Diğer ülkelerde ve Amerika'da durum nasıl bilemiyorum ama oscar ödülleri bizim ülkemizde sinemayı takip eden hemen herkes için önemlidir. Akademinin gerçekte kime neden ödül verdiğini bilmesek de bi film oscar almışsa daha fazla insan tarafından izlenir ve çoğunluk beğenir. Fakat Hollywood sinemasını hem sıkı takip edip de hem de az da olsa siyasetten anlayan kesim için oscar ödülleri Amerika'nın hegemonyasını pekiştirmek adına yaptığı törenlerden biri olduğunu bilir. Özellikle son oscar ödüllerinin dağıtımına baktığımızda bunu çok açık şekilde görebilmekteyiz. Oscar ödüllerinde en iyi kadın ve en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülleri aslında birbirinden farklı gibi görünen ve gerçek yaşam öyküsü filmlerine gitti. Bunlardan biri Precious diğeri de The Blind Side. Ben Precious'u değil The Blind Side'ı anlatmak istiyorum. The Blind Side Sandra Bullock'a yıllar yılı heveslenip de alamadığı oscarı getirdi. Açıkcası ben ortada süper şahane bi oyunculuk görmedim zira Mo'Nique'in Precious'ta gösterdiği performansın yanına bile yanaşamaz. Bi de tabi film izlerken algı da çok önemli bir faktör. Filmi izlerken Sandra Bullock'un olduğu her sahnede dikkatimi çeken iki şey vardı. Birincisi haç şeklindeki kolyesi ikincisi de beyaz tonlarda çok meşhur ve oldukça pahalı ama bi o kadar da çirkin bi kol saatiydi. fFlm boyunca bu iki şey hristiyanlık ve sosyal statüyü gözümüze soktuğu için Sandra'nın oyunculuğu oldukça gölgelenmişti. Bunun dışında filmin en rahatsız edici tarafı hikayesi anlatılan Big Mike'ın filmin ilk 1 saatinde çok az cümle kurması ve o az sayıda kurduğu cümlelerin tamamının insanı en derinden yaralayabilecek, sahip olduklarını sorgulayacak kadar acıklı olmasıydı. Adam o kadar az cümle kurup sürekli vurucu bir şeyler söylediği için (ki cümleler de olukça kısaydı) acındırmanın şiddeti oldukça yüksekti. O açıdan filmde göze sokulan belli başlı birkaç şey dışında bildiğimiz amerikan rüyasını sosyal sınıflar arası geçiş bağlamında anlatmaya çalışmış film.
Akademinin hem The Blind Side'a hem de Precious'a oyunculuk performansları ve uyarlama senaryo dallarında ödüle layık görmüş olması da yine Amerikan hegemonyasını oldukça pekiştiren bir durum olduğunu düşünüyorum. Yani açıkcası iki film de, Amerika'nın ne kadar iyi bir sosyal devlet olduğunu ve insanlara fırsat yaratılarak onların başarılarına destek olduğunu göstermeye çalışıyor. Fakat filmi daha dikkatli seyrettiğinizde Amerika'da sosyal devletin tamamen çökmüş olduğunu ve beyaz değilseniz hayata tutunma şansınızın oldukça düşük olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Gerek bürokrasinin gerekse de üretim araçlarının tamamının beyazların elinde olması siyahilerin hala beyazlarla eşit olmamasının en büyük göstergesidir. Dünyanın her yerinde olduğu gibi bütün insanlar eşittir ama bazıları daha da eşittir.
O kadar şey yazdım filmin konusunu yazmadım. Konuyu da yazıp final yapayım. 17 yaşında Big Mike adında bir siyahi genç var. Babasını hiç tanımıyor annesi ise çok ilgisiz ve oldukça fakir bir kadın. Mike küçük yaşta annesinden alınıp başkaları tarafından büyütülüyor. Mike'ı büyüten adam kendi oğlunun bi hristiyan okulunda okumasını istiyor ve Mike'ı da aynı okula yolluyor. Mike oldukça içine kapanık ve normalin üstünde vücut ölçülerine sahip. süper bi koruma içgüdüsü dışında gelişmiş hiçbir özelliği yok, öğrenme güçlüğü de çekiyor. oldukça soğuk bir akşam Mike yolda yürürken Leigh Anne Tuohy (Sandra Bullock) ile karşılaşıyor ve hayatı değişiyor olaylar gelişiyor. bize bildiğimiz bir hikayenin altını çizerek baştan anlatan bir film olarak muhakkak izlenmesi gerektiğini düşünmüyorum. 3/10
Sinem
Sinem