İlk filmi kısaca hatırlayalım. Hüseyin Badem, Çanakkale'nin Geyikli ilçesinde dedesi ve ninesiyle yaşayan kendi çapında saf bir klarnetçidir. Bir gün ninesinin eşyalarının arasında "ölmüş" babasının, annesine attığı mektupları görür. Bunun üzerine babasının aslında ölü olmadığını anlayan Hüseyin, Çanakkale'den İstanbul'a, babasını aramaya gelir. İstanbul'da tesadüf eseri bir şekilde Firuzan adında bir pavyon şarkıcısıyla karşılaşır ve ilginç şekilde bu kadınla aralarında dostluk bağı oluşur. Filmin sonunda Hüseyin, babasını bulur ve Firuzan'ı da yanına alıp hep beraber Geyikli'ye dönerler. Amaç, Hüseyin'in yavuklusu hemşire Müjgan'ı bulup, Hüseyin ile Müjgan'ın arasını yapmaktır ve Firuzan'ın da bu konuda önemli bir yardımı olacaktır.
2. filmimizin konusu yukarıdaki paragrafın son cümleleri. Hüseyin'in (Ata Demirer), Firuzan Abla'sından (Demet Akbağ) aldığı yüzüğü Hemşire Müjgan'a (Özge Borak) verme çabasını anlatıyor filmimiz kısaca. Tabii araya yine ilk filmdeki gibi Hüseyin'in sakarlıkları kaynaklı bolca olay girmiyor değil. Buna rağmen hedeflerinden hiç bir zaman sapmıyor, pişman olmamak için hep hayallerinin üzerine gidiyor Hüseyin-Firuzan ikilisi. Tabii ana konunun yanında Firuzan'ın "İspanyol" lakaplı gitarist (Teoman Kumbaracıbaşı) ile olan aşkı, Hüseyin'in dedesinin (Salih Kalyon), babasıyla (Meray Ülgen) uğraşması ve yine Hüseyin'in, Müjgan yolunda önündeki doktor arkadaş (Murat Serezli) ve Müjgan'ın babası (Tarık Ünlüoğlu) engelleri filmi izleyenleri bekliyor.
İlk filmdeki gibi yönetmenimiz Hakan Algül. Senaryoyu da Ata Demirer yazmış. İlk filme göre sinematografisi ve yönetmenliği çok daha iyi şüphesiz. Konusu daha bir havada olmasına rağmen ilk filmde karakterleri izleyip, bildiğimizden dolayı bu film daha anlaşılır olmuş. Devam filmleri, ilk filmle kıyaslandığında genelde hep sınıfta kalır. Her zaman yönetmenin elinde büyük bir koz olur ve ilk film beğenilirse devam filmi çekilir, dolayısıyla ilk filmdeki eksik noktalar da rötuşlanarak seyircinin önüne konur ama genelde hep bir yerlerde hata olmuştur ve devam filmleri beğenilmez. Bu sefer öyle bir şey söz konusu değil. Öyle bir şey söz konusu olacak diye korkmuştum açıkçası çünkü ilk film çok tutunca ve sonu da devam filmi için açık bırakılınca 2. filmi çok çabuk çekip 2011'in ilk haftasında önümüze koydular. Endişeyle gittim ama ilk filmden çok daha bi' keyifle ayrıldım salondan. İlk filmden aldığım keyif de muazzamdı bu arada, anlayın işte. O filmde daha çok İstanbul geçiyordu, hatta filmin çok büyük bir kısmı İstanbul'daydı. Bu sefer tamamı Geyikli'de geçiyor ve bu filmi çok beğenmemin bir sebebi kesinlikle bu, İstanbul fanatiği olmama rağmen. Bir diğer sebebi ise Özge Borak, ona oyuncular kısmında değiniriz. Bir diğer sebebi de Trakyalı kanım sanırım. Kendimi herkese İstanbullu'yum diye tanıtırım ama ben aslen Edirneli'yim. O insanlar çok güzel insanlar, eğlenmesini bilen insanlar, keyifli insanlar. Edirne, Çanakkale farketmez. Hepsi Trakya işte. Neyse filmi bırakıp Trakya'yı övmeye başladık, keselim.
Ata Demirer her geçen gün büyümeye devam ediyor. Özellikle de sinema alt parantezinde. Yine kendine has Ege şivesini muazzam yapmış. İlk filmin yazısında da demişiz. Bu taklidi çok iyi yapıyor ve bunun üzerine gitmesi hem onun adına, hem de bizim adımıza kazanç. Demet Akbağ gibi müthiş bir oyuncuya yorum yapmıyorum bile. Bu filmde yan roller biraz daha ön plana çıkıyor. İlk filmde nadir gördüğümüz Müjgan Hemşire'yi oynayan Özge Borak'ı bu filmde 3. sıraya koyabiliriz sanırım. Kendine has muazzam gülüşünün yanında, şarkı söylediği bir sahne var ki, oy oy oy. Yüzüne baktığınız zaman donuk ve ifadesiz bir bakışı var gibi ama konuştukça açılıyor, samimileşiyor. Bir diğer yüzünden "oyuncu olmaz" diyeceğiniz adam ise "İspanyol" lakaplı gitarist Teoman Kumbaracıbaşı. O da konuştukça, hele de İspanyolca konuştukça filme keyif katanlardan. Zaten Arjantin doğumluymuş kendisi. Filmin esas yıldızlarından biri ise Hüseyin'in dedesi Salih Kalyon. İlk filmde o da az rol almıştı ama bu filmde döktürüyor ve yarıyor adeta.
İlk filmden pek bir farkı yok, kimseye bir şey kattığı da yok. Sadece gündelik hayatın sıkıntılarından, sorunlarından 2 saatliğine uzaklaşıp, kafa yormadan gülmek, eğlenmek için, yüzünüzde sürekli bir tebessüm oluşması için birebir. Eğlenceli Ege şivesi, içinizi ısıtan yöre müzikleri, içinde duygusallıktan aşka, kaba güldürüden ince espriye, en önemlisi de Geyikli'nin müthiş manzarasına yer veren bir karışım. İlk filmin müziği "Bu fasulya 7.5 lira"ydı ve çok tutmuştu. Neredeyse filmden çok ünlenmişti. Bu filmin müziği de "Kara Çalı" olmuş ve şöyle bir perde arkası çekimi var; tık. Sanırım Ata Demirer, "serinin son filmi" demiş bu film için ama ben devamını istiyorum. İçinde Hüseyin ile Firuzan olsun da ne olursa olsun. Dikkat edin, bu her yapım için söyleyeceğiniz bir şey değildir. Kendini tekrarlayan şeyler nadiren iyi gelir gözünüze. Bunu kaç kez izlersem izleyeyim, sıkılacağımı sanmıyorum. Çok mu kişiselleştirdim olayı? Filmin sonundaki sürprizi de unutmayalım. 8/10
0 Yorum :
Yorum Gönder