Hunger, 2008 yılında vizyona girmiş olan, Steve MacQuinn'in yönetmenliğini üstlendiği bir film. Yönetmenin ilk filmi olan Hunger'ın başrolünde Michael Fassbender var. Baştan söyleyeyim oldukça zor bir film. Zordan kastım şu, filmde izlediğimiz şeylerin tamamının gerçek bir hikayeyi yansıtması ve filmde "açlık"a ve diğer eylemlere vurgu yapabilmek adına diyalogların oldukça az olması ve uzun uzun aynı sahneleri göstermek filmin seyrini zorlaştıran öğeler. Bu anlamda Uzakdoğu filmlerini izlemeye tahammül edemeyenlere asla tavsiye etmiyorum.
Filmde 17. Yüzyıldan beri İrlanda’nın kuzeyinde yaşanan Katolik-Protestan çatışması, İngiltere’nin Demir Leydi’li (Margaret Thatcher) yönetimi sırasında Maze hapishanesindeki İRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) üyelerinin yaşadıkları temelinde anlatılıyor.
Filmin odak noktasını ise İRA’nın siyasi kanadını oluşturan Sinn Fein partisi üyesi Bobby Sand’ın savunduğu değerler için açlık grevine girmesi oluşturmaktadır. Filmin ikinci yarısında Bobby Sand’ın açlık grevi süresince fiziksel olarak nasıl bir dönüşüm geçirdiği gözler önüne seriliyor. Bunun dışında İRA üyelerinin savundukları değerler uğruna yaptıkları diğer önemli ve sonuç veren eylemler de filmde yer alıyor.
Filmin en çarpıcı sahnesi 18 dakika süren bir diyalog. Bu sahnede Bobby Sand, Maze Hapishanesinin rahibiyle sohbet ediyor. Oldukça uzun olduğu gibi bir o kadar da başarılı bir diyalog sahnesi olmuş. Sahne çok uzun olmasına rağmen diyalogun son cümlelerine kadar ilgiyle izliyorsunuz. Sahnenin farklı olmasının sanırım en önemli nedeni filme kontrast oluşturması, film boyunca çok az konuşma olmasının yanında 18 dakikalık bir diyalogu filmin ortasında izlemek oldukça etkili ve farklı bir his uyandırıyor. Bu anlamda yönetmen Steve MacQuinn çok iyi bir iş çıkarmış. Hem o zamanlar yaşanan olayları çoğunlukla görsel olarak göstermiş hem de Bobby Sand’ın fikirlerini bir diyalog sahnesiyle izleyiciye yansıtmış.
Bu tür dönem filmlerinin bence şu anlamda bir eksikliği oluyor. O da bu tür filmlerde konuya genel giriş gibi, belki bir bakıma belgesel tadında belli başlı bilgilerin verilmemesi. Tabi filmin ticari kaygıları veya belgesel türünde yayınlanıp yayınlanmama durumu bu anlamda belirleyici olabiliyor. Bir de belgeselden ziyade dram türünde vizyona girdiğinde daha fazla insana hitap edeceği açık. Ben de zaten bunun karşısında yer almıyorum. Bence de belgeselden ziyade dram türünde bir şeyler izleyenlerin sayısı daha yüksektir ve bu insanlara ulaşmak adına çok spesifik bir konuya odaklanmalıdır film. Ama işte bu tür, çok uzun yıllardır sorun olan bir konunun sadece bir ya da iki yılını anlatırken resimlerle ve yazılarla konunun geneli ile ilgili bilgilerin verilmesi şart. Çünkü bu tür bir bilgi verilmediği zaman, konuya vakıf olmaktan çok filmin kurgusu, oyuncusu, film içinde söylediklerinin tam olarak bir anlamı olmuyor. Bu filmde de 1981 yılındaki İRA üyelerini görüyoruz ve öncesi kesinlikle yok. Bu yüzden konuyu hiç bilmeyen birinin bu filmi izlemesi mümkün değil zira öyle ortadan bir yerden başlıyor ve o kadar az konuşma var ki, izleyenlerin tahammül edip filmi bitirmesi oldukça zor. Güz Sancısı’nın da aynı sorunu vardı. Film 6-7 Eylül olaylarını bir imkansız aşk çerçevesinde anlatıyor ama öyle bir anlatıyor ki siyasi tarih açısından en ufak bir şeyi anlayamıyorsunuz. Orada bir sürü işler dönüyor ama konuyu bilmeyen biri o filmde bir tek Rum kızıyla Türk çocuğun aşkını izler. Dolayısıyla film, tarihten bir kesit sunmaya çalışırken, tarihi fon olarak kullanıp aşk filmini vizyona sokmuş olur. Hunger filmi ise Bobby Sand üzerinden tarihten bir kesit sunmaya çalışmış ama filmi izlerken tarihi olarak bir şey öğrenmekten ziyade Maze hapishanesi mahkumlarının yaşadığı şartları izliyoruz.
Filmin sonunda benim bahsettiğim anlamda birkaç yazı akıyor ama o da sadece Bobby Sand’ın açlık grevinden öldükten sonra, siyasi arenada yaşanan birkaç değişiklikten ibaret. Filmin tek gayesinin sadece o şartları göstermek olduğunu düşünmüyorum çünkü o adamların neden o şartlarda yaşadıklarını neden eylem yaptıklarını film içinde anlayamadıktan sonra, film ajitasyondan öteye gitmez bence. Ben filmi izlerken biraz daha şanslıydım. Bir yıl önce İRA konusunda bir ödev hazırlamıştım o açıdan konuya genel olarak hakimdim. O yüzden izlerken çok zorlandım. İngiltere’nin ne kadar özgürlükçü! bir ülke olduğunu da bir kez daha anladım.
Kazananların yazdığı tarihi okumak durumunda kaldığımız için bu tür filmlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü tarihsel anlamda kaybeden ya da kaybeden tarafında olanların gözünden göreceğimiz tarihin çok daha çarpıcı olduğuna inanıyorum. Bu film de aslında bi anlamda kazandırılmayanın tarihinden küçük bir kesit sunuyor.
Sinem
0 Yorum :
Yorum Gönder