Öncelikle yine biraz kendimden bahsedeyim bu ilk paragrafta. Hani, ukalalık olarak algılamayın ama ciddi anlamda laptop'ta film izleyemiyordum ben 1-2 senedir. Dizi falan evet ama filme gelince iş, laptop'tan olmuyordu. İçeride PS2'yi kurup, televizyondan izliyordum. Daha büyük ekran ve ayrıntılar tabii. Ancak sürekli DVD alma olayı beni sıktı. DVD'lerin bozuk çıkması, altyazısız değil de dublaj olması, filmin ortasında donması, ve benim de netten film indirip DVD'ye çekemeyecek kadar üşengeç olmam. En sonunda geçen gün bu ön yargımı kırmayı başardım ve üst üste The Hills Have Eyes ve The Hills Have Eyes 2'yi izledim. Artık PS2'de 1 film izlersem laptop'ta 5 film izlerim herhalde. Peki neden The Hills Have Eyes? Neden, izlemediğim onca harikulade eser varken bu basit korku filmi? Alexandre Aja ve "İlk filmini izlemişken ikincisini de es geçmeyelim" takıntım yüzünden. İlk film Alexandre Aja'nın, 2.si ise Martin Weisz'ın. Haute Tension beni öyle etkilediki, Aja'nın diğer filmlerini izlemeye başladım. Zaten fazla filmi yok henüz, bu genç Fransız yönetmenin. Son filmi de şu sıralar vizyonda olan ve The Hills Have Eyes gibi bir remake olan Piranha.
İki filmin de konusuna arka arkaya değinelim. Bob (Ted Levine) ve Ethel (Kathleen Quinlan) evlilik yıldönümleri için büyük bir aile tatili ayarlamışlardır. Ancak bu ikisi haricinde ailenin diğer bireyleri hemen hemen mutsuzdur. Büyük kızları Lynn (Vinessa Shaw) bebeği için, Lynn'in eşi Doug (Aaron Stanford), Lynn'in ailesinin onu sevmediğini düşündüğü için, küçük kızları Brenda (Emilie de Ravin) ve oğulları Bobby (Dan Byrd) de arkadaşlarından ayrıldıkları için mutsuzdur. Aile büyükleri tatil için California'yı seçmiştir fakat uçakla değil de karayoluyla! Haliyle uzun bir yolculuk yaparlar ve çölde bir benzin istasyonunda benzin almak için dururlar. Benzinci, onlara kestirme bir yol olduğunu söyler ve ailemiz de bu yolu kullanır. Fakat bu yolda geçirdikleri kaza sonucu koca çölde mahsur kalırlar. Issız olduğu zannedilen bu çöl, zamanında Amerikan hükümetinin nükleer araştırmalarını yaptığı çöldür ve bu araştırmalar esnasında orada bulunan madenciler mutanta uğramış ve neredeyse vahşi yaratıklara dönüşmüşlerdir. 2. film ise bir grup askerin bu tepelere, orada araştırma yapan bilim adamlarına ekipman taşımak için gitmesini konu alıyor. Afganistan'a gönderilmeden önce eğitimden geçmekte olan askerler, geldikleri bölgenin ıssız olduğunu ve bilim adamlarının öldürülmüş olduğunu farketmekte gecikmezler. Mutantlarla da karşılaşmaları uzun sürmez. Fakat mutantlar, hayatlarını devam ettirmek için artık daha da vahşi bir şekle bürünmüşlerdir.
Biraz ilk filmle, 2.sinin kıyasına girebilirim yazıda bolca. İkisini bir arada yazmamın bir amacı da bu. Diğer amacı ise 2. filmin üzerine yazılacak zaten pek bir şey olmaması. Evet, ilk film de kült bir film değil ama 2.sinin yanında Alexandre Aja'nın farkı bir kez daha ortaya çıkıyor. İlk filmde korku, gerilim ve vahşetin müthiş potpurisini izlerken, 2. film bize bayat bir korku sunuyor. İlk filmi izlerken inanılmaz gerildim, 2.sinde ise bayık gözlerle izlediğimi hatırlıyorum. Zaten, 2. film ilk filmin üstüne hiçbirşey koymamış. Zaten ilk filmden biliyoruz mutantları, amaçlarının ne olduğunu, ne yapabileceklerini. Onlar da normal insanlar gibi hayatlarını devam ettirmek istiyorlar. İçlerinde çok az duygu kalmış. Yani olayları sadece normal insanlara zarar verip, onlarla beslenmek değil. Seks yapıp, zevk de alabiliyorlar. Dolayısıyla dişilere zarar vermeyip, üremek istiyorlar onlar sayesinde. Bunu ilk filmde görmüştük, 2. filmde de aynısı önümüze sunuluyor. İlk filmde görüp, 2. filmde yine önümüze sunulan bir diğer olay ise ailemizdeki yegane demokratın, argo tabiriyle eziğin, silaha karşı olan entel bir insanın hayatta kalması ve zaman içinde en az mutantlar kadar vahşileşmesi. 2. filmde ise askerler arasında savaşa karşı olan Napoleon'un (Michael McMillian) hayatta kalması ve yine en az mutantlar kadar vahşileşmesi. Mesaj çok açık: Savaş yanlısı iseniz bu tür filmlerden kurtulamazsınız, savaş yanlısı olmayan, cumhuriyetçi değil de demokrat görüşlüyseniz, elinize silahı almaktan korkuyorsanız belki bu tür filmlerde sağ kalma şansınız var ancak tek bir şartla, film boyunca siz de bir evrim geçireceksiniz ve elinize bir silah alıp vahşileşeceksiniz...
Spoiler!!! İlk filmde bazı mutantların henüz vahşileşmemiş, insancıl olduğunu görmüştük. Daha doğrusu 1 tanesinin, o da kırmızı başlıklı kız. Henüz küçük olduğu için akla ve mantığa yatmıştı onun insanlara yardım etmesi. Ancak, 2. film yine bu olayı tekrarlıyor fakat mantıksızca. 2. filmde de bir mutant, insanlara yardım ediyor ama bu en az diğerleri kadar büyük bir mutant. Amacı ve kazancı ne? Neden yardım ediyor? Anlamadık. Spoiler!!!
İlk filmin atmosferi ile 2. filmin atmosferi ise kıyaslanamaz bile. Şöyle ki, Martin Weisz, Alexandre Aja kadar başarılı bir yönetmen değil, olamayacağını da bu filmle gösterdi. Aja'nın kendine has tekniği o kadar muazzam ki, kelimelere anlatılamaz. İzlemeniz gerek. Korku-vahşet harmanı, müzikler, diyaloglar, yer, zaman ve mekan. Her şey atmosfere girmenizi sağlıyor ve sizi içine çekiyor. 2. film ise epey bir ruhsuz. İlk filmde oyunculuklar iyiyken, 2. filmde ne oyuncu ne de oyunculuk görüyoruz. Lost'tan Claire olarak tanıdığımız Emilie de Ravin ve kardeşi rolünde, Heroes'ta 3. sezonda konuk oyuncu olan Dan Byrd iyi iş çıkarmış diyebilirim.
1977 yılında bir Wes Craven yapımıydı The Hills Have Eyes. 2006 yılındaki remake'i çoğu kişiye göre orijinalinden iyi. Ben orijinalini izlemediğim için yorum yapmamayı tercih ediyorum. Ancak çoğu yorumda okuduğuma göre iyi ki Alexandre Aja yönetmiş filmi. The Hills Have Eyes 2 ise 1985 yılında çekildiğinde, ilki kadar ilgi görmemişti. Keşke 2007 yılında da hiç çekilmeseydi diyebilirim. İlk filmi, türün meraklılarının kesinlikle izlemesi gerek. İkinci filmden ise kaçabilirsiniz. 90 dakikanıza yazık. Son olarak, iki filminde sonunda "Bizi siz bu hale getirdiniz" klişesi kötü, makyajlar iyi. 6/10 ve 3/10 diyorum.
0 Yorum :
Yorum Gönder