30.09.2009

Güneşin Oğlu [2008]

''Yapılan işin saçmalığı seyirci sayısıyla doğru orantılıdır.''

Hayatımda izlediğim en başarılı 3 türk filminden biri.Hayır öyle mi ? Bence en iyisi..Yok değil..Allahım karar veremedim.Ben iyisimi yazmaya başlayim, buna siz karar verin iyi mi kötü mü?

Bütün hayatını bir mucize bekleyerek geçiren Fikri Şemsigil, sonunda bu mucizeyi yaşar ve ‘Güneşin Oğlu’ olduğunu öğrenir. Fakat yaşadığı mucize, düşündüğünün aksine Fikri Bey’in hayatını alt üst eder. Fikri Bey’in ruhu artık, çevresindeki insanların bedenlerine girip çıkmaktadır. Ve sonunda Fikri Bey, bu kez, yıllarca beklediği mucizeden kurtulmak için, gerçeklerin peşine düşmek zorunda olduğunu anlar.İşte burada olaylar fena halde karışmaya başlar.

Hemen filme geçelim.İnanılmaz bir senaryo var.Aslında senaryo demek buna hata olur.Evet film bir yere doğru akıyor ama senaryo.Bakın ben tamamen kayboldum.Anlatamıyorum bile size gerçekleri.Tamam toparliyorum.Şimdi, sağdık kalınmış bir senaryo var ve bunun içindeki hareketlilik.Filmi sakın takip etmeye çalışmayın, zaten edemiyorsunuz.Sürekli değişen ruhlar var.Önce biri birinin içinde daha sonra vuruldukça sanki sandalye değiştiren insanlar gibi deişiyorlar.Başlarda takip edip kendinizden gayet emin olarak ilerlediğini ve hatta yanınızda birileri varsa onlara anlatacak kadar emin gidiyorsunuz.Ama öyle bir an geliyor ki vuruşmalar çiftleşiyor.Çifter çifter deişmeye başlıyor.Tam bu anda senaryo bir anda hafiften değişiyor.Bundan sora olayları geri almaya başladıkları anda kayboldugunuzu itiraf etmek zorunda kalıyorsunuz.Zaten ben baştan söyleyim, bunları izleyip, takip etmek zorunda değilsiniz, rahat olun bu konuda...

Aşırı derecede küfür kullanılmış filmde ama bunlar o kadar natürel bir şekilde kullanılmış ki asla rahatsız olmuyorsunuz.Zaten farkında bile olmuyorsunuz.Flashbacklerden sonra, olaylardan sonra, yer değiştirmelerden sonra küfürler geliyor genelde ve siz kim kime girdi diye düşünürken küfürler ekmek peynir gibi kayboluyor.Oraya takılmayın, baya güleceksiniz.

Filmin sonunu kestirememek gayet güzel bişey.Tamam ortalıkta her olayda aynı kişi kurban gidiyormuş gibi geliyor size ama öyle değil.Gerçekten biraz sabır edip sonunu beklemekte fayda var.

Yukarıda yazdığım repliğe bir kez daha değinmek gerekiyor bu noktada. "Yapılan işin saçmalığı izleyici sayısıyla doğru orantılı" Film çok saçma bir hikayeden yola çıkıyor ve bir şeyi ispat etmeye çalışıyor. İçi boş şeyler çok rağbet görüyor, bu "boş" filmin içini de ince nüanslarla doldurduk bakalım kimler anlayacak diyor. İvedikte şahan gökbakar tüm "komik(!)" sahneleri fragmana doldurup insanları tekrar aynı sahnelere gülmeye çağırdı da gitmediler mi?Alın size bu filmden çıkartılabilecek bir sonuç.

Tamam buraya kadar iyi şeylerden bahsettik.Şimdi neden işe yaramaz kısmını konusalım.Aslında size filmi beyendim dediğime göre beyenmişimdir ama objektif olmak zorundayım.

Sonu kısmında iyi şeyler söyleyemeyeceğim.Çünkü filmi bitirip sırf nasihat kısmına gitmişler.Hani biz bunları iyi kötü biliyoruz zaten ama sadece daha ayrıntılı olarak ve biraz pişirerek bize tekrar sunmuşlar diyebilirim.Hani senaryoya biraz ters düşmüş açıkçası.Tamam olayları bir şekilde bağlamak zorundasınız ve en iyi bu şekilde bağlanır belkide, yada değil.Ama böyle bir son olmamalıydı.Tamamen 2-3 kişinin okur gibi söylediği hayat hakkındaki sözlerden oluşuyor.Bilmiyorum bir bağlantı kuramadım.Söyledikleri şeyler ne kadar güzel ve doğru olsada genede bir boşluk oluşmuş orada.

Filmi beyenenler oldugu kadar beyenmeyenlerde var.Hatta izlenmesinin gereksiz olduğunu savunan çoğunluk daha fazla.Zaten ikilemler bunun yüzünden.Ya bu sizin için inanılmaz güzel bir film olur, yada son derece gereksiz bir film olur.

Bitirmek için oyunculardan bahsetmek gerekiyor.Haluk Bilginer benim gözümde yavaş yavaş türk sinema tarihinin en iyi oyuncuları arasına giriyor.Hani arasına giriyor dediğim kısım elit oyunculardan oluşan 3-5 kişilik bir kadro.Gerçekten yavaş yavaş daha yukarıya gidiyor.Oynadığı filmin içeriği, konusu ne olursa olsun kendisi inanılmaz bir çizgide devam ediyor.Rolü ne kadar sınırlı yada kısıtlı olsa bile, filmde bulunması bile heycan yaratıyor.Allahımmmmmm.Ö.Namal neydi öyle! O kırmızı elbise daha başka birine o kadar yakışamaz.Kendisinide oyuncu olarak çok seviyorum ve buradada gene alışılmış başarılı rollerinden birini yapmış.Tabiki kendisini Mutluluk filminde çok beyenmiştim ve sevmiştim.Bülent Emin son sahnelerde baya bir çoşturmuş özellikle nasihatlar kısmında.Süperdi hepsi...

Onur Ünlüyü tebrik ediyorum ve başarısız filmler yerine (Çocuk gibi!) bunun gibi yaratıcı ve insanların hakkında konuşabileceği filmler yapması gerekiyor.Bu sefer bunu başarmış.İyi yada kötü eleştiriler yada görüşler olabilir.1 saat 32 dakikalık süresiyle çerez niyetine başlanıp izlenebilcek bir film.Ben beğendim.Notum 10/7 ...Bilmiyorum halen tam olarak beğendim mi beğenmedim mi ama notu verdik artık!

UnjustLucifer

Herkes Bu Filmi Konuşuyor..

2007 tarihli Paranormal Activity, yapımından 2 yıl sonra gösterime girdi. Vizyona girdiği hafta gişede de yüzü güldüren film, şimdiden korku filmi severler için kült mertebesine ulaşmış durumda.

15 bin dolar gibi komik bir bütçeyle çekilen, tarz olarak Blair Cadısı ve Rec'i andıran Paranormal Activity adlı bağımsız korku filmi, bugünlerde ortalığı kasıp kavuruyor. Deyim yerindeyse herkes bu yeni keşfedilmiş korku hazinesinden bahsediyor. Steven Spielberg'in izledikten sonra başına gelen tuhaf olayla soğuk terler dökmesine neden olan film, yönetmenin sayesinde izleyici ile buluşmayı başardı. (Denildiğine göre Spielberg filmi izledikten sonra odada kilitli kalmış ve filmdekine benzer bir deneyim yaşamış). Korku filmi meraklıları şimdiden Paranormal Activity'i en iyiler listesine almış durumda.

Fragmana gözatmak isteyenler buradan devam edebilirler;

  • Trailer QuickTime HD 480p 24.09.2009
  • Trailer QuickTime HD 720p 24.09.2009
  • Trailer QuickTime HD 1080p 24.09.2009

Sinemanın En Kötüleri..

Sinemanın en kötü filmleri neler dersiniz? İşte merakımızı giderecek bir liste.

Rottentomatoes sitesi sinema tarihinin en kötü filmlerini seçti. Ama bu filmler "kötülerin de kötüleri". İzlemeye tahammül etmekte zorlandığımız filmler nelermiş, gelin bakalım:

1. Ballistic : Ecks vs.Sever (2002)
2. One Missed Call (2008)
3. Pinocchio (2002)
4. King's Ransom (2005)
5. National Lampoon's Gold Diggers (2004)
6. Superbabies: Baby Geniuses 2 (2004)
7. Strange Wilderness (2008)
8. 3 Strikes (2000)
9. Redline (2007)
10. Witless Protection (2008)
11. Merci Docteur Rey! (2002)
12. Killing Me Softly (2002)
13. Constellation (2007)
14. Beyond a Reasonable Doubt (2009)
15. Alone in the Dark (2005)


Liste böyle.Listedeki bazı filmlere yorum yapmak istiyorum çünkü izleme gafletinde bulundum.

Ballistic'in kadrosunda Banderas ve Liu gibi tanıdık oyuncular var.Çok gereksiz ve yapmacık bir filmdi.Listede belki 1 numaraya girmesi biraz ağır olmuş olabilir ama harbiden kötü filmdi.Redline da bir o kadar gereksizdi.Basın tanıtımında meşhur Enzo kazasının yaşandığı ve kazaya kurban giden Enzoyu güzel bir şekilde izleriz diye düşünmüştüm.Ama olmadı.Yapmacık sahnelerin, arabaların 50km ile giderken kadranlarının sinemaya karışması çok fena olmuş.Witless Protection hakkında söylmem gereken şey ise, filmin 29cu dakikasında kapattığımdı.

One Missed Call sinemalara geldi mi tam olarak bilmiyorum ama umarım gelmemiştir.Korku filmi diye izlemeye çalışmıştım zamanında bir heycanla ama korku filminden başka herşeye benziyordu.Çok yazık..

Daha fazla söze gerek yok.Rottentomatoes sitesi kendisine göre bir sıralama yapmış, şöyle bir kenarda dursun diye dedim.

Bu listeye sinema tarihinin en kötüleri demek biraz ağır kaçmış sadece söyleyim.CatWomen'ın olmadığı hiçbir listeyi onaylatamazsınız bana...

29.09.2009

Cashback [2006]

Bu zamana kadar iyi bir film izleyicisinin yada sıradan film izleyen insanların (böyle bir ayrım var mı geçekten bilmiyorum) genelde beğendiği film türleri ve filmler bellidir.Karşımıza hep süper senaryolar çıktı, yada inanılmaz aksiyonlar yada sonunda ağladığımız filmler izledik.

Cashback gibi filmleri çok nadir olarak bulabiliyoruz.Bu tür filmlerin genelde arkadaş tavsiyesiyle yada sağda solda duyma bilgilerden çıktığına şahit oldum.Son 7-8 senedir önüme ne geldiyse izleyen biriyim ve bu filmi nasıl kaçırdım yada nasıl hiçbiryerde duymadın inanamıyorum.Denk gelme meselesi olarak konuyu geçiştirebiliriz.

Hemen filme geçmek istiyorum.''aşk nedir?'' tanımını size verdiği anda filme kapanıyorsunuz ve başından kalkmayacağınıza dair senet felan imzalamak istiyorsunuz.Mutlaka kendinizden bişeyler bulacağınıza inanıyorsunuz.Daha sonra karakterimiz geliyor.Karekterin kim olduğu umrunuzda bile değil.Film sizi resmen kendi ağına düşürüyor.Karakterimizin ilişkisi yeni bitmiştir.Birtakım sorunlar yaşamışlardır ve çok sevdiği kız arkadaşından ayrılmak zorundadır.Olabilir, sorunlar gayet gündelik hayatta yaşanabilcek tarzdan.Daha sonra geceler ve günler uzar ve uykusuzluk sorunu başgösterir.Dahası yapılcak bişey olmadıgından bir markette gece vardiyasında işe girer.İşte burda çarşı karışmaya başlar yavaş yavaş.Hayatındaki insanlardan kesitler sunmaya başlar film.Gençliğinde cinsellikle buluşmasıyla başlar bu olaylar.İlk gördüğü vajina, yada ilk öpücük konusunda.Daha sonraları markette çalışan kıza aşık olur ve film bu şekilde uzar gider.Daha fazlasını anlatmaya hiç gerek yok çünkü başından kalkamayacaksınız ve bukadarını bile yazdığım için bana küfür bile edebilirsiniz filmi izlerken.

İçerik ne? İnanılmaz bir içerik var.Hemen size biraz bahsetmek istiyorum filmin konusundan sonra.

Daha önce bahsetmiştim.Filmde gerçek aşk nedir gibi bir sorgulatma ile başlıyorsunuz.Senaryo örgüsü ve daha önce yapılmamış bir film olma özelliği ile sizi içine çekiyor, hapsediyor tam anlamıyla.Karakterlerden ayrıca bahsetmek istemediğimden dolayı burada onların gayet kendi hallerinde oldugunu ve senaryoya inanılmaz bir şekilde oturduğunu söyleyebilirim.

Evet gerçekten filmde inanılmaz derecede cinsellik var.Bundan kaçış olmaz, zaten eğer koymasalardı böyle bir film olmazdı.+18 bir film olduğunu açıkça söylüyorum burdan.Aileyle izlenir mi felan diye sakın sormayın asla izlenmez.Aksine kız arkadaşınızı yanınıza alcaksınız ki filmin anlamı çarpı beş kat daha artması için.

Filmde karakterimiz zamanı durdurabiliyor.Hayır hayır, sakın ha yanılmayın bu konuda.Öyle bilimkurgu tarzında bir film değil buna sakın aldanmayın.İnanılmaz bir gerçekçilik katıyor bu olay aksine.Düşünebiliyormusunuz? Zaman duruyor.Etraftaki herkez bir anda duruyor ve sadece siz hareket edebiliyorsunuz.İnsanların etrafında dolaşabiliyorsunuz ve onları rahatça soyup giydirip, sora tekrar zamanı tekrar akışına bırakıyorsunuz.Filmde bahsetmeyi unuttum ama karakterimiz bir sanat adamı.İnsanları soyup, resimlerini çiziyor.Aslında bakıldığı zaman hiçte sapıkça birşey değil bu.Sakın, bunuda yanlış anlamayarak filmi izlemeye devam edin, kaybetmezsiniz.Devam edelim, zamanı durdurdugu zaman işi içine cinsellik giriyor.İnsanlara bakabiliyor istediği gibi.Mahrem yerlerine, suratlarına, duruşlarına.Hemde istemediğin kadar yakından.Acaba onlar bunun farkında olsalar neler yaparlardı.İşte bu gibi sahnelerde bir anda sizde filmin içine dahil oluyorsunuz ve artık burdan sora içgüdüler tavan yapıyor.Oradaki siz oluyorsunuz bir anda.

Bir yandan içsel duygular tavana vuruyor ve bir yandan da kendini sorgulamaya başlıyor.Çığır açan bir durum bu.Kendinizi kaybediyorsunuz burada, acaba hangisi gerçek?Cinsellik mi aşkın önünde, yoksa aşk mı cinselliğin önünde.Daha sonralarında karekterimiz kendi iç dünyası ile başbaşa kalıyor ve sadece içindeki aşkı aramaya başlıyor.Zaten küçüklük zamanlarında, daha çok erken yaşta ''ayıp'' kavramıyla tanıştıgından dolayı artık bunun bir çekiciliğinin kalmadıgı gibi bir mesaj veriyor ve aşkın daha önemli olduguna kanaat getirtiyor film.Ama bu seferde olayların gelişimi değişiyor.Artık cinsellikle alakalı resimler yapmaya başlıyor.Hani duyguların vuruşları farklılaşıyor.Cinselliği artık kafasında yaşan biri olarak karşımıza çıkıyor.Filmin zaten seyrinin hafifçe değiştiği kısımda tam olarak burası.İşte tam bu sırada aradığı aşkı buluyor.Daha sonra onu çizmeye başlıyor.Onun için zamanı durduruyor, herşeyi sadece onun için yapmaya başlıyor.İnanılmaz dokunaklı sahneler sıra sıra geliyor.

Halbuki kendini sorgulamakla geçirdiği zaman süresince o kız sürekli ordaydı.İşte burada olay.Bakış açısı.Bakış açısı tamamen değişiyor.Artık süper güzel kızlara yada süper seksi kızlara bir sex objesi olarak değil, daha farklı yönlerini keşvetmekte kullanıyor.Aradığı aşkıda zaten bu sayede buluyor.Daha sonralarında gelen ilk (ve çok zor) öpücükle beraber hayatı yeniden kendine geliyor.Uyku uyumaya başlıyor.Aradığını bulan biri oluyor resmen.Sizde rahatlıyorsunuz.Sizde orada mutlu oluyorsunuz izlerken.

Son söylenmesi gereken şeyleri söyleyelim.Gerçekten aşırı açık bir film.Ama izlenmesi gerekiyor.Açık sahneleri inanılmaz güzel kullanmışlar.Hani bazı filmler vardır, işte gönül ona konar sora eski aşkı gelir, tekrar ona döner derken film aşk-ı memnu olma yolunda ilerler ama bu diğerlerindne çok farklı.Burada asıl verilmek istenen insanın içindeki düşünce ve bunları istediği gibi yönlendirmesidir.Hani aslında konuyla fazla ilgilenmiyorsunuz.Konu bir amaçtan çok bir araç olmuş bu filmde.Gerçekten bu filmin bir benzerinin oldugunu sanmıyorum.

Daha fazla şey yazmak istemiyorum gerçekten çünkü yazarsam bende tam anlamıyla filmi mahvetmiş olacağım.Not vermeden önce ufak bir çıkarım yapmak istiyorum filmle alakalı.


''aşk aradığın yöndedir ve en çokta görmek istediğin yerdedir.(kafa yada cinsel organlar).Zamanı durdurabilirsin belki de, hatta zamanı yavaşlatabilirsin düşüncelerinle yada yaşadığın anların büyüsüyle ama asla yaşayacağın gerçeği değiştiremezsin.''

Duygusallığı bir kenara bırakarak not veriyorum, 10/8 gibi bir not bu tür bir filme herzaman verilmeyecek bir nottur.Mutlaka ama mutlaka izlemeniz gerekiyor bu filmi.

UnjustLucifer

28.09.2009

Ice Age: Dawn of the Dinosaurs[2009]

Woah çok güzel olmuş ya.Sid ve ailesinin, daha çok aile kavramları üstüne kurulmuş olan Ice Age 3 animasyonundan bahsediyoruz.

Üstüne çok söylenecek bişey yok.Fillerin bebek beklemesi ile bizim aile dağılma aşamasına girer.Yanlız kalan sid, 3 tane yumurta bulur ve bunları çocukları sanmaya başlar.Yumurtalar kırıldığında içinden çıkacak olan hayvancıkların filmin ismine bakarak dinazor oldugunu tahmin edersiniz.Anne dinazor cocuklarını almak için ice age e gelir ve sid le beraber kendi dünyasına geri döner.Bizim takım da sid i kurtarmak için uzun bir yolculuğa başlar.Burada yeni bir ekleme olan ''buck'' ile karşılaşırlar ve onun yardımına ihtiyaçları vardır.

Sinemalarda 3D olarak gösterildi yada halen gösteriliyor.Ben halen 3D film izlemedim.Nasıl olduğunu yada neye benzediğini halen bilmiyorum ama bu haliyle bile bana keyif verdi.İzlenesi çok hoş bir film olmuş.İce Age serisinin geneli hakkındaki oldu; aile filmi.Hani büyüklerde izlesin.Hiç sıkılmadan, ekranın karşısında hoş ve keyifli bir 1 saat 30 dakika geçirme şansı.

Animasyon hakkında söylenebilcek son şey ise, eğer 1. sevdiyseniz 2. yide seversiniz.Eğer 2. sevdiyseniz 3cüyüde seveceğiniz anlamına geliyor.İzleyin mutlaka.

UnjustLucifer

17 Again [2009]

Klasik bir pazar akşam üstü filmi diyebiliriz. Aslında pazar akşam üstüleri daha ciddi, daha romantik filmler tercih edilir ama arada sırada böyle iç gıdıklayan, bittiğinde yüzünüzde anlamsız bir gülümseme bırakan, eğlenceli teenage filmlerde izlenebilir. Size aslen ne düşündüğümü söyleyeyim, pazar akşam üstüleri izlenmeyecek bir şey varsa o da fantastik film ya da dizilerdir. Okur sana söylüyorum, cnbc-e sen anla: Fantastik Pazar diye birşey yoktur, olamaz işte o kadar!

1989 yılında başlıyor her şey. Mike O'Donnell, Hayden Lisesi'nin prensi, basketbol takımının yıldızı, çok önemli bir maça çıkacaklar ve kolejden bir iki gözlemci de onu izliyor olacak. Fakat o ne yapıyor, kız arkadaşının peşine düşüyor. Ve olaylar gelişiyor. 20 yıl sonra işler eskisi kadar düzgün yürümüyor, karısıyla, çocuklarıyla arası bozuk. Hayatında bir tek en iyi arkadaşı Ned kalmış. Ancak başına talih kuşu konuyor, onun gibi birşey. Bir anda 20 yıl önceki haline dönüyor. Herkes normalken, Mike ruhu 37 yaşında ama dış görünüşü 17 yaşında bir insana dönüşüyor ve olaylar gelişiyor...

Şimdi çok saçma bir durum var. Haydi 37 yaşındaki bir adam nasıl olur da 17 yaşındaki dış görünüşüne dönüşür bir anda diye sormuyoruz. Onu görmezden geliyoruz, orada mantık aramıyoruz. Filmin akışı için bu gerekli. Ama gözden kaçmayacak bir mantık hatası var o da şu; bir insan nasıl olurda kocasının 20 yıl önceki halini hatırlamaz, anlamaz? çocuklar nasıl olur da babasının 20 yıl öncekini halini hatırlamaz, anlamaz? üstelik baba dediğimiz kişide unutulmayacak yüze, mimiklere, saçlara sahip Zac Efron ise. İşte burada saçmalıyor filmimiz. Bunu görmezden gelemiyoruz, ama ne yapıyoruz? Geçiştiriyoruz, çünkü film bunun dışında güzel.

Oyunculuklara gelelim. Zac Efron dedik. Aslında fazla ön yargılı biri değilim. Ama ön yargım azdı mı tam azar. Kız kardeşim büyük bir Zac Efron hayranı. Onun yüzünden High School Musical 3'ü izlemek zorunda kalmıştım. Zac Efron hater biri olarak bu filmi de asla izlemezdim ama nedense gecenin bir yarısı film izlemem gerektiğini hissettim ve evde bir tek izlenmemiş film olarak 17 Again'i buldum. Evet Zac Efron bu filmle bana kendini sevdirmeyi başardı. Hatta okulun haşarı çocuğuna sıkı bir ders verme sahnesi var ki, orada kendimi Zac Efron'un kankasıymış gibi hissettiğimi söyleyebilirim. O sahnede resmen ayağa kalkıp "yürü be Zac" dediğimi hatırlıyorum. İyi oynamış ama bu adam bu tip filmlerden başka filmleri oynayamaz arkadaş! Tipi müsait değil! Ama bu tip filmleri de ondan iyi oynayan çıkmaz herhalde, artık her 3 teenage filmin 1 inde Zac'i görürüz.

Ama filmdeki en iyi oyunculuk kesinlikle Ned Gold rolünde oynayan Thomas Lennon'ın diyebilirim. Lennon yardımcı rolüyle resmen sürüklemiş filmi. Onun dışında Matthew Perry'i görmek yüz gülümsetirken, Buffy the Vampire Slayer'da Dawn Summers'ı oynayan güzeller güzeli Michelle Trachtenberg'i görmek te beni epey heyecanlandırdı. Isır beni Michelle!

Isır beni demişken burada bir parantez açmak istiyorum. İlginç bir tespitim var. Film resmen bir çok konulu porno başlangıcı sahneleri barındırıyor. Arkasında Naughty America falan mı var diye merak etmedim değil bitince. Öyle ki genç Mike ile aslında oğlu olan Alex'in annesi Scarlett'in -o da aslında karısı- yakınlaşması: My Friends Hot Mom, genç Mike ile genç liseli kızların ilginç diyalogları: College Fuck Fest, genç Mike ile aslında kızı olan Maggie'nin yakınlaşması: Daughter-Father Incest, Ned ile okul müdiresi Jane'in yakınlaşması da: My First Sex Teacher. Böyle de ilginç içte, yaaa yaaa...

Öhöm, gerçekten güzel bir sonla bitirmişler, senaryoda da problem yok yani, oyunculuklar da iyi sayılır. Dediğim gibi eğlendiriyor, pek bir şey kazandırmıyor ama eğleniyorsunuz işte. 6 veriyorum, evet. 10/6

Beercholic

27.09.2009

Son Ders [2008]

1970 li yıllarda başlayan bir hikaye var karşımızda.Film kız arkadasına veda eden ve 1970 li yılların motiflerini taşıyan bir kamerayla başlıyor.O sahneden sonra yıl 1972 ye geliyor ve 5 arkadaş polislerden kaçıyor.Siyasi olayları biliyorsunuz o zaman ki.Çok iyi bilmediğim şeyler üstüne konusmayacağım.Daha sonra yıllar geçiyor 2006 ya kadar geliyoruz.Eski arkadaşlar toplanır.4 tanesi birbirini bulur ama 5. yoktur.

Bu hikayeye paralel olarak universitede başlayan diğer olaylar vardır.Sonradan öğreniyoruz ki bizim kaybolan 5. adamımız universiteye öğretim görevlisi olarak gelir.1970 li yıllardan kalan 5 arkadaştan 1 tanesinin oğlunun hocası olur.Bir karın ağrısı vardır ki yıllardan beri geçmeyen.İlk karade veda ettiği sevgilisini bulup, onu sevdiğini söyleyebilmek.Bunlardan daha fazlası filmin içinde zaten.

Filmi kısaca olmayan bir şekilde özetledim.İşin siyasal kısmıyla ilgilenmeden geçersen söylencek çok şey var.Öncelikle hayatının bitmesine çok az süre kalan bir insanı canlandıran Ferhan Şensoy'a teşekkür etmek istiyorum.Daha sonra kendisine değincem tabiki ama öncelikle bir teşekkür etmek zorundaydım.Universitedeki ders verme şekliyle aslında su andaki üniversite sistemine örnek olması gerekiyor bence.Buda başka bir derin konu bunuda geçelim.

Sorunlar.Bir söz vardır ''sorunun bir parçası olmak yerine, çözümün bir parçası olmak'' işte herşey bu.Filmde biraz bu tarz konulardan bahsedeilmiş.Aslında filmi anlatmak istiyorum bir çırpıda ama buraya bunu yaparah bu büyüyü bozmak istemiyorum.Başka bir örnek verelim.Hepimizin bazı pişmanlıkları vardır.Bunların pişmanlık oldugunu nasıl biliriz? Asla.Taki birinin bize anlatması gerekiyor.Mesela çok sevdiğiniz bir kıza, onu sevdiğinizi söylemeyip, ertesi gün başka biriyle birlikte gördüğünüz zaman buna ''seve seve'' anlama yönetemi denir.Kafanızı duvara çarpmış oldunuz ve artık bunun bir pişmanlıktan ibaret oldugunu biliyorsunuz.Başkası size anlatmadı ama siz tecrubelerinizle bunu öğrendiniz.Filmde tam olarak anlatılmaya çalışılan nokta bu.

Türk sinema tarihinde belli başlı oyunculuk performansları vardır.Babam ve oğlumdaki çetin tekindor, eşkiya filmindeki ve kabadayı filmindeki şener şen, sınav filmindeki ismail hacıoğlu, barda filmi nejat işler ve haluk bilginerden polis filminde bahsedebiliriz.Ferhan Şensoy'u türkiyede tiyatro sanatçısı olarak biliyoruz.Ama şu filmi bir kere izlemek zorundasınız, sırf hiçbişeyi beyenmeseniz bile bir kere ferhan şensoyu izlemek zorundasınız.Argo tabirle ''öyle bir rol kesmiş'' ki, hayran hayran izliyorsunuz.İlerledikçe film hadi onun oldugu bir sahne daha gelsin hadi hadi, tarzında bekliyorsunuz.Tek kelimeyle enfes.

Bunun dışında film hakkında daha fazla söylenecek bişey yok.Yazının sonunda, filmin son kısımlarından bahsetmemek olmazdı.Süper bir sonla bitmiş.Aslında baştan itibaren bir daha toparlarsak;

3 yada 4 konu olarak başlıyor.Artık buna siz karar verirsiniz doğru sayıya.2 bile diyenler çıkabilir ama asıl olay, hepsinin belli bir mantık sırasında ilerlemesi ve sonlara doğru artık konular arasındaki ilişkilerin ortaya çıkması.Aslında şöyle bir şey diyebiliriz.1 numaralı olay, 2-3-4 diye adlandırırsak; 1 numara hep seyrinde giderken 4 önce 3 e sora 3 2 ye birleşiyor ve filmin sonunda 2 de 1 e birleşiyor.Evet elimden geldiğince size anlatmaya çalıştım ve sonu da süper olarak 2 konuyu bağlamışlar.Not vermek zorundayım.Türk filmleri, türk filmidir diye torpil geçmiyorum yada ''boktan'' olarak adlandırdıgım türk sinemasında böyle filmler çıkınca aaaa demek istemiyorum.Bu tarz filmler son dönemde arttı. 10/7.9 bunun hakkıdır. 2.9 cıvarında bir notu başlı başına Ferhan Şensoy aldı!

UnjustLucifer

25.09.2009

The Three Burials of Melquiades Estrada [2005]

Olmamış Guillermo Arriaga.En son Ameres Perros'u izleyip hayran kalmıştım.Arriaga'nın daha öncelerinde yazdığı; 21 Gram ve Babel filmlerinide izleme fırsatım olmuştu ve özellikle 21 Gram'ın yeri bende hep ayrıdır.Ama bu film için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.Hatta biri çıkıp, kandırdık seni Arriaga'nın bu filmle alakası yok derse oh yaşasın diyebilcek durumdayım.

Filmimiz başlarda çok sıkıcı.Aslında klasik olarak bu tarz filmlerin genel içeriğinden bahsetmeye sevmiyorum ama genede kendimi tutamıyorum.Ufak bilgilerle bu bölümü geçiştirmek istiyorum.Teksas'ta bir adam vurularak öldürülür. Ceset çölün içinde gizli bir yere çok çabuk şekilde gömülür. Ölen kişinin çok yakın dostu ve iş arkadaşı olan Pete Perkins, dostunun katilinin peşine düşer. Şüpelendiği kişi sınır devriyesi olam Mike'dir. Mike'yi kaçırarak dostunun cesedini, defnedildiği yerden çıkarttırır. Bunu yapmaktaki amacı, dostunun istediğini gerçekleştirip cesedi Meksika'daki evinin bahçesine defin etmektir. Melquiades'in cesedi ile Pete ve Mike Meksika sınırına doğru tehlikeli, zorlu bir yolculuk gerçekleşecektir.Ve daha sonra filmin, bu filmden beklenmeyecek kalitede olan sonu...

Hemen kendi yorumlarımla devam edeyim.2 saat 1 dakikada bitiyor film.Ama bir sorun bakalım gerçek süresi o kadar kısa mı? Hayır!..3 saatlik bir dram filmi izlemiş kadar oldum.Yer yer film çok yavaş ilerliyor.Siz biryerden sonra gelecek olan sahne hakkında tahminler yapmaya başlıyorsunuz boşluktan yada gereksiz şeylere takılıyorsunuz.Benzinin rengi niye öyle ?Atlar neden yava gidiyor? Neden 2 kişi 4 at aldı.Efendim işte kayaların şekilleri niye öyle felan diye.

Etkileyen sahnelerden bahsetmek istiyorum.Yolculuğa ara verdiklerin benzin istasyonu gibi bir yerde duraklarlar.Çok ıssız bir yerdir ve uzun süreden beri kimseler uğramıyordur.Yaşı adam gelen bu yabancılarda kendisine bir iyilik yapmalarını ister.Sorduklarında ise '' beni öldürün efendim'' der.Burdan da anlaşılacağı üzere adam yanlızlıktan, yaşlılıktan ve bakımsızlıktan ölmek ister.Bıkmıştır artık.Burası gerçekten baya etkileyici bir sahneydi.

Arkadaşı ölen adamın, arkadaşının ondan istediği yere gömmeye çalışması gerçekten ayrı bir duygusal.Ama kusra bakmayın burada şöyle bir durum yaratmışlar.Hani arkadaşın son isteği yerine getirilir ama baya baya bir abartı olmuş burada.Hani resmen filmin gidişatını, kaderini herşeyini değiştirmişler ve sıkıcı bir yola girmişler bence burada.Senaryosu güzel hani ona laf etmek istemiyorum ama raydan çıkmışlar.Arkadaşlık olgusunu biraz fazla abartmışlar.

En iyi senaryo ödüllü bu filmin bu ödülü nasıl aldıgını bilmiyorum ama T.L Jones amcamızın bunu hak ettiği bir gerçek.Barry Pepper ile birlikte inanılmaz bir 2 li oluşturmuşlar.Gerçekten senaryonun önüne geçmeyi başarmışlar.Arriaga filmlerinde genelde böyle şeyleri görmek zordur.Diğer saydıgımız 21 gram, Babel ve Ameres Perros filmlerinde senaryo ve olaylar hep oyuncuların önüne geçmiştir.Oyuncular sadece kendilerinden beklenen normali sergilemişlerdir.Bu oyuncular Penn,Pitt,Blanchett,Watts olsa bile.

Hazır Arriaga dan bahsetmişken yeri olmamasına rağmen aklıma gelen bişeyi daha aktarmak istiyorum.Yazının bu kısmında aklıma geldi bu tip senaryoları düşünürken.Bende yukarılara tekrar sığdırma çabasına girmek yerine buraya yazayim istedim.The Burning Plain.Kesinlikle yukarıdaki adı geçen filmler kadar iddalı ve usta bir yapım.Onuda blogda geçmiş yazılarda yazdım zaten, kesinlikle izlenmeye değer bir film.

Not olarak 10/7 verdim.Klasiklikten kurtulmaya çalışan bir senaryo.Evet verdiği mesajlar var ama süper bir film değil.Çok yüksek beklentileriniz olmasın.

The Final Destination 3D [2009]

Efendim, üniversite olayları, Ramazan Ayı, Ramazan Bayramı, falan ve filan derken epey boşladık burayı… Zaman geri dönme zamanıdır, vakit yeniden film izleyip yorumlama vaktidir diyerek başlıyorum olaya. Bayramda İstanbul’a gittim, akrabaları ziyaret babında. Kocaeli’de The Final Destination kalkmış, e İstanbul’da birkaç sinema salonunda duruyor. Gidelim, görelim dedik, hatta 3D –tridi diye okunur- izleyelim dedik. Daha önce hiç 3D izlememiştim, heyecan vardı falan. Neyse izledik, güzeldi…

Şimdi Son Durak serilerini biliriz, ben çok küçükken tanışmıştım bu seriyle, hatta ergenlik çağımdı yamulmuyorsam. İlk filmde sevgililerin uçak beklerken, hava alanında bir yiyişme sahnesi vardı ki, oy oy. Beni filme çeken de o olmuştu o zamanlar. Uçak kazasıyla başlıyordu ilk film, 2. si araba kazası, 3. sü ise lunapark’ta tren –roller coaster diolla- kazası.

Bilirsiniz, klasik Son Durak serisidir, senaryo hep aynı… Bir kaza, kazadan kurtulanlar, kurtulanların kurtulma sıralarına göre ölümleri, yaratıcı ölümler, bol aksiyon, gerilim vs. İlk filmde insanlar böyle bir konuyla hiç karşılaşmadıkları için izlerken çok beğenmişlerdi. 2. filmde yönetmen değişmesine rağmen ana fikir değişmemiş, onun üzerinden gidilmişti, e onu da beğenmedik değil, Ali Larter hatrına. Sonra 3. filmde Ali Larter gitti, yönetmen ilk filmin yönetmeni olan James Wong oldu, ancak yine aynı senaryo. Enayi yerine mi konduk acaba? Diye düşünmeden edemiyor insan derken 4. film geldi, bu sefer 2. filmin de yönetmeni olan David Ellis çekti.

Yeni filmin tek yeniliği 3D izlenebilirliği ve daha çok gore ögelere yer verilmesi. Kurgu yine aynı, arkadaş insan biraz yenilik yapar, ne bileyim üstüne koyar falan. Yooook! Ne gerek var, 3-5 yaratıcı ölüm daha buluruz, bu sefer daha çok iç organ, daha çok kan gösteririz, daha çok ekşın, daha fazla görsel öğe olur tamaaaam! Oyunculuklar kötü, yapım hataları falan gırla, baştan savma bir film işte. Kesinlikle böyle, nerede ilk filmde yakalanan ruh, nerede bu son film!

Ha 3D olayına gelirsek. Daha önce 3D film izlemedim, dolayısıyla karşılaştırma yapma gibi bir durumum yok ama genel olarak o 3D tadını aldım diyebilirim. Filmde zaten 3D için yapılmış gibi, yani sırf gözlük takıp izleyecek olan bizler mutlu olalım diye yılan geliyor falan size, arabalar üstünüzden geçiyor. Hatta filmde 3D ye gönderme yapılan sahneler bile var, filmin içinde 3D sinema izliyorlar falan –bu spoiler sayılmaz-

Sonuç olarak hala 3D izleme imkanınız varsa gidin izleyin diyebilirim, ha yok ben dvdsini alacağım, evimde oturup izleyeceğim diyorsanız, bence gerek yok. Notum da 10 üzerinden 5, 3D olmasa 4 olurdu...

Beercholic

24.09.2009

Devrim Arabaları [2009]

Neden bizim arabamız yok? İşte bu soruyu kendi kendine soranların önce bu filmi izlemesi gerekiyor.Aslında burada konusulabilcek birçok şey var ve derin konulara gidiyor.Ama ben sadece filmden bahsetmeye çalışcam ve bunu gerçekten başarmak istiyorum.Burada politika, yapılan hatalardan bahsetmemek gerekiyor.Sadece film üstüne olsun istiyorum...

Tek kelimeyle inanılmaz bir film olmuş.Arabalara zaten doğuştan meraklı olan biri olarak bunu mutlaka izlemek istiyordum ve sonunda bu amacımı gerçekleştirdim.Filmi hemen anlatim sizlere.Türkler ilk arabasını yapmak istiyor.Bu süreç içinde sadece arabayı yapmanın dışında bir sürü şeyle daha uğraşmak zorunda kalıyorlar.Medya,para,yönetim ve köstek olmaya çalışan insanlarda bu işi iyice zorlaştırıyorlar.Kaldı ki bir tane arabanın 140 gün içinde hazır olması istenirken (tam hatırlamıyorum) 80 gün kala cıvarda bir arabanın daha istendiği tebligatı geliyor ve ayrı bir şok.

Neden bizim arabamız yok sorusunu kendi kendine soranlar bu filmi izlesinler..Tamamen gerçek bir hikaye..Binbir gayretle,uğraşla,güçlüklerle tamamen Türk malı bir araba yapılıyor ama saçma sapan bir nedenle ve yine saçma sapan bir basın yüzünden bütün emekler boşa gidiyor..Başka hangi ülkede vardır böyle bir olay akıl sır erdiremiyorum..Eğitimin önemi burda da bariz bir şekilde ortaya çıkıyor..

Film hakkında biraz genelden gelelim hemen.Konuyu saptırmadan anlatmaları film açısından güzel olmuş ve sadece gerçekleri yansıtması süper olmuş.Şimdi şu satırları yazarken bir kere daha düşünüyorum ama söylenecek birşey yok.Hani bu filmi neresinden anlatmaya başlayıp nasıl bitireyim?

Tek kelimeyle süper olmuş.Oyunculara tek tek değinmek gerçekten çok zor ama herkez elinden gelenin maksimumunu yansıtmış.Tabiki herkezin iyi olduğu yerde, iyinin iyisini bulmak belki biraz kıllık yapmak olacaktır ama Taner Birsel ve Halit Ergenç i unutmak olmaz.2 si diğerlerinden biraz daha sivrilmiş.Haluk Bilginer ustayı sırf orada durabildiğinden dolayı unutmak istemiyorum.Çetin Tekindor ve Haluk Bilginer'i türk sinemasında tek geçiyorum su aralar.Ağır ustalarımız.

"türkiye de hiçbir başarı cezasız kalmaz evlat" ... "zaten adı devrim olan bir arabanın sokaklarda yürümesine izin vermezlerdi"

Yukarıdaki replikten sonra daha nasıl yorum yapılır? Daha neler yazılabilir sizce?Bence daha fazlasına gerek yok.Herkezin izlemesi gereken bir film.Gerçekten bazen bazı şeyleri yapmaya inanmak gerekiyor ve yapılabiliyor.İmkansızla zor ayrı şeydir diye bir konusma daha geçiyor.Düşünsenize 140 günde yürüyebilcek bir araba yapılıyor.

Takılmadan geçemek istemiyorum ama..Hadi o zamanlar diyebilirsiniz içinizden ama trenle bir arabayı taşımak için neden benzin deposu boşaltılıyor ben anlamadım.Bir kere olayların anlamadıgım tek tarafı, sanırsam benzin göstergesindeki hata olmalı.Çünkü beyaz arabanın deposunda benzin varken siyahtaki benzinin tamamına yakınını boşaltıyorlar.Bu ''bak türklerin yapacağı iş bu kadar olur'' demeye kadar gelir.Mesela ben bir alman olsam rahatlıkla bunu söylerim ama kimse bunu yapmanın ne kadar zor olduğunu anlayamaz bizler için.İşte filmin düşündürücü ve daha sohbet edersek belkide bizi derinlere götürcek olan kısmı bu ne yazık ki!

Bu tarz filmleri daha fazla yapmalıyız diyerek kapanış kısmına geçelim.Geçenlerde ''flashback of a fool'' diye bir film izlemiştim.Silecek'i gerçekten bulan bir adamın, bunun patentini almaya çalışırken yaşadığı zorluklardan bahsediyordu ve sonuçta bu tarz bir filmdi.Buda türklerin yaptığı ilk araba hakkında bir film olmuş ve süper olmuş.

İzlediğim en güzel türk filmlerinden biriydi.Gerek seneryo, gerek hikayesiyle, oyuncularıyla...Not vermek istemiyorum çünkü haksızlık olur fena halde...

UnjustLucifer

23.09.2009

Red-Kit Go West [2008]

Şöyle bir arkanıza yaslanın,düşünün çocukluk günlerinizi ( Tabi burada 90’larda çocukluğunu yaşayanlara sesleniyorum ). Bizim ömrümüzü yiyen ( ancak iyi anlamda :D ) neler vardı hatırlayalım. Biz çocukluğu sokakta top teperken, misketleri havadan yollarken, tasoları çat çat devirirken yaşadık. Şimdiki Playstation çocukları kahramanlarını oyunlarda ararken bizim yegâne ‘Tsubasa’mız, ‘Pokemon’larımız vesaireler imiz vardı. Red-Kit de kahramanlarımızdan biriydi elbette. Az mı istedik onun gibi ateş etmeyi, kahraman olmayı. Gidip birer boncuklu tabanca almadık mı hepimiz sorarım hepinize. :D

Şaka bir yana filme dönecek olursak öncelikle Red-Kit olması ve yeni ne olabilir ki sorularına çok fazla verecek cevabı olmaması elbette bir sorun ancak yeniden yalnız kovboyla beraber olmak güzeldi. Yalnız şikayetim alışılagelmiş Red-Kit sesinden uzak kalmış olmaktı. İngilizce Red-Kit inanın çekilmiyor tıpkı Daltonlar gibi. Ah keşke dublaj olaydı.

Ama bir şey var ki o da klasikleşen Red-Kit sahneleri. Bar kavgaları, yerli kabilesinde yağmur dansı, Avarel ve salaklıkları, Joe ve Daltonlar, ve tabi ki mezarcımız ve biricik Kızılderili ilginç isimli şefimiz. Tüm bunları yeniden tatmak güzeldi ancak bana soracak olursanız her zaman çizgi film günlerini yeğlerim.

Sözün özü, size tavsiyem Red-Kit’in çizgi film bölümlerini indirmeniz, cipsinizi alıp içinden taso çıkar diye dua etmeniz ve ekranın karşısına geçip o anları tekrar yaşamanız. Çizgi filmlere 10 üzerinden 9 verirken maalesef ki filme en fazla 10 üzerinden 8 verebiliyorum.

Seni hep görmek dileğiyle yalnız kovboy…

Mert Şahin

The Expendables [2010]

Biraz önce dolaşırken rastladın ve içeriği görmek istedim hemen.Gayet Nört bir şekilde yönetmeninin ve yazarının Stallone olduğunu okuduktan sonra her filmsever gibi bir heycan yaptım.Ama asıl olay meğersem oyuncu kadrosundaymış.Teker teker saymakla bitmez, sıraya koysan hiç olmaz.Liste halinde oyuncu kadrosu;

Sylvester Stallone
Jet Li
Jason Statham
Dolph Lundgren
Terry Crews
Eric Roberts
Mickey Rourke
Steve Austin,David Zayas,Randy Couture,Gary Daniels,Antonio Rodrigo Nogueira,Antonio Rogerio Nogueira,Nick Searcy,Arnold Schwarzenegger
Bruce Willis.Ayrıca Wesley Snipes, Van Damme, ve Seagal'ın rol alacağı söylentide


Tek kelimeyle inanılmaz birşey.Evet, bunu okuduktan sonra inanmadım.Hadi canım bu kadar adamı nasıl bir araya getirceksin felan diye düşündüm.İçlerinde bazı zor adamlar var mesela Schwarzenegger'i nasıl oynatcaksın merak ediyorum.Adam bildiğin vali hani..Ama oyuncu listesi belirlenmiştir diyor.Burada biraz dedikodu dolaşıyor sanırsam.

Ama şöyle bir olay varki, imdb yi açıp ( http://www.imdb.com/title/tt1320253/ ) ordan filmin genel özelliklerinize baktığınız zaman şu oyuncu kadrosunu okumak bile heycan veriyor.Biraz daha bekleyelim hadi.

22.09.2009

Goodfellas [1990]

"As far back as I can remember, I've always wanted to be a gangster." -- Henry Hill, Brooklyn, N.Y. 1955.

Mafyalar heryerde.Goodfellas -yaşanmış gerçek hikaye- gangsterlerin hayatını açıklayan daha doğrusu anlatan bir film.Tabi değişik bir yol seçilip, filmin tamamını Henry Hill (Ray Liotta), ufak yaşta ganster olmak isteyen bir gencin mayfaya olup daha sonra bu kariyerini ilerletmesini konu alan bir film yapılmış.

Hemen filmle başlıyorum.Ufak yaştaki hayatından başlayor herşey.Okula gitmek yerine gansterlerin yönetti durakta işe ufak yaşta başlıyor ve ilerliyor.Bu ara olayları kendi ağzıyla anlatıyor.Daha sonralarında büyüyor ve mayfaya dahil oluyor.İlerde karısı olacak kadınla tanışıyor ve işler biraz daha büyüyor bu arada.Kaçakcılık ve hırsızlık yaparak bol paralar kazanmaya başlıyor ve 2 numaraya kadar yükseliyor karakterimiz.Ama herzaman olacağı gibi paranın tadı çok tatlı geliyor ve uyuşturucu işine kayıyor.Tabi bunun başına ne gibi işler acacağını tahmin edememiştir.Devamında ise çöküş kısmı başlıyor isterseniz buradan fazla bahsetmeyim, siz izleyin tabi birazdan yazacaklarımı okuduktan sonra...

Güzel bir film olmuş.Zaten M.Scorsese'nin işe yaramaz yada kenara atılmış bir filmini bulmak hem yürek ister hemde bunu aramak baya zaman alır.Goodfellas da güzel bir yapım olmuş ama yolunda gitmeyen bazı şeyler var.Uzun zaman sonra ilk defa birkaç yorum okuduktan sonra yazımı yazmaya başladım.Çünkü filmi arkadaşlarımdan duyduğum üzere ''süper'' bir film olarak bekliyordum ama su anda inanılmaz bir hayal kırıklığı var.Gerçekten süper bişeyler bekliyordum.Normalde filmleri yüksek beklenti yada düşük beklenti diye sınıflandırmadan izleme taraftarıyım ama bu sefer herzamankinden farklı olarak çok yüksek beklentiler içindeydim.

Yolunda gitmeyen bişeylerin oldugunu 45. dakikadan sonra anlıyorsunuz.Biraz aksiyon yada bişeyler bekliyorsunuz ama film gerçekten Henry Hill'in kariyerini anlatmalarından ibaret olmuş.Çoğu insan bu film için tarihin en iyi ganster filmlerinden biri, 1990 yılının en iyi filmi gibi genellemeler yapıyor ama ben size söyleyim gerçekten öyle bişey yok.Bu filmi bırakın tarihin en iyi filmi olması, ilk 50 ganster filmi arasına bile koymam çünkü konusu ganster filmi yada action yada thriller felan değil.Bize adamlar ufak bir biyografi sunmuşlar burada.

Bunların dışında tabiki filmdeki güzel şeylerdende bahsetmeden edemeyeceğim.Şiddet sahneleri gerçekten çok güzel yapılmış.Silahların patlaması, dağılan beyinler ve öldürme sahneleri gerçekten süper.Hani 1990 yılındaki imkanlarla yapıldığını düşünürsek eğer, su aralar çok az filmde böylesine kaliteli sahneler görebiliyoruz.(Teşekkürler Tarantino).Bunun yanında filmin yapıldığı mekanlar gerçekten çok güzeldi.Hani o zamanın şartlarına uygun mekanlar kullanılmış.1980 lere geldikçe silahlar, kullanılan arabalar, renk, mekanlar ve eşyalar biraz daha gelişiyor.Gerçekten bunları için bir tebrik gerekiyor.

Oyuncular hakkında söylenmesi gereken biraz fazla şey var sanırsam.Robert De Niro, Joe Pesci, Paul Sorvino ve Ray Liotta gibi oyuncularla oluşturmuş filmi Scorsese.Gayet başarılı bir oyuncu kadrosu ama birşey var.

Şimdi, yorumların ne kadar taraflı olduğunu yada olmadıgını bilemiyorum ama De Niro'nun inanılmaz oynadığından felan bahsediliyor bu filmde.Ben size gayet dürüst olarak söyleyim.Bir De Niro hayranı değilim yada sevmiyorum felan değilim, tamamen nötr olduğum bir oyuncu.Ama öyle şeyler söylemişlerki hakkında inanamadım.Şu filmde yaptığı tek şey ''boş sahneleri doldurma'' Ortada oluşturulmaya çalışılan bir karizma var ama bunu pratikte uygulaması çok kötü.Joe Pesci ise inanılmaz.İnanılmaz sırıtmış.Hani belki bu kadar gereksiz bir rol olabilir.Hayatımda izlediğim filmlerde gördüğüm en gereksiz rollerden biri.Hani en iyi örnek sanırsam su olabilir.Bir tarantino filmi düşünün.Sürekli konusmalar var, sürekli atışmalar var ama filmle alakasız olarak.Hani Tarantino bir oyuncuyu konusturuyor ama tamane boş yere.Gereksiz fıkrılar,hikayeler yada deneyimler felan anlatıyor.Bu işte aynen o şekilde olmuş.Çok gereksiz, filmin ahengini bozuyor gerçekten ve sinir ediyor izleyiciyi.

Ve sırada R.Liotta.Buna bir paragraf açmak gerekiyordu.Söylenilenlerin aksine bu filmin bize kazandırdığı tek şey, Liottayı zirvede izlemekti.İnanılmaz oynamış gerçekten ve bir övgüyü ve aynı zamanda benden de bir paragrafı hak etti.Arşivimde 17 tane liotta filmi var.Bu filmi bayadır köşede bekletiyordum izlemek için artık buda tamam.Kişisel olarak Liottayı ilk defa Cop Lan filminde izledim.Daha sonrasında Identity,Revolver,Hannibal gibi filmlerde izledim.Bunların çoğu orta sınıf bir oyunculuktan ibaretti.Tabi bazı filmleri diğerlerinden daha üst bir seviyedeydi.Mesela Revolver güzeldi.Daha sonra bir ara ortadan kayboldu ama son dönemde gerçekten hatırı sayılır bir oyuncu gibi çıkageldi.Sıra olarak önemli değil ama La Linea,Powder Blue ve Crossing Over filmlerinde gayet sağlam durmuş ve oyunculuğu takdire değerdi.Ama tekrar söylüyorum ki, Goodfellas daki yeri çok ayrıymış.

Sonsözlere gelelim.Film akmıyor, sırf bu yüzden 2 parça olarak izlemek zorunda kaldım.İlk dakikalarda değil ama daha sonralarında tamamen bir biyografi filmi oldugu ortaya çıkıyor.Ağır sahneler, çoğu gereksiz konusmalar ve dahası.Oyunculuk yönünden Liottayı izleyerek tatmin olabilirsiniz ama filmi genel olarakta, bölüm bölüm olarakta hiç beyenmedim.Verebileceğim not en fazla 10/7 olabilir.

Ama merak ettiğim birşey var, neden bu filmi bu kadar abartıyorlar?De Niro ekstra bişey koymamış ortaya.Tamam yaşanmış bir hikaye.Scorsese de acaba bir etken mi bunda?Mafya filmlerinin gördüğü klasik abartı ilgi mi ?Nedir bu film kimden torpilli merak ettim...

UnjustLucifer

Johnny Depp Yeni Joker? Hayır!

Bilmem? Ortalıkta bu aralar dolaşan en manyak dedikodu.Saf bir Depp hayranı olarak bunun gerçeğe dönüşmesini isterdim.Heralde o zaman taş taş üstünde kalmazdı.Gerçi Joker karakteri artık süper bir şekilde yalama oldu.Bu yalaklıktan kurtarılması gerekiyor ve bunun tek yolu rolü Depp'in kabul etmesi.

Depp'in bütün filmlerini izleyen bir izleyici olarak bunun süper yankılar uydurcağını söyleyebilirim.Her türlü rolde oynayabilen Depp için bu bir başka dönüm noktası olabilir kendi kariyeri için.Daha önce Jack Nicholson, Heath Ledger gibi oyunculardan bayrağı devralmasını isterdim.

Dahasıda var.Aynı dedikodular çerçevesinde Depp'in joker değil, The Riddle olacağı.Hatta bunun daha büyük bir olasılık olarak söylendiğini okudum.Joker rolü tartışmalı bir biçimde ilerliyor aslında.Hani Ledger'dan sonra bunun altında ezilme tehlikeside yok değil.Ledger öyle bir rol oynadı ki, herkez bir anda diğer jokerleri unuttu bile.Bende bunlardan biriyim aslında.Jokeri oynamak en ufak bir başarısızlıkta ihalenin direk Depp'e kalması demek.Riske değer mi?Yapımcılarda böyle düşündüğünden dolayı onu The Riddle rolüne koymak istiyorlar.

Bunun yanında diğer bir dedikodu ise ''Penquin'' rolü.Peki bu rol için aday kim? Philip Seymour Hoffman.Hımm buda çok ilginç olabilir. D.D Vito bu rol için iyi gitmişti.Hoffman adı geçtiği anda direk kafamda oraya onu koydum ve evet, süper bir şekilde uyuyor.Hoffman'ın kalitesinide biliyoruz, asla sırıtmaz.

Sonuç olarak su anda sizlere gösterebileceğim net bir yorum yada dedikodu bile yok tam olarak.Söylentileri ve sağda solda okuyup duyduklarımı biraz derleyip sizlere burada açıklamaya çalıştım.İnşallah bunlar gerçeğe dönüşürde, biraz zevk alacağımız Batmanlar izleriz.Artık bize düşen 2011 yılında hazır olacağı söylenen bu filmin oyuncu

If rumors are anything to go by, then yes. The blogosphere is already a buzz on who will play the next villains in the upcoming Batman movie. Some are already saying that Angelina Jolie is after the role of Catwoman. Others, that Philip Seymour Hoffman is gunning for The Penguin.

An “insider” (mail boy at Warner Brothers) spoke to the Telegraph about this very issue.

“Producers are convinced that the role of The Riddler is perfect for Depp. Johnny’s a pro. He’ll be able to take direction and still make the character his own. And what better Penguin is there than Philip Seymour Hoffman?”

Wicker Park [2004]


Love, Makes you do crazy things..

Filmi biraz duygusal açıdan yorumlamak zorunda kalabilirim ve bunun tek nedeni bu aralar içinde bulunduğum durum olabilir.Neyse

Çok güzel bir film, inanılmaz duygu yüklü bir film olmuş.Hemen anlatmaya başlayalım ne nedir ne değildir.Film başladığında öncelikle karakterler hakkında biraz bilgi alıyorsunuz.Meslekleri neler yaptığı.Film şöyle bir 15-20 dakika cıvarında ilerledikten sonra aslında filmin sonunu izlediğinizi anlıyorsunuz.Yada sonlara doğru olan sahneleri.Daha sonra olaylar geriye doğru geliyor, hatta en başa geliyor.Siz bu arada biraz kayboluyorsunuz.Hani acaba asıl olay ne diye kendinizi sorgulamaya başlarken filmin sonundaki sahne aklınıza geliyor ve Hartnett ile Kruger'ın aşkının başlaması anlatılıyor.Buradan sonra filmi tam olarak kafanızda kuruyorsunuz ve bundan sora yapmanız gereken tek şey bütün senaryoyu ve daha doğrusu filmi çözmek.Ben size hafiften başlamak istiyorum.2 si sevgili birbirini çok seviyor ama daha sonra olan olaylarla ayrı kalıyorlar.Film basit olarak bu konu üzerine ama arada kalan kısımlardan bahsederse, filmin bütün büyüsünü bozmuş olurum o yüzden kaçınıyorum...

Filmi basitçe anlattıktan sonra herzamanki gibi biraz genelden bahsetmek istiyorum.Filmi seçme yaparak izledim.Arşive yeni bişeyler eklemek isterken Josh Hartnett'ın oynadığı bir filmi buldum ve izlemek istedim.Ben nerden bilebilirdim ki bu kadar güzel bir eser ortaya çıkacağını? Filme geri dönersek, evet arada biraz ''plot hole'' dediğimiz boşluklar var.Hani nereye çekersen yada nasıl doldurursan öyle olacak şekilde.Mesela biraz bahsetmek istiyorum.İstiyorsanız bu kısmı okumadan geçebilirsiniz.Ama;

Hani oluşturulan hikaye gayet zekice olmuş ama filmin sonlarına doğru artık normal olayı ortaya çıkartmak için o kadar fazla ipucu vermişlerki, filmin orada çözülmemesi biraz garip kaçmış.Hani salaksın ama bu kadar mı salaksın gibilerinden bir olay çıkıyor ortaya.

Dahası ev anahtarları kısmındada biraz boşluk var.Kızda(hangisi olduğunu söylemek istemiyorum) oğlanın anahtarı ne geziyor.Öyle bir ibare daha önce hiç olmamıştı.Bir anda ortada bir anahtar oluyor ve çat diye kullanılıyor.Burası biraz havada kalmış bir sahne.Bununla bağlı olarak bahsedebilceğim diğer bir delik, Lisa'nın, mathew den sonraki erkek arkadaşı.Bir adam geliyor kapılara güller bırakıyor, ağlıyor ama daha sonra adam ortadan bir anda kayboluyor.Ve belkide filmin en büyük hatası burası, çünkü o adamı sahnelere sokarak öyle bir izlenim bırakıyorlar ki..Sanki lisa erkekleri kandıran ve daha sonra ortadan kaybolan bir kız görüntüsüne geliyor.Halbuki alakası bile yok..

Bunların dışında flashbackler inanılmaz kullanılmış.Hani bazı filmler vardır; 21 Gram, Machinist, Memento(bahsetmeye gerek yok) flashbacklerle yada geriden gelme olayını kullanan filmler.Bunlarda geriden gerçeğe döndükten sonra bir ara kendinizi kaybedersiniz.Ne ne değildir diye sorgulamaya başlarsınız.Bu sefer sahneler inanılmaz hazırlanmış ve tokat gibi suratınıza çarpılmış.Zaten konuyu flashbackler sayesinde anlıyorsunuz ve son 30 dakika cıvarlarına gelmeden ortada dolaşanları sadece izliyorsunuz ve bir yere koyuyorsunuz.Elbette bir fikir veriyor ama hep bişeyler eksik kalıyor.Bence süper hazırlanmış.

Film müzikleri tek kelimeyle inanılmaz olmuş.Süper duyguyu vermiş ve filmin içine çekiyor sanki sizi.Hemen müzikle bağlantılı olarak filmin sonundan bahsetmek istiyorum.Son sahneye kadar 2 yıl sonraki hayatında; Mathew'ın nişanlisi Rebrecca yı arıyorsunuz.Acaba o nerede? Oda mı kayboldu felan derken çat diye önünüze geliyor.Öyle bir havayla geliyor ki, merhaba ben geldim, hadi beni filmden çıkart ve amacına ulaş der gibi.İnanılmaz yapmacık bir ayrılma sahnesi olmuş diye küfür etmeye başlarken son sahne geliyor ve orada işte gözleriniz doluyor.Orada inanılmaz müzikle beraber o sahnede, oradaki insanlardan biri oluyorsunuz ve öylece kalıyorsunuz.Film bitiyor ve siz halen ekrana bakmaya devam ediyorsunuz.Tek kelimeyle süper bir son sahne olmuş.Süper bir film sonu olmuş demeyi isterdim ama sondan önceki sahne biraz yapmacık kalmış.

Herşeyden bahsettik sıra oyunculukta.J.Hartnett benim en çok beyendiğim oyunculardan biri.Kimdir bu dememeniz için biraz tanıtım yapmak gerekiyor.Luck Number Slevin, Pearl Harbour, Resurrecting the Champ, August gibi filmlerde oynadı.Slevin daki oyunculuğuyla deyim yerindeyse ''yıldız'' kategorisine ulaştı ver atık daha ağır rolleri hak eder bir konuma geldi.Yan oyunculuktan, başroller almaya başladı ve inanılmaz geliştirdi kendisini.İleride kendisini daha büyük projelerde göreceğizden eminim ve umarım kaybolup gitmez yada her filmde oynayan sıradan oyuncular kategorisine düşmez.

Daha fazla söylenmesi gereken bişey yok.Etkileyici bir film ve süper bir senaryo yazmışlar.Çok fazla kafayı kurcalamadan direk bir bakışla süper olmuş diyebilirim.Vereceğim not 10/7.8 cıvarlarında olur bu filme.Oyunculuk,script,müzikler ve kullanılan mekanların özellikleriyle komple bir film olmuş...Mutlaka izlenmesi gerekiyor.Hayatta böyle insanlarda var ve yazının başında yazdığım alıntıyı lütfen izledikten sonra bir daha düşünelim...

UnjustLucifer

13.09.2009

The Informers [2009]

Allahım bu nasıl bir filmdi ya.Hayatımda izlediğim en anlamsız ve bir yere koyamadığım bir filmdi.Bişeyler yapmaya çalışıpta, yapılmaya çalışan şeyin yok edilmesi sanırsam bu oluyor.

Filmden bahsetmek istiyorum ama nasıl bahsetsem karar veremedim.Hani acaba neresinden bahsetmeye başlasam?Yada bahsedilecek bir yeri var mı?

Arkadaşlarıyla eğlenen bir grup insan var.Film tam olarak burdan başlıyor.Daha sonra bir kazada bu grup arkadaştan bir tanesi ölüyor.Aman allahım o nasıl bir ölmedir?Hani ancak ''komiktv'' ekranlarında yayınlanacak tarzda bişey.Neyse burasını fazla sorgulamadan geçiyoruz.Daha sonra olay 4 parçaya bölünüyor yada 5 yada 3...Ben tam olarak karar veremedim artık siz izlediğiniz zaman karar verirsiniz.Olayları oturup burda tek tek anlatmama gerek yok, zaten anlatsamda anlamayacaksınız.Biraz daha film hakkında genel olgulardan bahsedelim ve neden izlenmez sorusuna cevap verelim;

Filmde bir senaryo yok.Hadi ordan demeyin sakın, gerçekten filmde bir senaryo yok.3 yada 4 tane olay ayrı olarak çekilmiş ve ortaya karışık olarak serpiştirilmiş.Belirli bir mantık çerçevesi felanda yok.Hani bir yandan bir parçayı takip edip anlamaya çalışırken hemen öbürüne geçiyorlar ve siz daha bir önceki sahnede ne oldu diye düşünürken bu sefer 3cüye geçiyorlar.Çok fena...

1980 ler öncesi çarpık hayatları sergilemeye çalışmışlar.Bunu açıkça anlıyoruz çünkü filmde bir tane bile akla yatkın bişey yok.Aman allahım..Neler olup olmadıgını biraz daha ilerlerde size anlatmaya çalışcağım.İnanılmaz diyaloglar var.Hani nereye çekerseniz oraya gider...

Sarışınların sadece seksi, seks olarak yapmalarından bahsediyor.Hani şöyle bir ifade veriyorlar...Evet sarışınlar seks yapar, ama sadece deneyim olur.Normalde çok saçma bir düşünce gibi geliyor su anda bize ama o zamanlar öyleymiş.Aslında halen bu mantaliteden kurtulamayan bayanlarımız var ama konu bunlar değil su anda.Hazır başlamışken devamını getirelim.İnanılmaz derecede açık sahneler var.Aile filmi deil kaldı ki direk +18.Tamam biz ne filmler gördük aile filmi diye bize yutturulan ama bu onlardan biri değil.Çok fena 2...

Hikayelerde bir sürü gariplik var.Bilmiyorum bir ortak nokta kurmak istedim ben kendi çağımda ve sanırsam bişeyle ifade etmek istesem bencillik.Bencillikleri yüzünden hayatları mahvoluyor yada değişiyor.Tabi tek etmen bu mu? Hayır, inanılmaz bir çarpıklık var.Mesela erkek arkadaşı, kız arkadaşını grup yapması için başka erkeklere veriyor ve sonra gidip izliyor.Daha sonraki sahnelerde buna üzülüyor.Tutarsızlık olduğunu da ekleyim.Yada piskopat bir adamın sırf kendi egosu ( bencillik işte) arkadaşının evine gelip onun hayatını mahvedip daha sonra kendi yaptıkları akıl alır şeyler değil...

Bob Thorton, Kim Basinger, M.Rourke gibi zengin denilebilcek bir kadrosu var.Hani sakın kadroya bakarak filmi izlemeye kalkmayın.1 saat 37 dakika boyunca suratımda kocaman bir ''mal'' ifadesiyle izledim filmi.Sonuda zaten birçok sorgulamaya açık olarak bırakmışlar.

Daha fazla bişey söylemeye gerek yok, notum 10/4 ... Bilmiyorum bundan daha öncesinde kaç filme 4 verdim.Ama gerçekten aradım elle tutulur bir yeri var mı diye, ıh ıh yok...

UnjustLucifer

10.09.2009

The Other Man [2008]

Çok ilginç bir filmi izleme denemesinde bulundum ve şu anda zevk aldım mı alamadım mı tam olarak bilmiyorum, bilemiyorum.Hadi hayırlısı bakalım biraz bişeyler karalamaya çalışalım.

Film yorumlarım çok ağır bir şekilde spoiler içermek zorunda.Eğer izlemek istiyorsanız filmi ve zevk almak istiyorsanız bu kısmı okumayınız lütfen.

Konusu; Peter(Liam Neeson) bir yazılım şirketi firması sahibidir.Karısı Lisa da ayakkabı tasarımcısıdır.Filmi karışık olarak başlatıyorlar.Önce 2 li diyaloglardan bahsediyorlar.Daha sonraki sahnelerde karısının bir anda ortadan kaybolduğunu sanıyorsunuz.Ama eşyalar kalkmaya başlayınca ortadan öldüğü anlaşılıyor.Daha sonra Peter bir not bulur ve bunu araştırmak ister.Karısının kendisine sadık olmadığını anlar ve onu aldattığı adamı bulmaya çalışır.Resimlerden, mekanlardan bunuda başarır.Adamla tanışır ve kendini gizleyerek buna devam eder.Daha sonralarında olan olayları yazmaya gerek yok.Adamla tekrar mailleşmeye başlarlar ve bir buluşma ayarlar.Zaten filmin çözüldüğü sahne ama senaryoda inanılmaz açıklar var, akıl almaz.

Film aslında iyi bir yönetmenin elinden çıksa yada senaryosu daha adam gibi yazılabilse süper bir film olabilcek potansiyale sahip.Ama gelin görünkü filmin içine etmişler.Kişisel olarak verilmek istenen mesajı ''aşkı,aldatmayı dahası aldatmadan ziyade aldatmanın nedenselliğini sorgulama'' olarak algıladım.Tamam, filmin başında daha önceden de bahsettiğim gibi aldatma üzerine konular geçiyor.Buraya kadar da tamam ama senaryo o kadar fazla uzaklara gitmiş ki.Tamamen mantıksal hatalarla dolu ve daha öncede dediğim gibi anlatılmak istenen mesajdan uzaklaşmışlar.

Batırdıkları konu; birşeyi ifade etmeyi düşünmüşler ve bunu kısmen başarmışlar tamam, ama bunu 2 taraf içinde değerlendirebiliriz.Peter'a karşı konusmaları hareketleri bir o kadar sağdık.Herşey mükemmel gidiyor ve en ufak bir sorunları dahi yok.Hoppp filmin son 10 dakikasında öyle sahneler gösteriyorlar ki kendileriyle çelişiyorlar.Dahası, bakış açısı demiştik...Ralf'ın olaya bakış açısı gayet normal.Hatta haklı bile diyebilirim ama biraz fazla kişiselleşmiş.Hani ortada genel bir kanı yok.Yada evrensel olarak açıklanabilcek bir durum değil.Peter durumu kendine göre değerlendiriyor, Ralf durumu kendine göre değerlendiriyor.İşte film burda batırıyor zaten.

Filmi çok abartmaya gerek yok.1 saat 24 dakika boyunca bişeyler bekliyorsunuz ve sonunda alamıyorsunuz.Hatta son 10 dakikayı acaba başka bir filmden kesip yapıştırdılar felan diye bekledim ben.

Oyuncular gelirsek; L.Neeson yükselen bir değer.Gerçekten onu izlerken zevk almaya başladım.Banderas ise herzaman bildiğimiz ''casanova'' rollerinden birini daha oynamış.Bişey fark ettim, belkide film dünyasında yaşlandığını en kolay hissettiren adam Banderas.Gerçekten her filmde onu biraz daha yaşlanmış olarak görüyoruz.Makyajla felan alakasının oldugunu sanmıyorum.

Sonuç; izleyin ve senaryonun içine nasıl edilir birde siz görün.Aslında mal süper, burdan gayet güzel bir ''Dram,Thriller'' tarzı bişeyler çıkabilirmiş.E ellerindeki oyuncularda süper ve buna uyabilecek tarzda oyuncular.Neden? Notum 10/6

UnjustLucifer

3.09.2009

Der letzte Zug [2006]

‘Ein Volk, Ein Reich, Deutschland ‘ ( ‘Tek Millet, Tek İmparatorluk, Almanya’ ) nidaları çağımızın geçirdiği belki de en büyük travmanın sorumlularının o günlerde gözlerinde ve hayallerinde yaşadığı ve haykırdığı bir söz dizisiydi. Arınmış, üstün Alman ırkı paylaşılan ortak düştü.

Artık İkinci Dünya Savaşı ile ilgili ihtisas yapmayı gün be gün çok mantıklı görmeye başlarken, bu film İkinci Dünya Savaşı serimin son halkası oldu. Filmde olumlu bulduğum belki de tek yan o dönemin Alman askeri portresi ve Yahudilerin yaşadığı travma ve duygu, düşüncelerinin çok dokunaklı işlenmiş olmasıydı. Alman askeri portresini biraz açacak olursak belki filme derinlemesine inmiş, tarihsel süreci irdelemiş oluruz. Alman askeri filmde karşımıza Dr.Jekyll ve Mr.Hyde olarak çıkıyor. Konuya hakim olmayanlar için özetlemek istiyorum. Robert Louis Stevenson isimli ünlü bir İskoç yazar tarafından kaleme alınmış bu hikaye Edinburgh’ta geçmektedir. Dr.Jekyll ünlü bir doktordur ve ilginç araştırmalar yapmaktadır. Bir gün en karanlık fantezilerini gerçekleştirmesini sağlayan en ünlü keşfini yaptı ve kendinde iki karakteri yaratmayı başardı. Dr.Jekyll gündüzleri bir doktor, Edinburgh’a nam salmış bir kişi iken, geceleri eli kanlı bir katil ve en karanlık fantezilerini gerçekleştiren bir kişi olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktada Nazi fazişmini sonuna kadar içine sindiren ve açıkçası katleden Alman askeri portresi tam bir Mr.Hyde iken onların kalan yüzleri ve duygusal yanları ise Dr.Jekyll’ı temsil ediyor ve filmde bu açıkça işleniyor.

Bu film için en büyük eleştirim bu filmin, film olmasıdır. Ben onu film yapan unsuru aradım ancak bulamadım. Führer’in yaş günü hediyesi olması için Berlin’in arındırılması amaçlanmaktadır. Toplanan son Yahudileri konu alan ve onların son ölüm trenindeki ölüm yolculuklarını işleyen film tam bir belgesel yapısı için biçilmiş kaftandır.

Yönetmenlik adına açıkçası çok fazla bir şey söylemek istemiyorum çünkü ortada öyle bir şey yok. Lale Yavaş ve Sibel Kekilli gibi iki Türk oyuncunun da oynadığı filmde birkaç oyuncu dşında oyunculuk namına da bir şey yok.
Yalnız beni karlar içindeki Auscwitz’e varıldığında söylenen o masumane ve barış dolu mesajlar barındıran o şarkı beni çok etkiledi diyebilirim. Özellikle etkilenmeme sebep olan o karın yağışı görülmeye değerdi.

Bitirirken notumu 6 olarak deklare edip keşke belgesel yapılsaydı diyerek esen kalın diyorum.

Mert Şahin

2.09.2009

Dog Day Afternoon [1975]

Ekran karşınına oturup bu film hakkında söylenenleri düşündüm.Banka soygunu, Pacino...Neler olabilceğini düşündüm.Sora önyargıları gene bir kenara bıraktım.

Hemen filme geçelim.Tamamen plansız bir şekilde 3 kişi bankayı soymaya girişirler.Daha olayın başlangıcında bu sayı 2 ye düşer ve zaten eli ayağı birbirine girmiş olan sözde hırsızlarımız, olayı daha da karmaşık hale getirirler.Bankada zaten para yoktur.Ellerinde tüfekle öylece ortada kalırlar.Yapıkcak şey kendini korumaktır.Ama herşey bunlarla sınırlı kalmıyor tabi.İşin içine polisler dahil oluyor ummadık bir anda ve ortalık daha fazla karışıyor.Film özel bir film oldugundan dolayı daha fazlasını anlatmak istemiyorum.Zaten birazdan filmin geneline dokundurma yaparken, bişeyler daha yazmış sayılcağımdan dolayı.

Filmi ilk defa izledim.Bu tür filmleri izleyerek '' ben 1980 lerden öncesini izlemem'' tabularımı yıkmayı düşünüyorum ve aynen öylede oluyor.1972 (sanırsam) de gerçekleşmiş gerçek bir olayın üstünden zaman geçmeden konu almışlar.Herzaman olan klasik banka soygunlarından biraz farklı bence;

Filmin tamamına yakını bir bankada geçiyor.Sabahtan akşama kadar süren bir film senaryosu var zaten.Ama öyle bir konu işleme tarzı varki, klasik dialogların dışına çıkılmış olmasının yanında sahnesel komikliklerde eklenmiş ve sıkıntıyı ortadan kaldırmışlar.

Homo ilişkisi ise ayrı bir garipti.Tabi birazdan değinmek üzere su anda konusunu kapatıyorum ama Pacino neler yaptı öyle ya!Konuya deişik bir boyut kazandırmak istemişler, başarılı olmuşlar ama söyle bir ustalık var burda.Filmin önüne geçirmemişler.Gerektiği yerde kesmesini bilmişler.

Film genelinde dikkat ederseniz silah kullanımı yok.Bu neyi çağrıştırdı bana? Güncel filmlerde, banka soygunu olsun, aksiyon olsun tarz farketmeksizin silah kullanımı gayet basit.Adamlar her sahnede sigara yakar gibi silah çekip ateş ediyorlar.Ama bu çok farklı.Filmin ortalarında dışarı doğru kör bir atış yapıyorlar silahla ve o sahneden sonra ortalıgın nasıl karıştığını gördünüz.Filmin sonundada silah atışı var ama burayı açıklayamayacağım.Sonuçta silah atışı çok önemli bir öge olarak kullanmışlar.

Filmin genelinde, silahlardan,polislerden,paradan,mekandan çok yetenek ve konusmalarla işi bitirmişler.Demek istediğim film oyuncuları ön plana sunan, bunun sayesinde prim yapan bir film olmuş.Tabi bunun yanına banka soygununu ve azcık silah ögesi ekleyince tadından yenmez bir film haline gelmiş.Bunların yanında, inanılmaz bir doğallık var.Hani bankaya girdiklerinde bir planları yok, nasıl yapcaklarını bilmiyorlar.Kaçış planı desen o hiç yok.Polisler geldiğinde ne konuscaklarını yada nasıl hareket edeceklerini tamamen o anda alıyorlar gibi.Gerçekten bu yapmacık durmuyor ve aksine filmin içine sokuyor sizi.Direk olarak filmi etkileyebilceğinizi düşünüyorsunuz.Ben olsam bunu böyle yapmazdım, ben olsam şunun üstünden ilerlerdim gibi yorumlar yapabiliyorsunuz.

Film hakkında biraz fazla şey söylemiş olcam ama klasikleşmemiş bir tarzı var.Hani bunu izledikten sonra size söyleyebilirim ki, ben bu tarzda başka bir film daha izlemedim.Bankaya girip, soygun yapamamak...Ama özelliği soygun yapıyormuş havasını size yaşatmasıdır.zaten.

Artık yeter! Al Pacino hakkında bişeyler yazmam gerekiyor ve belki bu bölüm başlı başına bir yazı olmalı.Bu filmi oynadıgında kendisi tam 32 yaşındaydı.Film dünyasında böyle bir filmde oynamak için düşük bir yaş.Sonuçta neresinden bakarsanız bakın eğer bu film IMDB den 8.2 aldıysa bunun 3.5 kadarı direk al pacinonundur.Neyse devam edelim, aslında bende bir bakıma al pacinoya göre genç sayılıyorum.İzlediğim ilk filmi; daha doğrusu izleme şansı buldugum, HEAT di.O filmden yukarıya doğru çıkmaya başladım.Yani bu tam olarak 1995 yılını gösteriyor.Ondan öncesini bilmiyordum ve o şartlara göre değerlendirmesini yapıyordum.Bu tür filmlerini mesela 'Scent of a Woman,' 'Donnie Brasco' den sonra neden Al Pacino'nun bir evsane olduğunu anladım.Yok gerçekten, başlarda ilk sinemayla ilgilendiğim zaman (2000 yılı) Al Pacino'yu klasik oyunculardan biri sanırdım.Ama daha sonra yavas yavas oturdu, o dönemlerde basit filmlerde oynaması bana bu izlenimi kazandırdı.Bu aynı 93 doğumlu birinin Michael Jordan'ı 2001 yılında izlemesine benziyor.Şu filmdeki mimiklerine bir bakarmısınız lütfen? Dudaklarının yana doğru seğirmesi, gözünün heycanlandığı zaman kırpması inanılmaz bir olay.Rol için yapmıyor, sanki doğal bişeymiş gibi yapıyor.Hele bakışlarındaki o canlılık yok mu.1975 yılını yaşayanlar ve bu filmi o zamanlarda izleme fırsatı bulanlar için altın değerinde bir fırsatmış.2000-2009 lu yıllarda ben böyle bir performansı bir tek Daniel Day-Lewis de gördüm.Kendisinin hayranı oldugundan kaynaklanıyor olabilir yada ''oyunculuk'' kavramını nasıl bir üst seviyeye taşıdığına şahit oldugumdan olabilir (jack nicholson da vardı, johnny depp de) ama bu çok ayrı bişey.Kendisi hakkında söylenecek söz bulamıyorum ama;

keşke Righteous Kill de oynamasaydı, keşke 88 Minutes de oynamasaydı yada keşke Gigli de yan rol almasaydı.İşte bu zamanlar ancak Jordan ın 2001 li yıllarını anlatır gibi açıklayabiliriz.Şunu benimsedim, çok filmde değil, keşke senaryo seçerek oynasaydı.Geçmişe bakıyorum neler oynamış, ama bir tane bile gereksiz rol almamış, bir tane filmde bile filmin arkasında kalmamış Jack Nicholson.Konuyu biraz fazla uzattım ama artık burası bitiş noktasıydı.Burdan söylemem gerekiyor ki, gerek Al Pacino olarak, gerek uzunluk olarak, tatilin şu son günlerinde ''baba'' serisini izlemeye hazırım.Çok zor birşeyi yapmam gerekiyor biliyorum ama ''baba'' filmini nasıl analiz etcem çok merak ediyorum.Sanırsam o bir ''scientific Term Paper'' tarzında olacak.

Filmin sonu ise inanılmaz olmuz.Tek kelimeyle inanılmaz.Filmin bir basamak daha ve bir basamak daha yükselmesini sağlayan bir son olmuş.Gene inanılmaz basit bir şekilde hazırlanmış ve buram buram doğallık kokan bir son.Kesinlikle izlenmesi gerekiyor.

Filme geri dönersek.Benim notum 10/8.4 gibi bir not olacak.Neden?Son ederece doğal bir konu, inanılmaz bir oyunculuk, süper geride kalmış ama benim bahsetmeye çalıştığım ayrıntılar, süper duygu..Daha fazla ne aranabilir 1975 yapımı bir filmden? Heleki eğer ben bu yazıyı 2009 yılında yazıyorsam?

UnjustLucifer

Sinema Tarihinin 50 En İyi Devam Filmi

James Cameron’ın yönettiği "Yaratıklar-Aliens" isimli film, sinema tarihinin en iyi devam filmi seçildi.

Başrolünü Sigourney Weaver’ın üstlendiği yapım, ilk filmin başarısını çok iyi bir kurguyla sürdürmesi nedeniyle bu unvana sahip oldu.

Sinema dergisi Empire, "Sinema Tarihinin En İyi 50 Devam Filmi"ni seçerek duyurdu. İlk ve daha sonraki yapımların başarısını en iyi sürdüren devam filmlerinin yer aldığı listede ipi "Yaratıklar" adlı yapım göğüsledi. İkinci sırada efsane film serisi "Baba-The Godfather"ın ikinci halkasının bulunduğu listede, üçüncülüğü "Terminator II: Mahşer Günü" adlı film elde etti.

Sinema tarihinin ünlü serilerinin yer aldığı listedeki 50 yapımın isimleri ve yapım yılları şöyle:

1- Yaratıklar-Aliens (1986): Ünlü yönetmen Ridley Scott’ın 1979 yılında çektiği "Yaratık-Alien" adlı filmden tam 7 yıl sonra yapımı sürdürmek için yönetmen koltuğuna oturan James Cameron çok başarılı oldu. Sigourney Weaver’ın canlandırdığı Teğmen Ellen Ripley’nin yarım yüzyıl süren derin uykusundan uyandırılarak bir gezgin gemi tarafından kurtarılarak Dünya’ya dönüşünden sonra yaşananları işleyen film, aksiyon sahneleri ve başarılı akışıyla dikkatleri üzerinde toplayarak listenin zirvesine yerleşti.


2- Baba-The Godfather II (1974): Mario Puzo’nun aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan film, sinema izleyicisiyle 1972 yılında tanıştı.

"Baba’nın koltuğunda" efsane oyuncu Marlon Brando’nun oturduğu filmde kamera arkasına da Francis Ford Coppola geçti. Ünlü yönetmen, 2 yıl sonra filmin ikincisiyle yeniden seyirci karşısına çıktı. Bu kez Don Vito Corleone’yi canlandıran Marlon Brando yoktu, ancak ilk filmde de Michael Corleone rolüyle seyirciyle buluşan Al Pacino yine vardı. Pacino’nun büyük oyunculuğuyla Michael Corleone’nin aile babası ile soğuk kanlı korkunç bir canavar arasında gidip gelen mafya babasına getirdiği yorum hafızalara kazındı.

3- Terminator II: Mahşer Günü/Terminator II: Judgement Day (1991): Avusturyalı tanınmış oyuncu ve bugünün California Valisi Arnold Schwarzenegger, "Terminator" filmi için kamera karşısına geçtiğinde 37 yaşındaydı. James Cameron, 1984 yapımı filmin ardından 7 yıl sonra yeniden filmi izleyici karşısına çıkarmak için kolları sıvadı. Aksiyon filmlerinin tanınmış yönetmeni, bu filmde artık 44 yaşında olan Schwarzenegger ile bir kez daha iş birliği yaparak başarı kazandı. Özel efektlerin en iyi biçimde kullanıldığı ilk aksiyon yapımlarından olan film, artık efektlerin teknolojik açıdan en üst düzeyde olduğu bugünün sinema dünyasında alanındaki en iyi yapımlar arasındaki yerini hala koruyor.


Gibi bir liste var karşımızda.En alta tamamını içeren linki vermek zorundayım ama eğer isimleriyle beraber düşünürsek ve Terminator (sözde) 4 Salvation'u gözeterek bu listeye bir daha bakarsak, 3 numaranın ''Batman'' serisi olması gerekir.''The Dark Knight'' herşeyiyle tarihin en iyi aksiyon filmleri arasında ilk 3 e rahatlıkla girer?Daha iyisi ne vardı ki ?

Tamamı!

http://www.milliyet.com.tr/GaleriHaber.aspx?aType=GaleriHaber&ArticleID=1134320&PAGE=1


1.09.2009

Final Destination 3D [2009]

Aslında bunda çok bişey yok ama ben genede söylemek istiyorum.Blogumuzun ilk 3D yorumu geliyor.Ben daha 3D film izleme şansını bulamadım, inşallah önümüzdeki günlerde bunuda yapıcaz.Sizi filmle başbaşa bırakıyorum;


Ölüm kahramanlarımıza yine oyun oynuyor serinin dördüncü filminde. ‘Saw’ filmindeki gibi kahramanlarımız hayatlarının mücadelesini tabiri caiz ise hayatlarının oyununu oynuyorlar. Ancak bu kez katil diye tabir edebileceğimiz kişi Azrail ve açıkçası kahramanlarımızın 30 saniyesi değil bilemedikleri, kestiremedikleri kadar süreleri var ölümü ön görebilmek ve yenebilmek için.
Evet, bu kez ölüm bir araba yarışı esnasında uğruyor altıncı hissi kuvvetli kişimize. Buradan sonrasını inanın anlatmak içimden gelmiyor zira aynı olay dizileri ve konuşmalar ilk üç filmdeki haliyle muhafaza edilmiş. Bu filmde de ‘yok artık’, ‘yuh yani’ dedirtecek cinsten ölümler yaşanıyor. İnsan bu dört filmi izledi mi gerçekten çevresinde açıkta bıçak veya keskin nesneler bırakmaz, taş yerinde ağırdır diyip her şeyi yerine sabitler.

Geyiği biraz elimin tersiyle itmek istemesem bile itersem, kurgulamalara özellikle de ölüm kurgulamalarına değinmek isterim. Hayal gücü ve yaratıcılık açısında sınıfı bir hayli geçen kurgulamalarda kırık tek notum değişiklik göremememedir. Hikayenin diğer üç filmden bir fark arz edemediğini göz önüne alırsak artık bir filmden ziyade diziye dönüşmüş bir My Name is Earl tadında her bölümde yapılacak olanları kestirebildiğiniz bir boyutta kendini göstermesi bir hayli hayal kırıklığı sebebi oldu benim açımdan.

3D ile daha sanırım 8 ya da 9 ( bilemediniz 10 ) yaşında tanışmıştım. O zamanlar tabi 3D filmler kısa süreli oluyordu. ’Wow’ demek için içinde bir çok sebep barındıran 3D filmler benim için çoğu kez ekstra puan sebebi olmuştur. Bilmiyorum sanırım benden torpili var. Yalnız 3D film bence sokaklarda gezinmek değil doğada kaybolmaktır. Buna verebileceğim en çarpıcı örnek Jurassic Park’tır. Bu filmi 3D olarak izlediğimde kendimi bir maceraperest gibi hissetmiştim ve bu gerçekten çok etkileyici bir durumdu benim açımdan. Kafamın bir yerinde soruyorum acaba Son Durak 4 filmine 3D gerekli miydi diye? Ama olsun ille de 3D olsun, ister çamurdan olsun…

Son olarak söyleyeceğim birkaç kelam da oyunculara. Tek kelime ile kötüydü. Yani zaten 3D’de sokakları bulmuşken, oyuncuların da sokaktaki normal adamlar gibi konuşmaları, mimikleri ve teşbihte hata olmaz diyerekten sanatsal basitlikleri filmi izlenmez kılan öğelerden biri. Yani 3D yönetmeni büyük ölçüde kurtarırken oyuncuları Allah kurtarmamış, Azrail öldürmüş açıkçası.

Filmle ilgili son ne dersin derseniz bize gelişi 7.5 olduğundan 3D katkı payıyla, sözlüleri de yüksek tutaraktan 7.8 diyorum. İnanın belki de onu bile hak etmiyor. Yani yaz günü illa da sinema diyorsanız gidin. İşiniz varsa kendinize bir kahve yapın ve işinize odaklanın derim.

Mert Şahin

1 Ay, Neredeyiz? #2 , Aylık Tıklanma #2

Normalde ayın 25 inde yazmam gerekiyordu bu yazıyı ama su anda yazıyorum.Ay başı-ay sonu davasına.Bu ay neler oldu, ne gibi yenilikler yaptık sizlerle şöyle genel olarak bir paylaşalım istedim.

Yazın son aktif ayıydı sanırsam.Havalar artık erken kararmaya başladı, herkez son tatillerini yaptı ve böyle bir döneme denk geldik.Bütün yazar arkadaşlarım sanırsam tatildeydi yada film izleyecek zamanı bulamadılar, o yüzden aktivitesi az olan bir aydı ağustos.9-16 Agustos arasında bende tatildeydim ve blog baya bir boş kaldı.Geri kalan kısmında aktiflik biraz arttı ve aşağıda göreceğiniz üzere, durduk yerde okunan bir blog değiliz, aktif oldukça okunma sayısı artan bir bloguz.

Buyrun tıklanma davamız burada;

Aramıza yeni katılan bir arkadaş olmadı bu arada.Zaten su andaki yazar kadromuzun haftalık 1-2 yazı yazması durumunda daha fazla yazara ihtiyacımız da yok ama genede açık kapı bırakmak adına, yazar olma isteklerinizde bana ulaşmanızı kolaylaştırmak için yan stuna bir bölüm ekledim.Ayrıca o kısma aradığınız filmleri download edebilmeniz için bir link ve Benim hazırladığım Top 50 listemi oraya ekledim.

Daha önceden kaldırmış olduğum chat sistemini yeniden kurdum.Belki bu sefer bişeyler değişir diye.Gerekirse kaldırabiliriz.

Anket oylamasının gereğini 10 eylülden sonra yapabilceğimi belirtmek istiyorum.Aslında çok güzel şablonlar buldum ama şu saatten sonra bu şablonlara geçmek gerçekten zor.Zor olan kısmı HTML kod olan kısmı değil, yan taraftaki ufak bölümleri oraya taşımak nerdeyse imkansız gibi.Yazar kadrosu, arşiv, resimler, ekli olan takip edilenler ve dahasını taşımak baya zormuş.Bunun yerine biraz renk oynaması, karakter oynaması vb basit değişiklikler yapılacaktır tabiki.

Söylenmesi gereken daha fazla bişey yok benim adıma, yazar arkadaşlarım; eklemek istediklerini yorum olarak koyabilirsiniz.