31.08.2011

Cinsel İçerikli Türk Filmi, Öyle mi?

Cinsel içerikli Türk filmi, öyle haa?

Nereden çıktı bu yazı? Elbette otururken hayal edip, daha sonra biraz bir şeyler yazım diye değil, Kaybedenler Kulübünü izledim. Evet, o hani her sahnesi erotik olan, gençlerimizi içkiye ve sigaraya yönelten çarpık yapılı film var ya o işte…

Bırakın filmi falan, bazıları onlarca bazıları yüzlerce ben ise binli rakamlar kadar film izliyorum her sene. Hepimiz hayatımızın belli alanlarında mutlaka film izlemişizdir değil mi? Sinemalara önce büyüklerimizin elimizden tutmasıyla, daha sonra kız arkadaşımızla ve arkadaşlarımız giderek filmler izledik. Kimilerimiz sinemayı bir kültür öğesi olarak kabul ederken, kimileri sevgilisiyle yiyişmek için en nezih ortam olarak kabul etti. Ama daha sonralarında teknoloji sayesinde artık o filmleri bedavaya izleme şansımız oldu ve rahatladık. Şimdi neden bu kadar gereksiz bir giriş yaptım değil mi?

Biraz hafızamı yoklamama izin verin. Cinsel içerikten bahsediyoruz değil mi? Peki, o zaman artık sokaktaki amcamın bile diline dolanan ‘’Hollywood’’ yapımları çok mu ahlaklı ki cinsel içerikten bu kadar bahsedip rahatsız oluyoruz? Kendinize bir yol olarak gördüğünüz, bakmadan asla film izlemediğiniz IMDB’nin top 250 listesinde bulunan kaç filmde ‘’cinsel’’ içerik yok, hiç düşündünüz mü?

Ailecek yapılan ‘’film’’ aktivitelerin kutsal olduğuna sizi kim inandırdı? Böyle bir inanışa sahip misiniz cidden? Ailecek açık film izlenmeyeceğini; porno’dan bahsetmiyorum elbette; size kim gösterdi, kim böyle olması gerektiğini söyledi? Elbette bizler biraz daha kapalı, biraz daha geleneksel bir tutum sergiliyoruz, kendini tatmin etme eğiliminin literatürdeki ismini söylemekten bile utanan bir toplum olarak… Etrafta yayınlanan filmlerin çoğunun altındaki yorumları okuyorum ve cidden nasıl bir çıkmazda olduğumuza şahit oluyorum. ‘’Aileyle birlikte izlenmez’’ nasıl bir kavramdır cidden çok merak ediyorum. Aileyle izlenmesi gereken filmlerin listesi, kuralları her kimdeyse, kesin olarak daha ortaya çıkartmamış demektir ki bu kadar zor durumlara sokuyoruz kendimizi. Hayatımızın belirli alanlarında kendimizi sokmak zorunda olduğumuz kalıplardan birini de filmleri izlerken yaşıyoruz. Yazık.

Elbette ki hayatımızın farklı alanlarında cinsellik içeren dizilere ya da filmlere tepkimizi koyma durumunda hissediyoruz kendimizi çünkü gereğinden fazla kapalıyız bu tür olaylara. Şöyle biraz daha geniş açıdan bakmak istiyorum. Aşırı klasik bir örnek olacak ama Fatmagül’ün Suçu’nu izleyenlere sesleniyorum, siz orada tecavüze uğramış bir kadının hayatını izliyorsunuz. Yayınlandığı zaman, günün en iyisi olarak ekranlarda boy gösteren Muhteşem Yüzyıl dizisini herhalde sadece +21 yaşındaki izleyicilerin ya da +30 izleyicilerin izlenme oranlarını alarak yansıttıklarını düşünmüyorsunuz değil mi? Bu bahsettiğim diziler ‘’prime time’’ olarak nitelendirilen saatlerde yayınlanıyor ve ailecek izlenmiyor mu? Haydi, Muhteşem Yüzyıl başladı, kapatalım diyen var mı cidden?

Asıl konu bir filmde cinselliğin olup olmamasından daha fazla sizin neyi gördüğünüzdür, daha doğrusu neyi görmek istediğinizdir. Filmlerde ya da dizilerde açık olarak nitelendirilen sahnelere takılıyorsanız elbette bir şey söyleyemem, kişisel düşüncedir beğenidir ama bunda biraz tutarlılık göstermek gerekiyor. Şöyle bir toparlama yapalım. Hayatınca C.Alba’nın filmlerini, onun iyi oyuncu olduğunu, sinema tarihine geçecek dört-beş performansı olduğu için izleyen kaç tane Türk seyirci vardır? İsim A ya da B fark etmez, örnekleri ben burada durmadan çoğaltabilirim ama soruya cevap ne yazık ki bulamadım henüz. Ya da herhangi bir kadın oyuncunun çıplak sahnesinin olduğu filmi, kaç kişi adı için, kaç kişi işlediği konu için izledi? Yapmayın, siz filmlere bakarak sadece cinsellik görüyorsanız sizin sorununuz elbet. Bilinçaltınıza ayıp diye attığınız cinsellikten kaynaklanıyor, başka bir şey değil…

Sinemayı her seferinde ilerlere taşımak, farklılaştırmak gerektiğinden bahsediyoruz. Farklı konular sadece cinsellik öğeleriyle bağdaştırmak yanlış olur elbette ve açıkça bende belirtmek isterim ki, güzel ya da sağlam denebilecek filmlerin cinselliği ön plana koyarak var olmasına tamamen karşıyım. Bu benim kapalı bir izleyici ya da cinselliğe karşı olduğumu değil, aksine sinemayı destekleyen bir seyirci olduğumu gösterir diye düşünüyorum. Lakin bu yazıyı yazmamda bana esin kaynağı olan ‘Kaybedenler Kulübü’’ filminde de bundan daha fazlası yoktu. Filmde asla cinselliği bir öğe, bir kaçış noktası olarak kullanmamalarına rağmen çok çok ağır eleştiriye maruz kaldığının farkına vardım.

Bu kadar ufak denilebilecek ayrıntılara takılarak, yok efendim çocukların izlemesi sakıncalı, yanlış şeyler öğreniyorlar ve yanlış yönlendiriyorlar diyene kadar, sinemasal açıdan hiçbir değer taşımayan ve sadece halkı güldürmek için yapılan, sinemaya katkısı minimum düzeyde olan filmler üzerine biraz daha fazla konuşmak gerekmez mi sizce? Alın size farklılaşma, alın size çeşitlilik. Teşekkür ediyorum ki, İngilizce dilinde ‘’fuck’’ sözcüğünden daha ileri düzeyde, daha anlamlı küfürler ne yazık ki yok. Ama zengin Türkçemiz sayesinde, filmlerde kullanılan bu sözcüklerin bu kadar batması ise diğer bir nokta. Altyazılarda her filmde ‘’fuck’’ kelimesinin Türkçe anlamını defalarca okurken sorunmuş gibi gözükmüyor ama iş Türkçe olarak söylenmesine gelince aşırıya mı kaçınılmış oluyor? Çok merak ediyorum, filmlere bu açıdan bakabilenler, gerçek hayatta ne kadar temiz, duru ve yalın bir Türkçe konuşuyorlar. Hepsi edebiyatçı değil mi?

Kimseyi zorla yeniliklere açamazsınız ya da bu şekilde davranmasını sağlayamazsınız bunun bilincinde olarak söylemek isterim ki, bazı durumlar vardır ki olayı bir bütün olarak ele almak gerekir ve bunu yaparken de tutarlı olmak gerekir. Yabancı ya da yerli olarak ayır edip, onların ki tamam, ama Türkiye’de böyle bir şey olamaz, ben kabul etmiyorum dememeliyiz. Buradan toplumsal mesaj vererek ‘’ yeniliklere açık olun’’ gibi bir kalıptan asla bahsetmiyorum ama en azından yapılan esere saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum. Beğenmemiş olabilir, hatta hiç bir şey anlamamış bile olabilirsiniz, ama saygı göstermesini bilmemiz gerekiyor.

Allah sizi standartlıktan ayırmasın inşallah!

30.08.2011

Best Movie Quotes #18

Dark Knight [2008]

"İnsanlar dünyanın izin verdiğince iyiler, tüm kozlar bittiğinde bu uygar dünyanın insanları birbirlerini yerler."

29.08.2011

Sıfır Dediğimde [2007]

Şöyle konuya girmek istiyorum. Biraz sonra yazacağım yazı da aslında filme ‘’girdirmek’’ amacı gütmüyorum. Sadece görülmesi gereken yerleri vurgulamak, daha iyiye nasıl ulaşılabileceği hakkında genel bir söyleşi yapmak istiyorum.

Yazının başında söylemek adına; filmi beğendim… Çünkü burada gerçekten tarzının tek örneği olan bir deneme yapmaya çalışmışlar ve başarılı olmuşlar diyebilirim. Elbette en iyi filmlerde bile bir takım açıklar olabileceğini düşündüğümüz zaman; bu filminde akılları tırmalayan ve ‘’spoiler’’ olarak burada bahsedemeyeceğim çok yönü olmasına karşın; filmi acımasızca eleştirenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Kendimce söylemek isterim ki bu topluluğun %60’ının filmi anlamadığını pardon ‘’ kafalarının basmadığına’’ adım gibi eminim çünkü ancak böyle bir durumda insanlar acımasızca eleştirme haklarını ve hatta daha ileriye giderek karalama haklarını kendine bulurlar. Eminim ki anlasalar ve bir yerde ucundan tutabilseler, bu denli acımasız tepkileri vermezlerdi.

Aslı, Güzel Sanatlar Fakültesi'nde Resim Bölümü'nde son sınıf öğrencisidir. Çok sevdiği bir hocasından antika değerinde eski tarihli orijinal bir kitap ödünç alır. Kitabın da içinde olduğu çantasını o gün kaybeder. Ancak çantasını nerede ve nasıl kaybetmiş olabileceği hakkında en ufak bir şey hatırlamamaktadır. En yakın arkadaşı, Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Nevin, kitabı nasıl kaybettiğini hatırlamaya çalışırken gittikçe bunalıma sürüklenen Aslı'yı bir psikiyatriste götürür. Aslı'yı görür görmez teşhisini yapar: Dissosiyatif Amnezi. Ve bu tanıya en iyi cevap veren tedaviyi uygulamak ister. Hipnoz... Aslı başlangıçta çekinse de hipnoz olmayı kabul eder.

Hemen kafamdaki soruları sormak istiyorum; birinci soru; yukarıda ki film özetine de bakılınca, filmin kaybolan bu kitap üzerine yapıldığını anlıyoruz ama sıkıntılar zinciri burada başlıyor. Aslında sadece bu filme özgü bir sorun olmamasının yanında; acaba hangi insan kaybolan bir kitap için psikiyatra başvurmak ister ve bunun çok ciddi bir sorun olduğunu düşünür? Hani ‘’ Av Mevsimi ‘’ filminde ki o zengin adamı cesedi öldürerek nehre bırakması kadar saçma bir durum olarak görüyorum…

İkincisi; her insan psikiyatra gidebilir, bir takım teşhisler konulabilir ama hangi insan ilk gittiği doktora kendisini hipnoza sokmasına izin verebilir ve dahası üzerinde daha önce yapılmamış bir takım deneyler yapılmasına izin verebilir? Hadi diyelim ki verdi, hadi diyelim ki yapılabildi ama konu hakkında biraz daha fazla bilgi verilmesini isterdim ki bizde konuya bir yerden dâhil olabilelim. Gerçi konunun tam olarak ne olduğundan bile şüphelerim devam ediyor ne yazık ki…

Övülmesi gereken kısımların başında filmin kendisini görüyorum öncelikle. Burada bahsedemeyeceğim daha birçok ortada kalan, cevabının bulunmadığı durumların olmasına karşın böylesine cesur bir denemede bulunulması bile yeter bence. Klasik aksiyon, erotik filmlerin olduğu, basit kaçamak senaryolar üzerine kurulan ‘’x’’ sinemasının karşısına böyle bir yapıtla çıkılmasını takdir ediyorum. En azından denemişler, en azından beğeniye sunmuşlar ve yeri gelmişken de eklemek isterim ki, filmin geneline hâkim karanlık rengi, ürkütücü ortamı ve ‘’gizem’’ öğesini sonuna kadar saklamayı başarmışlar…

Psikolojik-dram tarzını sevmeyenlere herhangi bir laf diyemem, ama ‘’ben genel izleyiciyim’’ diye geçinip de, izledikten sonra anlamayıp üzerine karalama yapanlara buradan bir öpücük yollamak istiyorum. Sizin genel izleyiciliğinizin sorgulanmaması için yapılacak en güzel şey, Hollywood aksiyonu olan filmleri size bol bol izletmek ve bunlardan keyif aldığınızı görmek olacaktır.

Türk sinemasında türünün tek örneği olan bu filmi en azından bu nedenden dolayı bir kere izlemenizi tavsiye ediyorum. İyi Seyirler



28.08.2011

Greatest Movie Scenes #27

The Chaser [2008]

Oldboy ile olan karşılaştırmasını bir yana bırakırsak, kendi ayakları üzerinde durabilen bir filmdi diyebilirim. Klasik aksiyon filmlerinden ayıran yönlerini unutmamak gerekir. İşte bu da o sahnelerden biri... Filmin en can alıcı sahnesi belki de ... Soğukkanlılık ile havaya kalkan

27.08.2011

Legends Of The Fall [1994]

Tarih kokan filmlere saygı göstermek gerekiyormuş…

1900’lerin Amerikasında orduda görevli Albay Ludlow, birtakım sıkıntılardan sonra ordudan ayrılır. Kendi çiftliğinde oğullarıyla beraber yaşamaya başlar. Bu arada 1. Dünya savaşı başlar ve albay’ın tüm karşı çıkmalarına rağmen 3 kardeş savaşa katılır. En küçük oğlan Samuel'in öldüğü savaşın ardından diğer oğlu Tristan Samuel'in nişanlısı Susannah'la yakınlaşmaya başlar ve aralarında bir aşk başlar. En büyük kardeş Alfred'inde Susannah’tan hoşlanmaya başlamasıyla olaylar değişir ve gelişir.Bu arada kardeşinin ölümünden kendini sorumlu tutan Tristan bir çıkmazın içine girmiş bulunmaktadır. Kendi karakterini arayan ufak bir çocuk gibi oradan oraya koşturmaya başlar ve ne yapacağını bilmez bir halde kendi mutluluğunu aramaktadır.

Birden fazla şeyi anlatmaya çalışan filmlerin sonu genelde çok hayırlı olmaz, izleyiciyi bilinmeyenlere doğru sürükler. Mesela şurada birçok örnek sunabilirim ki, savaşı işlerken karakter analizlerine bulaşarak konuyu aşka bağlamaya çalışmışlardır. Genelde hüsranla biten filmlerden sonra, bu tarzı desteklemek ve izlemek için başına oturmak büyük cesaret ister. Tarih biraz eski, oyuncularda ‘’legend’’ dediğimiz seviyede olunca izlememek olmazdı…

Kaliteli bir aşk hikâyesini, zaman göre yorumlanması diyebiliriz film için basitçe. Zaman geçtikçe ve koşullar değiştikçe iyi doğru, kötü yanlış yanlarını bolca sorgulama şansınız oluyor olayların. Sıkı aile bağlarının nasıl olması gerektiğini ve zamanla böylesine güçlü bağlarda bile sıkıntılar yaşanıp, parçaların birbirinden kopacağını görebiliyoruz. Tristan’ın kendi başına buyruk ama bir o kadar korumacı yapısı, babanın sağlam duruşu, Samuel’in saflığı… Anlatım olarak çok üst düzeydeydi diyebilirim. Birbirine ölesiye bağlı 3 kardeşin bir kadın tarafından nasıl birbirlerine düştüğünü ve sonuçlarının nelere mal olduğunu sırasıyla çok iyi bir şekilde aktarmış.

Brad Pitt’i izledikçe, aslında 40lı yaşlarından önce ne kadar etkileyici olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Şahsen günümüz şartlarına göre bir değerlendirme yapsam, büyük hayal kırıklıklarının ön planda olduğu, eski filmlerinden yakaladığı hayran kitleleriyle yoluna devam eden bir yıldız olduğunu söyleyebilirim. Eski filmlerde onu izledikçe bu tezimin ne kadar doğru olduğunu kanıtlar oldum kendime. Şu filmde ortaya koyduğu performanstan sonra, şu sıralarda sinema tarihine çoktan adını yazdırmış olmasını beklerdik. Ama ne yazık ki durum o kadar basit değil… Hopkins’i izlemek ise argo bir tabirle ‘’ orgazm’ın en saf hali ‘’ olarak nitelendirilebilir. Normal ve anormal olarak katagorize edersek bu filmdeki rolünü, nispeten diğerlerine göre biraz daha çekinik bir karakterde olmasına karşın filme en dikkat çeken oyuncusu olmayı başarmış.

Film gerçek anlamda bir dram filmi... Yer yer güldürüyor , yer yer heyecanlandırıyor ama mutlaka her izleyenin elbet zayıf bir noktasını bulup içini de sızlatmayı başarıyor.İzlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.



26.08.2011

The Chaser [2008]

Sakın aklınıza Oldboy gelmesin…

Çoğu insan idrak etmek de ya da anlamakta zorluk çekiyor olabilir. Bazılarına bir şeyler göstermek için gözüne sokmak, ucunu açık bırakmamak gerekir. Hazır bu yazıyı okuyan birkaç kişi varken, bende bu hatırlatmayı yapayım. Eve The Chaser da aynen Oldboy gibi G.Kore yapımı bir film. Ama siz siz olun, iki filmin tarzının sakın aynı olduğunu düşünmeyin. Size karşılaştırma yapmayın demiyorum, yanlış anlaşılmak istemem, sadece tarzlarının aynı olduğunu düşünmeyin yeter…

G.Kore sineması 2003 yılında öyle bir film sundu ki dünya sinemalarına, artık her gelen iddialı film onunla karşılaştırılır, acaba ondan daha iyisi var mıdır tarzında bir arayışa girer olduk. NBA’de her ortaya çıkan yıldızın M.Jordan ile kıyaslanması ve hangisinin onun varisi olduğunun tartışılması gibi. Çok gereksiz, her filmi kendi tarzında, kendi döneminde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki bize daha ilkokul sıralarında öğretilen dünyanın en klişe değerlendirmelerinden biri olan ‘’ elma ile armudu nasıl karşılaştırırız?’’

Aksiyon içinde aksiyon olan, sonunun daha ilk dakikalardan ne olacağını tahmin edebildiğimiz filmlerden biri daha. Artık tahmin oyunları oynamak yerine, kaderde varsa diye dalıyorum filmleri izlemeye ve bazıları cidden çok değişik sonuçlar verebiliyor, aynı bu filmde olduğu gibi. Kabul ediyorum, kedi fare oyunundan daha fazlası değildi izlediğim film ama nasıl sunulduğuna da biraz bakmak gerekmiyor mu sizce de?

Film kısaca; eski polis memuru Joong ho, yeni hayatında bir kadın satıcısı olmuş ve paradan başka birşey düşünmemeye başlamıştır. Ofise telefon gelir, kadınlar işe gider, Joong ho parasını kazanır. Bir süre sonra O'na bağlı telekızlar bir bir kaybolmaya başlar ve Joong ho küplere biner, çünkü kadınlarının kaçırılıp satılmaya başlandığını düşünür. Bu işin izini sürerken, en son işe gönderdiği Mi jin'in gittiği adamın diğer kaybolan telekızların gittiği adamla aynı adam olduğunu saptar.

Kovalamanın en can alıcı kısmı katilin yakalanmasıyla bitiyor. Bir dakika, panik yapmayın, filmin zaten ilk yarım saatinden bahsediyorum. Her şey belli, katil elde ama asıl hikaye bundan sonra başlıyor. Bürokrasi ve hukuk engellerinin aşılamamasına film çok güzel vurgu yapmaya çalışmış. Tam olarak bir kaynağım olmamasına rağmen, yaşanmış olaylardan esinlenerek hazırlandığını okumuştum birkaç yerde, çok da uydurma bir hikaye gibi gelmedi bana.


Elbette sıkıntılarımız da var biraz film hakkında. Mesela biraz fazla ağır gitmesi bunlardan en büyüğü olsa gerek. Ama aslında sadece üzerine biraz kafa yorunca fark edilebilecek bir eksi yanı daha var ki beni çok rahatsız etti. Film, ara ara çıkmaza giriyor havası yaratıyor, mesela hani deriz ya ‘’ ağbi, bir izlemeye başladım, başından kalkamadım vallaha’’ iş bu kavrama uymuyor ne yazık ki… Araya biraz kesik atmak isterlermişçesine duraksıyor film ve istemeden bütünlüğü bozuyor. İkinci yarının başlamasıyla birlikte filme dâhil olan duygusal anlar sayesinde bu ağırlık sorunu da ortadan kalkıyor diyebilirim, gene de izlenilebilirlik açısından çok çok büyük bir sorun yarattığını düşünmüyorum.


Yun-Seok Kim dehşet bir performans sergiliyor. Adam varını yoğunu ortaya koyuyor ve müthiş bir oyunculuk çıkarıyor. Tüm filme yoğunlaşmamın en büyük sebeplerindendi. Jung-Woo Ha mimikleri ve tavırlarıyla sizi çıldırtabiliyor. Bunu da başarılı oyunculuğuyla gerçekleştiriyor diyebilirim.


Çerezlik aksiyon filmi arıyorsanız tam size göre diyebilirim. Aksiyonu, kovalama sahneleri bol olan bir film. Unutmadan; bu aralar çok gözüme takılmaya başladı filmlerin oluşmasına hatta var olmasına neden olan ufak ayrıntılar… Cep telefonları niye çekmez?