1+1 kaç eder? Gerçekten soruyorum, yazıyı okuyana kadar
düşünün, 1+1 kaç eder?
İzlediğim en felaket dram filmlerinin Avrupa Sinemasından
çıkıyor olmasını nasıl açıklarsınız? Ben şöyle açıklamaya çalışayım çünkü
buralarda görebileceğiniz en rezalet(kötü anlamında değil), en felaket, en
dokunaklı ve en acılı hikayeleri bulabileceğiniz bir sürü bölge var. Bu arada
sormadan geçmek istemiyorum, 2009 yapımı olan The Secret in Their Eyes filmini
izlediniz mi?
2010 yılının ‘’ En İyi Yabancı Yapım’’ dalında kapışan bu
iki filmi de izlemenin haklı gururu içindeyim artık. Hep bir parça eksik, hep
bir parça yoksun, hep bir parça dışarıda kalıyordu… Artık tamamladım. İkiz
Jeanne ve Simon’u karışık köklerini araştırmak için Orta Doğu’ya göndermek bir
annenin vasiyetidir. Babalarının kim olduğunu ve simon’un abisinin kim olduğunu
bulmaları gerekmektedir.
Ne izledim ben? Ben Radiohead(dinlemem, okul projelerinden
aşinalık var) ile harika bir başlangıç izledim. İlk 3-5 dakikada sanki fotoğraf
karelerini arka arkaya sıralarmışcasına devam etti. Daha sonra farklı hayatlar
gördüm. Geçmişleri acı dolu, geçmişleri öfke ve bilinmezlik dolu hayatlar
izledim. İşte tam bu sırada gerçek dünyaya döndüm ve işte o zaman iyi-kötü
ayrımını yapabildim. Daha sonra tekrar ‘’kötü’’ kısma döndüm. ‘’zorlanmayı’’,
‘’kırılmayı’’ izledim. İzledikçe filmin daha çok etkisi altına girdim ve acaba
daha neler olacak beklentisine kapılmaktan kendimi alamadım.
Kim bu abi? Kim bu baba gerçekten? Sonu asla görünmeyen bir
okyanusta kaybolmuş gibi, ne tarafta çıkış acaba diye baktığım ama göremediğim
karanlık bir odada gibi hissettim kendimi. Çıkış yolu hiç olmayacakmış, ama bir
o kadar da sanki bütün yollar da birbirine bağlıymış gibi. İki saat on dakika
boyunca içimde bir sıcaklık hissettim, bitmek tükenmek bilmeyen, bir annenin
ızdırap dolu anlarını izledim. Tek bir amaç ve bu amaç uğruna neleri göze
alabileceğini izledim. Ne mutlu bana ki sadece izlemekle kalmadım, kalamadım…
Yaşadım.
Bir geçmişe, bir şimdiki zaman dönerken bir an yutkundum ve
izlemeye devam ettim, tamamen kendimi olaya bıraktığımda filmin sonuna
geldiğimizi ufaktan anladım. Artık dram ve üzüntü yerini Orta Doğu’nun
pisliklerine bıraktı. İşte ben bunları izledim, sonra hani biz yaparız ya hani,
filmleri izledikten sonra böyle düşünürüz ya hani, hep yaparız ve sonra unutur
geçeriz ya… Böyle hayatlar varken, böyle acılar varken ben daha neyin peşinde
koşuyorum, sabah gelmeyen dolmuşa küfür edip, bize hunharca davranan ve emirler
yağdıran patronun arkasından küfür edebilen insanlar olduğumuzun bir kere daha
farkına vardım.
The Stoning of Soraya, The Secret in Their Eyes hatta ve
hatta Oldboy gibi filmleri izledikten sonra acaba dahası ne olabilir ki bu
filmlerin çitayı koyduğu yere daha ne yaklaşabilir ki dediğim bu gecede karşıma
çıkan Incendies hayata bakışımı ‘’kısa!’’ süreliğine olsa değiştirmeyi başardı.
Bir kere daha değiştirmeyi, bana ‘’film izledim ben’’ dedikten sonra dünyanın
en büyük rahatlamalarından birini verdi, çünkü ben izledim, anladım, idrak
ettim ve düşündüm.
Kaybolan çocukları bulma, bol topraklı ortamlarda kaybolan
ve peşlerine düşen tek kişilik ordular ve dağıttığı kasabalar temalı filmlerden
olduğunu sanıyorsunuz değil mi? Ya da milyon dolarlar harcanan teknoloji
harikası filmlerden biridir diye düşnüyorsunuz değil mi? Hayır! Bu sefer ben
kazandım, hiçbiri değil… İlk dakikalardan sonra çok başarılı bir akış ile
ilerleyen, yer yer fotoğraf karesini andıran sahnelerin kullanıldığı ve sizi
sonuna kadar meraklandıracak bir filmden bahsediyorum ben…
2009 yılında The Secret in Their Eyes filmi ile olan
benzerliği dikkatimi çokça çekse yıllar sonra akıllara kazınacak ve belki hiç
unutamayacaklarınız arasına girecektir…
Mutlaka izleyin ve daha sonra izlettirin…
Bir dakika, yukarıda bir soru sormuştum değil mi?
Cevaplamadan yazıyı bitirmek olmaz, 1+1=2 eder ama ya 1+1=1 olursa, o zaman ne
yaparsınız?