9.02.2013

The Imposter [2012]


İnsanları kandırmak bazen gözüktüğünden daha basit olabiliyor… 1993 yılında, 13 yaşındaki Nicholas Barclay San Antonio’da kaybolur ve herkes onu bulmak için seferber olur. İspanya da, yıl 1997… Telefon kulübesinde esrarengiz bir çocuk! Bulunur, polis merkezine götürülür. Kim olduğu belli değildir ve biri olmak istemektedir. Biraz şansının yardımıyla bütün kayıp çocuk bürolarını arar, kayıp listelerini tarar ve kaybolmuş bir çocuk dikkatini çeker… N.Barclay!

Yaşanmış gerçek hikaye filmlerine bayılırım. Son zamanlarda önüme böyle örnekler çokça geldi ama bu sefer ki hem yaşanmış hikaye hem de olayı gerçekten yaşayan insanlar anlatıyor. Film olarak çok büyük bir değeri yok gibi gelebilir size ama o bildiğiniz belgesellerden değil, ortada çok çok farklı bir hikaye var…

Başlangıçtan itibaren filmi anlatan insanı dinlemeye ve dediklerine inanmaya başlıyorsunuz. Tabi bu anda acaba Barclay’e gerçekte ne olduğunu ya da olabileceğini düşünüp bu çocuğa küfür ediyorsunuz, ne yaptı acaba, nasıl olsa sonunda açığa çıkacak diye. Ama daha sonralarında çocuğun zekasına hayran kalmak istiyorsunuz, fakat bir dakika, öte yanda acısı çok büyük bir aile!

Sorular sormaya ve olayı olağanca hızıyla kovalamak istiyorsunuz. Bir anda yarısına geldik bile, daha sonra karşılaşmalar, olaylar, olaylar… Sonra bir anda film 180 derece dönüyor ve ilk yarıda hangi hislere kapıldıysanız tam tersine inanmaya başlıyorsunuz. İnanılmaz değil mi, çok fazla düşünmeye ya da yargılamaya yapmaya çalışmayın baştan itibaren sadece olayları anlamaya çalışmak, filmi anlamak açısından daha basit olacaktır.

Belgesel/yaşanmış hikaye tarzında izlediğim en iyi 2-3 filmden biridir diyebilirim. Olayları anlatan insanların, gerçekten o olayı yaşanan insanların duygularını dinlemek ve durumlarını anlamak kimi zaman o kadar basit olmayabilir ama kaybolan biri söz konusu var ortada inanılmaz bir zekanın yanında öylesine büyük hatalar ve aptallıklar var ki inanmakta zorluk çekeceksiniz.

Bu kadar yeter, bu yazıyı okuduktan sonra filmi izlemek isteyeceğinize eminim, fakat spoiler olmasına rağmen ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum, filmle ne alakası var diye boşuna düşünmeyin;

Lenslerin, daha doğrusu renkli lenslerin ilk ne zaman kullanıldığını araştırmanız gerekiyor. Unutmayın, olay 1997 yılında geçiyor…

İyi Seyirler…

7.02.2013

Doubt [2008]


‘’Şüphe’’ dediğiniz şey nedir gerçekten?

1964 yılında, karizmatik Rahip Flynn korkunun ve disiplinin gününe yürekten inana Rahibe A.Beauvier’in ateşli bir şekilde savunduğu katı gelenekleri yıkmak için çaba göstermektedir. Bu arada Flynn okuldaki siyahi çocuklardan birine biraz yakın ilgi göstermektedir ve bu ilgiden rahatsız olan Rahibe olayı biraz daha karıştırmak ister. Daha doğrusu bu olaydan ‘’şüphe’’ duyar…

Şüphe öyle bir şeydir ki aklınıza bir kere düştü mü asla gitmez, sonuna kadar gitmek, gerçekleri öğrenmek, doğal olarak şüphenizden kurtulmak istersiniz. İslam inancından, emin olmadığımız zaman kalbimize sormamız öğretilir, ya da bana öğle öğrettiler. Ama ya kendi kalbimizden de şüphe duyarsak o zaman ne olacak. O zaman gerçek şüpheyi nasıl elde edeceğiz ve onu açıklığa kavuşturacağız? Kıskançlığımız, kibrimiz sayesinde, birinin suçlu olduğuna kendimizi inandırabilir ve sonuca ulaşana kadar o doğrultuda gidebiliriz… Bir dakika, o zaman işin içinde biraz da önyargılarımız girmez mi?

Geçmişte bize, kötü-kaka,cıs dedikleri şeyler bizim önyargılarımızdır. Burada size önyargının ne olduğunu açıklamaya gerek yok çünkü işin içine bir de algı girmiş oluyor. İnsanlar neyi algılarsa, ona karşı önyargı oluşturur ve neye karşı bir önyargı oluşturursa ondan şüphelenir diyebilirim. Kabul etmek zordur, ama bir düşünün… Bir şeyden neden şüphelenirsiniz?

Amy Adams; rolü belki biraz fazla kısıtlıydı ama buna rağmen filmde kendinden en çok söz ettiren oyunculardan biri de belki o. Seymour hoffman ise benim gözümde tam anlamıyla karakter oyuncusu. Çoklu kadroda, farklı mekanlar kullanılarak çekilen filmlerde dişe dokunur bir başarısı bence yok, ama üzerine yapılan filmlerde çok iyi, çok iyi adapte olabiliyor ve en iyisini bizlere izletiyor. Yanında ona yardımcı olan M.Streep’i de unutmak olmazdı. Oyunculuk performansları adına tam bir şölen…

Kısır senaryosu, verilmek istenilen mesaj, tek mekanda çekilmesi tarzı olaylardan bahsetmek çok gereksiz, zaten filmin amacı o. Oralara fazla takılmayın, olaya odaklanın istediğinizi alacaksınız havası var. En çok beğendiğim bölümlerden biri de ‘’vaaz’’ kısımlarıydı. Özellikle ‘’dedikodu’’ ile ilgili olanı dikkatli dinlemenizi tavsiye ediyorum, üzerine bir de filmi izlemenizi tavsiye ediyorum…

İyi seyirler.

6.02.2013

Confession [2010]

Biri, sizin çok değer verdiğiniz bir şeye zarar verirse ne yaparsınız?
Ağlarsınız,
Üzülürsünüz,
İntikam almak isterseniz…

Durumu çok iyi olmayan öğretmen, içinde kopan fırtınalara rağmen sınıfa olan olayın ciddiyetini çok sakin bir şekilde anlatmaktadır. Oldukça haylaz olan bu sınıfta öğretmenin kızını öldüren 2 öğrenci vardır ve onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir ders vermek ister, içtiklere süte, HIV olan kocasının kanını koyduğunu söyler ve bu olay, herkesin hayatını sonsuza kadar değiştirecektir.

İntikam alma duygusunu hepimiz yaşamışızdır. Eğer biri nedensiz ya da kendi zevkleri uğruna sizin sevdiğiniz, asla kaybetmek istemediğiniz bir şeye zarar vermişse, ortada alınması gereken bir intikam var demektir ve sessiz kalmak asla hiçbir şeyin çözümü olmayacaktır. Nefrete, nefret ile karşılık vermek işin kolay tarafıdır diyenleri şu anda duyar gibiyim ama önemli olan hatasını anlamasını ve pişman olmasını sağlamaktır. Onu keşkelere mahkum etmek ve sürekli keşkelerle boğuşmasını sağlamak, kişiye verilecek en büyük cezadır ve bununla yaşamayı öğrenmek zorunda kalmasını sağlamak da…

Filmin ilk 30-35 dakikasını izledikten sonra, ‘’amaaaaann bu ne be’’ diyerek sakın bir kenara itmeyin, asıl film, asıl hikaye tam olarak siz bu lafı dediğiniz zaman başlıyor. Film, hikayeyi çok basitleştirmiş gibi gözükebilir ama birden çok kişinin düşüncelerine yer verilmiş. Ortada alınmak istenilen bir intikam var ama bu olaya bulaşan herkes kendi bakış açısından bir şeyler demiş. Yani anlaşılacağı üzere basit intikam filmlerinden değil. Türü dram-gizem ve biraz da psikoloji diyebileceğim filmde bu 3 öğeyi harika olarak bağlamışlar.

Demiştim, olayda geçen herkesi konuşturmuşlar diye, işte tam burada asıl olay, çocukların ruh haline inmeyi çok iyi bir şekilde başarmışlar. Hepsinin karamsar taraflarının nedenlerini öğreniyorsunuz ve filmin gizemli yanları da aslında bu itiraflarda saklı, sadece basit bir intikam deyip geçmiyor, hatırlatmak istedim. Böylece film dramatik hayat hikayelerini de çok güzel bir şekilde bağlıyor ve ortaya psikolojik bir film çıkıyor diyebilirim.

Film biraz, ‘’ben yaptım, oldu’’ tarzına bürünmüş olabilir bu noktada ama işte zaten olay da tam olarak bu zaten. İntikam olayına çok fazla yüklenmeyin, dikkatinizi biraz daha karakterler üzerine yoğunlaştırmayı başarırsanız, film bittikten sonra alacağınız zevk iki kat daha artacaktır.

Ne söylenebilir? Oldboy’u izlemiş olanlar el kaldırsın? Tamam, orada bir topluluk gördüm, işte bu filmi en iyi anlayacak olan sinemaseverler, Oldboy’u izlemiş ve filmi %98 oranında anlamış olan insanlar olacaktır. Benzediğini ya da onun kadar iyi olduğunu söylersem, büyük olasılıkla artık film izlemeyi bırakma zamanım gelmiştir diye düşünebilirim. Kesinlikle öyle bir durum yok ama bu filme de bir hak tanımanız gerekiyor diye düşünüyorum.

İşlenişi, hikayeleri, kurgusu ve BAMMM! O bitirici son…

1.02.2013

Compliance [2012]


Louise Ogborn

Olaydan haberim yoktu… Yıllar önce McDonalds şirketini bir adam arıyor, polisim diyor ve çalışanınız bir müşterinin parasını çaldı diyor. 

Yetkililer hemen arka odaya götürüyorlar ve 17 yaşındaki kasiyer ile şube müdürünü çok fena bir şekilde kandırıyorlar.

Amerikanlıların çok zeki bir toplum olmadığını savunurum ve bunun için gerçek şahitlerim de var. Aynen bizim toplumumuz gibi. Şu ana kadar bizde böyle bir olayın olmamasına gerçekten çok şaşırıyorum çünkü ülkemizde gerçekten suyla yıkadığı terliği karşısındakine kutsal terlik diye yalatan insanlar var. Konudan sapmayalım;

Hayatınızda izlediğiniz en saçma filmlerden biri olabilir, ya da yok artık bu kadar olmaz diyebilirsiniz ama yukarıda anlattığım olay, gerçek olay filmin konusu. Mağdur Louise Ogborn gerçekten bu olayı yaşıyor ve 6.1 milyon dolar tazminat alıyor gerçek hayatta.

İnanılmaz, biz ‘’inanılmaz’’ şeyleri, olayları çok severiz ve prim veririz, bu da tam olarak böyle bir şey. Film hakkında daha fazla bir şey söylemeyim en azından izlenilecek her şeyi çöpe atmış olmayayım fakat söylemeden edemeyeceğim. Sizi arayan ve polis olduğunu söyleyen bir adamın her dediğini yapmak için nasıl bir akıl/fikir oranına sahip olmak gerekiyor gerçekten?

Ya da hadi diyelim emir alıyorsun ama buna nasıl bir kafayla itaat edebilirsin ki? Gerçekten trajikomik bir olay bence, burada kimsenin mağdur olduğunu düşünmüyorum ben. Benim yorumuma göre verilen ve alınan tazminat da tam olarak ‘’Enayiliğin Belgesi’’.

İzlediğim en ilginç filmlerden biriydi, mutlaka izlemenizi, hayretler içinde kalacağınızı garanti ederek öneriyorum..

NOT: Louise Ogborn ismini google’a yazın, youtube’a yazın ve çıkan belgeleri ve videoları izleyin… Gerçekten inanılacak gibi değil, yenilir yutulur bir yanı yok!