardından film çekmeyin demiyorum ki… Batman, Superman, Spiderman… Ama yapacaksanız en azından biraz özgün olmaya, biraz da kendi karakterinizi oluşturmaya özen gösterin diyorum sadece… Yeni bir şeyler yaparken eskiden bahsetmek prim yaptırır ve farkındalığı arttırır ama aynısını yapmaya çalışmak işleri zora sokar değil mi?

Haplarla hayatta kalan, bedenlerini ve algılarını geliştiren bir ajan programından bahsediyor film. Ben tam olarak neden kapatılmak istendiğini ne yazık ki anlayamadım bu belki benim suçum belki de yeteri kadar ayrıntıya girilmedi ama sonuç ortada. Bütün ajanları öldürüyorlar, programı kapatıyorlar, bu işte çalışan bilim insanlarını yok etmeye çalışıyorlar ama aralarından biri hayatta kalıyor. İşte o kişi de bizim filmimizin ana parçasını oluşturuyor.

Filme geri dönersek, 135 dakika boyunca sıradan bir aksiyon izlermiş gibi izlettirdiler filmi bana. Hatası demek yanlış olur ama olay dünyada büyük yankı uyandıran ve çok büyük kitleler tarafından izlenen 3 filmin ardından, oraya yamanmaya çalışan bir film yapmalarıdır sanırım. Seyirciyi çoğu zaman gereksiz diyaloglar ile boğan film ara ara heyecanı yaşatmayı başarıyor. Aksiyon sahnelerinin çoğu kovalamaca üzerine geçse de ben biraz daha kişisel aksiyon arardım mesela.

Bunlara ek olarak, filmi izlediğiniz zaman belki siz de fark edeceksiniz, aksiyon sahnelerinin çoğu ilk 3 filmden araklanmaya çalışılmış. Biraz fazla haksızlık ediyorum, izlediğimiz hangi aksiyon sahneleri bir diğer filmi çağrıştırmıyor ya da anımsatmıyor diyebilirsiniz ama işte zaten ilk 3 filmin de farkı tam olarak buradaydı.

Eğer bu filmi ayrı bir film olarak gösterselerdi, mesela herhangi bir projeye ait, farklı ajan türlerini içerseydi o zaman biraz farklı olabilirdi. Eğer ‘’Bourne’’ ismini kullanarak böyle bir projeye giriyorsan Jason Bourne’yi biraz göstermeleri gerekirdi, sadece bir vesikalıktan ibaret olmamalıydı olay.

Jeremy Renner biraz geç keşfedildi ne yazık ki. 4-5 sene öncesine kadar sorsanız, hangi filmlerde oynadığını hatırlamam imkansız olurdu. Geç olsun güç olmasın diyerek bu filmde sergilediği oyunculuğa bayıldığımı söyleyebilirim. Gerek aksiyon sahnelerinde, gerek tek kişilik oyunculuk performansını çok beğendim. Matt Damon olsaydı şöyle olurdu, o böyle yapardı diye hayıflanmak yerine, güncel dönemde oynayan oyuncuyu onun yerine geçirmek yerine keyfini çıkartmak gerekiyor. O biten bir projeydi ve kapandı. Bu ise belki baştan başlayan bir proje olacak..

Tatmin etmedi ama en azından rezalet değildi. İzlenmeye değer bir aksiyon filmi diyebilirim, tek yapılması gereken çok büyük beklentilerle gitmemek ve ilk 4 film ile arasında çok çok büyük bağlantılar kurmayı beklememek gerekiyor.

5.01.2013

Dredd [2012]


Dünya Atom Çağı’na girdiğinde insanlar megapollerde yaşamaya başlamıştır ve suç oranları inanılmaz derecede artmıştır. Suçlularda polisler ilgilenmektedir ve suç karşısında sınırsız yetkileri vardır. Normal gibi gözüken bir günde, bir megapolde 3 cinayet yaşanmıştır. Yargıç Dredd ve yeni çaylağı olayla ilgilenmek isteyeceklerdir.

Ben bu tarz filmlere kuru aksiyon filmi diyorum. Ne olacağını bildiğiniz halde izlemeye devam edersiniz ya hani o cinsten. Sigara gibidir, herhangi bir getirisi yoktur ama içtiğim zaman zevk alırsın ya işte aynen öyle.

Kapalı mekânda geçiyor, süper silahların kullanıldığı, yerel halkın figürandan öteye gidemediği son derece tek düz bir konu. Başlangıçta zaten sonunda ne olacağını tahmin edebiliyorsunuz ve spoiler olacaksa bile; o kadar doğru tahmin ediyorsunuz ki… Sürekli acaba bir değişim olacak mı, bir twist olacak mı kahramanımız ters köşeye yatacak mı diye bekliyorsunuz ama yok, olacak gibi değil.

Aksiyon sahnelerinin basitliği ve efektlerin yalınlığından bahsetmeme gerek yok. Tek mekânda çekelim ama olabildiğince burayı kullanalım demişler. Ben normal olarak izledim, 3D olanını izlemeyerek çok bir şey kaybettiğimi de düşünmüyorum.

İyi izleme denemeleri…

4.01.2013

Rust And Bone [2012]

Katil balina eğitmeni Stephanie ile 5 yaşındaki oğluyla birlikte yollara düşen evsiz ve parasız kalan Ali’nin yolları bir gece kulübü kavgası sonrasında kesişir. Stephanie ve Ali, ilk başlarda birlikte olamayacak iki insandır ama Stephanie akvaryumda bir kaza sonucu 2 bacağını da kaybeder. Aralarındaki dostluk, güzel bir hikayeye dönüşecek midir ?

Ne bekliyoruzzzzzzz?

Evet; her şeyden önce belirmek istiyorum film o kadar da ağır dram filmlerinden değil. Daha doğrusu öyle uyarlanmamış, hem senaryosu hem de seyirciye bırakmak istenilen etki. Herkesin izlemesi ve en sonunda yorumu da kendiniz yapın gibilerinden olmuş.

Hayatın her an sürprizlerle dolu olacağını bir kere daha anlıyoruz. Hayal kırıklıkları, yeni başlangıçlar ve hatta ufacık bir umut bile insanların hayatını nasıl da değiştiriyor değil mi? Bacaklarını kaybetmesine karşın Stephanie karakteri klişe davranış, duygu ve konuşmalardan uzak duruyor ve başlarda biraz bocalasa bile hayatı ne kadar sevdiğini kanıtlarcasına devam etme çabasında. Yani yukarıda da bahsetmeye çalıştığım gibi sizi ağlatacak ya da derin düşüncelere daldıracak bir film kesinlikle değil.

Konusu biraz boş ilerliyor gibi gelebilir ama gene de kendini izlettirmeyi başarıyor. Benim düşüncem ise; bu filmi izledim beğendim ama izlemesem hiç bir şey kaybetmezmişim, kendi halimde yaşamaya devam edebilirmişim. En azından gerçekçi bir film izledim, sade ve yalın bir anlatımı vardı diyip geçebilirim.

Unutmadan Marion Cottilard’ı izlemek bir zevktir…

3.01.2013

2012 Yılında İzlediğim En İyi 30 Film [10-1]


1. Incendies [2010]
1+1 kaç eder?
2010 yılına ait bu filmi çok geç izledim ne yazık ki. İlk 30 filmi sıraladıktan sonra listenin başına burayı gerçekten en çok hak ettiğini düşündüğüm, en çok etkilendiğimi ve diğerlerine göre daha az kısmını unuttuğumu düşündüm filmi koymam gerekirdi.
1+1=2 eder ama ya 1+1=1 olursa? O zaman ne yaparsınız?


2. The Avengers [2012]
Kişisel bir liste hazırlıyorum ve eğlenmek benim hayatımda çok büyük bir önem taşıyor. Bu nedenle bu yıl izlerken en çok eğlendiğim filmi bu listede yukarılara koymama çok da sorgulanamaz sanırım. Amerikanın dünyayı kurtarmasıyla, kadrosundaki isimlerle, hikayesiyle alakası yok, bundan daha çok sunduğu kahramanlar, diyaloglar, çekimleri ile beni güldürmeyi ve eğlendirmeyi başardılar.

 3. Skyfall [2012]
1999 yılından itibaren bütün Bond serilerini izledim. Elbette ki bu marifet değil, hatta hepimizin yaptığı bir şeydir diye düşünüyorum. Beğenenler ya da beğenmeyenler olabilir, bu filmin burada olmasının 2 nedeni var… Adel ve Bardem…
Adel’in nefis şarkılarıyla izlenirlik seviyesini yükselttiği film 99 yılından beri olan Bondlar arasındaki en iyi film olduğunu düşündüğüm için bu listeye aldım. D.Craig’den daha fazla J.Bardem’in performansının konuşulduğu film bu yıl içinde izlediğim en iyi 3cü film.

 4. J.Edgar [2011]
Biyografi filmlerine özel bir ilgim var. Bunu her şartta ve koşulda açıkça belirtiyorum. 2012 yılında izlediğim en güzel biyografi filmini de gene en üstlere taşımak gerekirdi. Senenin başlarında izlemiş olmama rağmen unutamadığım bu güzide film ve L.Caprio’nun mükemmel performansı.


 5. Dark Knight Rises [2012]
Senenin en büyük hayal kırıklığı…
Bir önceki filmi ‘’Son 10 Yılın En İyi Filmi’’ yazımda çok üstlere yazmıştım. Ondan daha iyisi yapılacaksa bu ne olabilir diye düşünürken Dark Knight Rises geldi… Beklentilerimi karşılamadı, filmdeki bir çok sıkıntıyı haftalarca hatta aylarca konuştuk. Kıyaslama noktası 2008’deki film olduğundan dolayı, ne yazık ki listenin biraz gerilerinde kalmak zorunda kaldı.
Bu kadar kötülerken unutmamak gerekiyor, bunlardan daha iyisi zaten yapılamaz…


 6. Argo [2012]
En çok eğlendiğim, biyografi, aksiyon, dram, senaryo derken sırada yaşanmış gerçek hikayeler kısmına geldik. Argo bu sene çok beğendiğim ‘’ gerçek hayattan alıntıdır ‘’ filmi olmayı başardı.
Oyuncu performansları konusunda çok iyi şeyler söyleyemeyecek olsam da, o kadar zor bir durumdan o insanları kaçırabilmek ve bu konuda yapılan zekici oyun gerçekten takdir edilir. Anlatım, kurgu, senaryo öğelerinin ortak paydada en harika ve kusursuz bir biçimde kesiştiği filmlerden biriydi.

 7. The Artist [2011]
Bu yıl sinemada izlediğim 5-6 filmden biri. Beklenilen etkiyi yeteri kadar yaratmadığını düşündüğüm filmlerden biri daha…
Siyah beyaz filmleri hayatım boyunca sevmedim, sevemedim ama bu filmin bende bıraktığı etki bambaşkaydı. Sinemanın, nasıl sinema olduğunu, sessiz dönemden sesli sinema dönemlerine geçişin ne kadar zor olduğunu anlatan harika bir yapıt olduğunu söyleyebilirim…

8. A Serbian Film [2010]
Rahatsız eden filmleri çok sevmeyiz ve giydirmeye bayılırız her daim. Ama bu tamamen farklı… Muhtemelen tamamını izleyemeyenler, yarıda bırakanlar, bu nasıl film diyenler olmuştur ama sabredilip bir kere izlenmesi gerekenlerden…
Porno sektörüne tepki olarak yapılan bir film, ancak bu kadar rahatsız edici olabilirdi.


9. The Man From Nowhere [2010]
Uzakdoğu filmlerini izlemek benim için işkenceden farksız olsa bu filmi biraz farklı bir yere koymak gerekiyor. Aksiyon sahnelerinin gerçekçiliğini, karakterlerin birbirine uyumlarıyla birleştirip üzerine biraz dram koyunca efsane olabilecek filmleri yapan gene onlar oluyor.
Yılın sonlarına doğru izleme fırsatı bulduğum film, aksiyon olarak bana istediğimden fazlasını verdi. Mutlaka izlenmesi gerekenler arasında.

10. Safe House [2012]
D.Washington döktürmesi bir film daha… Sürükleyici ve aksiyon sahneleri tatmin edici. Ryan Reynolds’un oyunculuğu ve Washington ile olan uyumları mükemmeldi.