Film FBI’ın patronu J.Edgar Hoover’ı ele alıyor. 1935 yılında FBI’ın kurulmasında etkin rol oynayan J.Edgar, 1972’ye kadar kuruluşun başında kalmıştır. FBI’ın güçlerini sık sık kendi lehine kullandığı, acımasız taktiklerle birçok sol görüşlü insanı ABD dışında yaşamaya ittiği (Charlie Chaplin de dâhil), komünist parti konusundaki operasyonunu iğrenç bir cadı avına dönüştürmekle suçlanan Hoover, Amerikan tarihinin en çarpıcı figürlerinden biridir.
Biyografi filmlerini ve spesifik bir olayı anlatan film türünü son 2-3 senede sevmeye başladım. Sanırım bu olayın üzerine geride bıraktığımız birkaç sene de daha fazla film yapmaya başladılar ve yapılan filmlerin neredeyse hepsi çok kaliteli yapımlardı. Konu hakkında çok fazla bilgim yoktu ama J.Edgar’ı biraz okuduktan sonra hayatı hakkında fikir sahibi olmayı başardım sanırım. Biraz bilgi sahibi olarak izlemenin daha doğru olacağının farkına biraz geç vardım ama fark etmez, benim istediğim tam olarak filme odaklanabilmek, kişiye odaklanmak 2. planda kalabilir şimdilik.
J.Edgar’ın hayatı gerçekten çok gizemliymiş. En dipten, en yukarıya kadar gelişini ve bitişini anlatıyor. Hatta bu hikâyeyi onun ağzından dinlemek, bu şansı bize sunmaları filme biraz daha kolay adapte olmayı sağlıyor. Şimdiki zamanı yaşarken, geçmişe dönerek bazı sekanslar izliyoruz ve hikayenin bütününe hâkim olabiliyoruz. Zaten film sonlara doğru geçmiş ile geleceği birleştirerek, harika denebilecek bir son ile de bitiyor.
Hikâyenin ne kadar objektif olduğu konusunda çok fazla bilgim yok ama sanki olayları biraz daha J.Edgar’ın tarafından anlatıyorlar gibi. Lakin filmde de bahsedileceği gibi, aslında kendisi gerçekte de hep arka planda kalan, pis işi yaptırdıktan sonra kameralara gülümseyen bir korkak olduğu iddia ediliyor. Ne kadar doğrudur bilinmiyor ama elbette yaptıkları da küçümsenemeyecek kadar Amerika tarihine yararlı olduğu konuşuluyor.
Kostümler, hikayenin işlenişi ve özellikle makyaj kısmı kusursuzdu diyebilirim. Konu makyaj kısmına gelmişken; Di Caprio’yu ilk kez ‘’Titanic’’ filminde izledim. O zamandan beri kendisine karşı özel bir ilgim olmamasına rağmen oynadığı projelerin neredeyse hepsinde ‘’Oscar’’ sözcüğünü duydum. Oscar sözcüğünün benim için maddi ve manevi olarak hiçbir değerinin olmadığını düşünecek olursak, yaptığı işleri ve canlandırdığı karakterler hep sinema tarihinde bahsedilen ve bahsedilecek olanlardı. Her filmde en iyisini yaptığına şahit oldum ve elbette bu çabasını takdir ediyorum ama J.Edgar rolü ile çitayı çok yükseklere koyduğunu belirtmem geriyor.
The Invictus filminde M.Freeman’ın belki de kariyer rollerinden birini izledik. Hareketlerinden, mimiklerine ve ses tonuna kadar neredeyse aynısı olmuştu, bu film içinde aynısını söylersek sanırım hata etmiş olmayız. Genç hali ve yaşlı haliyle 1 e 1 J.Edgar olmayı başarmış.
Sonuç olarak çok başarılı bir biyografi olmuş, benim gibi bu türü sevenlerin uzun süre hafızalarından silemeyeceği kadar da kaliteli. Yazıyı bitirmeden önce fark ettiğim ufak bir nokta;
1930lu yılların ünlü banka soyguncusu J.Dillinger'ıda sinema çıkışında öldürerek yakalamıştır. Bu olay J.Depp’in oynadığı ‘’Public Enemies’’ filmine de konu olmuştur.
0 Yorum :
Yorum Gönder