Gecenin bir körü izlediğim filmlerde, genelde filmin başlamasından 60-70 dakika geçtikten sonra filmi durdurup uykumu açmak için bir şeyler atıştırırım –yaa bira göbeği değil işte o, hep gece yemeğinden kaynaklanıyor- veya nescafé yaparım kendime, bu filmi de gecenin bir körü izledim ve filme bir noktadan sonra o kadar bağlandım ki, özellikle ilk 45 dakikasından sonra durdurup ta mutfağa gidecek vakti bulamadım, şahsen böyle güzel bir gerçek olayı bu kadar güzel ve heyecanlı bir şekilde aktarmak her baba yiğidin harcı değil. Burada tebrik etmemiz gereken en önemli kişi yönetmen Bryan Singer.
2. Dünya Savaşı zamanı.. Albay von Stauffenberg’in savaş esnasında farklı uzuvları kaybetmesiyle başlıyor filmimiz. Daha sonra Adolf Hitler’e suikast düzenlemek isteyen bir cemiyet ve bu cemiyetin komutasına Stauffenberg’in getirilmesi. Almanya dışarıda düşmanlar ile savaşırken içeride de Hitler’e sürekli suikastler düzenleniyor. Hepsi başarısız oluyor. Son suikastte Albay Claus von Stauffenberg’in başını çektiği Valkyrie denilen operasyon.
Hikaye tamamıyle gerçek. Ancak okuduğum kadarıyla bazı bölümlerde değişiklikler yapılmış. Mesela bu operasyonda başta Stauffenberg bulunmuyormuş aslında. Albayımız sadece bir görev adamıymış operasyonda. Bunun gibi birkaç bölüm daha var değiştirilen ama o kadar da göze batmıyor. Bir de şu Almanların, İngilizce konuşması meselesi. The Reader’da da görmüştük bunu. Olmuyor işte arkadaşım, olmuyor. Yani ne bileyim mekanlar, üniformalar, renkler hepsi bize 1944 Almanya’sı olduğunu hissettiriyor ama Almanlar, İngilizce konuşunca bütün hislerimiz mahvoluyor, düşün İngilizce’den nefret eden Hitler bile İngilizce konuşuyor yahu. Filmin girişinde Almanca’dan İngilizce’ye güzel bir geçiş yapsalar da ben böyle şeylerin, hele de böyle tarihi filmlerin tamamen bizi o yıllara götürmesini isterim. Ama dediğim gibi dil problemi gerçekçilik konusuyla biraz örtüşüyor.
Filmdeki operasyonlar, lideri indirme operasyonu falan bana The Last Castle’ı hatırlattı. Evet evet, orada da askerler kendi aralarında konuşup, hapishane başında görevli olan komutanlarını devirmişlerdi. Organizasyon bakımından da Fight Club’ın son sahnelerini hatırladım diyebilirim. Gereksiz bilgi olarak bunları söylemesem ölecektim.
Oyunculuklara gelirsek. Tom Cruise. Onu en çok Rain Man filmiyle sevmiştim. Eyes Wide Shut, Minority Report ve Mission: Impossible serisiyle kendini her daim geliştirdi. Buna rağmen 3 kere aday olduğu Oscar’ı hiç kazanamadı. Bu filmde de harika bir oyunculuk sergiliyor. Yardımcı rolde General Olbricht’i canlandıran Bill Nighy’i de Pirates of the Caribbean’dan hatırlıyoruz. O da iyi bir oyunculuk çıkarmış. Aslında iyi oyunculuk çıkarmayan yok filmde. Herkes üzerine düşeni yapmış. En iyilerinden biri de The Usual Suspects, Superman Returns ve X-Men filminin yönetmenliğini yapan Bryan Singer.
Eğer tarihi seviyorsanız, 2. Dünya Savaşı’yla ilgeliyorsanız, yanında Dram ve Gerilimi de içeren bu güzel film tam size göre. Inglourious Basterds’ı izlemedim, bu filmden sonra muhtemelen onu izleyeceğim ve ikisini karşılaştırma fırsatım olacak. Ama şimdilik notum 10 üzerinden 8.
Son olarak; “Long Live Sacred Germany!”
Beercholic
0 Yorum :
Yorum Gönder