29.11.2009

The Ugly Truth [2009]

Hahah izlemek gerçekten çok zevkliydi.Herşeyi bir kenara bırakıyorum.Aşk filmlerini sevmem, butler; eh işte, senaryo, konu...Önemli olan ve bu filmin başına oturduğumda bana vermesini istediğim şey eğlenceydi.Nasıl siz Cem Yılmaz'a gidince ağlamaya değilde gülmeye gidiyorsunuz, buda onun gibi bişey işte.

Abby, bekârlığı dışında her soruna anında çözüm bulabilen bir TV programı yapımcısıdır. Reytingleri düşüş gösterince, işe yeni alınmış Mike’la ekip olmak zorunda kalır. Erkekler hakkında ipuçları vermekte olan bölümünün reytinglerdeki ani artışı, Mike’ın yerini garantiler. Abby, bekâr komşusu Colin’le tanıştığında ise doğru hamleleri yapmak için Mike’ın görüşlerine ihtiyacı olduğunu anlar.

Film gerçekten bazı ilginç noktalara değinmiş romantik bir komedi olmasının dışında.Hazır bahsetmişken buraya klasik bir biçimde, sonu belliydi..Önce zıtlaşma-yakınlaşma-öpüşme-sevişme oldu tarzında yazılması gerekenleri yazmak istemiyorum.Onları siz boşluklara koyarsınız artık.

Filmde biraz fazlaca argo kullanılmış kabul etmek zorundayız.Daha fenasını söylemek istiyorum.Posterine baktığınız zaman yada filmin tanıtımına baktığımız zaman hiç bu sözler içerdiğini anlamıyorsunuz.Hani kardeşinizi alıp gittiyseniz yada kız arkadaşınızı alıp gittiyseniz biraz zorluk çıkartabilir.Aslında bana göre hava hoş, bence filme normalin dışında bir hava katmış ama izleyenler pek öyle demiyorlar sanırsam;

filmi daha anca seyeredebildik. genel kanaatimize göre film genel örf adet ve geleneklerimize uygun olmayan söz davranış ve hareketlerle bezenmiş olsada filmi beğendik.

Bu yorum hakkında, yorum yapmadan direk geçiyorum ama çok komiğime gittiğinden dolayı buraya yazmak istedim.

Söylenmesi gereken fazla bişey kalmadı.Gerard Butler çok yönlü bir oyuncu gibi duruyor ama olmuyor arkadaşım.Ben nasıl Jim Carry'i ciddi bir mafya babası filminde görmek istemiyorsam yada Al Pacino'yu şakrabanlık yaparken, Butler'a da bu tür roller gitmiyor.P.S I Love You da olmamıştı buda olmamış.Kendisi çok iyi oynamış kabul ediyorum, mimikler, konusmalar ve hareketler süper tamam ama eksik bişeyler var.Bu tür roller için biraz fazla sert mi kalıyor demek gerekiyor?Mesela The Gamer süperdi.Tam onun gibi bir adamın oynayabilceği tarz rollerdi yada meşhur 300 yada RocknRolla tamam dı ama bu tarz olmuyor..

Fazlaca argo içerdiğinden hani izlemeden önce düşünün.Eğer adet ve örf (ehehe) lerinize uygun olmadığını düşünüyorsanız izlemeyin, ama 1 saat 35 dakkayı su gibi akıtmak istiyorsanız mutlaka izleyin, eğlence garantisi benden.. 10/6.5

UnjustLucifer

27.11.2009

Güneşi Gördüm [2009]

Son yılların en çok tartışılan türk filmini izleyeceğimi düşünüyordum ve aynen öyle olmuş.Ne ararsanız bulursunuz bu filmde.Kendinizi bulursunuz, düşüncelerinizi, bakış açılarınızı, inançlarını kısacası herşeyi bulabilirsiniz.Evrensel bir film yapmışlar demek isterdim ama evrensele hangi açıdan baktığına göre değişceğinden işte orası biraz sorgulanır.Aslında yazılması gereken inanılmaz çok şey var, ben bunların bir kısmını yazmak istiyorum.Bunu artık bir film kritiği olarak değil, karşılıklı bir sohbet olarak değerlendirebilirsiniz.

Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.Herkezin erkek oğlan istemesi ama daha sonra oğlanların ne yapacağını bilmemesi gerçekten çok ilginç gibi geliyor başta ama işte öyle değil.Bunun gibi örnek o kadar fazla var ki aslında.Ya asker olacaklar yada terörist.En güzel örneklerinden biri bi filmdeydi ve oradaki sahne gerçekten bitiriciydi.

Savaşta karşılaşırsak ne olcak?Sen öldürürsen terörist,ben öldürürsem şehit olacaksın..

Daha sonralarında savaş oluyor ve aile 2 ye bölünüyor.Bir kısmı yurtdışına giderken diğer kısım istanbul'a göç ediyor ve kendi yaşamlarını kurmaya çalışıyorlar.

Konuyu dağıtmadan ilerlemeye çalışalım.Yurdışına giden kısmın ne kadar daha insan gibi muamele gördüğünü izlediniz.Oradaki sağlık hizmetinin nasıl işlediğini, devletin nasıl işsiz olanın bile arkasında durduğunu, tedavinin nasıl yapıldığını yada sistemin nasıl işlediğini gördünüz.İstanbuldaki kısma bakıldıgında ise hayatın o aileye acıdan başka bişey getirmediğini izledik.

İlgi çekici şeylerin başında travesti muhabbeti geliyor.Geri kafalı bir halk olduğumuzdan dolayı halen töreyle yatıp töreyle kalkıyoruz ve bunu benimsiyoruz.Fazla derinlere girmeden ben sinemasal olarak bakmak istiyorum.Travesti sahnesi gerçekten çok gereksiz bir sahneydi ve gereksiz yere ayrıntı verdikçe vermişler.Tamam orada anlatılmak istenen empoze edilebilir, koyulabilir ama her ayrıntısını, ne yaptığını, travesti evlerini görmek zorunda değildik.Asıl amaç türkiye gerçeklerini göstermek olsa bile bu biraz fazla gereksiz olmuş.

Çamaşır makinası ise inanılmaz yürek burkucu bir sahneydi benim adıma.Alışmamış yerde don durmaz diye çok doğru bir söz vardır.Bununla alakası ise, adamlar hayatları boyunca elle çamaşır yıkamışlar, sen oraya çamaşır makinesi alırsan tabiki böyle şeylerde olur.E sen zaten akraba evliliği yapmışsın, cocugun özürlü, kör dedeyle onları evde yanlız bırak ve git..Inanılmaz şeyler ama işte bunların gerçekten oluyor olması daha da bir inanılmaz kılıyor herşeyi.

Mahsun Kırmızıgül mesaj vermek istemiş.Filmin son sahnesinde zaten söylenenler onun birebir kendi fikirleri ve bir o kadar doğru.Devlete sövme kısmına kadar varmış ve bencede süper yapmış.Hazır mahsunla başlamışken devam edelim, filme bazıları kıt,alıştık senaryo,acınası senaryo,abartı vb yakıştırmalar yaptılar ama bunların hepsinin birer gerçek olduğunu göremeyecek kadar kıt insanlar var tabi türkiyede.Bu gerçekleri kabullenmeyen, filmde anlatılmak istenenin tersine inanlar olduğu gibi, tabiki olabilir bunlar ama filme sanatsal açıdan bakmak gerekiyor, verdiği mesajları almak gerekiyor.Ben vermek istediği sosyal mesajların amacına ulaştığını düşünüyorum.

Oyuncu kadrosunu tek tek saymak gerekirse buraya bir 3-4 paragraf felan daha açmam gerekiyor, ben toptan olarak söyleyim.Normalde yönetmenin oyuncu olması niyeyse bana hep garip gelmektedir.Bunun en iyi örneği sanırsam C.Eastwood abimizdir.Mahsun da böyle bişey denemiş ve bence inanılmaz başarılı olmuş.Yönetmenliğinin yanında oyuncu olarakda inanılmaz sağlam durmuş.Duygu gerektiren sahnelerdeki mimikleri inanılmazdı, tabi bunun yanında diğerlerinin katkısı inanılmazdı.Baya zor çekimler yaptıklarını düşünüyorum, çünkü ortalıkta baya fazla cocuk var ve hepsiyle teker teker uğraşmak zorunda kalmışlardır elbette.

Baya uzun bir yazının sonuna geliyorum.Filmi, film olarak toparlamak istiyorum.Travesti sahnesinin üstüne neden bu kadar fazla düşüp, filmi onunla birlikte bitirdiler anlamadım.Hani türkiyenin en büyük problemi eşcinsellik felan mı demeye getirdiler yoksa!Çamaşır makinesi sahnesini bir yere not ederek devam ediyorum.Yurtdışına kaçak olarak çıkmalarından bahsetmedik ama gerçekten onlar insna değil, hayvan taşıyorlar!Çok düşündürücü bir laf oldu bu!Yurdışı hakkında söylenenlerin hepsine katılıyorum.Kişisel olarak benim tercihimde bu yönde olacaktır ülke böyle devam ettiği sürece...Bunların dışında bazı yerlerde filmin gereğinden fazla zorlandığı kanısına kapıldım.Travestilere karşı oldugum yada böyle bir nefret olarak algılanmasın ama hani objektif bakmak zorundayız.O sahnelerin kapladığı süreyi bir düşünelim ve çıktıktan sonraki süreyi bir daha düşünelim.Senaryonun zorlanma kısmı bence orası ve bitiş de bununla aynı kapsama giriyor.

Notum 10/8.5 olucak.Bu zamana kadar izlediğim en iyi 3 türk filminden biri oldu.Gerçekleri olduğu gibi tüm çıplaklığıyla yansıtması beni benden aldı götürdü zaten.İzlenmesi gerekiyor, mutlaka izlenmesi gereken inanılmaz bir film olmuş.

UnjustLucifer

26.11.2009

Sunshine Cleaning [2008]

Son zamanlarda gene ne bulursam izleme hastalığına kapıldım ve bu sefer rezalet bir malzeme var elimde.Film gençliklerinde amigo olan hatunların 30 larına geldiğinde evi geçindirme çabaları üzerine.Evli olan sevgilisinin! tavsiyesi üzerine cinayet yeri temizlemeye başlarlar ve iyide para kazanırlar ama daha sonra temizleme gittiği bir evi kız kardeşinin yakmasından sora işler biraz karışır ve film başa döner?

Yukarıda bol bol devrik cümle ve anlamsız bir betimleme kullandım.Çünkü film bunu hak ediyor.Cidden.Şu son 3-4 ayda neler izledim diye hatırlamaya çalıştım ( hatırlamam imkansız biliyorum!) ama bunun kadar boş bir film izlememişimdir.1 saat 23 dakikada sen ne anlatabilirsin yada nasıl bir senaryo yapabilirsin ki zaten.

Bir kere olay yeri temizlemsinde olmayacak şeyler oluyor.Siz hiç olay mahallinde parmak gördünüz mü ya?Bir kere o kanıttır ya, nasıl oldugu gibi lavaboda bırakabilir polisler onu.Hayatımda görmedim, hiçbir filmdede izlemedim ben böyle bişey.Aynı şekilde kurbanın yada katilin bütün özel eşyaları toplanmaz mı ? İşte asıl toplanmazsa böyle filmlere senaryo olur malzeme olur.

Bir senaryo var gibi geliyor başta, bişeyler olacak evet gelişmeler oluyor ama filmin son 20 dakikasında resmen olaylan spontene bir şekilde gelişiyor.Yönetmen heralde evine gitmiş ve oyunculara bu filmi siz bitirin sora bana haber verin şeklinde bir direktif felan vermiş olması lazım.Sonu çok açık bırakmışlar.Arkadaşım siz zaten işi batırdınız, bitti yandı kül oldu, nasıl bir daha aynı şeyi yaparsınız ya?Böyle bir son olabilir mi ?

Steve Zahn'ı nerden tanıyorum diye düşündüm ve buldum.Daha sinemalara gelmemiş olan, başrolü M.Jovovic ile paylaştıkları A perfect Gateway filminden hatırlıyorum.Oradada iğrençti, buradada evlatlık olarak durmuş.Rol vermişler, hadi bari biraz katkı yapim diye oynamış.Emily Blunt'a olan hayranlığımı ve hatunun çok hoş oldugunu belirtmeden geçmek istemiyorum, onun dışında zaten totalde 5 kişinin etrafında dönen bir film..

Sakın izlemeyin, sinemaya gitmeyin, dvd sini felan almayın.Notum 10/4..1 saat 23 dakikam boşuna gitti, şu her bulduğumu izleme hastalığından biran önce kurtulmak zorundayım..

UnjustLucifer

Nefes: Vatan Sağolsun [2009]

Aslında fazla milliyetçi değilimdir. Hani bazı kesimin aşırı milliyetçiliğini düşünürsek ben onların yanında gavur gibi kalırım belki. Hoş o aşırı milliyetçilerin çoğunun da ne kadar samimi olduğunu biliyoruz, neyse. Epey beklettiler, heveslendirdiler bu film için Türk insanını. Sonunda geldi sinemaya, bayağı oldu çıkalı. Biz de gidelim bakalım, neymiş ne değilmiş görelim dedik.

Güneydoğu'da, Irak sınırına yakın bir yerde, 2365 metre yüksekliğindeki Karabal tepesinde, bir istasyonu korumakla görevli bir yüzbaşı ve onun 40 askerini konu alan bir film bu. Savaşta arkadaşların senden önce gelir. Önce arkadaşlarını korursun, sonra kendini. Ancak vatan hepsinden önce gelir. Vatanı korumak, o istasyonu korumak uğruna canını feda etmelisin. Her daim tetikte olmalısın, kimseyi düşünmemelisin, uyumamalısın, yememelisin, içmemelisin. Sen oradasın artık, o istasyondan, düşmanından başka kimseyi düşünemezsin, düşünmemelisin.

Yüzbaşı Mete'de (Mete Horozoğlu) tam böyle bir adam işte. Ülkesi uğruna gözünü kırpmadan herşeyi yapabilecek bir asker! Komutasındaki 40 askere de bunları aşılıyor. Zamanında en yakın arkadaşını bir çatışmada kaybetmiş. Artık kaybedecek bir şeyi kalmamışçasına bütün askerlere tecrübelerini aşılıyor ve kimselerin olmadığı, bu ıssız tepedeki bir grup Türk askerinin hayatı anlatılıyor 130 dakika boyunca.

Film bir içtima sahnesi ile başlıyor. Kanınızı donduracak bir içtima sahnesiyle. Ve direk sizi içine hapsediyor. Film boyunca kendinizi o askerlerden biriymiş gibi hissediyorsunuz. Yani fazla milliyetçi olmayan ben bile böyle hissettim. İnandırıcılığın arttırılması için oyuncularla, aylarca özel olarak çalışılmış, ki yararlı da olmuş. Sırıtan yok. Özellikle Mete Horozoğlu'na ayrı bir parantez açmak lazım. Şu rolüyle kesinlikle Türk Sinema Tarihi'nin en iyi oyunculuklarına ilk 5'ten girer. Filmi almış götürmüş diyebiliriz. Her ne kadar sert bir rol üstlense de filmde, aslında içinde onlarca yara var. Yıllardır sevdiğinden uzak, en yakın arkadaşını bir çatışmada kaybetmiş. Bu inişli çıkışlı karakteri çok güzel oynamış, çok inandırıcı oynamış Mete Horozoğlu, hakkını vermek lazım.

Sinematografi olarak iyi, müzik olarak iyi. Kaliteli bir film. Yer yer sıkmasına rağmen, yer yer de film başındaki içtima sahnesi gibi derinden etkileyen, belki vuran sahneler var. Bunların zamanlamaları iyi ayarlanmış. Mesela tam uyuyacak gibi oluyorsunuz bir anda sürpriz birşey oluyor. Bu iyi zamanlama sayesinde filmi pür dikkat izliyorsunuz. Burada da ilk uzun metraj filmini çeken Levent Semerci'yi kutlamak gerek.

Hiç bir zaman savaşan insanların ruh halini tam anlamıyla anlayamayacak olsak da, buna en yaklaştığımız Türk filmlerinden biri olmuş Nefes. Sadece son çatışma sahnesinde büyük bir karışıklık var, ya da bana öyle geldi. Film hakkındaki tek olumsuz eleştirim bu olacak. Çok karanlık olmuş, kimin ne yaptığını fark edemiyoruz. Kimin ne konuştuğunu ise hiç fark edemiyoruz. Ama şöyle düşündüm, yönetmen o esnada, savaş esnasında bize askerlerin nasıl bir halde savaştıklarını, kimsenin kimseyi görmediğini, duymadığını gösteriyor olabilir. Çünkü o kadar hazırlıksız yakalanıyorlar ki -eheh spoiler- bir anda kendilerini saldırının içinde buluyorlar.

Sonuç olarak kaliteli bir Türk yapımı Nefes. Askerliğini yapmış olup da bu filmi izleyenler, anı tazeleyecek. Asker sevgilisi olan bayanlar, onları çok daha iyi anlayabilecek ve askerliğini yapmamış -benim gibi- erkekler de hafiften tırsacak. Ha, şu en başta değindiğim milliyetçi arkadaşlardan da, gerçekten milliyetçi olanlar askere bir an önce gitmek için can atacak. Asker oğul sahibi ebeveynler ise pek tabii ki ağlayacak. Spoiler: Son sahnedeki "Götür beni gittiğin yere" şarkısına ayrıca dikkat! 10/8

Beercholic

25.11.2009

One Hour Photo [2002]

Blogta son yazılan filmler belli, isimleri oyuncuları felan belli.Ben kusursuzu aramıyorum ama zevk veren filmleri tercih ederim herzaman.Son zamanlarda izlediğim en ''komple'' filmdi.En iyisi demiyorum, mükemmel, kusursuz demiyorum, sadece en komple film olanıydı.Nedenlerini açıklamaya çalışayim;

Bir fotografçımız var, yıllardır bu işi yapıyor ve insanların fotolarını basıyor.Tek sorun takıntılı olması.Sevimli bir aileye aşırı derecede takıntısı var.Bu takıntısı evin erkeği Will'e karşı olan takıntısından kaynaklanıyor.Elindekileri hak etmediğini düşünüyor ve iş biraz daha normal seyrinden çıkarak thriller tarzına dönüyor...

Filmi açtığınız andan son ana kadar film sizi götürüyor zaten.Bu sefer kendime ters bişey yapıp, film hakkında internette yazılanları okuduktan sonra izlemeye başladım.Herkez filmin akmadığını, çok yawaş ve sıkıcı oldugundan bahsetmişler.Sanırsam ben bu insanlarla aynı filmi izlemedim,onlar artık ne izlediler bilemiyorum.Olaylar yavaş yavaş gelişiyor.Tamam kabul ediyorum, normal seyir çok çabuk değişiyor ve siz o değişime bir anda adapte olamıyorsunuz.Normal seyirde giderken filmde ufak bir kopma noktası var.Neyse ki kayıp sadece bir 5 dakika ile sınırlı kalıyor ve siz filmin keyfini yaşamaya devam ediyorsunuz.

Fotocumuzun ruh halini inanılmaz yansıtmışlar.Tabi bu konuyu açmışken önce R.Williams'a değinmek gerekiyor.Bana bir oyuncu söyleyin, süper oyunculuk kalitesi olsun ama filmleri gereken ilgiyi görememiş olsun desem, Williams bu isimlerin başında gelir bence.Jumanji, The fisher King, Cut gibi filmlerde inanılmaz roller yapmış ama bence gereken ilgiyi görememişti.İşte bu filmde onlardan biri.Kendi dünyasında, sadece işine konsantre gibi gözüken bir adamdan bahsediyoruz.İşini kusursuz olarak yapmaya çalışıyor.Ama biraz takıntılı aynen yukarıda bahsettiğim gibi.Bir ailenin sürekli resimlerini basıyor ama yolunda gitmeyen bişeylerin oldugunun oda farkında ve işte kovulmasıyla buna bir son vermeye kararlı.Zaten işte kovulmasıyla beraber film ve Williams başka bir boyuta geçiyor ve kendi üstüne koyarak ilerliyor.

Çok ilginç şekilde filmdeki resimlerden bahsetmek istiyorum sizlere.Mavi ve tonlarının kullanıldığı, yeryer açık kahverengine dönen, ama ağırlıklı olarak bu 2 renkten bahsedebilceğimiz bir film.Filmlerde normalde renk tonlarının uyumunu aramak hani artık bulupta kıllısını istemek gibi bişey, ama göze o kadar hoş geliyorki.SY'nin çalıştığı mekanların tamamında açık renkler, ailemizin oldugu sahnelerde ise çoğunlukla kahverengi ve birz daha koyu tonların kullanılması inanılmaz olmuş.Göze gerçekten hoş geliyor, göze sokulmamış ama izleyiciden farkedilmesi istenmiş.

Bunun dışında koca filmde sorgulanması gereken bir tane, evet sadece 1 tane ayrıntı sunmak istiyorum sizlere.Normalde kırık olan araba camının 1 sahnede bir anda normale dönmesinin dışında, neden sadece foto dan sorumlu olan bir çalışanda, bıçak dolabının anahtarı olur ki.Biraz saçma gelmedi mi size de?

Gereksiz şiddetden uzak, gereksiz dialoglardan uzak bir film izledim.Williams'ın muhteşem oyunculuğu; başlarda sakin olan ve daha sonlar olaylar geliştikçe sakinliğinin arkasına konusma tarzıyla beraber nefretini saklayan ve daha sonra sadece, her normal insanın yapabilceği kalitede bir plan kurarak, işleri yoluna koyma çabası gerçekten süperdi.Kendisini bir kere daha alkışlıyorum.Filmin sonuda mükemmel bitmiş.Biraz düşündürücü bittiğini söyleyebilirim lakin alakayı kuramamış olma olasılığınızda var ama en azından burada bile klişeden kaçılmış.Tam bitmesi gereken yerde bitmiş, gereksiz uzatmalara gitmemişler.

İzlemeniz gereken bir film.Klişe olmayan bir konu, süper bir oyunculuk, inanılmaz renk uyumu ve mekanlar.Notum 10/7.5

UnjustLucifer

24.11.2009

Gemide [1999]

Güzel bir türk filmi daha geride kaldı.1999 yılında yapılmış, senelerdir arşivde duruyor ve izlenmeyi bekliyordu.Kısmet bugüne geldi ve izlencek bişeyler ararken dosyasını kazayle açtım.İzledim...

Bir kum kosterinin personeli ve kaptanının başından geçen ilginç bir olay.Dışardan bakıldıgında gerçekten ilginç bir olay gibi geliyor ve aynı zamanda Türkiye'nin çarpık yapısına eleştiri getiren bir film.''aynı zamanda'' diye başlayan kısmı kopyaladım, benim düşüncem değil.Kopyaladım çünkü burada bulunmasını istedim.

Personelden bir tanesi yemek almaya gönderilir.Daha sonra paraları çaldırdım diye gemiye geri döner ve ekip olarak parayı almaya giderler.Tam bu sırada denk gele bir gruba ''onlardı'' diye saldırılır.Paraları alınır ve yanlarındaki kıza el konur.Gemiye gelir gelmez tayfadan 2 si kıza asılırlar ve üstünden geçmeye başlarlar.Olaylar buradan sora daha da büyür ve içinden çıkılmaz bir hal alır....

Merak edilenlerle başlamak istiyorum.Film 1999 yılında çekilmiş, o zamanlarda ben 11 yaşında oldugumdan dolayı böyle bir şansım yoktu tabi ama merak ettim, gerçekten sürekli aynı ''adam üstte, kadın altta, bluzundan göğüslerini ellediği bölüm'' sahne gösterilen; kahve,bira çay içerek insanların bir ''kahvehane'' düzeninde izlediği halka açık yerler var mıydı?Çok merak ettim?

Filme tekrar geri dönersek, dialoglar inanılmaz güzeldi.Bazıları küfürün çok gereksiz olduğunu utandıkları felan söylemişler ama filmi zaten doğal yapan bunlar.Daha geçenlerde bir yerde okudum '' Şafak Sezer'' in filmleri neden kaynağını küfürden alıyor gibilerinden.Bu filmde bu kadar rahatsız edici bişey yok.Gayet güzel dokundurmalar yapılırken küfürler kullanılmış.Hele filmin 2.cd sinin ortalarına doğru bir dialog var, sansürsüz olarak buraya yazmak isterdim ama filmin en can alıcı noktalarından biri ne yazık ki, ve yazamıyorum.

Serdar Akar iyi bir yönetmen.Barda, KV Irak, Dar alanda kısa paslaşmalar gibi filmler çıkmıştır.Yaşanmış gerçek bir hikaye olan Barda filmide türk sinema tarihinin başyapıtlarından biridir.

Kendi filmimize dönecek olursak, filmi beğendim? Niye beğendim, türk sinemasında bence aranması gereken en önemli ögelerden biri doğallık.Gerek konusmalar, gerek oyuncuların davranışları doğal olmalı ve bu filmde bunu buluyorsunuz.Konuda çoğunuza ilginç gelebilir ama açıkçası bana fazla ilginç gelmedi.Bu kadar abazanın arasına düşüyorsan hayatta kaldığına dua et denilebilir.Türkiyede gerçek işte bu, böyle bir kızın yaşama oranını eğer tartışmaya açarsak, açtığımız tartışmadan daha fazla tartışma çıkar orasıda ayrı mesele..

Erken Can inanılmazdı.Fark ettim ki kendisinin oynadığı az film izlemişim, zaman buldukça biraz daha fazla zaman ayırmak isterim kendisine, gerçekten çok etkileyici bir rol oynamış ve gerçekten tek kelimeyle kusursuzdu.

Filme 10/8 gibi normalde yüksek bir not veriyorum.Türk sineması olması, eserin böyle etkileyici ve sıkmaması diğer artı yanları.Eski bir film diye geçmeyin, mutlaka izleyin.

UnjustLucifer

Nine [2009]

İşte beklediğim film geliyor.Beklememin nedeni sinema tarihinin en özel ve elite oyuncularından biri olan Daniel Day-Lewis'in de bu filmde olacak olması.Bunun yanında inanılmaz tatlı hatunlardan oluşan bir kadrosu var, ağzımın suyunu sildikten sora hemen size bu kadroyu yazim;

Penélope Cruz ... Carla
Nicole Kidman ... Claudia
Marion Cotillard ... Luisa Contini
Stacy Ferguson ... Saraghina (as Fergie)
Kate Hudson ... Stephanie

Düz mantık olarak bakıyorum.Bir seyirci olarak ekran karşısında DDL'i izlediyseniz ve herhangi bir filmi için, at çöpe gereksiz olmuş demediyseniz, bu filmden de beklentilerinizi yüksek tutabilirsiniz.O oynuyorsa, mutlaka tutacak bir filmdir diyorum ve beklemeye başlıyorum.

Türkiyeye gelişi yazmıyor ama 25 December 2009 for USA dediğine göre yakında DVDRip ini internette bulabiliriz.

23.11.2009

Mulholland DR. [2001]

Bir başkasının hayatını yaşıyor olmamız mümkün mü?

David Lynch, önemsiz görünen ayrıntıları filmin çoğu karesine serperek bir "kelebek etkisi" yaratıyor ve hayatlarımızın bence kısa bir özetini sunuyor... Hiç önemsemediğiniz küçük şeylerin, aslında ne kadar da gizemli ve büyük olduğunu farkettiğiniz oldu mu?

Mulholland Dr.; yolda yürürken omuzumuzu çarptığımız ve özür dilemeden geçtiğimiz bir yabancıyı anlatıyor. Kendimizi! Her zaman her insanın kendisine ait bir yaşamının olduğunu düşünürdüm. Ancak farkettim ki öyle değil; ne kadar farklı yollardan geçersek geçelim, her birimiz aynı çıkmaza ulaşıyoruz. Bazen ölüm o kadar erken geliyor ki, öldüğümüzü bilmiyoruz ( The Sixth Sense ). Bazen kendimiz ile o kadar çok yabancılaşıyoruz ki; kim olduğumuzu unutuyor; geçmişin kırıntılarında bir yabancının hayatını yaşıyoruz ( Memento ). Bazen ise yaşamın kendisine karşı verdiğimiz anlamsız savaş; bizi hiç rüzgar esmeyen bir yere götürüyor ( The Thin Red Line ).

David Lynch; hem yazıp hem yönettiği bu eşsiz eserinde aslında birçok filmde ve öyküde anlatılmak isteneni; bir arada sunuyor bize; hem de mükemmel bir kadro ile!
Baş rollerini Naomi Watts ve Laura Harring'in paylaştığı bu eser; aynı zamanda usta bir oyuncu olan Justin Theroux'a da ev sahipliği yapıyor.

Öyle bir film hayaledin ki; en küçük rol bile büyük bir oyunculukla büyütülmüş olsun!
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; hiçbir David Lynch filmi; baştan sona akılda kalmaz. Çünkü bu filmlerin tümü ayrıntılar üzerine kuruludur ve insan beyni algılama zorluğu yaşar.Şahsen üç kez izlediğim bu filme dair hatırladığım tekşey girişi; gelişmeden bir kesiti ve çarpıcı sonu!

Film; Düşler Şehri Hollywood'un kabusvari bir gecesinde; depresif bir çekim ve çaresizlik içinde başlıyor. Rita, az sonra başına nelerin geleceğinden habersiz; bir aracın içerisinde; arka koltukta oturmakta... Gecenin karanlığında araç; birden duruyor. Rita, kendisine doğrultulan silah karşısında şaşırıyor; ancak bunun olabileceğini tahmin etmişe benziyor... Herşey, birkaç saniye içerisinde değişiyor. Rita; muhtemelen öldürülecekti ancak arabada kendisine silah doğrultulduğu sırada; arabaya sarhoş ve zengin gençlere ait başka bir arabanın çarpması sonucu; işler lehine döndü. Yoksa, alehine mi? Kazadan kurtulan Rita; hafıza kaybı yaşar. Oldukça açtır, korkmuştur, ancak bir o kadar da şaşkındır. Çünkü hatırladığı tek şey, öldürülmek istendiğidir. Kalburüstü bir kesimin ikamet ettiği o bölgeye ulaşır ve "o" eve girer. "O" ev, hayatımızda kaçtığımız çoğu şeyin ardından; ya da bir anlık karar ile sığındığımız farklı bir bedenden başkası değildir aslında...

Ardından, Rita'nın lüks ve sosyetik hayatının tam tersine; doğal bir suretle, sıcak bir şive ve beklenmedik bir nezaketle karşımıza Betty çıkar. Betty; taşradan gelme genç ve güzel bir kızdır. İstediği tek şey, teyzesi gibi Hollywood'a dahil olmaktır. O yüzden onun ikamet ettiği bu Düşler Şehri'ne gelir ve geçici bir süre ile boş olan eve yerleşir. Çocukluk düşlerine ve gençlik arzularına yaklaşmıştır artık. Önünde sadece birkaç seçme vardır. Ardından; yıldız haritasındaki yerini alacaktır. Betty, teyzesine ait "o" eve ulaşır ve orada; Rita ile karşılaşır. Zavallıya acır ve bir kaza sonrası oraya sığındığına ikna olur. Otoriteler ve bir başkasını araya sokup; hem başına bela gelebileceğini düşünür ve hayallerine de engel olmaması açısından Rita'ya kendi başına yardım etme kararı alır. Kesişen bu iki hayat, aslında o kadar da farklı değildir. Zaman içinde iki kadının birbirine olan bağlılıkları artmış; beğeni hoşlanmaya, hoşlanma sevgiye, sevgi aşka ve aşk saplantıya dönüşmüştür. Ancak bir sorun vardır ki; Rita, hala kim olduğunu ya da nereden geldiğini hatırlayamamaktadır. O'nun yanında olmaktan mutluluk duyan ve yardımcı olmaya çalışan Betty, farklı yollar denemeye çalışır.

Peki ya Rita'nın geçmişi? Aslında Rita; sadece hayallerinizde görebileceğiniz bir tutku unsurudur. Arzuları için yaşayan, etik ve toplumsal değerlerden yoksun bir kadındır. Anı yaşar ancak geleceğe dair planları içinde çıkar ilişkileri kurmaktan vazgeçmez. Çelişkili hisleri vardır aslında... Öyle ki, yazarak tarif etmek zordur. Dil bilgisini zorlar. Peki kazadan sonra nasıl biri ile karşı karşıyayız; o kişinin tam tersi ve birçok karardan yoksun olanı ile... İkinci Dünya Savaşı'nda esirleri vuran bir subay düşünün; birkaç gün sonra; muharebe devam ederken bu subayın bir patlama sonucu duyma işlevini yitirdiğini hayal edin. Sağır olan bu subay; bir de esir düşsün. Ancak bu sefer; esir olarak düştüğü taraf; onu tedavi edip; zarar vermeden sadece silah altında tutsun. Bu kişiyi öyle çaresiz bir durumda hayal edin ki; yaptıklarından dolayı vicdan azabı çekmeye başlasın; öyle ki; beyni, karanlık geçmişini o patlama ile beraber silmiş olsun. Şimdi o adamın yanına daha onurlu ve iyi bir hayat sürdükten sonra savaşa katılan, ardından talihsiz bir dizi olay sonucu karşı tarafa esir düşmüş bir asker ile hayal edin. Öyle ki sözde kahramanımızın tam tersi etik ve karakteristik yapıya sahip olan bu asker, hem kendini hayatta tutmaya çalışıyor; hem de yanındaki o sağır ve unutulmuş adama umut aşılamaya çalışıyor...
Ve öylesine soğuk bir gece hayaledin ki; iyi askerimiz; bir zamanlar kötü biri olan kötü askerimiz ile oradan kaçmaya çalışıyor. Bulutlu bir gecede çitlerden atlarken peşinden onu sürüklüyor. Bizim kötü karakterimiz ise birden geçmişinden birini varediyor, hemen o anda... En önemli ve hayati bir anın ortasında. O suret yüzünden kuledeki nöbetçiler karanlıktaki silüetlerin farkına varıyor ve ışığı üzerlerine çevirip ateş açmaya başlıyor. İroni bu ya; kötü adam donup kaldığı yerde isabet almaz iken; çitlerin üzerinde ona doğru elini uzatmış iyi adamımız hemen orada ölüveriyor...

Bu garip benzetme, umarım zihnimde çakan şimşeklerin parıltılarını size bir nevi gösterebilmiştir...
Daha fazla ayrıntıya girmeden devam edeyim...
Mavi Küp!
Film bittiğinde kafanızda kalan şeylerden biri de o olacaktır. Mavi Küp; nedir? Neyi sembolize eder?

Sanırım bu; kesin olarak cevabı verilemeyecek bir soru. Bence Mavi Küp; büyük sırdır. Belki de Mulholland DR.'nın ta kendisidir. Kim bilir?
Onun dışında size elimden geldiğince daha fazla "spoiler" yapmadan filmi anlatmaya çalışacağım...

Film, Fire Walk With Me'ye oldukça benziyor ancak David Lynch'in bu filmde yaptıkları ve film boyunca sürdürdüğü o inanılmaz gerilim çizgisi; FWWM'den daha başarılı ve etkileyici. Polis soruşturması, mistik öğeler, gelecekten haber verme, daha derin anlamlar taşıyan ilgisiz sahneler, aşk, aldatma, cinayet, saplantı, tutku, toplumun tabularına atılan tekmeler ve daha sayamayacağım bir sürü etkiye ev sahipliği yapan; olağan üstü bir film!
Gerek "Geceyarısı Tiyatrosu", gerek "Mistik Yaşlı Kahini", gerek karabasanlardan fırlamış olan "Evsizi" olsun film; baştan sona aitlik duygusunu kaybettiren; sadece rüyalarınızda yaşayabileceğiniz kenevir etkisini yaşatan; geceyarınıza daha büyük anlamlar katacak olan eşsiz bir yedinci sanat eseridir. Bu arada, her Lynch filminde (nerede ise) olduğu gibi; gizemli bir yabancımız da var!

Söyleyebileceğim fazla birşey yok aslında ya da çok şey mi var? Mulholland DR'ndan sonra bilmiyorum... Size sadece, sıradışı bir deneyim sunacağını ve kendisini birkaç kez daha izlettikten sonra; asla unutturmayacağını biliyorum. Ayrıca şunu da söyleyebilirim ki; bu film, bakış açınızı değiştirecek... Belki de; sizi!

Dusktime Valkyries

The Limits Of Control [2009]

Yaklaşık olarak 8 senedir sinemaya merakım var, bunun 5 seneside manyak gibi film izleyerek geçtiğini varsayalım.Binlerce (ki 2bin bile olabilir) film izledim ama bu seferkini tamamen ayrı bir yere koymak gerekiyor.Geride izlenmiş olan (varsayım olarak) 1999 filme hiç benzemiyor.

Karşımızda Jim Jarmusch'un yazıp-yönettiği bir film var.Broken Flowers,Year of the Horse,Dead Man ve daha birçok ilginç filmin yönetmeni ve aynı zamanda yazarı.Bu isimle ilk defa dün gece tanışma fırsatı buldum.Çok ilginç bir film izledim ve dün gece filmden sora yazmak istemedim.Aradan biraz zaman geçtikten sonra belki biraz daha oturur herşey diye düşündüm ama tam aksine biraz daha karışmasına yol açtı.

Crime,Thriller diye bizi yedikleri ve nerelerinden uydurduklarını bilmediğim türde oldugunu sandığım film aslında hiçbir kalıba sığmıyor.Dram lada alakası yok, romance desen teğet geçmez.Lone Man dedikleri, aslında tetikçi olan adamın hikayesine benziyor biraz.Bir misyon edinmiş kendisine ve bunu yerine getirmeye başlıyor.Yerine getirmesi için gereken bağlantılarla görüşüyor, farklı mekanlara gidiyor..Konustuğu insanlara kim oldugu bilmiyor ve kendisi asla söylemiyor.Oturduğu mekanlarda 2 ayrı fincanda expresso içiyor ve gelen insanlarla kibrit kutularını değiştiriyor mesaj alış-verişini sağlamak için.

Kadınlardan hoşlanıyor.Bunu otel odasında bir anda çıplak olarak gördüğümüz kadından ve sonralarında ona bakışlarından anlayabiliyorz.Ama işteyken sex yapmıyor, buna tamamen karşı.Cep telefonlarını sevmiyor ve hepsini yok ediyor.Konustuğu her insan ona farklı bir filozofiden bahsediyor.Kimisi atomlardan, kimisi sinemadan ama asla cevap vermiyor, sadece dinlemekle yetiniyor.

Filmde geçen her konusma öylesine, spontene olarak yapılmış bir biçimde gibi.Konusmalar havada kalıyor, konusmanın devamını izleyicinin kendisine tamamlatılmak isteniyor gibi.Filmdeki konusmalardan bahsetmişken, inanılmaz bir sesizlik hakim.Bir Tarantino filmini düşünün, daha sonra bu filmi izleyin.Sadece gerektiği zaman konusan insanlardan bahsediyoruz, hatta daha bile azı.

Merak ettiğim bazı şeyler oldu ve cevap bulamadım.Buluştuğu beyaza yakın ve fazlasıyla klasik giyinmiş olan hatuna ne oldu?Tam köşeyi dönerken onu bir bmwye tıkarlarken gördü ve bir daha ekrana gelmedi kendisi.Acaba politik bir mesele yüzünden mi yoksa; kibrit kutusunda herkez birbirine mesaj verirken, bu hatun elmas vermişti ''kadınlar elmasları sever'' söylemiyle, daha sonra kendisine ne oldu çözemedim orasını.

Bunun dışında neden kitar teli?Orayı büyük olasılıkla kaçırdığımı düşünüyorum.Bir konusma geçiyordu, ufak bir hikayeden alıntı yapıyordu yanlış hatırlamıyorsam adam ve 1 tane gitar teliyle alakalı bişeyler söylüyordu, ben orasını kaçırdığım için sanırsam bana mantıksız geldi.

Bunun dışında herkez neden birbirine "you don't speak Spanish, right?'' diye sorup, bizim karakterin ''no'' demesine rağmen ara ara ispanyolca bişeyler anlatıyorlar burayıda anlamadım.Açık açık belirtmem gerektiğini düşünüyorum.Ama sanırsam bu kısmı anlamayarak fazla büyük bişeyler kaçırmadım.

Buraya kadar bir sürü şeyden bahsettik, asıl zor olan kısma gelmek istiyorum.Biz bu filmden ne anladık?

Kendi kendime türettiğim teorimi yazmak istiyorum.Umarım gerçeğe yaklaşabilmişimdir.Jim Jarmusch kendini dışardaki bir güç olarak empoze ediyor.Hani kontrol eden benim, ama limitleri ben yazarım çizerim der gibilerinden.Dışardaki güç, herşeyi tamamen kontrol edebilir, ama hayalgücünü yada bilinçaltını kontrol edemez.Bu Lone Man dediğimiz adam aslında bizi temsil ediyor.Adam izliyor,çalışıyor, düşünüyor herşeyi yapıyor.Bill Murray'in karakteri neyin gerçek neyin yapay oldugunu söylüyor bir nevi.

Bizim Lone Man imiz ise herşeyi hayal gücüyle bitiriyor.Geceleri dikkat ederseniz uyumuyor ve düşünüyor.O yanında yatan çıplak kızla sex yaptığını yada öldürmesi gereken adamı nasıl ve hangi durumda öldürceğini felan düşünüyor hayal ediyor.Daha sonralarında bizim Lone man amacına ulaşıyor ve bitirilmesi gereken işi bitiriyor.Ama rutinlerinden hiçbişey kaybetmiyor.2 ayrı fincanda expressosunu yudumlarken son nota bakıyor ve boş kağıt.Bu demek oluyor ki artık daha fazla kontrol yok ve ondan sonra kendi normal hayatına geri dönüyor.

Filmin sonunuda anlatmış oldum, oyuncu performansı diye bişey yok.Daha Casino Royal, Miami Vice da gördüğümüz Isaach De Bankolé; Lone Man rolünde ve inanılmaz cool bir duruş sergilemiş.Beğendim ama film onun üstüne gibi gözüksede değil.Kendisi sadece oynamış, fazla bişeyler katmış demek yanlış olur.2 saat boyunca ilerlemeyen bir film izliyorsunuz.Fazla konusma olan film nasıl bir yerden sora bayıyorsa, bu kadar az dialog olan filmde bir yerden sora bayıyor.Sizde manyaklar gibi film karesi içinde gördüğünüz her ayrıntıya takılıyorsunuz.Kapı tokmağı niye yuvarlak, niye sürekli aynı müzeye gidiyor, neden o kızın yağmurluğu orada asılı bla bla...

Notum yok.%100 olarak anlamadığım bir filme not veremem ama size şöyle söyleyim, çok ağır bir film ve daha sonralarında çözmek için de sarfettiğinizi çaba da ayrı bir hikaye.Herşeye rağmen mutlaka izlemenizi tasiye ediyorum..

UnjustLucifer

22.11.2009

The Tournament [2009]


Sonu belli olan filmleri izlemeyi ne kadar seviyoruz?Yada yapımcılar neden aynı fabrika ürünü olan filmleri sürekli yapmaya devam ediyorlar ve bu sefer '' ya tutarsa'' mantığını kullanıyorlar anlamış değilim...

Bu sefer farklı olacağını düşündüğüm bir film izlerim diye hayal ediyordum ama daha kötüsü olmuş aman allahım.

Çok basit konusu, 30 kişiyi bir şehre bırakıyorlar, birbirlerini öldürsünler diye.7 sene önceki turnuvanın şampiyonuda aralarında ve karısının katilini bulmaya çalışıyor.Bu tarzda aklıma gelen ilk film The Condemned oluyor.Onun biraz daha gelişmiş versiyonu ama ondan iyi değil ne yazık ki ? Neden mi ?

Şimdi, vucudlarına entegre edilmiş bir sensör var.Filmin başında fransız bunu çıkartıyor ve bir rahibin kahvesine atarak rahibi oyuna dahil ediyor.Şimdi burada size sorarım, sadece o mu çıkartmayı akıl ediyor? Hadi diyelim bir tek o çıkarttı, neden bu sensör vucuddan çıkınca patlamıyor.Ne kadar aptalca bişey ? O zaman ohooo al tak çıkar kullan...

Sensörler sıcaklığa duyarlı diyelim hadi.Çünkü çayın içine attığın zaman çalışıyor.E o zaman çok manyakça bişey sorcam size.İnsan öldüğü zaman vucud ısısı bir anda mı düşer? Hayır..Daha belli bir süre geçmesi gerekemez mi ? O zaman sensör neden bir anda duruyor, insanın öldüğünü belli ediyor ?

Zaman sayacıyla film arasında baya düzensiz bir ilişki vardı.O kadar az zaman kalmışken Joshua hangi ara o sensörü hatunun vucudundan çıkarttı bende anlamadım vallaha.Hemde parmak eksiğine rağmen...

Mantık hataları aldı başını gitti filmde ve ister istemez bizler sorgular olduk bunlar.Genel olarak aksiyon dolu olduğu için sıkılma şansınız yok ama daha önce bu türde filmler izleyenler hadi hayırlısı diye tesbih çekerek izlemeye devam edebilirler.Sinemalara geldi yada gitti herhangi bir bilgim yok ama illaha izleyin, çok şey kaçırırsınız diyemem.Notum 10/4..Biraz fazla acımasız oldu belki, ama inanın filmi kurtaran, son sahnesiydi..

UnjustLucifer

20.11.2009

Melekler ve Kumarbazlar [2009]


Uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla buluşup film izlemeye karar verdik.Aslında ogün film izleme havamda değildim tam olarak ama işte Antalya'nın kış ayında yapılcak iş kısıtlılığı içinde daha fazla kaybolmamak için sinemaya gittik.Hadi filmden bahsedelim biraz.

19 Ağustos depreminde adapazarında birbirine inanılmaz bağlı 4 arkadaşın yaşadıklarını ve geleceğe dair umutlarını anlatan bir dram filmi.Gerçek bir hikayeden alınmış ve sinemaya uyarlanmış.

Film ilk önce yakın 3 arkadaş ve aralarındaki ilişkileri biraz açıklayarak başlıyor.Arkadaşlarını depremde kaybeden diğer 2 arkadaşın hayatları değişiyor bir anda.Daha sonralarında hepsi ayrı yerlere savruluyorlar ve kendi hayatlarını yaşamak zorunda bırakıyorlar birbirlerini.Şesu kendini boş bir adaya atmakta buluyor çareyi, diğeri sürekli bir iş yürütme çabasında, diğeri hayatını sakaryaspor a adamış olarak giderlerken bir anda ortalık karışıyor ve kendinizi bir karmaşada buluyorsunuz...

Şimdi biraz filmi konusalım.Film tam anlamıyla ''mahşer yeri'' gibi..Inanılmaz senaryosunun arkasında resmen rezalet bir kurgu var.Hayatımda izlediğim en güzel türk filmi senaryolarından biri ama aynı anda en kötü kurgularından biri.2 sinin dengesini hiç kuramamışlar ve neredeyse mahvetme kıvamına gelmişler.Filmdeki karakterlerin kim oldugunu tam olarak anlayamadım.Olayları o kadar karışık olarak dağıtmışlar ki, izlerken filmi kayboluyorsunuz.

Film başladıktan sonra 4 arkadaşın arayışlarını yada hikayelerini ayrı olarak devam ettirmeye çalışıyorlar.Bence bu tarz denemelere girmek türk sineması için gayet güzel bir girişim gibi gözüktü başlarda.Ama bunu elini yüzüne bulaştırıp daha sonra üstüne birde tüy dikeceklerini hiç düşünmemiştim.İnanılmaz derecede soru işareti kaldı aklımda.Hatta bazılarını hatırlayamıyorum bile.Bunları sizlerle paylaşim hemen;

Şimdi, filmde zeynep'in çok sevdiği nişanlısı ölüyor.Depremde ölen adam aynı zamanda şesu takımının bir üyesi ve arkadaşlarını çok seviyorlar.Zeynep, Şesu'nun kız kardeşi, bunu anlıyorsunuz.Ama burada inanılmaz bişey oluyor.Karısı Şesudan ayrılma sebebini zeynep olarak gösteriyor.Tamam siz anlıyorsunuz, soner öldükten sonra abisi, zeynep'e biraz daha destek olmaya çalışıyor ama orada geçen '' zeynep-Şesu nişanlanma'' davası nedir ? Nasıl yani ? Aile içinde mi nişanlandılar?

Demiştik, herkezin farklı bir arayışı var ama Haydar o zaman neden sürekli zeynep'i istiyor?Bunun hakkında birkaç fazla soru sorulabilir yada cevaplarını kendi kendinize verebilirsiniz ama ortada çok büyük bir karışıklık var.2 karakter birbirleriyle bir bağlantı içindeymiş gibi gözükürken diğerleri tamamen farklı telden çalıyorlar.

Dialoglar inanılmaz kötü.Dizilerde bile bunlardan daha iyi dialoglar konusuluyor.Hani bunun hakkında söylenebilecek tek şey, herhangi bir şiir kitabını açıp, oradan buraya aktarmışlar, uyarlamışlar.İnanılmaz kötü.

Her filmde elbet vardır ama bu sefer gereksiz olmuş.Küfür türk filmlerinde belkide en bilinmezlikte kalınılan noktadır.Küfürü nasıl kullanılması gerektiğini asla bilemedik öğrenemedik.Küfürün herzaman ayıp bir kavram oldugunu söylediler, büyüklerimizden öyle gördük duyduk.Ben hayatımda böyle bir şeye inanmıyorum ve küfür kullanılabilir ama yerine göre.Daha öncelerinde güneşin oğlu isimli bir film izlemiştim.Orada Haluk Bilginer abimizin saf olarak kullandığı dile ne dersiniz? Öyle güzel küfür ediyorlar ki, senaryonun bir parçası gibi geliyor.Aynı şekilde '' gemide '' filmindede kullanılan küfürleri izleyenler bilir.Ama bu sefer çok evlatlık durmuş.Yukarıda bahsettiğim gibi, bunun sebebi büyük olasılıkla yapmacık olan diğer dialoglar yüzünden böyle gözükmüş olabilir.Gerçekten başarısız ve çok rahatsız edici düzeydeydi.Filmin bir diğer eksisi.

Daha fazla eksi bişeyler söylemeye gerek yok.Cem Davran'ı hep gereksiz komedi filmlerinde izlemiş biri olarak bu sefer beğendim.Herkez oyunculukların kötü oldugundan bahsediyor ama film öyle bir film ki, oyuncular kaybolmuş.İyi bir film, oyuncu performanslarını yükseğe çekebilir, aynı anda filmin kötü oluşu, iyi oyuncu performanslarınıda aşağıya çekebilir.Daha öncelerinde Yılan hikayesinde izlediğimiz bülent Şakrak içinde aynı şey geçerli tam olarak.Yüklenen karakter ve dialoglar içinde kendini kaybetmiş.Sonuç olarak Cem Davran iyiydi, ama genel olarak baktığımız zaman bütün oyuncular için rahatlıkla vasat değerlendirmesini yapabiliriz.

Gidin izleyin diye net bişey söyleyemiyorum film hakkında çünkü nasıl bir film henüz karar veremedim.İyi olarak görmek isterseniz gayet güzel bir film ama daha geniş açıdan yapımıyla, senaryosuyla bir bütün olarak bakacak olursanız vasatı sergilemiş bir yapım olur.Notum 10/7 klasik olarak baraj notumu verim.

UnjustLucifer

18.11.2009

Gamer [2009]

Herkez filme gider, izler hakkında yorum yapar.Bu sefer farklı bir mantalite ile yaklaşmak istiyorum.Mantalitemiz ne olsun ? Şöyle diyelim; bir filmden zevk almanız yada beğenmeniz için, o filmin illaha süper bir yapım olmasına yada inanılmaz bir senaryoya sahip olmasına gerek yok.Bu filmi böyle bir mantık kurarak izlemiyceksiniz, atın gitsin bir köşeye...

Beklentileriniz neler olmalı? Savaş,şiddet,kan,seksilik.Bunlar ise beklentileriniz bu yazıyı okumaya başlayın ve daha sonrada izleyin.Böyle düşünmüyorsanız, bırakın kalsın.

Yönetmenliğini Mark Neveldine ve Brian Taylor‘ın üstlendiği Gamer bilim-kurgu/aksiyon türünde bir yapım.Daha geçenlerde Surrogates'i izleyen bir izleyici olarak, bu filmdede insanları, insanların kontrol ettiğini görünce hiç yadırgamadım.Haaa ben bunu daha önce görmüştüm dedim ve direk filme konsantre oldum.Bir oyunumuz var sanal olarak oynanan.Ama oynayanlarda insan, kontrol edilenlerde insan.Oyuncular hükümlülerden seçilmektedir. 30 oyundan sağ olarak çıkan oyunculara özgürlük vaat edilmektedir. Bu oyunun yıldız oyuncusu Kable (Gerard Butler) bir taraftan özgürlüğünü kazanmak için bu ölümcül oyunda mücadele verirken bir taraftan da oyunun yaratıcısı olan Ken Castle’ı (Michael C. Hall) devirmek istemektedir.Filmin konusu bu kadar.Daha fazlasını aramayın, biraz hayal gücünüzü çalıştırın hadi...

Çok kötü eleştiriler var etrafta, birazını okuma şansım oldu.Millet acaba bu filme nasıl bir beklentiyle gidiyor yada ne izleyeceklerini umarak gidiyor bilmiyorum ama inşallah bunun bir drama filmi olmadığını biliyorlardır.Kabul ediyorum, film bittikten sora biraz afallama süreci yaşıyorsunuz.Bu da neydi ? gibilerinden düşüncelere giriyorsunuz ama sora kafada jeton düşüyor.Ben bunu niye izledim ?

Ben bu filmi boş zaman aktivitesi olsun, ve zaman geçsin diye izledim.Biraz aksiyon varsa beni mutlu eder diye izledim ki, aksiyondan fazlası vardı.Normal şartlar altında bu kadar fazla yapaylığa giden filmlerden hoşlanmam.İnsanların birbirine girdiği, başkalarının başkasını kontrol ettiği sci-fi tarzı filmler beni açmaz ama en azından birazcık gerçeklik katılmak istenmiş.Ha yapabilmişler mi? Cevap hayır ama genede hoşca vakit geçirtmeyi başarıyor film bu konuda hakkının yememek gerekiyor.

Filmin sonunda, filmin geneline hakim olan aksiyon sahneleri yavaşlıyor ve biraz daha dramatik bir havaya bürünüyor.Bitiş güzel olmuş diyebilirim ama oda aynen film gibi vasat kalmış.

Gerar Butlar'a gelirsek.Sakalları, filmin biraz daha karanlık sahnelere sahip olmasından ötürü filmde inanılmaz bir 300 havası vardı.Bir ara acaba o filmden kesilmiş sahneler bunlarla birleştirilmiş mi acaba diye kendime sordum.Oyunculuk adına bişey aranmaması gereken filmlerden biri.Biraz kaslı, kendince uzun boylu, atletik ve savaş sahnelerinden daha önce tanımış olduğumuz herhangi bir oyuncuyu koysan film gider zaten.Mesela aklıma benim wesley snipes, vin diesel gibi oyuncular geliyor direk.Onları koysan, aaa Butler niye yok demezsiniz.

Son bişeyden daha bahsetmek istiyorum.Filmdeki normal bir araba sanırsam, özel bir dizaynı yok.Bana biri, alok ve çiş ile çalışan arabanın mantığını anlatabilir mi ? Hayır o zman ben gerizekağlıyım ve boşu boşuna benzinin litresine 3tl veriyorum...

Sonda söylenmesi gerekenleri başta söyledim aslında.O kısmı tekrar okumakta fayda var, buraya kadar olan yazıyı okuduktan sonra.Sadece eğlenmek için izleyin ve daha sonra benim yazdığım gibi bir yazı yazmayın.Ağzınızla eğlendim deyip, kafanızda filmden nefret ettiyseniz eğer, bunun gibi iyi mi bahsetmiş yoksa filme giydirmiş mi diye sorguladığınız bir yazı çıkar ortaya.Notum objektif olması: 10/5

UnjustLucifer

17.11.2009

Surrogates [2009]

Çok yapay bir filmi.Eh tabiki yapay olcak çünkü filmdeki insanlar yapay.Suretler sinemalara geldi ve gitti, ben sinemada izleme şansı bulamadım diye üzülüyordum.Biraz zaman geçsin dedik, DVDsi internete düştü ve korsana karşı olan biri olarak download ettim.Eh bundan sonra yapılcak şey, izlemek için zaman ayırmaktı ve onuda yaptım.Filme geçelim hemen;

FBI ajanları bir lise öğrencisinin katilini arıyor.Bu lise öğrencisi suretlerin bulucusu olan adamın oğlu.Suretler ise tamamen robot olan canlılar.Aslında neden canlı dedim bende anlamıyorum ama evlerinden çıkmayan ve böylece normal hayattaki sorunlardan uzak kalan kişiler diye toparlayalım hemen.İşte film tam burada başlıyor.Bizim FBI ajanımız Bruce Willis aynı anda hem katili arıyor, hemde suretlerin sonunu getirmek için kullanıma hazır olan silahı.

Şimdi neresinden başlasam karar veremiyorum.Çünkü filmi anlamak için izlemek gerekiyor.Ben iyisi biraz filmden genel olarak bahsedim en sonda B.Willis abimiz hakkında bişeyler yazmak istiyorum.

Suretlerden bahsediyoruz.İnsan değiller ve insanlar tarafından yönetiyorlar.Filme biraz hata arayışına çıktım ve izlerken not aldım kendi kendime.

Şimdi herkez suretiyle istediği gibi davranabiliyor buraya kadar anlatık.Ama bir tuvalet molası davası var.Hani mantıksız geldi.Aslında mantıksız gelmedi.Aslında gayet mantıklı gibi geliyor ama şöyle bişey var.Diyelim arabayla gidiyor sizin suretiniz ama sizin tuvaletiniz geldi.Suretten çıktığınız anda suret oldugu gibi donuyor kalıyor.E siz arabayla trafiğin ortasında kalacakmısınız ?

Bunun dışında kendine ait olmayan surete girme olayı var bide.Oh ne güzel.Kendine ait olmayan surete herkez kafasına estiği gibi giriyor.Hadi buraya biraz suç unsuru eklemek istemişler ama filmin sonuna doğru artık kim kimin içinde film kopmuş, resmen suretler devreleri yakmışlar.Bir süre sora filmde acaba ne oluyor diye, güneşin oğlu filminde oldugu gibi kim kimin içinde diye düşünmeye başlıyorsunuz.Biraz fazla esnetmişler bu kısmını.

Filmde eksik olan bişeyler var.Size buraya gelipte, gerçeklik eksikti demiycem tabiki ama; filmin sonundan bahsedelim mesela.Öyle bir bitiyor ki film evlere şenlik.Hani şöyle bir mesaj aldım ben '' hadi yeter fazla çektik'' gibilerinden.Kısa olmuş gibime geldi biraz.Tam olaylar gelişiyor.Siz parçaları yerine oturtur gibi oluyorsunuz sora bir anda herkez birbirinin suretine dalıyor, daha sonrada film bir anda bitiyor.Biraz garip olmuş.Film hakkında daha fazla söylenecek bişey yok sanırsam.

Bruce Willis'e geçelim.Hayranları filmi beğenecektir ama ben kendisinide beğenmedim aynen filme yaptığım muameleyi yapmam gerekiyor kendisinede...İdda ediyorum ki, şu filme kimi koysak, aynı performansı verir.Hani filmde özel bişeyler yok.Willis daha önce bu gibi rolleri defalarca aldı ama şu rolü verebilceğin genç bir aktör de yok.Hani olsa bile veremezsin.Biraz yaşını almış biri olması gerekiyor malum.Çok karıştırdım konuyu biraz net bişeyler söyleyerek konuyu bitirmek istiyorum.Willis iyiydi, rolünün gereğini yapmış, aksiyon sahnelerinde döktürmüş.Ama genelde vasatı aşamamış..

Bilim kurgu ve aksiyon filmi isteyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film.Konu olarak seçim güzel ama biraz kısa kalmış bence.Sonlara doğru aksiyonun en tavan yaptığı bölümde yeter artık diye filmi bitirmeleri iyi olmamış.Bunun dışında sürükleyici olmuş ve 1 saat 35 dakika bir anda geçiyor.Boş zaman olduğunda izlerseniz, yoksa gerek yok...Notum 10/6

UnjustLucifer

16.11.2009

Eskiya [1996]

Bir bakışla biraz önce türkiye sinema tarihinin başlangıcı olan filmi bir kere daha izledim.Geçenlerde ünlü oyuncuların katıldığı bir program izlemiştim.Türk sinemasının en iyi filmleri, tekrardan başlaması, unutulmayanları gibi konulardan bahsedilirken kendi kendime bende düşündüm.Eşkiya.1996 yapım olan bu filmi sinemada izlemiştim ama 1996 yılında 8 yaşında oldugum hatırlanırsa, su anda filmi anımsamamak gayet normaldi.Bende tekrar izlemek istedim ve biraz önce bitirdim.Aslında türk sinemasının güçlendiği ve gerçekten başladığı film olarak Muhsin Bey kabul ediliyor.O filmide indirdim ve izliycem.

Daha sonralarında ortalık biraz karıştı açıkçası.2000 li yıllara yaklaştıkca düzen bozuldu.Kalitesi iyi olanlar ve sırf yapılmış olması için yapılan birsürü film çıktı ortaya.Kahbe Bizans, Abuzer kadayıf gibi filmler çok gereksiz kaldı.Ama son zamanlarda ki bu son zamanlar dediğim süreç 2005 den zamanımıza uzanıyor.Devrim arabaları, kabadayı, babam ve oğlum, son ders, sınav ve su anda hatırlamadığım bir sürü kaliteli ve artık bişeye benzeyen yapımlar geldi.Tabi bunların arasında çürükler yok değil miydi, evet vardı ama artık kalitenin arttığı bir zamandayız ve bu çok sevindirici.Daha fazla açılmadan hemen filmimize geri dönelim.

30 yıllık ''içeri'' deneyiminden sonra Baran (eşkiya) dışarı çıkıyor.İçerde kalmasının bazı nedenleri var tabiki ve bunları açığa kavuşturup, daha sonrada sevdiği kadını bulmak istiyor.Hikayemiz burada Uğur Yücelin oynadığı inanılmaz rolle kesişiyor.Bundan sonra olaylar biraz daha karışmaya başlıyor.Bir yandan ona kazık atanları bulmaya çalışırken bir yandan da yeni arkadaşının başındaki belalarla savaşmaya başlıyor.

Inanılmaz mesajlar var filmde.Özellikle kendisini kazıklayan ve daha sonralarında o zamanın en zengin insanlarından biri olan arkadaşıyla konusma sahnesi tek kelimeyle inanılmaz.Bu tür dialogları bir daha bulmak neredeyse imkansız gibi.Duygu yüklü sahnelerin dozu inanılmaz bir şekilde ayarlanmış ve bu seyirciye süper bir şekilde yansıtılmış.

Başlarda salakmış gibi davranan ve daha sonralarında eski hayatına geri dönmek zorunda kalan Şener Şen'e ne demek gerekiyor.Şu filmi izleyen bir izleyici, izledikten sonra şener şen hakkında acaba neler düşünebilir.Gerçekten söylüyorum, türküm diye filmi kollamak yada rakipsiz kılmak değil amacım ama, Şener Şen'in oynadığı rol, zamanında oscar alan oyuncular kadar iyiydi.Filmle beraber resmen bütünleşmiş bir rol.O zamanlar konusunda süper bilgim yok açıkçası.Sadece izlediğim filmler, büyüklerimin anlattıkları ve izlediklerimden çıkarım yaparak söylüyorum ki, daha iyisi olamazdı.Uğur Yücel'i sakın hafife almayın ama.Şener Şen'in altında ezilmesini beklerdik normalde.Ama en az onun kadar kendisini göstermiş ve filmde kendine unutulmaz bir yer edinmiş.Oyunculuklar harika.

Söylenmesi gereken herşeyi söylemiş gibi hissediyorum kendimi.Bunun üstüne ne denebilir ki.96 yılının tarihini bize yansıtıyor.Sevmek ve insan olmak arasındaki bağlantıyı bize yansıtıyor.O zamanlardaki eşkiya kavramını bize anlatıyor.Filmin sonuda, kendisi kadar başarılı.Ve dahası.Mutlaka izlenmesi gereken bir film.En ufak bir sahnesini bile hatırlamakta zorluk çekiyorsanız mutlaka tekrar izlemeniz gerekiyor.Notum 10/8.5 ....

UnjustLucifer

15.11.2009

Loft [2008]

Belçika filmlerini izlemek nedense gittikçe daha zevkli gelmeye başladı bana.Yada daha doğrusu artık klasik ve kendi kalıpları içinde kaybolmaya başlayan Hollywood yapımlarından fena halde sıkıldık.Evet gerçekten değişik bir filmdi diyemem ama en azından senaryoyu bu kadar sağlam tutmaları ve filmin kendi içinde izleyiciyi rahatsız etmeyen sorular bırakması bence güzeldi.Demek istediğim şu ki, filmi biraz önce izledim ve bitirdim ama bu yazıyı yazarken filmi %100 olarak çözücem.Hadi başlayalım...

Evli beş erkek var hikayemizde.İçlerinden mimar olan birgün arkadaşlarına bir teklifle gelir.Çatıkatı dairesi ve 5 tane anahtar.Neden? Metreslerini buraya atabilmeleri için.Böylece kimse onları rahatsız edemeyecekti.Fazlasıyla güvenilir bir psikiyatr olan Chris, dost canlısı karizmatik mimar Vincent, sağı solu belli olmayan tehlikeli Filip, sesi soluğu çıkmayan Luc ve parti kuşu Marnix. Metreslerini çatı katına getiren bu beş adam arasında gizli bir anlaşma vardır, ama burada genç bir kadının cesedini bulmalarıyla beraber şüphe içinde birbirlerini suçlamaya başlarlar, çünkü evin yalnızca beş anahtarı vardır.E eğer 5 anahtar varsa bu olayı kim yaptı? O ceset neden orda?

Bundan sonra yazacağım kısımda çok ağır şekilde spoiler yapacağım o yüzden isterseniz okumayın.Zaten bu filmi izlemek için, buraya kadar yazılanları okumanız yetecektir.Güvenin bana...

Senaryosunu beğendim.Düzenli bir şekilde işlemişler.Filmin başlangıç sahnesinde, hoop noluyorsunuz bu arabada ne diye kendinize sorarak başlıyorsunuz.Daha sonralarında bu 5 arkadaşı ve aralarındaki ilişkiyi anlatıyor.Sizde böylece filmde geçen karakterler hakkında bilgi sahibi oluyorsunuz ve yukarıda bahsettiğim karakter özelliklerini anlıyorsunuz.Filmin gidişatı açısından baya bir yardımı oluyor bunun...

İşin açıkçası zor bir senaryo denemişler.Bu tür senaryoda açık bulmak bazen çok basit olabiliyor.Mesela filmi övmeden önce biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.Kendimce herşeyin cevabını bulduğumu söyleyebilirim buraları yazarken ama birazcık tartışalım.Mesela, apartmanın kapısını çalan ve emlakçıdan geldiği varsayılan sarı saçlı hatun kim? Onun kim oldugu konusunda herhangi bir ipucu yakalayamadım ben.Acaba bn mi yakalayamadım yoksa gerçekten ortada kalmış bir karakter mi?

Luc karakterimiz daireye giriyor (eğer yanılmıyorsam) ve elinde bir viski bardağı var.Hadi buraya kadar herşeyi anladım ama o bardak elinden düşünüyor ve yerde kırılıyor.E polisler neden onun izini süremiyorlar?Ama daha sonraki sahnelerde katı temizlediklerinden bahsediliyor.İşte burada ufak bir gel git var.Geriden gelen sahnelerden bunu görüyorsunuz ama an olarak yaşanan sahnelerde bardak ortalıkta yok.Burada biraz karışıklık yaşanılmış yada ben kaçırdım...

Çok yakın beş arkadaştan bahsediyoruz.Eğer ben size şurada en yakın 5 arkadaşımı sayacak olursam hepsini yazısından tanırım.O yazıyı onun yazdığını neden bu kadar geç anlıyorlar?Çok ilginç gelmedi mi size?

Bir araştırmasını yapmam gerekiyor ama yüksek dozda insulin bir insanı öldürebilir mi?Hadi diyelim öldürebilir ( bu konu hakkında gerçekten bir bilgim yok).Ama daha sonra gelen sahnede herkez kızın zaten çoktan öldüğünü idda ediyorlar ve olay yerine intihar süsü veriyorlar.Tamam buda gayet normal ama siz bir insanın öldüğünü yada ölmediğini ayırt edemezmisiniz? Ölmeyen bir insanı öldürmeye çalışan biri bunu bence ayırt edebilmeli.1 gece önceden kalan ceset elbette soğuk olur.Bunun yanında ölmüş insan nefes alıp veremez, ama madem ölmedi sen nasıl onun öldüğüne kanaat getirebiliyorsun ve ondan sonra işini yapıyorsun?Buradada film baya bir kendisiyle çelişmiş.Biraz garip geldi bana...Bunun yanında ölü cesede mutlaka otopsi yapılır.Otopside çıkanları zaten filmde göreceksiniz, ama bir insana insulin enjekte edildiğini ve filmde dikkatle bakarsanız, enjekte edilen yere bir insanın yetişmesi baya zor.Zaten kendi kendine edeceksen bile neden oraya enjekte edesin ki? Hani belki ben filmi fazla kaşıyorum ama...

Vincent niye diğer arkadaşlarının karılarıyla yatıyor?Bunun bir açıklaması yok.Filmde bu sahne geçiyor, siz onları aldattınız gibilerinden bir yaklaşımı var ama hani fazla da mantıklı gelmiyor insana.Bunu bir çeşit güç olarak görüyor olabilir.

Yukarıda filmi biraz fazla eleştirmiş gibi gözükebilirim ama sadece açıkta kalanları söylemek istedim.Sonuçta zaten deliksiz senaryolar tüm zamanların en iyi filmlerinden olabiliyor.Hazır en iyi filmler demişken şöyle geçmişte hangi belçika yapımı filmleri izlediğimi düşündüm.Enfant, L' ,Zaak Alzheimer, De gerçekten güzel filmlerdi hatırladığım kadarıyla.Daha izlenmesi gereken Silence de Lorna, Le , JCVD ,C'est arrivé près de chez vous gibi filmler oldugunuda düşünürken belçika sinemasından baya güzel işler çıkıyor.Bu filmde ayrı bir başarıdır gerek senaryo olarak, gerek işlenişi olarak.

Filmin sonu ise gerçekten güzel bağlanmış.Hani sona gelene kadar birçok parça var.Hatta sizi yanıltmaya çalışan sahnelerde var işin içinde.Başından beri anlıyorsunuz yavas yavas flashback verdikleri zaman.Bunu yapan bu gruptan biri ama herhangi birine kondurabiliyorsunuz bunu.Hani dışardan birinin olması, zaten böyle bir filmin var olmaması anlamına gelirdi zaten.Oyunculuk performanslarınıda hemen bu aradan çıkartmak istiyorum.Daha önce tanıdığımız kimsenin olmaması, bu tarz filmlerde daha çok senaryoya odaklanmamızdaki birinci etken belkide.Hepsi gerekeni yapmış ve ortaya gerçekten güzel bir eser çıkmış.Notum 10/7.5 bu filme.Yukarıda bahsedilenlere, özellikle ceset sahnesine biraz daha dikkat edilmesi gerekiyormuş.

UnjustLucifer

14.11.2009

Phantoms [1998]

Geçen twitter’da dolaşırken gözüme çarptı. Cnbc-e Tv’nin twitter hesabından yazı gelmiş. “Usta gerilim yazarı Dean Koontz’un aynı isimli ünlü kitabından sinemaya uyarlanan Phantoms, bu akşam 22.00’da x kuşağında Cnbc-e’de”. Babam sağolsun Dean Koontz’u tanıyorum. Ancak Phantoms ismi de pek yabanı gelmedi o sırada. Babam, Dean Koontz’un bütün kitaplarını okudu ve bütün kitapları arşivinde bulunuyor. Ben ise sadece 1.5 Dean Koontz romanı okudum. Twilight Eyes ve yarım Phantoms.

Normalde kitapları yarısına kadar okuyup devamını filminden izlemek –uzaktan bakınca kulağa hoş bir fikir gibi geliyor- gibi bir huyum yoktur. Ama küçüktüm, hatırlamıyorum, nedendir bilinmez Phantoms’u bir şekilde yarıda bırakmak zorunda kalmıştım. Tekrar başlamaya, ya da kaldığım yerden devam etmeye çok heveslenmiştim ama nedense yapmadım/yapamadım. Bu yüzden, twitter’da o yazıyı gördükten sonra filmini izlememezlik yapamazdım.

Jennifer (Joanna Going) ve kardeşi Lisa (Rose McGowan), evlerinde annelerinin çıkardığı huzursuzluktan sıkılıp sakin bir kasaba olan Chopperfield’da vakit geçirmek isterler. Chopperfield’a geldiklerinde ortamın beklediklerinden daha da huzurlu olduğunu fark ederler. Birkaç ev ve işyerine girdiklerinde ölü insanlar bulurlar. Bu insanlar yeni ölmüştür ve ortada ne bir vahşet izi, ne bir karşı koyma, ne de kan vardır. Bazı insanlar da kaybolmuştur. Neyseki kasabanın şerifi Bryce (Ben Affleck) ve iki tane polis memuru arkadaşı hala yaşıyordur. Bu 5 kişi, bunu yapanın kim olduğunu öğrenmeye çalışırlar fakat olaya dışarıdan Özel Güvenlik’te dahil olur. Bütün kasabayı ortadan kaldıran bu şeyi anlamanın/çözmenin yolu aslında bu tip olaylarla ilgili bilgi sahibi ve kitap yazarı olan Dr. Timothy Flyte’tır (Peter O’Toole).

Oyunculuklara değinmek istiyorum. Ben Affleck’in kendini yeni yeni gösterdiği yıllar ve yanılmıyorsam kariyerinde bu türde oynadığı ilk ve tek film ve bence sırıtmış. Hani sanki o rolü oynayacak başka adam bulamamışlar da son çarede yoldan geçen Ben Affleck’e sarılmışlar alelaceleyle gibi oynamış Ben. Rose McGowan ve Joanna Going’de vasat diyebiliriz. Vasat üstü tek isim Peter O’Toole. Bir de kitabı okurken kafamda canlandırdığım psikopat Stu karakteri Liev Schreiber’a birebir uymuş.

1983 yılında piyasaya sürülen bu kitabı okurken nefesiniz kesilebilir, gerilebilirsiniz. Ben okurken, bunun bir filmi olsa ne güzel olurdu diye düşünmüştüm. Ama Joe Chapelle’in yönettiği 1998 yapımı bu filmi, 2009 yılında izlerseniz size gerilim değil de komedi gibi bile gelebilir. Ha ara sıra geren sahneler var ama çok az, teknoloji de bayağı kötü. Hani zamanında izlesek belki bu kadar düşük not vermezdim. Özetle iyi kitap, kötü film. Dean Koontz’un bu harika romanı, acemi ellerde istediği başarıyı yakalayamamış. 10/5

Beercholic

12.11.2009

Assassination Of A High School President [2008]

"The name's Bobby Funke...I write for the paper" diye başlayan filmi az önce izledim.Geçen 9 gün zaman diliminde izlediğim 12 film biraz ağır gelmiş olacak ki, 2.5 hafta sonra tekrar bir film izleyebilmenin heycanını yaşıyorum su anda ve sonrada izlenimlerimi paylaşabilmenin mutluluğunu...

Güzel bir film olmuş.Normalde lise salaklıklarından bahsedilen milyonlarca film var piyasada ve biz bunları izliyoruz yada izlemek zorunda kalıyoruz çok mantıklı yada filmlerde yapılan seks şakaları çok komik diye.Bu tarz filmlerden biri olduğunu sandım.Bruce Willis adının geçtiğini çok sonra fark ettim ve bu önyargım birazcık değişti.Film okulda gazete yazarı olan bir lise öğrencisinin makale bulmasıyla başlıyor.Daha sonra bakalesi gitmek istediği üniversiteye yollanıyor ve oradan burs alıyor.İşte buraya kadar gayet güzel ilerliyor ama yazdığı hikayenin başına bela olacağını ve daha sonrada istemeden kendisinin de karıştığı daha karmaşık bir hikayenin içinde bulacak karakterimiz.

Filme geçelim.Filmin senaryosu gayet güzel yazılmış ve işlenmiş? Acaba öyle mi? bu filmden beklentinize göre değişir.Aslında sonu belli olan filmlerden biri ama herzaman dediğim gibi..Eğer önyargı ögesini kafamızdan silersek bu filmlerden zevk alabiliriz.Aksi halde ortada zevk alınabilcek film kalmayabilir.Sonuçta senaryolar bir ötekinden ancak ufak farklılıklarla ayrılabiliyor.Çok fazla şey beklememek gerekiyor bazen, sadece filmden zevk almaya bakmak güzel bir seçenek olur.

Film 2008 çıkışlı ve türkiyeye gelmedi.Sanırsam artık gelmezde.Filmi bende son zamanlarda neler çıkmış gibilerinden takip ettiğim bir topic de rastladım.İsmi ilginç geldi ve iyiki izlemeyi denemişim.Yukarıda söylediklerimi tamamlayim.Bu tarzda yapılan filmler normalde çok gereksiz olur ama bu sefer en azından bişeyler vardı filmde...

Buraya kadar güzel şeylerden bahsettik, biraz duvara vuralım filmi.Güzel bir senaryo yazmışsın, tamam bazı ipuclarını yerleştirmeye çalışıp bir gizem üretmişsin.Filmi izleyen her bilinçli seyirci filmden sonra kendine şu soruyu sorabilir.90 dakika boyunca filmi izledik ama gizem ne zaman çözüldü? Ben size söyleyim, 90 dakkalık filmin bütün çözümü 10 dakika? Nasıl olur böyle bişey? Bunu şöyle açıklayabilirim.Heycanlı bir maç izliyoruz.Durum 3-3 ve dakika 85... Karşı takım bir anda sahadan çekildiğini söylüyor ve sizin bütün merakınız, motivasyonunuz yarıda kesiliyor.Yaklaşık 80 dakka boyunca olayları işleyip karıştırıp daha sonra bir sahneyle bütün olayları çözdüler ve filmi böylece bırakıverdiler.Tamamen batırmışlar.

Bunun yanında baya gereksiz sahne vardı.Mesela ehliyet alma süreci inanılmaz gereksizdi.Tamam konuyu bir yanından bağlıyor ama biraz gereksiz ve uzun olmuş.Aslında çıplaklık yada seks sahneleri biraz eleştirilebilir, ama sonuçta bunun bir gençlik filmi olduğunu unutmamak gerekiyor.İzleyenler genelde buralara çok takılmışlar nedendir bilinmez!

Bruce Willis den bahsetmek istiyorum.Rolü çok kısıtlı ve ara ara gözüküyor.Eminim ki senaryoda yazanlardan başka şeyler eklemiş üstüne.Çünkü böyle bir oyunculuğun sahnelenmesini isteyen bir senaryo yazılamaz heralde.Yapabileceğim en büyük övgü budur.Dialogları inanılmaz doğal yapmışlar ve bunları söyleyen, durulması istendiği gibi sert duran bir willis olunca işler kolaylaşmış. Mischa Barton'a ufak bir parantez açmak gerekiyor.Hem güzelliği hemde rolüyle filmde bir yer edinmiş kendine.İzlenmesi keyif veriyor (her sahnede)

Sonuç olarak güzel bir filmdi.İzlenemez değil ama izlemesenizde bişeyler kaybetmezsiniz.Senaryodaki açıklardan, olayların eskaza oluyormuş gibi gözükmesinden, fazla fazla kullanılan gereksiz sahnelerden daha fazla bahsedip iştah kapamaya gerek yok.90 dakika boş zamanınız varsa ve izleyecek bişeyler bulamıyorsanız hemen buna başlayın.Film çabuk bitiyor! 10/6.5

UnjustLucifer

10.11.2009

Aylık Tıklanma #4


Buyrun buda geçen aya ait tıklanmalarımız.Durağan ve olağan bir gidiş var.Hayırlısı...

Bolt [2008]

Bir animasyon filminden ne beklenebilir? Ben sadece eğlence ve mümkünse biraz gülmek isterim.

Bolt filminde basit olarak köpek ve sahibi arasındaki bağ konu ediliyor ve açıkçası bundan fazlası yok. Bolt küçüklüğünden beri bir tür süper kahraman gibi yetiştirilmiş ve aslında bir film yıldızı olduğu gizlenmiştir. Süper kahraman olduğu izlenimini daha gerçekçi kılabilmek için bu yola başvuran sinema yapımcıları özel gizli kameralar ve efekler ile film çekerken Bolt sürekli yuvasına döndüğünde bir sonraki günün planlarını yapar. Birgün filmlerindeki kötü adamın kedileri Bolt ile dalga geçerken Bolt sahibini kurtarma azmi ile yuvasından kaçar ve bir kargo kutusunun içine düşer. Kargo Los Angeles'dan New York'a gider ve Bolt kendini New York sokaklarında bulur. Daha sonra tanıştığı kedi ve fare (Hamster) ile birlikte Los Angeles'ın yolunu tutar ve zamanla aslında bir süper kahraman olmadığını ve gerçek anlamda nasıl bir köpek olunduğunu (Söylerken biraz acayip oluyor ama gerçeği böyle) öğrenir.

Buraya kadar zaten fazla bişey yoktu.Bundan sorasından bahsetmek gerekirse, süper güçlerini kullanmak isteyipte başaramadığı sahneler ve mimikleri komikti.Gerçekten eğlendim.Fakat filmin en iyi oyuncusunu seçmem gerekiyorsa bu kesinlikle hamster olurdu.Süper bir performans sergilemiş ve ekstra komikti.

Bu kadar işte, bir animasyon filmini analiz ederken neler söylenebilir daha? Köpek ve sahibinden ibaret olan film, mutlu son tabiki.Sanırsam ''Cars'' filminin yönetmeninden çıkan ''bolt'' boş zaman aktivitesi için yada ailec cocugunuzla beraber hoş zaman geçirmek için izlenebilcek bir film.Tavsiye ediyorum ve normal olarak not vermiyorum.

UnjustLucifer

2.11.2009

The Taking Of Pelham 123 [2009]

Güzel film olmuş.Aslına bakarsanız klasiklerden.''Rehine-Polis-Sivil'' üçgeni kurulmuş ve hikaye anlatılmaya başlanmış.Hemen filme dönelim.

Travolta metroya gider ve Pelham 123 metrosunu rehin alır.Daha sonra arkadaki vagonları bırakır ve kontrolün kolaylaşması açısından 1 vagonu kendine saklar.Daha sonra metro hattını kontrol eden Washingtonla konusmaya başlar.Kişilerin geçmişleriyle alakalı herhangi bir bilgi vermek istemiyorum.Eğer bundan bahsedersem zaten sınırlı olan aksiyon filmimizi biraz daha sınırlamış olurum.Daha sonra karşılıklı oynanan akıl oyunları, ikna çabaları ve kaçış planlarını izliyorsunuz.

Film hakkında söylenecekler ise; 2 yıldır ortalıklarda olmayan Travoltayı özlemişim.

Filmde kullanılan borsa oyunu bence çok sıradan kaçmış.Daha önce birçok filmde böyle bir hikaye görmüştük.Paranın getirilme çabası ise çok saçmaydı.Sen bu kadar önemli birşey yapıyorsun ve bunu sıradan bir olaymış gibi gösterme çabası çok ilginçti.Sonuçta devlet makamından çıkan bir karar ver devletin parasını insanları kurtarmak için taşıyorsun.Biraz basit olmuş.

Yönetmenin Tony Scott olması bir avantajdı.Bu kadar klişe konuya yaklaşma biçimine hayran kaldım açıkçası.Filmin senaryosu gerçekten çok tekdüze ve olağandı.Beklenmedik hiçbişey yaşanmıyor.O kadar olağan bir biçimde ileriyorsunuz ki, bir sahne sonra neler olacağını söylüyorsunuz kendi kendinize.Başlangıçtaki montajlar çok güzeldi.Bazı sahneleri izlerken acaba benim bilgisayar mı takılıyor diye bir düşünceye kapılıyorsunuz.Teknik olarak güzel hazırlanmış bir film, hakkını yememek gerekiyor.

Telsiz konusmaları inanılmaz ilgi çekiciydi.Aksiyon olarak geçen bir filmde bu kadar konusma sahnesi can sıkabiliyor ama bu sefer doyamadım konusmalara.Anlattıkları hikayeler, birbirlerine karşı hitapları ve aralarında geçen akıl oyunu süperdi.Zaten telsiz konusmaları sırasında bu 2 karakterin geçmişini çözüyorsunuz ve filmi kafanızda biraz daha sıraya sokuyorsunuz.

''Yavşak'' belediye başkanımız çok iyiydi.Aslında biraz alakasız kaçmış ama film aksiyon filmi olsa bile biraz mizah eklemek konunuyu klişelikten çıkartır gibi olmuş.En azından aralarda dikkat çekiyor.Güzel hazırlanmış.

Oyunculardan bahsedelim hemen.Denzel Washington herzamanki gibi süperdi.''Sıradan'' vatandaş rolünü çok iyi benimsemiş ve oynamış.Travolta ise bildiğimiz gibi, rolüne süper oturmuş.Bu tür oyuncuların, filmdeki yeri ve yaptıklarından bahsetmek bazen çok zor olabilir, aynı bu filmde olduğu gibi.Bunun yerine biraz daha onların filmdeki yerinden bahsederek kapanışı yapalım...

Yukarıda defalarca kez söylediğim gibi film çok sıradan ama yönetmenin katkısı ve usta 2 oyuncuyu izlemenin zekiyle bu sıradanlıktan biraz kurtuluyorsunuz.Hani filmin iyi mi kötü mü olduğuna karar vermek çok zor.Filme kötü deseniz oyunculara haksızlık etmiş olursunuz ama filme iyi dersenizde bu zavallı kalmış senaryoya boyun eğmiş olursunuz.Tam ortada kaldım ben bu kararda.

Son olarak söylenmesi gereken ise, filmin sonundaki hayalkırılığıydı.Çok basit bitmiş film.Beklenen bitişi yaratamamışlar.En azından iyi bir bitiş isterdim ben bu kadar basit olacağını hiç düşünmemiştim.Son sahne biraz etkileyici gibi geliyor insana ama sadece öyle ''gibi'' geliyor.Tarafsız bir bakışla kaç yılda bir 2 usta oyuncuyu aynı aksiyon karasinde görüyorsunuz ve bu kadar iyi tat veriyor? Bence izlenmesi gereken bir film ve süre olarakta abartılmamış.Vereceğim not 10/7. Boş zamanınız varsa, izlemekte fayda var.


UnjustLucifer

1.11.2009

Hotel Rwanda [2004]

Birkaç yıl önce, Blood Diamond filmi sinemaya geldiğinde ailecek gitmiştik. Ailecek gittiğimiz ender sinemalardandır o film. Dolayısıyla asla unutmam. Ama ailemle gitmesem bile unutamayacağım bir film olduğunuı söyleyebilirim. Bir elmas uğruna Avrupa’lıların, Afrika’yı nasıl kullandığını, nasıl sömürdüğünü anlatır genelinde. Özeline inersek bir babanın, ailesiyle ilgili hayat bağlarını içeren bir dram izleriz. Leonardo Di Caprio, Djimon Honsou, Jennifer Connelly, üçü de mükemmel iş çıkarmıştı. Ve filmin sonunda, “Sierra-Leone’de hala 250.000 çocuk ellerinde silahlarla, bu tip örgütler için çalıştırılıyor.” Yazısı çıktığında en sonunda kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağlamıştım.

Blood Diamond’dan 2 sene önce bizlerle buluşmuş bir film, gerçek bir hikaye Hotel Rwanda. Ancak ben onu geçen hafta cnbc-e ekranlarında izledim. Afrika’da küçük bir ülke Ruanda. 10 milyon nüfusu var. Yıl 1994. Belçika’lılar zamanında gelmiş ve kardeş kardeş yaşayan aynı ülkeye mensup insanlardan uzun ve koyu zenci olanlara hutu, melez ve diğerlerine göre kısa olanlarına ise tutsi demişler ve ülkeyi ikiye ayırmışlar. Ülkeyi tutsilere yönettiren Belçika’lılar, ayrıldıklarında ise hutulara bıraktılar. Ve yıllarca tutsiler karşısında ezilen hutular, intikam almaya başladı.

Bu kaos ortamında karısı ve çocukları da tutsi olan, hutulu bir otel müdür yardımcısı, hem de ülkenin en lüks otellerinden birisi olan otelin müdür yardımcısı Paul Rusesabagina (Don Cheadle), karısı Tatiana (Sophie Okonedo) dahil yüzlerce tutsiyi, hutuluların elinden kurtarmaya çalışıyor. Bu iç savaş ortamında, belkide Ruanda’daki en mantıklı düşünen adamın hikayesi özelinde Ruanda’da yaşananları izliyoruz, acı bir şekilde.

Filmi izlerken düşünüyorsunuz. İnsanlıktan utanıyorsunuz, kendinize bile acıyorsunuz zaman zaman. Bazen öyle utanıyorsunuz ki, filme bakacak gücü bulamıyorsunuz kendinizde. Yönetmen Terry George bunları birer birer gözümüze sokmayı becermiş. Filmin bir sahnesinde, gazeteci arkadaşın dediği gibi; “Burada gerçekleşen katliamlar, Avrupa’da akşam haberlerinde çıkıyor ve biz Avrupa’lılar izleyip üzülüyoruz. Birkaç dakika sonra da yemeğimizi yemeye devam edip, eski hayatımıza dönüyoruz” İşte bu hakikaten gurur kırıcı. Afrika’da her gün bilmem kaç tane olay yaşanması ve bizim burada olanları sadece izlememiz utandırıyor insanı.

Don Cheadle ve Sophie Okonedo mükemmel bir oyunculuk çıkarmışlar. Zaten ikiside oynadıkları oyunla Oscar’a aday oldular. Filmin müzikleri de mükemmel. Zaten ne zaman Afrika ile ilgili bir film izlesem, müzikleri hep aklımda kalır. Bu filmi izleyince de son sahnesinde çalan Wyclef Jean’in ‘Million Voices’ isimli parçasını unutamayacaksınız. O parçayı her duyduğunuzda benim gibi tüyleriniz diken diken olacak.

Filmin sonunda “Bu katliam tam 100 gün sürdü ve ölü sayısı yaklaşık 1 milyon” yazısını okuyunca gözyaşımı tutamadım. Tıpkı Blood Diamond gibi. Sonra ne mi yaptım? Hayatıma devam ettim. 10/8

Beercholic