Aslında fazla milliyetçi değilimdir. Hani bazı kesimin aşırı milliyetçiliğini düşünürsek ben onların yanında gavur gibi kalırım belki. Hoş o aşırı milliyetçilerin çoğunun da ne kadar samimi olduğunu biliyoruz, neyse. Epey beklettiler, heveslendirdiler bu film için Türk insanını. Sonunda geldi sinemaya, bayağı oldu çıkalı. Biz de gidelim bakalım, neymiş ne değilmiş görelim dedik.
Güneydoğu'da, Irak sınırına yakın bir yerde, 2365 metre yüksekliğindeki Karabal tepesinde, bir istasyonu korumakla görevli bir yüzbaşı ve onun 40 askerini konu alan bir film bu. Savaşta arkadaşların senden önce gelir. Önce arkadaşlarını korursun, sonra kendini. Ancak vatan hepsinden önce gelir. Vatanı korumak, o istasyonu korumak uğruna canını feda etmelisin. Her daim tetikte olmalısın, kimseyi düşünmemelisin, uyumamalısın, yememelisin, içmemelisin. Sen oradasın artık, o istasyondan, düşmanından başka kimseyi düşünemezsin, düşünmemelisin.
Yüzbaşı Mete'de (Mete Horozoğlu) tam böyle bir adam işte. Ülkesi uğruna gözünü kırpmadan herşeyi yapabilecek bir asker! Komutasındaki 40 askere de bunları aşılıyor. Zamanında en yakın arkadaşını bir çatışmada kaybetmiş. Artık kaybedecek bir şeyi kalmamışçasına bütün askerlere tecrübelerini aşılıyor ve kimselerin olmadığı, bu ıssız tepedeki bir grup Türk askerinin hayatı anlatılıyor 130 dakika boyunca.
Film bir içtima sahnesi ile başlıyor. Kanınızı donduracak bir içtima sahnesiyle. Ve direk sizi içine hapsediyor. Film boyunca kendinizi o askerlerden biriymiş gibi hissediyorsunuz. Yani fazla milliyetçi olmayan ben bile böyle hissettim. İnandırıcılığın arttırılması için oyuncularla, aylarca özel olarak çalışılmış, ki yararlı da olmuş. Sırıtan yok. Özellikle Mete Horozoğlu'na ayrı bir parantez açmak lazım. Şu rolüyle kesinlikle Türk Sinema Tarihi'nin en iyi oyunculuklarına ilk 5'ten girer. Filmi almış götürmüş diyebiliriz. Her ne kadar sert bir rol üstlense de filmde, aslında içinde onlarca yara var. Yıllardır sevdiğinden uzak, en yakın arkadaşını bir çatışmada kaybetmiş. Bu inişli çıkışlı karakteri çok güzel oynamış, çok inandırıcı oynamış Mete Horozoğlu, hakkını vermek lazım.
Sinematografi olarak iyi, müzik olarak iyi. Kaliteli bir film. Yer yer sıkmasına rağmen, yer yer de film başındaki içtima sahnesi gibi derinden etkileyen, belki vuran sahneler var. Bunların zamanlamaları iyi ayarlanmış. Mesela tam uyuyacak gibi oluyorsunuz bir anda sürpriz birşey oluyor. Bu iyi zamanlama sayesinde filmi pür dikkat izliyorsunuz. Burada da ilk uzun metraj filmini çeken Levent Semerci'yi kutlamak gerek.
Hiç bir zaman savaşan insanların ruh halini tam anlamıyla anlayamayacak olsak da, buna en yaklaştığımız Türk filmlerinden biri olmuş Nefes. Sadece son çatışma sahnesinde büyük bir karışıklık var, ya da bana öyle geldi. Film hakkındaki tek olumsuz eleştirim bu olacak. Çok karanlık olmuş, kimin ne yaptığını fark edemiyoruz. Kimin ne konuştuğunu ise hiç fark edemiyoruz. Ama şöyle düşündüm, yönetmen o esnada, savaş esnasında bize askerlerin nasıl bir halde savaştıklarını, kimsenin kimseyi görmediğini, duymadığını gösteriyor olabilir. Çünkü o kadar hazırlıksız yakalanıyorlar ki -eheh spoiler- bir anda kendilerini saldırının içinde buluyorlar.
Sonuç olarak kaliteli bir Türk yapımı Nefes. Askerliğini yapmış olup da bu filmi izleyenler, anı tazeleyecek. Asker sevgilisi olan bayanlar, onları çok daha iyi anlayabilecek ve askerliğini yapmamış -benim gibi- erkekler de hafiften tırsacak. Ha, şu en başta değindiğim milliyetçi arkadaşlardan da, gerçekten milliyetçi olanlar askere bir an önce gitmek için can atacak. Asker oğul sahibi ebeveynler ise pek tabii ki ağlayacak. Spoiler: Son sahnedeki "Götür beni gittiğin yere" şarkısına ayrıca dikkat! 10/8
Beercholic
0 Yorum :
Yorum Gönder