7.09.2010

The Emperor's Club [2005]

Kevin’in suçu yok
Filmi izlemeden önce konusunu okuduğumda tasarı olarak Dead Poets Society filminin bir kopyası olduğunu düşünmüştüm, çünkü konu olarak ilk ele alınıp da ses getiren filmlerin sürekli benzerleri çekilir ve genelde başarısız olur, işte bu filmi izlemeye başlamadan önceki düşüncelerim bunlardı. Film, daha çok öğrenmen, öğrenci ilişkisi üzerinden ilerlerken toplumsal kurallara ve insanların değişmeyecek olan huylarına da göndermeler yapılıyor.

Bazı filmler, takip ettiği düşünceyi izleyiciye hemen hemen her sahnede gösterirken bu filmin de temeli izleyiciye bir mesaj vermek olmasına rağmen; bu mesajı izleyici filmin sonunda alıyor o yüzden bu film için mesaj verme ve bir şeyi izleyiciye dikte etme çabası var diyemeyiz. Filmin en büyük artısı bence budur. Şimdi biraz bu mesajı anlatayım; insanların huylarından vazgeçmesinin ve kişiliklerinin değişmenin ne kadar zor hatta imkansız olduğu mesajını taşıyan The Emperor’s Club başka bir deyiş ile insan 'yedisinde neyse yetmişinde de odur' deyimini kendisine konu olarak seçmiş, izlemeyen bir insanın çok bir şey kaybetmeyeceği bir film.

Filmin sonunda öğretmenin de kendi hatalarından ders alıp bunu açık yüreklilikle söyleyebilmesi de fakir edebiyatından öteye geçmiyor gözümde. Filmi bitirdiğimde tam olarak Dead Poets Society filmine benzemediğini düşünmeme rağmen bazı sahnelerin birebir aynı olmasını Emperor’s Club'ın, Dead Poets Society filminin kötü bir kopyası olduğu ile ilgili görüş birliğine varan otoriterlere ben de hak verdim. Hatta o kadar ilginçtir ki film işleniş biçimi olarak Dead Poets Society’ye benzemesine rağmen iki filmde verilen mesaj adeta birbirinin zıttı. Dead Poets Society filminde tecrübeli bir insanın diğer insanlar üzerindek etkisi ve bu etkiye bağlı olarak o insanların kişiliklerinde iyiye doğru gelişmeler olabileceği görüşü savunulurken şuanda incelemesini yazdığım film de savunulan düşünce, bir insanın asla değişemeyeceğidir. Kısacası Emperor’s Club filmini kişiselleştirecek olursam ‘Ustasına kafa tutan çırak’ diyebilirim.

Ancak film ile ilgili artı noktalar da yok değil örneğin yönetmen ve oyuncular filmi son derece ciddiye alarak çektikleri belli. Öyleki; Öğretmen rolündeki Kevin Kline, rolüne hazırlanmak için Manhattan’da ki Regis lisesine giderek orada aylarca ders alması bu ciddiyetin güzel bir örneğidir. Filmin çekildiği yerler de anlattığı döneme ve konuya uyumluluk göstermesi, film ile ilgili söyleyebileceğim artılardır. Konu olarak vasat olmasına rağmen konu dışı etkenlerin bu başarısızlığı dengeleme çabasını takdir ediyorum ancak yetersiz buluyorum. Bunun en önemli sebebi sinema tarihine damgasını vurmuş, ses getirmiş tüm filmlerin izleyiciyi konu ile etkileyip, dış etkenlerle büyülemesinden ve sinemaseverlerin o filmleri izledikten sonra ekranın karşısında bir süre düşünmesinden kaynaklıdır. Başka bir deyişle hem film içi hem film dışı ( çekim mekanları. Film müzikleri.döneme uygun kıyafet ve binalar) bir bütün olan yapımlara izleyici zaten her zaman saygı duymuştur. Film, bu bütünlüğe birde kendine özgü bir biçim ekleyebilmişse o filmler sinema tarihinde kendilerine her zaman yer bulur.

Filme her ne kadar kötü bir kopya desekte aslında Ethan Canin’in The Palace Thief isimli kısa romanından sinemaya uyarlanması kafanızda soru işaretleri bırakmasın. Öyleki kitapta anlatılan konunun filmin işleyişi ile çelişmesi ve yönetmenin kitaba çok fazla sadık kalmayıp Dead Poets Society’i kendine örnek olarak edinmesi, filmin hem romanına yaptığı saygısızlık olarak algılanmış hem de kötü bir kopya olmasına yol açmış. Gerçi bu durumda asıl suçlu filmin sahne adaptasyonunu yazan Neil Tolkin mi yoksa 10’dan fazla film çekmesine rağmen adını duyuramamış yönetmen Michael Hoffman mı ? cevabı size bırakıyorum.

Stephen

0 Yorum :