31.07.2009

U.S. Marshals [1998]




Filmi izledikten sonra yorumları okudum genel olarak neler denmiş, neler söylenmiş diye ve ilginç şeylere rastladım.Herkez 1993 yapım The Fugitive ile benzerliklerinden bahsediyor.O filmi izlememiş olmam aslında iyi oldu, böylece daha sağlıklı bir yorum yapabilme şansım oldu.

Filme şöyle başlayalım; T.L Jones U.S Marshals adlı bir polis örgütünün başında.Wesley Snipes ise en iyi yaptığı rollerden biri olan kaçak rolünde.Mahkumların uçakla sevkinden başlayan bir olay örgüsü var.Kazadan sonra hikayenin başlayabilmesi için gerekenler oluyor ve bütün mahkümlar toplanırken Snipes kaçıyor.Bundan sora olay basit bir polis-kaçak kovalamacasına dönüşür ama R.Downey'nin karışmasıyla farklı bir boyuta geçiyor.Açıkçasını söylemek gerekirse zevkli ve baya sürekleyici bir film olmuş.Biraz baside kaçar gibi gözüksede en azından olayların, daha doğrusu gerçeklerin sonradan çözülmesi işin zevkini kaçırmıyor.

Oyunculara gelirsek, T.L Jones'un iyi performanslarından birini izliyorsunuz.Diğerleri hakkında söylenecek fazla bişey yok.

Bu yazıyı biraz kısa tutmak daha mantıklı olacaktır çünkü söylenecek fazla bişey yok.Basit aksiyon tarzından, biraz daha thriller tarzı katarak hem filmi zenginleştirmişler, hemde filme biraz sürekleyicilik katmışlar.Benim notum 10/5.5

UnjustLucifer

28.07.2009

Slumdog Millionaire [2008]


2008 yılında Oscar ödülü alan veya bu ödüle layık görülen kaliteli yapımları izleyip yorumlamaya devam ediyoruz efendim. Şimdi ki filmimiz 2008 e damgasını vuran Slumdog Millionaire. Hemen konusuyla başlamak istiyorum; Slumdog’umuz Jamal Malik, Hindistan’da büyük bir izleyici kitlesi olan “Who wants to be a millionaire?” yarışmasına katılır. İlginç bir şekilde bütün sorulara doğru cevabı veren Jamal’ın hile yapmasından şüphelenir program sunucusu. Hatta suçu kanıtlanmadan işkence bile görür. Fakat suçsuz olduğu ve bütün soruları gerçekten bildiğini flashbacklerle anlarız. Flashbacklerde çocukluğunu, kardeşi Salim ve kız arkadaşı Latika ile olan hayat hikayesi anlatılıyor.

Film inanılmaz senaryosuyla dikkat çekiyor. Simon Beaufoy ve Vikas Swarup mükemmel bir iş yapmışlar. Danny Boyle senaryoyu okuduğunda Simon’a “Bu gerçek bir hikaye mi?” diye sormuş. Aldığı cevap “Hayır” olunca hayalkırıklığına uğramış. “Bunun gerçek bir hikaye olması gerekiyordu.” diyor. Düşük bütçeli bir yapım. 90 dakikalık bir yapım. Sonu tahmin edilebilir ve mutlu bir son. Her şey basit ve güzel. Sadece özgün senaryosuyla sizi ekrana bağlıyor en iyi film, en iyi senaryo ve en iyi yönetmen dahil 8 oscar alan bu güzel yapım.

Oyunculuklara değinmek istiyorum. Salim ve Jamal 3 dönem gözükmüş. Latika ise 2. Yani Salim ve Jamal’i 7, 13 ve 18 yaşlarında izliyoruz. Latika’yı ise 7 ve 18. 7 yaşındaki Salim, Azharuddin Mohammed İsmail o yaşına ve oyunculuk bilgisi 0 –yazıyla sıfır- olmasına rağmen inanılmaz oynamış. İzleyene gerçek hayatta da öyle bir karaktere sahip izlenimi veriyor. Çünkü o yaşta o zalimliği göstermek gerçek hayatta da o zalimliği yaşamış olmaktan geçer bence. 18 yaşındaki başrol oyuncumuz Jamal’ı oynayan Dev Patel’de rolünün hakkını vermiş. Latika’yı oynayan dünya güzeli Freida Pinto oyunculuğuyla olmasa da güzelliğiyle dikkat çekiyor. Oyunculuklarıyla dikkat çeken diğer isimler program sunucusu rolünde Anil Kapoor, Maman’ı oynayan Ankur Vikal ve Jamal’ı sorgulayan polis rolünde Irfhan Khan.

Birkaç hatası var filmin. Bunlardan en basidi son sorunun kolaylığı. Spoiler vermek istemiyorum. İstemeden verebilirim o yüzden okurken dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Son soru dünyaca bilinen edebi bir soru. Mesela ondan önce bir kriket sorusu var. Onu bilmek neredeyse imkansız. Ha bize göre imkansız, Hindistan’da imkan dahilinde olabilir ama son sorunun yanında hakikaten zor kalıyor. Bir diğeri de 18 yaşında bir çocuğun Hindistan’da herkesin bildiği bir şeyi bilememesi. “Bayrağın altında yer alan ve Hindistan’ın simgesi olan söz hangisidir?” sadece 4 cevaba bakarak bile yapılabilecek bir soru. Yani soruyu sormadan size 4 cevap yazsalar hangisi doğrudur deseler doğru cevabı bilirsiniz. Ama bu tip saçmalıklarda hikaye için gerekli. En azından Danny Boyle böyle düşünmüş. Filmin masalsı anlatımı içinde olabilecek şeyler.

Dışarıdan birinin gözüyle Hindistan’ı gerçekten izliyoruz filmde. Çoğu Hint filminde olduğu gibi güzelliklerini değil, Bombay’ın varoş caddelerini, çoğunluk kesimi izliyoruz hemde. Düşük bütçeli olabilir ama özgün senaryosuyla bir kere izledikten sonra birkaç kez daha izleme isteği uyandırabilecek mükemmel bir Danny Boyle filmi olmuş. 8 Oscar’ı hak etmiş mi? Bilemem ama 2008 in en iyi filmi rahatlıkla diyebilirim. 10/9

An American Crime[2007]



Tam bir manyak filmi.Değişik bir giriş oldu ama heycanla yazmaya başlamak istiyorum.Filmle ilgili sorsalar; nasıl film diye söyleyeceğim ilk şey, herkeze göre bir film değil demek olurdu.Film gerçekten her izleyicinin izleyebileceği tarzda bir film değil.Gerçek bir olaydan esinlenmiş bir film.Sadece çok kötü bir hikaye yazmış olmak için yapılmış bir film.

Film Sylvia Likens isimli bir kızın hayatının bir parçası üstüne kurulu.Annesi ve babası sirkte çalışan bu kız, ebeveynlerinin turneye çıkması üzerine başka bir ailenin yanına gönderilir ve bir süre orda kalması uygun görülür küçük kardeşiyle beraber.Herşey başlarda gayet güzel işliyor gibi gözükür ama ailedeki büyük kızın, kendinden büyük erkek arkadaşından hamile olmasını, aralarından geçen bir 2 li konusma sırasında slyvia duyar.Daha sonralarda bu dedikodu herkezin arasında dolaşır ve bunların kaynağı olarak Slyvia gösterilir.Gerçekler biraz farklı olmasına rağmen, tam bu anda gerçek filmin başladığına şait oluyorsunuz.Annenin kendine özgü cezalandırma teknikleri vardır -anlatmak istemiyorum- ve onları daha hafif olandan en ağırına kadar uygulamaya başlar ve izleyicinin duygularıyla oynanmaya başladığı anda tam o sahnelerdir.Bunu biraz daha açmak gerekiyor, nasıl ?

Filme biraz daha ayrıntılı olarak bakalım.Film gerçekten çok irrite edici yapılmış.Sadece basit bir filmden daha fazla hani rahatsız eden bazı video klipler vardır internette.Aslında biliyorsunuz bunların gerçekten olduğunu ama insana bunları izlemek fena halde bir rahatsızlık veriiyordur.İşte bu onlardan birtanesi.Film ilerledikçe filmdeki karakterlere karşı duygular yaratıyorsunuz içinizde.Mesela Slyvia'nın bırakıldığı ailedeki bakıcı inanılmaz bir karakteri canlandırmış ve kıza yaptıklarını görünce ekran başında resmen kendinizden geçiyorsunuz.O sahnelerdeki soğuk kanlılık ve kendinden ödün vermeyen duruşu gerçekten inanılmaz.Büyük kızın yaptıkları inanılmaz sınıfına giriyor.Kendi kusurunu örtmesi için, bütün suçu slyvia ya yüklemesi ve ona yapılan cezalandırmaları öncelerinde izleyip daha sonlarında kendisinin dahil olması ise bitirici...Yazının burasından sora biraz daha filmden bahsedeceğimi belirtmek istiyorum ve okumanızı tavsiye etmiyorum.Filmin büyüsü kaybolur diye değil, sadece iğrençliğini biraz hafifletmek adına okumayın!

Bahsetmek istediğim nokta şu, anne rolündeki Gertrude, sylvia ya inanılmaz işkenceler uyguluyor film boyunca.Bu sahnelerde Gertrude karakterini canlandıran Catherine Keener'ı tebrik etmek istiyorum.Kendi kızlarında olmayan alışkanlıkları ve davranışları, başkasında gören ve bunları kıskanan bir rolü canlandırmış ve heralde daha iyisi olamazdı.Kaldı ki zaten bu gibi filmlerde süperstar kategorisine koyabilceğimiz oyuncuların oynamaması filmin takip edilebilirliği açısından daha rahat oluyor.Daha öncelerinde bahsetmiştik bundan ama Sylvia rolündeki Ellen Pageden hiç bahsetmedik.Hani oyunculuk performansını kriterlere bağlı olarak değerlendirmem gerekirse 10 üzerinden 9.5 felan vermek gerekiyor.Küçük yaşına rağmen gerek verdiği tepkilerle, duruşu, mimikler, konusması tek kelimeyle inanılmaz.Kaldı ki şöyle bir durum var, eğer fırsat bulurda filmi izlerseniz, böyle ufak yaşta, bu rolü oynamak imkansız gibi gözükebiliyor.Ben izlerken mahvolduğuma göre -duyguların tarifi yok- oynarken bunları bu kadar hissetmek çok çok kötü bir durum olsa gerek.Hele filmin final sahnesi zaten kopartıyor.Bu filmi bir arkadaşımla beraber izleme fırsatı buldum ve son sahnelerde kendisini odayı terk ettircek kadar ilginç ve bir okadarda iğrenç sahneler var gerçekten.

Hemen kendi yorumlarıma geçmek istiyorum çünkü filmi anlatmak yerine, buraya kendi yorumlarımı yazmak bu film için daha geçerli bir durum olacaktır.Bazı filmler vardır mesela ıssız adam, sırf izleyiciyi ağlatmak içindir.Yada bazı filmler sadece filmdeki duyguyu hissetirmek içindir yada aksiyon filmleri vardır, izleyiciyi süreki ayık tutmak için.Ama bu tamamen farklı.Sırf rahatsız etmek için yapılmış gibi.Çünkü öyle sahneler varki, insanın aklı almıyor dayanamıyorsunuz.Film sonlarına doğru yaklaştıkça kendinizi öyle bir kaptırıyorsunuz ki, gözler doluyor, sinirler geriliyor ve daha anlatılmayacak bir sürü duygu karmaşası.Sonra aklınıza kız geliyor bu rolü nasıl oynamış.Çevreyi düşünüyorsunuz, bu nasıl bir aile ve nasıl bir yaşam tarzı diye.Ondan sonra zaman aklınıza geliyor ki 1965 lerde böyle bir olayın nasıl yaşanmış olacağını düşünüyorsunuz.Filmin sonu aslında belli, ama rahatsızlık hikayenin anlatılışında.Gerçek hikayesini merak ettim gerçekten acaba bu kadar ayrıntı verilmişmidir ama inanın bundan daha fazlası olamaz.

Kusra bakmayın, bu kadar iğrenç bir film olmasına rağmen gözümü kırpmadan izledim ve beğendim.Kabul ediyorum, film bittikten sonra şöyle bir tekrardan düşündüm.Bu ne yaaa gibilerinden ama sonra tak tak tak parçaları tekrar yerleştirdim ve süper bir yapım! olduğuna karar verdim her ne kadar konusu irrite edici olsada.Herkezin izlemesi gereken bir film olduğunu düşünmüyorum ve bu yüzden herkez izlesin demiyorum.Barda filmini izlediyseniz bu filmi o kategoriye koyabiliriz.+18 bile olması çok mantıklı olacaktır.

Notum 10/8.8 ki uzun zamandır 8.5 in üstüne çıkacak bir yapım bulamıyordum.Gerek anlatım, gerek oyuncular, konu, mekanlar süper rahatsız edici bir film olmuş.

UnjustLucifer

27.07.2009

Winged Creatures [2008]



Son 6-7 aydır izlediğim en garip filmlerden biriydi.Tam olarak karar verebilmiş değilim iyi bir film mi, yoksa anlamsız bir film mi ?Filmi herzaman yaptığım gibi sizlere anlatmadan sunmaya çalışmiycam bu sefer.En baştan anlaşalım.Bu yazıyı okuyorsanız ya filmi anlayıp izleme gereği duymayacaksınız, yada okuduktan sonra, bu salak bunu anlamamış, ben izleyimde şuna anlatim diyceksiniz.Hadi başlayalım.

Kate Beckinsale, Dakota Fanning ve F.Whitaker'ın olduğu bir filmden bahsediyoruz.Konuyu anlatmak istemiyorum ama filmin bazı sahnelerini tartışmak istiyorum hemen belirteyim.Öğleden sonra bir restaurantda yemek yemek için bulunan bir toplulukla başlıyor filmimiz.Servis yapan bayan, barın kenarında oturan bir adam, 2 genç cocuk ve bu cocuklardan bir tanesinin babası.Tam bu sırada aynı kareye kahve alıp kapıdan dışarı çıkan bir adam.Kapıdan dışarıya çıkacakken içeriye girmek isteyen başka bir adama yol veriyor ve teşekkür alıyor.İşte filmin bu sahnesinden sora parçalar ayrılıyor.Bir daha birleşiyor mu diye sorarsanız, evet birleşiyor ama bazı barçaları.

İçeri giren adam, -niye,neden,niçin- bir sebepten dolayı ordaki bir adama yaklaşık 7 el ateş ediyor ve tahmin edilceği üzere adam oracıkta ölüyor.İşte bundan sora film biraz ileriye atlıyor ve o ölümden sonraki sahneleri, film devam ederken flashbacklerle tamamlıyorlar.

Şimdi, burda tartışılması gereken konulara bir gelelim.

Kusra bakmayın ama sahne sahne gitmek zorundayım.İlk önce şöyle başlayalım, olan olay haberlerde çıkarken bir eksik gözümüze çarpıyor.Ölü sayısını 1 , yaralı sayısını 1 olarak veriyor ama filmin gidişatına göre bir hesap yaparsak ölü sayısı 3.İşte burda bir karmaşa, inanılmaz gereksiz bir karmaşa çıkıyor ortaya.Altyazının azizliğine mi uğradım diye çok düşündüm ama gerçekten değil.

Bu olaydan sonra kahramanlarımızın hepsi hayatlarında birtakım değişiklikler geçiriyor.Bir tanesi inanılmaz kumar parası kazanıyor,Diğer kız kendini daha fazla dine veriyor.Oğlan ise hayattan soyutluyor kendini.Çalışan kadın ise bebeğiyle ilgilenmiyor ve sürekli birilerini hayal ediyor.Film böyle gelip geçerken anlam yükleyemediğim bir olay oluyor.

Hikayenin bir parçası olan doktorumuz, karısına migren ilacı veriyor.Normal olarak migreni tuttuktan sonra, kendisi bir doktor olduğu için hemen bir dilaltı hapıyla bu işi çözüyordu.Buraya kadar tamam.Ama neden ? bir anlam yüklemeye çalıştım.Acaba olaydan sonra kendisini iyi hissetmek için, daha doğrusu şöyle anlatim; hikayede doktorumuz daha öncede söylediğim gibi katile kapıyı açıyor ve bu olaydan dolayı kendisini sorumlu tutuyor.Heralde karısına yaptıgını bu şekilde açıklayabiliriz.Sürekli birilerine iyi birşeyler yapmak istiyor gibi duruyor ve bunu karısının üstünden uyguluyor.

Bunlardan sonra kumarda sürekli 7 rakamına oynayıp, 100.000 dolar kazanan ve kanser olan karakterimiz var.Anlaşılmayan nokta, 100.000 i çek olarak alıyor.Bozduruyor.Paraları bir zarfa koyuyor.Sora film ilerledikçe, paraları kumarda kaybediyor.Ama film sonunda, hooop! 100.000 dolarlık bir başka çek cebinden çıkıyor.Bunun açıklaması nasıl olcak ?

Yazının sonuna gelelim ufak ufak,

Bunun gibi daha ne sorular var tamamlanmayan yada anlamlandırılamayan.oyunculuklarla alakalı fazla bişey söylemeye gerek yok herkez gereğini süper olarak yapmış ve isimlerinden söz ettirebiliyorlar.Ufak bir parantez açmam gerekiyorsa eğer D.Fanning'in ne kadar soğuk kanlı olduğudur.İnanılmaz oynamış ve bu gidişle oynamaya ve isminden söz ettirmeye devam edicek.Büyümüş.Hide and Seek de aldığı rolden sora büyümüş ve kendini her alanda geliştirmiş.Çok zor bir rol almış ve yapmış yani yapmış.

Filmi tam olarak kavrayamadığımdan dolayı not vermek istemiyorum, zaten sağlıklı bir değerlendirme olmazdı vereceğim not.İzleyin, kafayı yiyin, yada izleyin ve sora bana bir kere daha anlatında anlayalım...

UnjustLucifer

25.07.2009

20 Gün, Neredeyiz ? #1

Açılalı 20 gün olmuş, içinde 46 tane film kritiği bulunduran ve benimle birlikte kadrosunda 6 yazar bulunduran bir blog haline geldik.

Yukarıda yazdığım rakamlara yada tabloya nasıl ulaştığımızı kısaca anlatmak istiyorum ve bu süre içinde olan olaylara yada değişimleri belirtmek istiyorum.

5 Temmuz günü blog açılışını ve ilk film kritiğini yolladım.Blog un düzenlemesi ve oturması yaklaşık olarak 2 gün aldı ve bu süreçte bana yardım eden arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.Yazıları, bölümleri ayarladım, renklerin ayarlanması, şablonun ayarlanması derken en son giriş banner ı yaparak tasarımı tamamladığımı düşündüm.Kendi başıma iş yapmaktansa, kaliteli arkadaşlardan oluşmuş bir yazar kadrosunun daha çok ses getireceğini, ve sağda solda izlediği filmleri yazan arkadaşlarımı bir çatı altında toplamanın daha zevkli bir aktivite olacağına karar verdim.

8 Temmuz günü Beercholic(Yücel) i yazar kadromuza ekledim.Sağ olsun kendisi teklifimi kırmayarak, bu işe zaman ayırcağını bellirtti ve aynı gün hemen blog u doldurmaya başladı yazılarıyla.Bu aralarda ufak tefek ayarlamalara devam ettik blogta..

11 Temmuz günü bilkentftp forumdan ve aynı zamanda bilkent üniversitesinden tanıdığım arkadaşım PassenGER(Burak) ı yazar kadromuza davet ettim.Kendisini iyi bir film seyircisi olarak biliyorum, ve buraya yazcağı yazıların okunacağını düşünüyorum.Kendisi sürekli olarak aktif olamayacağını ama izlediği güzel yapımları bizlerle birlikte paylaşacağını söyledi.

15 Temmuz geldiğinde bir yazar arkadaşımız daha aramıza katıldı.Aslında dürüst olmak gerekirse, yazılarımı ilk önce onun blogunda paylaşmaya başladım.Zaman içinde düşündüm ki neden kendi sayfamda devam edip, sırf filmler üstüne bir proje yapmayim diye..''Parmakarasıterlik'' blogunun sahibi Mustafa arkadaşımızında aramıza katılmasıyla çeşitliliği biraz daha arttırdık.


21 Temmuzda ise bilkent universitesinden çok yakın bir arkadaşım olan Zeox(Zeynep) arkadaşım yazar kadrosuna katıldı.O gün anladım ki, yapılan her işe mutlaka bir kız elinin değmesi gerektiğini.Blogda film yorumlarının yanında film linklerinide veriyordum ara ara.Bunları kaldırmam gerektiğini bana nedenleriyle beraber anlattı ve ikna oldum.Sonuçta blogu bir amaç doğrultusuna yöneltmek daha mantıklı bir iş olduğuna karar verdim ve hepsini sildim.

23 Temmuz gece saat 5 sularında bir kişiye daha teklifte bulundum.Lakerstr forumdan yorumlarını zevkle okuduğum Villian(Eren) ı, deyim yerindeyse bir gece yarısı operasyonuyla yazar kadromuza kattım ve 6 kişiye ulaştık.İstediğim sayıya bir adamım daha yaklaştım.Hedefim, kısa vadede 10 kişilik bir yazar kadrosuna ulaşmak ve daha uzun vadede ise 15 kişiyle bu olayı tam olarak çevireceğimize inanıyorum.

25 Temmuzda günü, geçen 20 günlük süreyi özetlemek istedim kısaca.Bu arada chatbox u kaldırdım ki, yapılan ufak bir hesaplama hatasıyla , bu chatbox un diğer blogum http://lakersmultimedia.blogspot.com adresine yazılan yorumlarının buradada gözükmesiyle düzenin biraz bozulduğunun farkına varıp onu kaldırdım.Onun dışında arşiv görünümünü haftalık olarak gösterime ayarladım.Şu anda ben ve yücel arkadaşımız inanılmaz bir aktivasyon gösteriyoruz ve blog sürekli aktif durumda.Zeynep ve Eren arkadaşlarımızın katılımıyla aktif yazar sayımızı direk 2 ye katladığımız zaman daha fazla yol alacağımıza inanıyorum.

Evet, her 20 günde bir yazmayi planladığım yazının sonuna geldim.Açılıştan itibaren geçen 20 günü bu şekilde özetleyebilirim.Unuttuklarım olduysa, yada siz okuyucuların eklemek istediği bişeyler olursa, lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşın.Bize hem kendimizi geliştirme şansı yaratıp, hemde blogun daha çok okuyucu tarafından takip edilmesine yardımcı olmuş olursunuz.


Fırat Çimenli
Unjustlucifer
25/07/2009

Harry Potter and the Half-Blood Prince [2009]

Öncelikle size zamanında Harry Potter benim için ne ifade ediyordu onu anlatayım. Ben taaa 12 yaşlarındayken tanıştım bu kitapla. Tamam dedim aradığım olay bu. YKY den çıkmış bir kitap. Kuşe kağıt. Büyüler falan. Adeta sihirli asasıyla beni büyüledi. 2. kitaptı, 3. filmdi derken bugünlere geldik. Yalnız Kitap-Film-Kitap-Film kombinasyonu sorunsuz giderken bir anda 6. kitabın çeyreğinde bırakıverdim. Yanlış hatırlamıyorsam lisede sınavlar kötüydü o ara. Ve ben kitap okumaktan soğumuştum ve çok sevdiğim Harry Potter’dan da. Ve öylece kalakaldık. Ayrıldık. Bir arkadaş olarak devam ettik hayatımıza Harry ile. Sadece filmlerde görüşeceğimize söz verdik. Sonra son kitabı çıktı, ben lise sondaydım. Bütün sınıf deli gibi kitap okurken ben ona bakarak iç geçirdim. Beni çabuk unutmuş yeni sevgililer bulmuştu. Birkaç kez dönüp okumak istedim 6. kitabı en başından ama yapamadım. Yüreğim yetmedi. Veeee filmi geldi tıpkı beni kitabı okuma zahmetinden kurtarırmışçasına. Harala gürele gittik izlemeye…

Sıkmış olabilirim. Özür Dilerim. Madem burası bir sinema blogu, kitaptan değil de sinemadan bahsedelim daha çok. Harry Potter serisinin 1. ve 2. filmi çocuk filmiydi zaten. Alfonso Cauron’un kotardığı 3. filmle asır seri başlıyordu sinemaseverler adına. Sonra benim serideki en sevdiğim kitap olan 4. partın filmini çekti Mike Newell. Ve görsel şölene doyduk film boyunca. Her şey iyi güzel giderken birden tecrübesiz David Yates’e verdiler kıymetlimiss’i. David Yates ZümrüdüAnka Yoldaşlığı’nda vasat bir iş çıkardı ve Melez Prens’te de tamamen dibe çöktü bana kalırsa.

Birkaç yorum okudum kitabı okuyanlardan. İnanılmaz detayları atlamışlar ve kafalarına göre sahneler uydurmuşlar. Tamam filmin akıcılığı için bunlar gerekli ama Yates en önemli sahneleri atlayıp, en önemli kesimde(son sahne) kafasına göre sahne uyarlamış ve altından kalkamamış. Söylersem spoiler olur zaten biz kitabı okumayanlar anlamadık buraları. Kitabı okuyanlar için hüsran, kitabı okumayanlar ama ilk 5 filmi izleyenler ise filmden çıktıktan sonra hiçbir şey anlamıyor. Ben anca kitabı okuyanlardan fikirler edinerek filmi yavaş yavaş anlamaya başladım. Halbuki asıl amaç nedir? Kitabı okumayanların da maksimum bir şekilde filmden haz alması. Ama bu maalesef sağlanamıyor. Önemli çarpışma sahnleri, görsel efekt derken Aşk filmi olmuş çıkmış bizim küçük Harry Potter. Dallas’a dönmüş resmen.

Oyunculuklara bir şey diyemeyeceğim. Ama 4 kişiyi diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Emma –hastasıyız1- Watson (Hermione), Helena –hastasıyız2-Bonham Carter (Bellatrix), Tom Felton (Draco) ve 11 indeki Tom Riddle’ı oynayan Hero Fiennes Tiffin ustaca oynamışlar.

Gidin veya gitmeyin diyemem. Bizler ne kadar yazıp çizsekte Harry Potter fanları en kötü filmi çekilse dahi gider. Kitapları okuyanlar, filmleri izleyenler, bir yerden Harry Potter’a bulaşanlar illa ki izlemişlerdir, izleyeceklerdir. Ben sadece sade bir sinemasever olarak önceki filmlerden bağımsız, kitapları okumamış kabul ederek, sadece film için 10/6 veriyorum. O da eski sevgilim olduğu için. Çok gay bir muhabbet oldu.

Beercholic

A Few Good Men [1992]


Biraz nostaljik filmlere dalmanın zamanı geldi artık.Bu filmi izlemeye bir neden bulmak için, sadece hangi oyuncuların olduğunu merak etmek yetiyor.

Hemen filme geçmek istiyorum, söylenecek çok fazla şey var.Guantanamo Bay, Cuba da 2 denizci arkadaşının odasına girerken film başlıyor.Aslında bütün olaylarında başladığı yer burası.Daha sonra saldırdıkları arkadaşlarının ölümüyle, film içinde neyin peşinde koşacağımızı anlıyoruz.Bundan sonra karşımıza Tom Cruise çıkıyor ki ama nasıl bir çıkış.Çok çok sağlam bir rol almış ve altından inanılmaz kalkmış.Bundan daha sonra uzun uzun bahsetmek istiyorum ama önce filme geri dönelim.Daha sonra bu olaya karışan zanlıları tanıyoruz, atanan avukatları biraz tanıyoruz ve filmin büyük bir bölümünün geçtiği mahkeme kısımlarına geliyoruz.Bu filmi izledikten sonra aklıma gelen ilk film Philadelphia (1993) oldu.Onunda baya uzun bir süresi mahkemede ve tarafların mahkemeye hazırlandığı sahneleri izleyerek geçiyordu.

Oyunculara geçmeden film hakkında şunları söylemek istiyorum, izledikten sonra ne kadar basit bir film izledim ben diye insan kalıyor.Evet bu gayet normal çünkü ortada katil yok, olayı kimin yaptığı belli. Etrafında bu olaya karışan adamların kimler olduğu belli.Filmi izleyince anliycaksınız, o emri kimin verdiği ve ihalenin kimde kalcağı da belli.Çok net olarak söylüyorum.Film için söylenebilcek tek şey inanılmaz basit bir olay örgüsü ve inanılmaz vasat bir senaryosu var.Kusra bakmayın, belki çok basit olarak bakıyorum bu şaşalı yapıma ama senaryo olarak çok zayıf kalmış.Film başladıktan 25 dakika sonra nerede biteceği belli oluyor zaten.

Oyuncular? off.. Son zamanlarda oyunculuklar adına çok sağlam yapımlar izledim mesela en sonuncusu Even Money [2005] olmak üzere ama bu kadarına baya bir zamandır rastlamamıştım.Tom Cruise, Jack Nicholson, Demi Moore, Kevin Bacon, Keifer Sutherland, Kevin Pollak, James Marshall, JT Walsh, Wolfgang Bodison, Christopher Guest, Noah Wyle.Saydığım oyuncu kadrosuyla bütün filmi kurtarmışlar.İyiler, hepsi birbirinden iyi ama bahsetmek zorunda olduğum, bahsetmezsem bu blogu kapatmama neden olabilcek isimler var.

Tom Cruise: Cruise orta sınıf bir oyuncu benim gözümde.İstikrarı olmayan bir aktör.Çoğu filmde iyi oynamış derken, özellikle son zamanlardaki filmlerinde vasatı bile aşamamış(Valkyrie izlemedim).1992 yapım olan bu filmle nasıl oyadığını görünce inanamadım.Sanki içine Al Pacino kaçmış gibi.Evet gerçekten hareketleri vurdumduymaz tavırları, gerektiğinde ciddi olabilmesi aynen Al Pacino gibi oynamış.Şu oyunculuğun üstüne, daha fazla bir söz söylenmez gerçekten.Mahkeme salonundaki aldığı rol, kapattığı laflar, mahkemenin dışında ki alaycı tavırları, o zamanlar nasıl en iyi erkek oyuncuya ödül olamadı gerçekten çok ilginç geldi.

Jack Nicholson: Jack babanın kariyerine laf kondurmayacağım tabiki ama bu filmdeki rolünden biraz bahsetmek gerekiyor.Herkezden sönük bir rol almış.Özür dilerim, sönük bir rol değil, tam anlamıyla söylemek gerekirse herkezden daha kısa bir rol almış.Ama şimdi ortaya öyle bir şey koymuş ki, bir ara filmi izlerken bu adam gerçekten asker dedim.Yok yani, tavırları, mimikler, konusmasındaki lafları, bilinci tam anlamıyla bir askeri oynamış jack baba ve en kısa role sahip olmasına rağmen diğerlerinden geride kalmamış.

Demi Moore ve diğerleri:Moore da çok sağlam durmuş Cruise'nin yanında.Takıntığı sert ve geri gitmez havası çok yakışmış oyuncuya ve filmde kendinden rahatça bahsettirmiş.Diğerlerine gelince zaten Kiefer çok kısa bir rol aldıgından onun hakkında bişeyler söylemek haksızlık olur, Bacon'a gelince , oda karşı avukat rolünde, sadece avukatlığın gereğini yapan bir adam rolünde, bu evsane kadroya girmiş.

Bitiriş kısmına geldik.İşte asıl bahsedilmesi gerekenden su anda filmin eksik kalan yönleri. 1.Senaryo.Film izlerken aranan özellik yada belkide benim aradığım bir özellik filmde şudur, seyirciyi senaryoya dahil etmesi ve birazcık düşünmeye zorlaması.Burda bu basit özellik bile yok.Tamam katilleri saklayıp, film sonunda ortaya çıkartacak halleri yok ama ...[Yazının buradan sonraki kısmı, film senaryosu hakkında bilgiler içerir] 2.''Ama'' dedim işte burda biraz açıklama gerekiyor.Colonel Jessep rolünü oynayan Jack babai filmin tamamında gayet sert, dediğim dedik bir rolde oynarken filmin sonunda olanlar neydi öyle ? Bu kadar sert duruştan sonra bir anda emri ben verdim diye mahkemenin ortasında pest etmesi hiçte güzel bir bitiş değildi.Aslında daha sonraki dialoglarla bunu toparlamışlar ama, gene bu olması gereken bitiş budeğildi. 3.Hazır bahsetmişken, baya uzun diyaloglar içeriyor film.Az daha gayret etseler herhangi Tarantino filmiyle kapışcak duruma gelicek.Bunu bir şikayet olarak değilde, bir bilgi olarak araya ekledim.

Nostaljik bişeyler arıyorsanız, 1992 yapım olan A Few Good Men tam size göre.Beni tatmin etmedi tam anlamıyla, ama oyuncuları izlerken zaten filmi felan unutuyorsun, öylece ekranda kalıyorsun.Notum 10/7.5

UnjustLucifer

24.07.2009

Anger Management [2003]


Filmi izlemeye Jack ve Adam isimlerini gördüğüm zaman karar verdim. Ne yalan söyliyeyim Jack Baba ve Adam Sandler manyağı olmama rağmen filmi duymadım yada sonraya bırakıp, hatırlamadığım filmler arasında olabilir. Neyse sonuç olarak bir şekilde filmi izledik.

Filmle ilgili herhangi bir yorum okumadan daldım. Başları biraz sıkıcı olmaya başlayacakken, arkadaşımla ''Jack nerede len ?'' tarzı sorular sormaya başlamışken, baba çıktı ortaya ve filmin seyri değişti. Jack Baba gelince işler değişti dedik ama başı da öyle bunaltan filmlerden değil kesinlikle. Özellikle Adam'ın okul yıllarına uzanan ayrıntısı filmin aslında kilit noktası.

Filmin konusuna gelirsek ; Karısının istemediği hareketleri yapan, umursamaz bir adam olan, toplum içinde bulunmayı sevmeyen Dave(A.Sandler)'in, karısı tarafından türlü oyunlarla Dr.Buddy(Jack Nicholson)'nin eline düşürülmesi. Olaylar burdan sonra gelişmeye başlıyor ve ne olduğunu anlamadan öfke kontrolü dersi, çok ilginç bir şekilde bitiyor.

Çok detay yakalamanız gereken bir film değil ama Dave'in eski okul arkadaşını bulduğu sahneyi dikkatle izleyin. Filme bu kadar hayran kalmamı sağlayan sahne orası diyebilirim, Jack'in hayalet dansı, kışkırtmaları.. Gülmekten ağrılar girdi, o kadar yani..

Yorumları okumadan izlediğimi söylemiştim. Bir hevesle araştırdım ve genel itibariyle çok da beğenilmediğini gördüm. Film beğenme konusunda biraz garip olduğum söylenebilir ama bu film kesinlikle benim beklentilerimi karşıladı. İşin garip yani Türkiye sınırları içerisinde yaklaşık 8 alan bu film IMDB'den 6.1 alabilmiş.

Sonuç olarak diyebilirim ki izlerken keyif alınacak bir film. Ruh haliniz düzgünken, eğlenmek istiyorken izlemenizi öneririm. Jack'in mimiklerine dikkat dememe gerek var mı artık ?

Villian

The Curious Case of Benjamin Button [2008]


Bir Şaheser. Tam 166 dakikalık bir başyapıt. Bir Sinema değil de bir masal gibi. Eşsiz güzellikte bir sanat eseri. Harika, mükemmel bir görsel şölen.

İlginç bir giriş oldu ama bu film bu girişi hak ediyor efendim. Film 166 dakikanın 1 dakikasında bile sıkmadı diyemeyeceğim çünkü insanın severek yaptığı bir iş bile 166 dakika sürerse bir süre sonra bayar. Ama buna rağmen film mükemmel. Zaten David Fincher'ın elinin altından mükemmel olmayan bir şey çıktı mı şu ana kadar bilemeyeceğim.

Film David Fincher ile Brad Pitt'i 3. kez birleştiriyor. Se7en ve Fight Club'da da Yönetmen David Fincher, başrol Brad Pitt'indi. Ayrıca filmimizin diğer başrolü Güzeller Güzeli, Oscar'lı aktris Cate Blanchett. Açıkçası Cate'te Pitt'te mükemmel oynuyorlar ama Brad Pitt'i hakikaten ayrı bir yere koymak lazım. Yavaş yavaş Aktörlük kariyerinin ikinci yarısına geçen Brad bu filmle adeta level atlamış. Zaten bu yüzden Oscar'a aday oldu ama Sean Penn'e kaptırdı ödülü. Film genel olarak 13 dalda Oscar'a aday ama sadece 3 dalda kazanabildi. Slumdog Millionaire -izlemedim bu filmi de en kısa zamanda izleyeceğim- bütün Oscar'ları süpürünce filmimiz sadece En iyi Sanat Yönetmeni, En iyi Görsel Efekt ve En iyi Makyaj dalında ödül aldı.

Filmin konusu kısaca şöyle; 1. Dünya Savaşı'nda oğlunu kaybeden bir baba, Savaşta kaybedilenlerin geri gelmesi adına bir umutla tersine işleyen bir saat yapar. Bu babayla alakası olmayan bir çocuk tam da savaşın bittiği gün doğar bir başka yerde. Fakat çocuk yaşlı bir adam olarak doğmuştur ve ölümü bebek olduğunda gelecektir. Bu adamın tuhaf hikayesi, aşk hayatı vesaireyi izliyoruz film boyunca.

1918 den günümüze kadar hikaye kademe kademe aktarılıyor. Aslında Daisy'nin (Cate Blanchett) kızı Caroline, Annesine ölüm döşeğindeyken bir hastanede Benjamin Button'ın günlüğünü okuyor. Bizlerde bu anıları canlı olarak yaşıyoruz Caroline okudukça. Detaylara büyük önem verilmiş. Her dönem kendine özgü mükemmel anlatılmış ve Makyajlarda gerçekten mükemmel.

Ben bu filmi bu kadar geç izlediğim için çok üzgünüm. Hala izlemeyen varsa ölmeden önce izlemeniz gereken bir film diyorum. 10/9

Duplicity [2009]


Şöyle bir bakıyorum geçmişe, birkaç hafta önce sinemalarda oynayan The International'ın başrol oyuncusu C.Owen, bu sefer Duplicity filmiyle karşımızda.Tamam kabul ediyorum çok gereksiz bir giriş cümlesi oldu ama ismini bir vurgulamam gerekiyordu.

Filmden bahsetmek gerekirse, bildiğimiz klasik ajan filmlerindenmiş gibi duruyor ilk bakışta ama onlardan biraz farklı geliyor insana.İçinde yer yer aksiyon sahneleri içermekle beraber duygusal komedi tarzı dediğimiz alanada kaymış film baya ve durum böyle olunca bence ortaya güzel ve eğlenceli bir eser çıkmış.Biraz önce bahsettiğim üzere, film çok gerçekçi duruyor.Ajanların (bond) kullandığı neşeli oyuncaklardan, yada bir ajanın ortaya dalıp 12224 tane adamı öldürüp kızı kurtarması gibi sahneler bekliyorsanız bu film onları barındırmamış.MI6 ajanının, CIA ajanı olan Roberts la yatakta tanışmasından sonra süregelen olayları gösteriyor film.2 farklı firmada çalışan bu muhbir ajanlar, bir süre sora ortak bir paydada birleşmeye çalışıyorlar.Filmin konusu hakkında fazla bişeyler söylemeyi sevmiyorum ve gene bu geleneği devam ettireceğim ama film hakkında söylenmesi gerekenler var.

Öncelikle film kronolojik olarak ilerlemiyor.Sahne, sahne ilerliyormuş hissine kapılıyorsunuz ve ondan sora parçalar çok güzel olarak birleşiyor tamam ama burada bir sorun var...Sahnelerin parçalarını açarken verdikleri zaman dilimleri biraz karışık ve gereksiz olmuş.Değiştiriyorum, baya bir gereksiz olmuş.Önce 5 yıl geriye alıyor sora tekrar güncel zamana alıyor sizi derken önce 15 hafta geriye sora 14 hafta geriye alıyorum derken bir kez daha 8 gün önceye alıyor gibilerinden bir sıralama yapmışlar.Aralarda kayboldum eywah film nerde ? gerçek zaman hangisi gibi düşünceler içindeyken bir anda film bitiyor ve siz bütün parçaları birleştirmiş oluyorsunuz ki zaten beklediğim buydu.Yoksa tam anlamıyla bir hayalkırıklığı içine daha gircektim.

Dahası, ilginç bir çekicilik yaratmışlar filmde sıralı olarak vermediklerinden dolayı ve izlenirliği arttırmış bu da.Oyuncular gelirsek.J.Roberts başlarda göze hiç ama hiç oturmuyor.Ne bilim, insan için yürü git sen aşk filmlerinde felan oyna derken bir anda filmin romantik bir komediye dünüştüğünü gördükçe Roberts'in role ne kadar iyi oturduğunu gördüm ve süper bir seçim olmuş.Bunların üstünede Roberts'ın 41 yaşında bir oyuncu olduğunu e halen güzelliğinden bişey kaybetmemiş olduğunu gördüm.C.Owen ise gayet güçlü duruyordu.The International daki hayal kırıklığından sora burada gerçekten iyi iş başarmış.En sevdiğim ve aradığım yönlerden biri olan, ciddi adamı oynarken espriyle karışık laf koyma işini sanırsam Owen dan daha iyi yapacak bir oyuncu sayamam.Ciddi duruşun altından oynadığı romantik adam rolleri izlemeye değerdi.

Unutmadan, bu 2 liyi daha önce izlediğim aklıma geldi...Hangi filmde ? Closer(2004)..Tabi oradaki roller gereği 2li biraz daha belaltına kayan bir ilişki içindeydi.Burdaki kimyaları gereği bu geleneği bozmamışlar.Şikayeti olan ?

Sonuç: Klasik filmlerin biraz dışına çıkmayı başardıkları için, 2 oyuncuyu yanyana oynatabilmeyi başardıkları ve süper bir 2 li oldukları için, filmin akışı iyi olduğu için ( biraz karışıyor kafa ama...) bu filmin notu 10/7.3 olur.Sizde boş zamanınızı değerlendirmek istiyorsanız mutlaka izleyin...

UnjustLucifer

23.07.2009

Shinjuku Incident [2009]


Jackie Chan dünyanın tanıdığı ve sevdiği, çok geniş kitlelerde seveni olan bir oyuncu.Yıllardan beri onu hep 50 kişilik adam ordusunun içine dalarak, dublör kullanmadan çektiği zor sahnelerle dövdüğünü gördük.Bu filmi izlemek istiyorsanız bambaşka bir Jackie chan izlemeye hazır olur.Çünkü karakterimiz bırakın yumruk atmayı, eline sopayı altığı zaman bile adam dövmekten öteye geçemiyor.Tum bunların yanında yer yer jackie Chan in oynadığı ekstra duygusal sahneleride görceksiniz, sakın buraya kadar okuyupta bu film adam olmaz demeyin..

Jackie Chan den daha sonra bahsetmek üzere, su anda filme geçiyorum.İyi denebilcek bir hikaye üstüne yapmaya çalışmışlar filmi.Japonyada geçen hikayemiz, ülkeye kaçak yollarla girmek isteyen ve bir şekilde bunu başaran Chan in, Japonyada tutunmaya çalışma hikayesini konu alıyor.Chan sadece tutulmakla kalmıyor ve -ucundan- karıştığı yasadışı işler sayesinde baya bir yükseliyor ve meşhur Shinjuku mahallesinin patronu oluyor.Her yükselişin bir düşüşü ve mutlaka etrafınızda sizi arkadan vurmak isteyen düşmanlarınız olacaktır.

Şimdi değişik şeylerden bahsedelim mesela diğer Jackie Chan filmlerinde fazla silah yada kesilen kollar yada çok fazla kan görmeyiz.Erkek-erkeğe dövüş denen davayı yaratmıştır Chan.Ama bu filmde biraz fazla kan sahnesi ve gereğinden fazla şiddet ögesi içermiş.Bu yönden de diğer chan filmlerindne farklılık gösteriyor.Tabi yukarda söylediğim üzere, şiddet sahnelerinde Chan'in dövüşmesini beklemeyin.Gayet pasif kalmış bu yönden.

Filmi izlemeyi kafaya koyduktan sonra, eğer bu yazıyı okuyorsanız bu zamana kadar Chan in bütün performanslarını unutmak zorundasınız.Tamamen bambaşka bir rolde izleyeceksiniz ve kişisel olarak düşüncem süper, gerçekten süper oynamış.Filme birazcık daha genel olarak bakıcak olursanız, uzakdoğu sinemasıyla çok fazla ilgim olmuyor.Sadece aradan çıkan süpriz filmleri izlemişimdir.Filmi genel olarak beyenmedim çünkü isminden, afişinden,Chan den dolayı çok fazla aksiyon içerdiğini düşünüyorsunuz ama aksine film akmıyor.Elimde olsa arkasına geçip iteklemek isteyeceğim bir filmdi.Ama eklemek gerekiyorki, Chan in oynadığı rol ve yaptıkları gerçekten filmi kurtarmaya yetmiş.Sırf size yeni bişeyler gösterebildiği için.

Sonuç: Film izlemeye değer mi? Bilmiyorum...Chan hayranıysanız mutlaka izleyin.Yok ben öylesine bir izleyiciyim derseniz film çekilmez.Notum 10/6.7.Son olarak keşke Chan biraz daha dramatik filmlerde oynasa...

UnjustLucifer

22.07.2009

The Notebook [2004]


İzlediğim güzel aşk filmlerinden birisi. Kız arkadaşın ile izlediğinde daha bi güzel olacağını düşündüğüm film. Ne yalan söyleyeyim ağladım bu aralar zaten dokunsan ağlayacak moddayım bu filmde üstüne geldi iyi de oldu. Aslında ilk bakışta zengin kız-fakir oğlan modunda bir film olduğunu düşününler sıkılıp hemen kapatabilirler ama onlara tavsiyem sonuna kadar izlemeleri olacak. Bazı mantık hataları var tabi filmde. Film, İkinci Dünya Savaşı dönemlerini anlatıyor ve kızla erkek sokak ortasında, dükkan önünde, sokak aralarında kısaca her yerde sevişiyorlar bu detayı atlamış olmalılar. Diğer gözüme çarpan şeyde pek mantık hatası gibi gelmesede zengin bir kızın hemşirelik yapması oldu, sonra gönüllü olarak yapıyordur herhalde dedim. Gerçi orada birini bulacak ya ondan hemşire oldu dedim. Aslında filmi izledikçe bir sonraki sahnede neler olabileceğini tahmin ediyorsunuz buna rağmen sıkmayan ve kendine bağlayan bir film. Filmin en beğendim sahnesi Noah ile Allie'nin gölde sandalla çıktığı gezi sahnesi oldu. Filmin sonu yerine orada daha çok duygulanmıştım. Neyse fazla uzatmayalım işte alıp izlerseniz paranıza yazık olmayacağından eminim.

Nerde okuduğumu hatırlamıyordumda film için Britney Spears'a zamanında teklif götürülmüş o da kabul etmemiş. Allahtan kabul etmemiş böyle güzel bir filmin içine ederdi. Zaten bu filmi güzel kılan şeylerden biri de tanınmamış yüzlerin oynaması oldu bence. Heleki eski türk filmlerini sevenler bu filme bayılacaktır. Film hakkında çok şey yazardımda daha fazla spoiler vermek istemiyorum. Yine yazıyı güzel bir replikle kapatayım;

- how much time do we have?
- i'm not sure. last time it was no more than five minutes.

Zekeriya Randolph

21.07.2009

The Terminal [2004]


Terminal, göçmenlik belgelerinin çalınması sonucu yaşanan bir dizi bürokratik karışıklık sebebiyle 1988’den itibaren Paris Charles de Gaulle Havaalanın'da yaşayan İranlı Merhan Karimi Nasseri’nin hikayesinden yola çıkmış bir filmdir. Fakat bu, “gerçek bir hikayeden esinlenen” filmde olduğu gibi, bire bir aynı hikayeyi izleyeceğimiz anlamına gelmiyor. Film hakkındaki olumsuz eleştirilerin çoğuda bu temele dayandırılıyor; gerçekçilikten uzak olması, Merhan Karimi’nin hikayesine sadık kalınmaması ve benzeri. Bu eleştiriler kabul edilebilir olmasının yanı sıra İranlı amcamızın hikayesinin, Victor Navorski(Tom Hanks) karakterinin hikayesi ile karşılaştırıldığında son derece sönük, içkarartıcı ve izleyici kitlesi göz önünde bulundurulduğunda, fazla ilgi uyandırmayacak olmasını dikkate almak gerekir.

Bu kısa bilgilendirmeyi yaptıktan sonra filmin içeriğinden bahsedebiliriz. Krakhozia’lı Viktor Navorski New York JFK Havaalanına ulaştığında onu kötü haberler beklemektedir. Ülkesinde askeri darbe yaşanmıştır ve Krakhozia’ya yapılan bütün giriş çıkışlar durdurulmuştur. Vizesi geçersiz kılınan ve ülkesine geri dönemeyen Victor, yanında taşıdığı gizemli bir konserve kutusuyla, havaalanında mahsur kalmıştır. İçinde bulunduğu umutsuz duruma rağmen umudunu kaybetmeyen kahramanımız zaman içinde kendisine yeni bir iş ve yeni arkadaşlar edinir, hatta aşık olur.

Dram, romantizm ve komedi öğelerini bünyesinde toplayan film Tom Hanks ve Catherine Zeta-Jones gibi Oscarlı oyuncuların yanı sıra Steven Spielberg gibi usta bir yönetmeni de arkasına alarak bizlere umut ve eğlence dolu iki saat sunuyor.

Ben bu filme 10/8 veriyorum. Bir akşamüstü hoş bir iki saat geçirmek için mükemmel bir film. Samimi ve keyifli bir film olması bir yana belki biraz göz yaşı ve hoşnut bir gülümsemeden başka birşey beklememelisiniz.

Zeox

18.07.2009

Twilight [2008]

Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter gibi, bir kitap serisinin filme uyarlanmış hali daha. Serinin ilk kitabının filmi. Bazı sitelerde okuduklarıma göre kitabını okuyanlar her zamanki gibi filmi yeterli bulmamış ve beğenmemiş. Kitabı okumadan izleyen ve yine beğenmeyen, eksik bulan bazı insanlar da var. Bende kitabı okumadım ama filmi bir kaç kusuru dışında çok beğendim.

Aklıma gelen ilk kusur filmin ilk bölümü çok ağır. Yani sahneler çok hızlı geçiyor hatta günler olduğundan çok daha hızlı geçmesine rağmen ağır ilerliyor ve Vampir tanımı değişmiş filmde. Biz Vampirleri sarımsak ve ters haç gördüklerinde ölürler. Gün ışığına çıkamazlar -hava kapalı olsa bile-, aynalarda görünmezler falan diye bilirdik. Ama buradaki vampirimiz gün ışığına çıkabiliyor, güneşte acaip bir şekil bozukluğu yaşamıyor hatta vücudu kristalleniyor ve çok daha karizma oluyor, aynalarda gözüküyor falan. Modern vampir yani.

Konu Phoenix'ten, Washington'ın Forks Kasabasınataşınan Isabella Swan kızımız okuldaki ilk gününde Edward Cullen adlı vampir oğlanımızı görüp tutuşur. Daha sonra çocuğun ve ailesinin vampir olduğunu öğrenmesine rağmen çocuğa olan aşkını kaybetmez. Kaldı ki Cullen'ler vejeteryan vampirlerdir zaten. Vejeteryan vampir mi olur demeyin filmi izleyince anlarsınız ya da kitabını okursanız. Herneyse Cullenler'in düşmanları Cullen ailesinin yeni elemanı Bella'nın insan olduğunu anlarlar ve kapışma başlar...

Edward rolünde Harry Potter serisinin Ateş Kadehi ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı filmlerinde Cedrig Diggory'yi oynayan Robert Pattinson, Isabella rolünde ise Zathura'dan tanıdığımız 90 doğumlu genç ve güzel Kristen Stewart oynamış. İkisi de iyi iş çıkarmış. Birbirlerine yakışmışlar açıkçası, tamamlamışlar yani birbirlerini. Ama hangisi daha iyi oynamış derseniz tabii ki Robert derim. Ha ayrıca Alice rolünde güzeller güzeli Ashley Greene'i de unutmamak gerek.

Filmin en heyecan verici sahnesi Vampirlerin kendilerine has oynadıkları beyzbol sahnesi. Ayrıca müthiş bir soundtrack listesi var filmin. Dediğim gibi kitabı okuyanlar hayal kırıklığına uğrayabilir ama her kitaptan uyarlanan filmin kitabı daha güzel değil midir zaten? İzlenmesi gereken bir film bence.. 10/8

Juno [2007]

Çok sade ve özgün bir senaryosu olan, sımsıcak, canlı ve samimi aynı zamanda keyifli ve eğlenceli, insanın içini huzurla dolduran gerek soundtrackleriyle gerek oyunculuklarıyla içinizi sıkmayan bir film mi arıyorsunuz? Tam size göre; Juno.

Konumuz 16 yaşında liseli genç kızımız en yakın arkadaşıyla deneme amaçlı, sıkıntıdan ilk seksini yapar. Gelin görün ki birşeyler yanlış gitmiştir ve kızımız hamile kalmıştır. Bir şekilde ailesine bu olayı anlatan ve sonuçta kendi kararıyla bebeği doğurup çocuğu olamayan bir ebeveyne vermek ister. Bu olaylar boyunca da kızımızın olgunlaştığını ve hayatın nasıl bir şey olduğunu anlamaya başladığını görürüz.

Film geçen sene en iyi film, en iyi kadın oyuncu, en iyi senaryo ve en iyi yönetmen dalında Oscar'a aday gösterildi. Sadece en iyi senaryo da Oscar'ı kazandı. Bence 4 adaylık bir film değildi ama en iyi kadın oyuncu ve en iyi senaryo mutlaka olmalıydı. Hatta en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanabilirdi de Ellen Page. Gerçekten mükemmel oynamış. Ayrıca Spider-Man serisinden ve OZ, ER, Law & Order gibi bilimum dizilerden tanıdığımız JK Simmons'ta rolünün hakkını vermiş. Biraz Michael Cera biraz da Jennifer Garner sırıtmış. Jennifer Garner sırıtmak değil de biraz filme yakışmamış gibi.

Fazla bir şey yazmaya gerek yok. 1 buçuk saat sonra yüzünüzde bir gülümsemeyle filmin başından kalkacaksınız. Biraz spoiler olacak ama filmin sonundaki "Anyone Else
But You" şarkısı cuk oturmuş. 10/7

17.07.2009

Even Money [2006]



Son zamanlarda izlediğin açık ara en etkileyici film.Yazının sonunda vereceğim notun gerçekten yüksek olacağını su andan hisseder gibiyim.
Hani bazen insanlar filmleri izledikten sonra yada filmleri izlerken hiç bitmesin isterler ya, işte bu onlardan biriydi.

Hemen oyunculardan bahsedelim.Nerden başlar nerden biter böyle bir kadro ama kısaca saymak gerekiyor; Kim Basinger, Danny DeVito, Kelsey Grammer, Nick Cannon, Ray Liotta, Forest Whitaker diye bu liste uzuyor, gidiyor.Kısaca ben en iyilere değinmek istiyorum çünkü hepsinin iyi olduğu bir filmde en iyilerde bahsetmek gerekir.Kim Basinger, danny Devito ve F.Whitaker'ın performanslarını bir kenara ayırmak gerekiyor diğerlerinden.Ha bu 3 lüden kimi seçmem gerekiyor derseniz, biraz sempatim, birazda filmdeki üstlendiği rolden dolayı K.Basinger demek zorunda kalıyor insan.Gerçekten duyguyu vererek, kendisi filmi hissederek oynamış.Her oyuncu sanki kendini temsil eder gibi oynamış.Bazı yerlerde yazılar okudum film hakkında ve oyuncular hakkında, oyuncular kendilerinde değil, sanki çok isteksizlermiş gibi diye ama aksine.O yazıları yada yorumları yazanlar kendilerinde değil heralde.

Filme geçelim.3 tane olayı film sonunda birleştir filmlerinden birtane daha.Ama işte yapılması gereken budur.Blog da daha öncelerinde birkaç bu tarz filmden daha bahsetmeye çalışmıştım ve hepsinin ne kadar ayrı ayrı yerlere gittiğini, konuların açıkta , oyuncuların havada kaldığından bahsetmiştim ama işte bu sefer öyle olmamış.Filmin büyüsünden mi kaynaklanıyor bilemem ama herşey yerli yerinde.Senaryosu süper olarak birleştirilmiş ve sonuda bir o kadar güzel olmuş.Normal olarak zaten herkezin kazandığı bir senaryo bitişi beni mutlu etmezdi.

Son söylediğim sözü biraz daha açmaya çalışarak filmin derinliklerine giriyorum.Hayat bir kumar.Ne kadar risk alabilirsin ? Herkez kazanmak daha çok kazanmak ister niye ? Daha iyi bir hayat istedikleri için.İşte filmimiz bunun üstüne kurulu bir film.Bir grup insan, kimisi kumar bağımlısı, kimisi bahis...Bunların hepsini ortak bir çizgide toplamışlar film sonunda ve bu ayrı 3 hikayeyi birleştirmişler.Aslında filmin sonunda kötü sonlarında iyi biteceğini gösteren bir bitiş yapmışlarki , bu daa çok takdir topladı benden.

Film adına söyliycek kötü, hatalı bir nokta bulamadım ki zaten bulmak istemedim belkide...

Sonuca gelirsek, film yapaylıktan çok uzak, gerçek hayatın tam içinden bahsetmiş bize.Olan olaylar, insanların yaşadıkları ve filmin sonunda geçen 3-5 dizelik konusma gerçekten güzel mesajlar vermiş.Tek söylemem gereken mutlaka izleyin.Gerek kumar bağımlılığı ve verilmek istenen mesajlarla, gerek senaryosuyla, gerek inanılmaz oyuncu kadrosunun gösteriği performans için bu filmi mutlaka izlemeniz gerekiyor.

notum, 10/8 ... Uzun zamandır 8 vermiyodum, hayırlı olsn..

not:Filmin, Crash filmini yapan şirket/yapımcı firma tarafından yapılmış olmasıda diğer bir güzellik.

UnjustLucifer

15.07.2009

Cold Mountain [2003]


Şu aralar benimde aşk filmi hayranlığım tavan yaptı burada da genelde aşk filmleri hakkında yazacağım. Heryerde film hakkında olumlu şeyler okuyunca gidip aldım, iyi ki de almışım diyorum. Film 2 saat 35 dakika sürmesine rağmen hiç sıkmadı. Eh bi de film de Nicole Kidman oynayınca daha bi sempati duydum. Yalnız sonu o kadar boktan bitiyor ki resmen hayal kırıklığına uğradım. Gerçi sonra düşününce bu aşk filmi lan kavuşmalarını mı bekliyordun dedim. Film içindeki savaş sahneleride gerçekçiydi. Eh ulan savaşta ölme, karda kışta ölme bi atlının peşinden git sonra tek kurşunla vurularak öl, kadere bak be. Film anlatılmak isteneni çok iyi vermiştir ayrıca film müzikleride çok iyiydi. Neyse film hakkında daha fazla spoiler veripte izleyeceklerin keyfini kaçırmayalım. İzlemenizi tavsiye ederim, iyi günler sinema severler.

filmden en beğendiğim replik burası oldu;

- bana yazdın mı?
- her fırsatta. eğer onları almadıysan sana özetleyebilirim.
- hayır, hayır.
- iyi olman için dua ettim. senin düşüncelerinde olmak için dua ettim. benim korkunç, karanlık yerlere... gitmemi sen engelledin.
- nasıl engelledim? birbirimizi neredeyse tanımıyorduk bile. sadece bir kaç dakika...
- binlerce dakika... onlar içinde ufak elmaslar olan bir çanta gibiydiler. gerçek olup olmamalarının bir önemi yok. boynunun şekli... işte bu gerçek. ve seni kendime doğru çektiğimde ellerimin altında hissettiklerin...
- bir tarlayı sürüyordun.
- senin de elinde tepsi vardı.
- ama içeri gelmezdin...
- hayır içeri girmezdim.
- işte o yüzden elimde tepsi vardı. böylece dışarı gelip seni görebilecektim.
- o öpücük... bütün buraya dönüşüm boyunca aklımdaydı.
- ben de her gün bekliyordum... hasretle senin yüzünü görmeyi bekledim.
- eğer içimi görebilseydin... adına ne dersen de, ruhum mesela...
- korktuğum bu.
- sanırım mahvoldum. beni hep savaşa geri döndürmeye çalıştılar. ama ben buna hazır değildim. ama eğer iyiliği kaybetmiş olsaydım... içimde hassas bir şey olsaydı onu öldürürdüm. bu yaptığımdan sonra nasıl yazabilirdim?

Zekeriya Randolph

14.07.2009

He's Just Not That Into You [2009]

Eh oyuncu kadrosu bayağı sağlam olunca film ne kadar sıkıcı olursa olsun kendini izlenebilir kılıyor. Yanlış anlamayın film sıkıcı değil ama oyuncu kadrosunun bayağı sağlam olduğu şüphesiz. Jennifer Aniston, Scarlett Johansson, Jennifer Connely, Ginnifer Goodwin ve Drew Barrymore'dan oluşan bayanlarımız çok güzel; Ben Affleck, Bradley Cooper, Kevin Connolly ve Justin Long'den oluşan erkeklerimiz de çok yakışıklı. Genel olarak hepsi iyi oynamış ama iki kişi bana göre öne çıkmış. Onlar da Gigi'yi oynayan Ginnifer ve Alex'i oynayan Justin. Bilemiyorum belki onların hikayelerini diğerlerinden daha çok beğendim diye bana öyle geliyordur. Çünkü hakikaten diğer hikayeler bu iki çiftin yanında sönük kalıyor. Özellikle Ginnifer yanında bu kadar ünlü olmasına rağmen dominant bir oyun oynamış.

Fakaaaat Jennifer Connely ismine de ayrı bir parantez açmak lazım. Kendisinin sadece iki filmini izlemiş olsam da (Requiem For a Dream, Blood Diamond) büyük bir hayranıyım. Gerçekten mükemmel bir oyuncu. Bu filmde de bunu göstermiş zaten. Spoiler olacak ama özellikle marketin içinde kocasının onu aldattığını öğrenince verdiği tepkiler mükemmel. Requiem For a Dream'de kendisi duman için vücudunu satıyorken bu filmde çok büyük bir duman avcısı rolü oynamış o da ilginç bir ironi olmuş. Ha ayrıca yüzü bayağı bir çökmüş, yaşlılık iyice vurmuş suratına ve bayağı bir de zayıflamış. Yaşlılık demişken Jennifer Aniston'ı da es geçmeyelim. O da tıpkı Connely gibi çökmüş. Çökmeyen bir isim varsa o da tazecik Scarlett zaten...

Oyunculuğu biraz fazla uzattım, hikayeyi anlatayım kısaca. Baltimore'da yaşayan çeşi çeşit kadın ve erkeğin aşk hikayeleri. Birbirlerine karşı dürüst olma çabaları ve kızların erkekler hakkında, erkeklerin de kızlar hakkında birbirlerinden öğrendikleri ilginç özellikler. Konu biraz bilindik, filmde insana fazla birşey katmıyor zaten sadece vakit geçirmelik. Her ne kadar keyifli sahneler varsa bir o kadar sıkılacağınız sahneler de mevcut.

Kız arkadaşınız varsa onunla beraber izleyeceğiniz mükemmel bir film. Ha yoksa da problem değil.. Tipik bir Pazar gecesi filmi.. Keyifli.. 10/7

Beercholic

13.07.2009

Heaven [2002]



İlginç bir filmdi.Nerde başladı, nasıl bitti neler oldu bir solukta izledim.

Film konu olarak cennet, suç, koşulsuz aşk ve arınma gibi temalarıyla öne çıkıyor.Philippa isimli ingilizce öğretmenimiz, kocasının ölümünden sorumlu tuttuğu bir işadamını öldürmek ister.Ofisine bombalı bir saldırı düzenleyecekken işler ters gider ama ne ters gitme yani.(daha sora açıklarım) Ondan sora 4 masum insanın ölümüne neden olur ve sorguya çekilir.İşte herşey bu noktadan sonra başlar ve filmin sonuna kadar devam eder.Film 1 saat 37 dakika ve tam seyir zevkine doyuldugu anda kesilmiş.Süper ayarlanmış ve baştada söylediğim gibi bir solukta bitiveriyor.

Biraz oyunculardan ve yönetmenden bahsedecek olursak;

Sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri olan Krzysztof Kieslowski'nin, ölümünden kısa bir süre önce uzun yıllar, müthiş verimli bir ortaklık yürüttüğü senarist Krzysztof Piesiewicz ile birlikte yazdığı Cennet, ikilinin başlamayı planladıkları yeni bir üçlemenin (Cennet, Cehennem ve Araf) ilk ayağıymış aynı zamanda.(sonradan öğrendim) Başrollerde ise avustralyalı oyuncu Cate Blanchett ve Giovanni Ribisi oynuyor.Şöyle bir derleme yapmak gerekirse, 2 oyuncuda hep birlikte oynadıkları sahnelerde, hemde ayrı olarak oynadıkları sahnelerde süper performans göstermişler gerçekten.

Filme gelicek olursak; güzel bir film ama benim tarzım filmler değil orası kesin.Bana hitap etmedi, ama bu yazıyı zaten yazma amacım zaten filmlere objektif bir açıdan bakmam.Bana kalsa asla izlemeyin, güzel ama gereksiz bir film derim, ha ama gerçekler öyle değil.Yukarıda bahsettiğim gibi, cennet, suç, aşk gibi temalar öne çıkmış filmde.Bunların yanına birde hikaye uydurunca film zaten amacına ulaşmış.

Şimdi burda söylemek istediklerim var.Bu filmde gerçeklik aranmıyor tamam ama şunları eklemeden geçemiycem, 50 saniye bana 10 dakika gibi geldi.çöp tenekesi; bu kadar mı rastlantı olur arkadaşım...İtalya polisi bu kadar mı ahmak ? O sevişme sahnesi neydi ya ?

Boş zamanınız varsa, oturun izleyin.Objektif olmaya çalışmama rağmen benim notum: 10/6.5

12.07.2009

Dance of the Dead [2008]

Gregg Bishop bizlere düşük bütçeyle eğlenceli bir zombi filmi hazırlamış. Konu şöyle; Bir lisenin mezuniyet balosu. Lisenin Sci-Fi sınıfındaki inek öğrenciler, baloya kız bulamadıkları için gitmez. Onlar zaten araştırma yapmayı, baloya gitmeye tercih ediyorlardır. Balo gecesi şehirdeki mezarlığa araştırma yapmaya giderler ve bir şekilde mezarlıktaki ölü insanları uyandırırlar. Zombiler bütün şehre ve tabii ki baloya ulaşır. Kahramanlarımız bu zombileri yok etmeye uğraşır.

Oyunculuklar kötü olsa da senaryo gayet güzel ve filmde 90 dakika ve gayet akıcı ve keyifli. (Bir cümlede 3 kere 've' demek) Gore içeren filmleri sevenler için de birebir. Korku/Komedi tadında başlıkta da dediğim gibi eğlenceli bir zombi filmi. 10/7

Beercholic

11.07.2009

Anket Sonucu #1

Evet yeni olan blog umuzun ilk anketinin sonuna geldik.Zaten burayı açma amacım ve yazar arkadaşlarımıda toplama amacım daha çok film yorumlarını paylaşmaktı.NBA seçeneği oraya biraz çorbadan eklenmişti ki zaten 1. çıkmasını beklemiyordum.Film linkleri konusuna gelince ise, zaten bunun gibi amaçlara hizmet eden birsürü forum ve blog var dünyada yada türkiyede.Amacımız onlardan biri olmak değil.Daha geçenlerde içerisinde 750gb dan fazla film bulunan ve kuruluşundan bitişine kadar takip ettiğim bir blog kapatıldı normal olarak.Böyle blogların ömürleri fazla olmuyor zaten.Ara ara, genellikle yorumlarını yaptığımız filmleri burada paylaşmak istiyorum tabiki ama daha öncede söylediğim gibi önceliğimiz film yorumları üzerine.Ankete oy vererek katılan herkeze teşekkür ediyorum.Şimdi biraz yenilik zamanı...

Aşk Tutulması [2008]

Türkiye'de ki ender Romantik Komedilerden... Belki de Romantik Komedi denebilecek tek Türk filmi.. Fazla uzatmayacağım. Murat Şeker gerçekten iyi bir iş başarmış. "Kötü oynadı" diyebileceğimiz bir oyuncu yok gibi ama Fahriye Evcen'in yanında Tolgahan Sayışman'ın oyunu bile sönük kalıyor. Fahriye Evcen.. Yeni nesil Türk Sinemasına damgasını vuracaksa bu kız vuracak. Bir insana bütün mimikler yakışır mı ya? (Burada kendimden kopuyor ve Fahriye kızımıza ilan-ı aşk ediyorum, öhö öhö) Özellikle astım sahnelerini mükemmel oynamış. Gerçekten çok iyi ve güzel bir oyuncu kızımız...

Film gayet keyifli, Amerikan Romantik Komedilerinden pek bir eksiği yok gibi. Sıcak ve içten yanlız Fenerbahçe ve Totem olayı bir hayli abartılmış. Yani film ne kadar romantik komediyse bir o kadar da Fenerbahçe Belgeseli diyebilirim rahatlıkla. Ha tabi bu benim gibi bir Fenerbahçeli için kötü olmamış ama biliyoruz ki ülkemizde başka takım taraftarları da yaşıyor. Ha bu demek değil ki Galatasaray veya Beşiktaş veya herhangi bir başka takım taraftarı filmden haz almaz. Tabii ki alır ama Fenerbahçe taraftarıysanız bu filmi daha çok seveceksiniz. 10/8

Beercholic

Public Enemies[2009]


Düşündüm de en son ne zaman sinemaya gidip, o dar koltuklara oturupta bacaklarıma giren ağrıları hissettim diye? The Dark Knight..Evet sinemada son izlediğim filmdi.Bugün bir fırsat bulup sinemaya gittim.Sandım ki Johnny Depp'in oynadığı film beni gene etkiler, eve mutlu mutlu dönerim diye.Ama olmadı.Zaten olamazmışta.

Filmi anlatmaya şöyle başlayalım.1930 lu yıllarda Amerikada ortalığı kasıp kavuran bir gansterimiz var ve adı John Dillinger.Herzaman olduğu gibi gansterleri yakalamak gene iyi adamların işidir ve bu iyi adamda Melvin Purvis.Bizim gansterimiz sürekli bankaları soyuyor, hapse giriyor çıkıyor.Güzel bir abla buluyor ve kendisine ''sevgili'' olarak atama yapıyor.Ama bir yerden sora işler değişiyor.Dillinger'in işleri çıkmaza giriyor ve sonrası.

Senaryomuz kısacası biraz zorlama olmuş.140 dakika mı ? Evet evet, film tam 140 dakika ve bu filmi hiçte profesyonel olmayan bir movie maker programıyla 2 saat yada .150 cıvarlarında bitirebiliriz.Biraz fazla abartı gibi geliyor ama aynen öyle.Olayların tıkandığı bir sahne varki gansterimizin son kez hapisten kaçmasıyla başlayan olaylar.İşte bu -şu anda bahsedemiyceğim- olaylar bittiği anda film sizi kocaman bir deliğe itiyor ve can çekişmeye başlıyorsunuz.Ne olsun ? Ne olacak? gibi sorularla kafayı yiyorsunuz derken filmin sonu geliyor.Evet gerçekten güzel bir son yapmışlar.Gerek diyaloglarıyla, gerek çekimleriyle güzel bir son yapmışlar tamam burda haklarını yemiyoruz ama ah o arada kaybolup gitmeler yok mu beni öldürüyor filmleri izlerken.

Film hakkında söylenecek fazla şey yok aslında.Ana başlıklar halinde sıralamak gerekirse, ben bu filmde American Ganster filminde bulduğum doğallığı yakalayamadım.Ateş etme sahnelerinde kamerayı o kadar fazla dolaştırmışlar ki aman allahım.Kurşun nerden nereye gidiyor, kim kime nerden ateş ediyor..Tam bir kaos yaşamışlar ve burda biraz modern teknikleri kullancaz diye dağıtmışlar.Mesela ben bu tarz bir filmde kurşunun namludan çıkarak hedefe doğru gidişini izlemek istemem...Mekanlar felan biraz sunu geldi bana ama film müzikleri, kıyafetler ve kullanılan araç gereçler gerçekten tam oturmuş.

Oyuncular.Johnny Depp'i izlemek büyük keyif benim için.Gerçekten inanılmaz bir oyuncu.Eğer ölçütlerimiz oscar adaylıkları yada kazanılan oscarlarsa ki -benim kesinlikle değil- Depp i tartışabiliriz.Ama Depp gerçekten inanılmaz oynuyor ve oynamış.Aslında son filmlerine bakarsak; Sweeney Todd la zaten oscar adaylığı vardı süperdi, karaip korsanlarında da gene oynamıştı ama bu film onlardan biraz geride kalmasına rağmen resmen doyurdu beni.Duruşu, mimikleri, konusma tarzı ile gerçekten çok iyiydi.

Cristian Bale hakkında söyleyeceğim fazla bişey yok.Kendine her film bişeyler ekliyor bence ve iyinin biraz daha üstlerinde dolaşmaya başlıyor artık.Bu film için; eğer senaryo elimde olsaydı 2 aktörü biraz daha yanyana getirmeye çalışırdım.Depp o kadar baskın bir karakter oynamış ve o kadar dolu dolu oynamış ki, Bale sönük(müş) kalmış.Aklıma örnek olarak The Insider geliyor.Pacino ve Crowe yi karşılaştırmak güzeldir.3:10 to Yuma geliyor bundan sonra aklıma..Bale ile Crowe u aynı sahnelerde kullanmak iyi fikirdi ve daha sayılcak çok örnek var.Burda gereğinden biraz fazla ayrı kalmışlar ve Depp inanılmaz baskın çıkmış.

Bitirelim, güzel film...Çok fazla uzun,biraz yapay ama izlenmeye değer mi diye sorsanız, evet derim.Sonuçta film izlemek için belirli bir zaman ayırmışsanız ve bu filmde Depp ile Bale oynuyorsa benim gibi buna katlanabilirsiniz.

Notum: 10/7

Osmanlı Cumhuriyeti [2008]

Öncelikle sağlam bir oyuncu kadrosu var. Ve tabii ki senaryo mükemmel. Daha doğrusu Fikir mükemmel. Ülkemizdeki ilk "Eskiden şöyle olsaydı şimdi nasıl olurduk?" filmi diyebiliriz. Yani buna en yakın film olsa olsa yine Gani Müjde'nin 'Kahpe Bizans' ı olur.

Filmin konusu Atatürk'ün hiç lider olmaması ve Kurtuluş Savaşı'nın yapılmaması sonrası Osmanlı Cumhuriyeti'nin günümüze kadar süre gelmesi ve günümüzdeki Osmanlı Cumhuriyeti'nin nasıl olduğu üzerine. Gerçekten güzel bir senaryo ama filmi izleyince senaryonun daha iyi harmanlanabileceğini anlıyorsunuz. Gani Müjde daha iyisini yapabilirdi diyor insan.

Filmin fragmanını izleyince, çok komik bir film havası veriyor insana. Öyle değil. Hatta fragmanda gösterilenlerden başka komik tek bir sahne yok. Film biraz tarih, biraz aşk, biraz dram, biraz aksiyon hatta biraz da bilimkurgu. Tamam abartıyorum belki ama bunların hepsi harmanlanmış ve izleyicinin önüne konmuş. Sağlam oyuncu tayfası ve ayrıntılara dikkat edilmesi de filmi kurtaran bir diğer önemli özellik. Oyunculuklara sonra değineceğim, ayrıntı kısmını da filmi izleyince anlayacaksınız. Misal; araba plakalarında 'tr' yerine 'os' yazıyor.

Gelelim oyunculuklara.. Herhalde benim için tek hayal kırıklığı Vildan Atasever. Çok soğuk ve sönük oynamış. Adınız Vildan Atasever olunca insan daha iyisini bekliyor. En iyi oynayan iki isimden biri Sümer Tilmaç. Rolüyle bire bir bir insan zaten bana kalırsa. Padişahın yadigarı, harbi adam. Ama en iyi oynayan isim derseniz kesinlikle Ata Demirer derim. Onu hep komedi türünde görmeye alıştık ama bize bu filmde gerektiğinde ağlatacağını gerektiğinde tüyleri diken diken edeceğini de gösteriyor. Özetle mükemmel bir potansiyeli var ve ilerleyen yıllarda bu yüzü daha çok göreceğiz beyazperdede diye düşünüyorum.

Komedi filmi diye izlemeyin, beklentilerinizi de yüksek tutmayın. Gani Müjde keyifli bir film yapmış. Boş vaktiniz olursa rahatlıkla bu filme harcayabilirsiniz. Başı ve sonu ayrı bir güzel. Yer yer insanın milliyetçi duygularını da kabartıyor. Yine de bu fikirden çok daha iyi bir film çıkabilirdi. 10/6

Ha unutmadan, gülmek istiyorsanız, bir yerlerden filmin kamera arkasını bulup izleyin. Ben şahsen yarıldım izlerken...

Beercholic

The Man in The Chair [2007]



Filmden bahsederek işe giriyorum.Basit olarak sadece izledikten sonra suratımda bir tebessüm bırakan filmler benim için ''iyi'' denilebilcek kapasiteye gelmiş demektir.İşte bu film de onlardan biri ve hemen eklemek istiyorum ki, klasik 7 puan gerektiren filmlerden biraz daha yukarlarda bir yerlerde.

Cameron'ı Michael Angarano canladırıyor -biraz ilerlerde kendisine değinmek zorundayım zaten- asi bir genç ve kendisini suça karışmaktan alıkoyamıyor.Ama gün geliyor, okuldaki kısa film yarışmasını kazanıp burs almak için ''flash'' Madden (Christopher Plummer) ın kapısını çalıyor.Filmi 2 kişi yapamayacaklarından, eski filmlerde görev almış bir film çekim kadrosu oluşturuyorlar ve işe koyuluyorlar.Tabi bu aşamada birçok zorluklarla karşılaşılıyor mesela senaryo, para, ekip...İşte bu sırada Flash eski bir fim yapımcısı olan Moss a başvurmasıyla bütün sorunlar çözülmüş gibi gözüküyor...

Biraz oyunculardan bahsederek bu dağınık gidişatı toparlayalım.Christopher Plummer gerçekten çok sağlam bir oyunculuk göstermiş.Filmde tam bir keş karakteriyle karşımıza çıkıyor ve filmin en can alıcı parçalarından biri haline gelmiş.Ama şu noktada kişisel bir düşünceyi dile getirmenin zamanı gibi...Şu rolde, Anthony Hopkins olsun istemezmiydiniz? Bazı karakterler roller vardır mesela, acaba bunu buraya koysanız neler çıkardı diye düşünmeden edemiyor insan ama bazı rollerdede , alayı gelse ''ıh ıh'' durumları oluyor.Ama ben şuraya Hopkins'i koyarak bir daha izlemek isterdim.Sadece kişisel bir bakış açısı belkide, ama Plummer da inanılmazdı eklemek gerekiyor.

Michael Angarano...Kaç kişi ismini duydu ? Gelecek vaad eden oyunculardan biri bence.İlk The Forbidden Kingdom da izleme fırsatı bulduğum, 1987 doğumlu bu genç arkadaşı kutluyorum gerçekten.Bu kadar genç yaşta olmasına rağmen bu kadar ağır bir filmde kaybolmamış.Bence biraz zor bir olay, film konusu gereği, biraz üst yaş seviyesindeki insanlar arasında geçiyor ve bu kadar genç bir arkadaşın bu senaryoda ve ekranda kaybolmaması gerçekten çok iyi...Hatta bunun üstüne yapımcının söylediği bir alıntıyı göstermek istiyorum;

''What he did was about the bravest thing any actor can do, particularly at his age, and his performance is breathtaking''as Schroeder explained in the Q&A, ''other actors turned it down because it would have broken their hearts to do the role.''

Film hakkında son sözler ise, film yapımcılarına gereken önemin verilmediğine dair çok güzel dokundurmalar yapmış.Aslında izledikten sonra anlayacaksınız ki film içinde film yapmak heralde bu olsa gerek.Çok güzel bir akışı var süresi 1 saat 47 dakika ama hafiften zorlamalar yapılmış son sahnelere yaklaşırken.Sonu bir anda kesilmiş gibi gelebiliyor insana ama sonra idrakına varında aslında alternatif bir sonu daha oldugunu düşünemiyor insan.Sonu bu kadar kuvvetli biten bir filme, sona geliş sahnelerinde birkaç yer gereksiz olmuş.

Notum, 10/7.5 olacak ki böyle bir film için gayet süper bir not.Daha öncelerinde verdiğim 7 lerden yada 6.5 lardan sıkılmaya başlamıştım ki, güçlü bir film olacağını düşünerek izledim ve yanılmadım.İzleyin hatta izlediyseniz, yakınlarınıza felanda tavsiye edin.

Valkyrie (2008)


Adını, "Operation Valkür" den alan enfes bir film...

----> 9.25 / 10

Belki de hayatımda izlediğim, en güzel "Based on True Story" filmlerinden biriydi. Olayın aslını biliyorsun, sonucunu biliyorsun, tüm bunlara rağmen hala son derece heyecanlı ve son derece tedirgin bir şekilde bir filmi takip edebiliyorsun, daha ne denir. Gerçekten de çok güzel bir film olmuş. Başta Tom Cruise olmak üzere neredyse tüm oyuncular (En kötüsü Hitler'i oynayan adam belki), rollerini o kadar benimsemişler ki, sanki gerçek olayı izliyorsunuz. Vakti zamanında kendini dönemin İsa'sı gibi gören bir lider, Almanların neredeyse ilahı haline gelmiş biri, nu şahsa bir suikast düzenliyorsun ve öyle organize öyle büyük çaptaki.

Filmi izlediğimde hem son derece fikir sahibi oldum o zamanın olayları hakkında hemde hayretler içerisinde bu yapılmış mıdır hakikaten dedim. Film, sizlere resmen şu mesajı veriyor, "Darbe nasıl yapılırmış"...

Ben hakikaten çok beğendim filmi. Belki direk kıyaslanamaz ama nihayetinde Saving Private Ryan veya Full Metal Jacket filmleri de gerçek olaylardan esinlenilen, baya gerçekçi ve güzel filmlerdi ama bu film çok ayrı ve bence çok daha güzeldi.

İzlemeyenlerinize kesinlikle tavsiye ederim. Toplamda 100 dakika civarı süren, ve izleyeni bir an bile sıkmayan çok gerçekçi, çok hoş bir film. :)


PassenGER

9.07.2009

The Memory of a Killer [2003]



Belçika yapımı olan bir film, hollywood yapımı olan filmlerden ayırmak gerçekten baya zor.Bu film için konusursak, hollywood yapımı filmler seviyesine çıkmış bir yapım diyebiliriz, hemde baya kısıtlı bir bütçe ile.

Başroldeki jan Decleir -kendisini hiç tanımıyorum- gerçekten iyi bir iş çıkartmış ve filmi oluşturan diğer oyuncular içinse, gerçekten kendini kurtaranlar var ve filmin içinde kaybolanlar var diyebilirim.Film gerçekten güzel olmuş ve bazı oyuncu performanslarınıda otomatik olarak yükseltmiş.

Mekanlar, kamera açıları gerçekten güzel ayarlanmış ve bu taraftan bir sorun yaşamıyorsunuz.Hatta biraz daha ileri gidip profesyonelce yapılmış bile diyebilirim.

Asıl davaya gelicek olursak, baş karakterimiz alzaimer hastası ve zaman zaman hafıza kaybı yaşıyor doğal olarak.Koluna yada resimlerin kenarına yazdığı notlarla işini devam ettirmeye çalışan bir seri katil.İşte tam bu noktada aklımıza ne geliyor? Sizleri duydum sanki, Memento. Hemen 2 filmi yanyana koyalım kısaca.Memento daha çok izleyiciyle alay eder gibi bir senaryosu vardı hatırlarsanız.Birbirini tutmayan ipuçları, senaryo, flashbackler tam bir karmaşa içindeydi -yanlış anlaşılmasın taş gibi film- Burada ise izleyicin sadece kafasında soru işaretleri yaratmak için kullanılmış bu hastalık ve senaryoya bağlı kalınmış.Dahası, biraz gerçeklerle bağlantılı kalmış bizim filmimiz.Mementoyu izledikten sonra yok artık canım hadi bu kadar mı diyen izleyici bu film için aynı şeyleri söyleyemez.

Tamam kabul etmek zorundayım ki normal hırsız-polis filmlerinden farklı değil filmimiz.Zaman zaman eğlendiren sahneler de içeriyor ve en azından uzunluğu böyle örtmeye çalışmışlar biraz.Hazır başlamışken film hakkında devam edelim.Biraz uzun kaçmış sanki ve sonlara doğru ne yazık ki vereceğim notu düşüren sahneleri izlemek beni üzdü.

Şimdi birazcık spoiler eşliğine, yazının sok kısımlarında buna değinelim.Dikkat bundan sorası film için baya birli içerecektir.

Şimdi, katilimizin yakalanmasına kadar olay mükemmel, ama yakalandıktan sonrası ve olanlar inanılmaz olağan.Hani bundan önce belki 30-40 kere izlediğim bir sahne ve kalitenin içine etmiş.Mesela alternatif sonlar düşünülebilir ama yakalanan katilimizin tekrar kaçması ve ondan sonra kendini keskin nişancıların önüne atmasına kadar giden sahneler o kadar gereksiz olmuş ki.Yakalanma kısmını biraz daha uzatarak bu kadar yüksek potansiyalli bir filmi daha güzel bitirebilirlermiş.O yakalanma sahnesi gerçekleştiğinde bitmesine daha 33 dakika vardı ve o 33 dakka beni bende aldı.Hadi son sahneleri çıkartırsak toplam olarak 20 dakkasını sırf yapalım gitsin mantalitesiyle olmuş hissi veriyor.

Sonuç: IMDB den 7.5 alacak kadar güzel bir film değil bence kaldı ki sonları için, senaryodaki gereksiz ayrıntılar ve ufak tefek film hataları için 10/7 olarak verebilirim.Çok çok yüksek potansiyalli bir filmin içine edilmiş ama genede izlemenizi tavsiye ediyorum.Güzel zaman geçirten bir aksiyon filmi.

Intermission [2003]



Şimdi neresinden başlayalım? Bence önce filmden bahsetmekte yarar var.Tipik Irlanda yapımı bir film.Pardon yanlış söyledim, tipik irlanda özelliklerini taşıyan bir film.Adetleriyle, aksanlarıyla, mekanlarla tüm özellikleri taşıyor.Eğlendirici ve hoş bir hava yaratmışlar sırf bunları izleyiciye sağlayarak...

Bunların yanında film gerçekten eğlenceli bir film.Tabiki biraz sonra bahsetmek üzere su anda geçiştirdiğim aksaklıkları var ama 1 saat 40 dakika boyunca aksiyon dolu sahnelerde yaşattırıyor, hafiften dram koyuyor ortaya ama en güzeli komik sahnelerle birleştiriyor.Bu 3 ünü güzel bir şekilde harmanlamışlar gerçekten tebrik etmek gerekiyor.

Gelelim eksik yanlarına.Karakterlerin hepsinin birbiriyle bağlantısı var havası yaratılmaya çalışılmış ama bu gerçekten çok zayıf kalmış.Ortalıkta dolaşan toplamda 11-12 karakter var ve gruplu olarak birbirleriyle bağlantılı hale getirilmiş. 2 si bir yanda derken 4 ünü bir araya sonra kalan 6 yı bir araya toplayıp, ilk başta sayılan 2 yle birleştirmişler gibilerinden bir olay çıkmış.Gerçi dürüst olmak gerekirse filmin gidişatında öyle çokta ilişki aramıyorsunuz.Film öyle akıcı yapılmış ki bir an bile duraksama yada hadi bakalım az dinlenelim gibilerinden bir ara yok.Her durağan sahneyi bir aksiyonla, her dram sahnesini bir eğlenceli sahne ile birleştirmişler.

Oyunculara değinmek istiyorum.Kalabalık bir film ve bahsedecek oyuncu sayısı normalden biraz fazla.Kısa kesmek istiyorum.Öncelikle Cillian Murphy gerçeğiyle tanışmanızı istiyorum.Batman begins lerden başlayarak, sunshine, red eye, 28 days later, ve dark knight daki kısacık rolünden bahsedebilirim.Filmde çok cool bir tarz sergilemiş..Red eye ve sunshine dan sonra bu filmi izlemem aslında iyi oldu, ne kadar geliştiğini görmem açısından.Bildiğimiz colin farrell oynamış ..Çok fazla birşey göremedim kendisinden ama iyiydi o anlaşılması imkansıza yakın aksanıyla. Ve diğerleride örnek olarak Shirley Henderson ve Deirdre Kane de iyi iş çıkartmışlar.

Sonuç: İzleyin, zaman kaybetmezsiniz.Şu şekilde başlayın filme, sonuna kadar eğlencem diye.Eğer çok fazla eleştirel bakar, yada çok büyük umutlarla izlemeye başlarsanız sonunuz hüsran olur.Oyuncuların ve komedinin kurtardığı bir film olmuş...

NOT: 1-2 şeye dikkat ettim ama en belirgini...Filmi izleyenler görür, o mesafeden gerçekten solak olmayan biri o kadar iyi isabet alabilir mi ? Kamerayı sağ elle tutuyor, verilen bir eşyayı ilk sağ eliyle alıyorsa o kişinin sağ el kullanan birisi oldugundan fazla şüphe etmem ama sol elle o kadar iyi silah çekerse bilemem...

8.07.2009

Warez-bb'nin Ulaştığı Rakam: 1.250.000 Üye.




http://www.warez-bb.org/viewtopic.php?t=2906419




^^Yukarıda verdiğim başlıktan göreceğiniz üzere adamlar 1.25K sınırına geldiler...Benim finallerimin oldugu zaman ki mayıs başlarına felan denk geliyor , 1k yı kutluyorlardı ama inanılmaz bir şekilde büyüyorlar ve hem hayretler içinde bakıyorum, hemde takdir ediyorum.

Yeni hedef doğal olarak 1.50k sınırı ve bu sene bitmeden 2k yı ulaşcaklarını söylüyorlar.Bence çok zor ama bu sene bitmeden 1.50k ya rahat rahat geleceklerinden şüphem yok.

The Haunting in Connecticut [2009]

"Based on a True Story"

Türkçeye Lanetli Ev diye çevrilen bilmemkaçıncı film. Gerçi ne diye çevireceklerdi bu filmi orası da tam bir muamma. Neyse biz işimize bakalım. Korku sinemasında malzeme kısıtlı. Kullanılabilecek bütün senaryolar neredeyse kullanılmış. Yıllardır aynı şeyleri farklı yönetmenler kavurup kavurup önümüze koyuyorlar. Bizde mecbur izliyoruz. Gerçi fazla korku filmi sevmem bu yüzden, yani kaliteli korku bulmak zor ama bu film diğerlerine göre senaryo anlamında vasatın üzerine çıkabilmiş bence..

Lions Gate yapımı.. Adam Simon ile Tim Metcalfe yazmış. İyi de yazmışlar. Peter Cornwell yönetmiş. Konusu şöyle; Ailemizin büyük oğlu kanser. Ölüm döşeğinde. Evleri hastahaneye uzak. Her gün git gel zor oluyor. Dolayısıyla hastahaneye yakın bir yerde -Connecticut- bir ev tutuyorlar. Gel gör ki bu evde eskiden bir cenaze eviymiş. Esasoğlanımız da hastalığından ötürü hap kullanıyor. Bu haplar da onun halisünasyon görmesini sağlıyor. Çocuk ta halisünasyonlarında evin sahibini ve evdeki ölüleri görüyor falan.

Diyeceğim senaryo güzel yani.. Eh oyunculuklar da idare eder. Esasoğlanımız Kyle Gallner iyi oynamış. Elias Koteas'ta az ama öz. E Amanda Crew kızımız da tüm tatlılığıyla orada, daha ne olsun. Korkutucu ögeler de güzel. En azından atmosfere girerseniz umduğunuzu bulursunuz. Ancak şu yaşanmış hikaye kısmına takıldım. Acaba cidden yaşanmış bir hikaye mi? Hani çocuğun rüyasıdır kabul ama evde bunca yıldır o kadar ceset kalması -kokmadan- gerçek olabilir mi onu bilemem. Veya kapıların kendiliğinden çarpması, ne bileyim ışıkların kapanması. Harbiden perilerin, cinlerin ortaya çıkması.. Bilemeyiz. Korku severler kaçırmasın.. 10/7

Beercholic

The Reader [2008]

Bernard Schlink'in Der Vorleser isimli kitabından uyarlanan, Senaryosunu David Hare'in yazdığı ve Stephen Daldry'nin yönettiği bir Dram-Aşk filmi.. Film Almanya'da geçiyor. Esasoğlanımız Michael, Hanna isimli kendisinden yaşça büyük bir ablaya aşık olur. Hanna'da ona tabii. Bunlar bol bol sevişir, öpüşür, koklaşır. Günün birinde Hanna'nın Michael'dan uzaklaşmak zorunda kaldığı ortaya çıkar. 8 yıl sonra Michael bir hukuk öğrencisi olmuştur. Mahkemede gözlemcilik yaparken sanık koltuğunda Hanna'yı görür. Sonra olaylar gelişir.

Michael'ın gençliğini David Kross oynuyor. Yaşlı Michael'ı ise usta oyuncu Ralph Fiennes. Hanna'yı da Kate Winslet canlandırıyor. Film bu 3 oyuncu arasında geçiyor hemen hemen. Daha önce Oscar'a 5 kez aday olmuş Kate -ki bana göre daha önceki bazı filmlerinde daha iyi oynamasına rağmen kazanamamıştı Oscar'ı- sonunda buradaki mükemmel oyunuyla Oscar'a bir kez daha aday oldu ve bu sefer kazandı. Aynı zamanda David Kross'ta genç yaşına rağmen mükemmel oynamış. İleride Hollywood'da değil belki ama Alman sinemasında çok önemli yerlere geleceği kesin. Gönül Ralph Fiennes'i daha çok görmek isterdi ama buna da şükür.

5 dalda Oscar'a aday olan filmimizde Aşk, Cinselik, Çaresizlik, Umut gibi öğeler üzerinde durulmuş. Biraz ağır işlemesine rağmen ortasından itibaren resmen koltuğunuza yapışıyorsunuz ve bitene kadar da yerinizden kalkamıyorsunuz. Sonu ne kadar zorlama olsa da senaryo hakikaten etkileyici. Flashbackler çok güzel ve yerinde. Şu ana kadar filmi kusursuz gibi anlattım ama bir kusuru var ki o da en önemli olay bana göre; film Almanya'da geçmesine rağmen herkes İngilizce konuşuyor. Alman aksanlı İngilizce. Bu yanlış olmuş. Kesinlikle orijinal dilinde olsa daha iyi olurdu. O zaman Oscar'a aday olmazdı, bu kadar çok izlenmezdi o ayrı. Yine de almanca olsa daha güzel, daha gerçekçi olacakmış. Puanı da oradan kırıyorum..

Alıp İzlenesi, keyifli vakit geçirilesi.. 10/8

Beercholic

3 ü Bir Arada

Fired Up 10/5 [2009]

2 erkek 300 kız temalı, Amerikan gençlik filmi.. Will Gluck çekmiş, Heroes'dan West olarak tanıdığımız Nicholas D'Agosto ve Eric Christian Olsen başrolde oynuyor. Ayrıca Sarah Roemer ve Molly Sims'te bütün güzellikleriyle bu ikilinin ardından geliyorlar. Fazla birşey yazmaya gerek yok. Bol bol geyik muhabbeti, tek amaçları seks yapmak olan iki genç adamın amigoluk hayatı vs.

La Linéa 10/6 [2008]

Ray Liotta ve Danny Trejo gibi filmde oynadıkları roller için yaşayanlar, Andy Garcia gibi bir usta ve Valerie Cruz gibi Nip/Tuck'ta Dr. Grace Santiago olarak tanıdığımız güzel bir latin hanım efendi için izlenmeye değer bir film. Ha konusuymuş, hikayesiymiş, yarı sürpriz yarı sürpriz olmayan sonuymuş, yönetmeniymiş filan derseniz, vasat üstü derim. Günlerdir uykusuz kalan bünyeyle ve bol bol çeviri hatalarıyla sorun ben de olabilir ama sanki çoğu kısımda sıkıldığımı hissettim. Biraz yavaş işliyor hikaye ve biraz da dağınık. Sonra pat diye bağlanıveriyor. Asla iyi bir aksiyon izleyicisi değilimdir. Notu yükselten de beğendiğim isimlerdir..

High School Musical 3: Senior Year 10/4 [2008]

Küçük kız kardeşimin ısrarları üzerine onu yalnız bırakmamak adına gecenin bir yarısı izlediğim film. Yönetmen koltuğunda Chicago Hope, Ally McBeal ve Gilmore Girls gibi dizilerin bir kaç bölümünü yöneten Kenny Ortega var. Oyuncular tamamıyle Walt Disney'den çıkma.. Aslen 3 başrol var; Zac Efron ve Vanessa Hudgens. Ve Ashley Tisdale. İlk 2 filmi izlemedim, kardeşim izlemiş. Lisedeki ilk iki seneleriymiş filan. Bu filmde de son seneleri. Film Wildcats'in -yani liseleri- liseler arası basketbol turnuvasında final maçıyla başlıyor. İlk yarıyı 20 farkla geride bitirdikten sonra maçı 1 sayı farkla kazanıp b2b şampiyon oluyorlar. Ve yılsonu balosu filan.. Hepsi de müzikal eşliğinde.. Bir kaç tane güzel sahneler, koreografiler var ama film tıpkı küçük kardeşim gibi 8-15 yaş arasına ve özellikle kızlara hitap ediyor. Bu kadar çok izlenmesi ve başarılı bulunması da bu kızların Zac Efron'u yakışıklı bulmasına bağlı..

Beercholic

3 ü Bir Arada

Uçurtma Avcısı-The Kite Runner 10/8 [2007]

Kitabını okumamıştım. Filmini alıp izlemeye başladığımda "Filmin adı ne?" diye sonra aile fertlerine(Annem, babam, kardeşim) "Uçurtma Avcısı" diye cevap verince bir de ne göreyim? Hepsi kitabını okumuş, bir ben kalmışım. Biz de filmine kaldık.

Neyse hep beraber filmi izledik. Sonunda ağlattı beni. Beni bile demeyeceğim çünkü gayet duygusalımdır. Ve en ufak bir şeye ağlayabilirim. Bir kaç enfes replik var. Enfes sahneler var. Ve kurgu olarak baştan sona sürükleyici ki zaten kitabı da öyleymiş.

Uçurtma sahneleri her ne kadar animasyon olsa da mükemmel. Özellikle Khalid Hosseini'nin kamera arkasında; "Hassan'a yapılan tecavüz ve onu izleyen Amir aslında Afganistan'a yapılan tecavüz ve onu izleyen Afgan Halkıdır." dedi. Burada da ne kadar cesur ve realist olduğunu anlıyoruz.

Film gerçekten dramseverler için müthiş. En azından filmi izledikten sonra bende kitabını okuma isteği uyandırdı. Genelde filmler, kitap okunduktan sonra izlenir ama bana tam tersi bir durum oldu. Kitabı yazan Khaled Hosseini'ye, senarist David Benioff'a ve yönetmen Marc Forster'a teşekkür ederiz. Oyuncularda ellerinden geleni yapmışlar. 2 puanı neden kırdın derseniz?

ÖSS öncesi bu filmi izleyen aklımı.. Tamamen kişisel..

Donmuş Irmak-Frozen River 10/7 [2008]

Öncelikle yönetmenden başlayayım. Daha önce kısa filmleri var ama bu ilk uzun metrajlı filmi. Ve film tamamen bayanlar üzerine kurulu, yönetmenimiz de bayan olunca. Courtney Hunt. İlk filmi olmasına rağmen iyi bir iş çıkarmış. 2009 Akademi Ödülleri'nde de "En iyi Özgün Senaryo" dalında adaydı film.

Başrolde de daha önce hiç başrol oynamamış iki kadın var. Melissa Leo ve Misty Upham. Melissa Leo'yu 21 Grams'dan hatırlıyoruz. Benicio Del Toro'nun karısını oynuyordu. Bu filmle beraber kariyeri 48 yaşında zirve yaptı. Oscar'a aday olacak kadar güzel oynamış mı pek emin değilim ama o karaktere cuk oturmuş yüzü, mimikleri var. Ve gerçekten muhteşem oynamış. 2009 Akademi Ödülleri'nde "En iyi Kadın Oyuncu" dalında 5 adaydan biriydi. Bu arada Misty Upham'a da haksızlık yapmayalım o da gayet güzel oynamış.

Biri beyaz Amerikalı, biri Mohawk iki annenin para kazanmak uğruna Kanada'dan Amerika'ya mülteci taşımasını konu alıyor filmimiz. İki farklı karakterin ortak amaç uğruna illegal hareketlerini anlatıyor yani. 'Çok yalın ve abartısız olmasına rağmen bir dram filmi insanı derinden nasıl yaralar?' sorusunun cevabı. Dram severlerin kaçırmaması gereken Dram ile ilgilenmeyenlerin de izlerse bir şey kaybetmeyeceği hatta 1 buçuk saatini güzel bir şekilde değerlendirebileceği bir film..

Dost Kazığı-How to Lose Friends & Alienate People 10/7 [2008]

Öncelikle mükemmel bir çeviri yapılmış yani biri bana da How to Lose & Alienate People'ı Türkçeye çevir dese bende ona Dost Kazığı derdim herhalde. Bu çeviriyi yapan arkadaşı kutluyorum.

Toby Young'ın aynı isimli kitabından uyarlanan Robert Weide'ın çektiği ve Simon Pegg, Jeff Bridges, Kirsten Dunst ve Megan Fox gibi oyuncuların oynadığı Romantik Komedi. Bir nevi klasik bir ezilen kişinin film boyunca kademe kademe sınıf atlaması ve sonunda başrolde oynayan hatunu kazanmasını anlatıyor.

Bir Romantik Komediye göre uzun olmasına rağmen hiç sıkılmadım. İngiliz Aksanına bayılırım zaten. Simon Pegg 24 saat konuşsun dinlerim. Kirsten Dunst ile de bayağı güzel ikili olmuşlar. Jeff Bridges'ın karizması ve Megan Fox'un güzelliği de zaten filmi izlemeye yeter.

Eh, yani.. Sonu tahmin edilebilen klasik filmlerden olsa da alıp izlemeye değer. Kirsten Dunst>Megan Fox diyorum ve bitiriyorum..

Beercholic