29.04.2010

Old Dogs [2009]

Eğlenmeye, gülmeye ihtiyacım var bu aralar. Kronikleşen sırt ağrılarım, annemin ciddi olmayan ama hastanede yatacak kadar önemli olan bronşiti, günlerimi zehir eden umuttepe yolu, Lakers’ın Play-Off, Fenerbahçe’nin şampiyonluk stresi derken çok gerildim. Eğlenmeye ihtiyacım var. Baktım kadro güzel. Komedinin usta ismi Robin Williams, benim kişisel olarak pek sevmediğim ama çok kariyerli, çok başarılı John Travolta, karısı Kelly Preston ve Robin ve Travolta’ya göre daha bir yeni nesil Seth Green. Kızla izlenir. Ben kız arkadaşım olmadığı için kankamla izledim, siz ailenizle izleyin, eheh.

Konuya geçelim. Dan (Robin Williams) ve Charlie (John Travolta) yaşlılık arifesinde iki pazarlamacı dosttur. Charlie, Dan’e göre çok daha çapkındır ve bir gün Dan’i bu monoton ve mutsuz hayatından kurtulması için Vegas’a eğlenmeye götürür. Dan, yeni boşanmıştır ve burada bir gece tanıştığı Vicki (Kelly Preston) isimli bir kızla o gece evlenir. Tabii ne yaptığını hatırlamaz. Yıllar sonra Vicki ile tekrar karşılaşır. Bu karşılaşma Dan’i bir hayli heyecanlandırırken Vicki’nin geliş amacı bir şekilde hapse girdiğini söylemek ve iki çocuğunu bir süre bakması için ona vermektir. Dan bunu kabul etmek zorunda kalır. Tabii Dan ile yaşayan Charlie’de bu çocuklara yarı babalık etmek zorundadır. Bu iki yaşlı dost, bir yükün altına girerler ve olaylar gelişir.

Walt Becker’ın daha önce hiçbir filmini izlemedim. Ancak burada iyi bir iş çıkardığını söylemek doğru olmaz. Tamamen Hollywood klişeleri üzerine kondurulmuş bir komedi. İlginç olan Robin Williams ve John Travolta’nın neden böyle bir filmde oynadığı. Sanırım yaşlılığın getirdiği yorgunlukla artık daha az zahmetli iş, daha az kalite, daha çok para mantığını güdüyorlar. Evet film klişe bir hikayeyle başlıyor. İkilimiz çocukları aldıktan sonra da hikayeden bağımsız kimisi çok yapmacık, kimisi klişe, kimisi de gülmekten altına sıçırtan sahnelerle devam ediyor. Yer yer duygusallık var tabii her Hollywood komedisinde olduğu üzere.

Oyunculuklara fazla değinmek, bu ikilinin diğer filmlerine bakınca şurada bu film hakkında yorum yapmak falan bile ayıp aslında. Hani maç seçen futbolcu olur ya. Ya da maç seçmek demeyeyim de atıyorum Alex, Galatasaray maçında elinden geleni yapar ama bir Denizlispor maçında çok daha rahat oyunu yine takımının galibiyetine yeter. Burada da öyle bir olay var. Robin Williams ve John Travolta, daha önceki filmlerinin aksine, bu klişe ve kısa süreli komedide şöyle bir oynamışlar ama sırıtmamışlar. Seth Green’i severim. Rolüne gitmiş. Özellikle gorilin üzerinde şarkı söylediği sahnede çok iyi. Arada karşımıza Matt Dillon’da çıkıyor. Belirtmeden geçmeyeyim, Vicki’yi oynayan Kelly Preston, John Travolta’nın 1991 yılından beri eşi. İki çocuktan Emily olan da, onların çocukları Ella Bleu Travolta.

Açıkçası yine kahkahalarla güldüğümü belirtmem gerek. Özellikle ikilinin birbirlerinin ilaçlarını içtikten sonra yaşadıkları sahnelerde. Ancak çok klişe, bayatlamış, bu ikiliye yakışmayan sahneler de var. Mesela solaryum sahnesi, mesela golf sahnesi. Kısacası izlemezseniz bir şey kaybetmezsiniz. İzlerseniz de kaliteli bir şey değil, kaba güldürü bekleyin. Birkaç sahnede büyük kahkahalar atacağınızın garantisini verebilirim. 6/10

Beercholic

21.04.2010

A Perfect Gateway [2009]

Biraz önce karıştırırken etrafı baktım.Bu filmin sinemalara gelme tarihi ocak 2010 olarak gözüküyor.Geçenlerde R5 i düştü elime ve izlemek istedim.Ben nerden yaptım böyle bir hatayı bilmiyorum ama aslında iyi oldu.Sinema severleri, severleri diyorum çünkü bu film adamı sinemadan soğutur, büyük bir felaketten kurtarabilirim.Yazıyı okuduktan sora bana inanmayıp filmi izleme gafletinde bulunursanız gerçekten çok ama çok üzülürsünüz.

Filmi anlatmak istiyorum, hadi anlatim.Ama neresinden başlasam elimde kalacak türden.

Hawaii ye tatile giden bir çiftimiz var.Bazı sitelerde '''A Perfect Getaway' yeni evli bir çiftin Hawaii'ye balayına giderken arabalarına aldığı iki otostopçunun katil çıkmasını anlatacak.'' olarak yazıyor ama filmi nereleriyle izleyen biri bunu yazdıysa öncelikle buna inanmayın.Çünkü katil olanlar, zaten bu tatile gidenler.Gerçekten çok komik bir özet olmuş.Dahasına geçelim hemen.Filmin ana karakteri Milla Jovovic ve Steve Zahn.

İnanılmaz bir senaryo yazmışlar.Ben hayatımda böyle bişey görmedim, heralde arasam bulamam bunu bir daha.Arkadaşça toplansak, nasıl birşey yazsak diye düşünsek aklımıza ilk böyle bir senaryo gelir.Klasik çiftler bir yere gider.Birbirleriyle tanışır, daha sonra bir çift katil çıkar, diğerlerini öldürür film biter.Bazı filmlerde ise katil çıkanlar ölür ve bunun benzerleri.Ama bu gerçekten çok felaketti.

Hikayede önce çiftleri tanıtıyorlar.Tatile çıkma nedenleri ve daha sonra tanışma hikayelerini anlıyorsunuz.Aman allahım burada bir durun.O kadar ağır ilerliyor ki film, resmen ilk 45 dakikada can veriyorsunuz.Açık söyleyim, bazı yerleri biraz ilertletmek zorunda kaldım.Hani çok yavaş ilerleyen filmlerde klasik bir söyleyişim vardır ya ; arkasına geç itekle diye.. İşte ben bu sefer bunu yaptım.

Daha sonra senaryo dümdüz giderken bir anda karakterler değişiyor.Farklı farklı özellikler kazanıyorlar.Biri domuz avlıyor, birinin kafasında savaştan kalma bir platin var.Platin demişken, platin kurşun geçirmez demi ?Şöyle bir ikilem.Platine gelen kurşun karakterimizi seriyor ve 43424 dakika boyunca hareket edemiyor.Daha sonra bir anda hareketleniyor.Madem platin kurşun geçirmez niye ölü gibi davranıyor?Al sana bir soru..

Filmin sonu bir anda geliyor.Siz daha olayların geliştiğini, herkezin gerçek kimliğini anladığınızı sanırken film bitiyor.Yanınızda eğer bakacak biri yoksa, kendi etrafınıza bakarak süper sağlam bir küfür edebilirsiniz, serbestsiniz cidden.

Oyunculardan bahsetmek istemiyorum ama bir sorum var.Milla Jovovic bu filmde napmış?Oyuncular teklifleri kabul etmeden önce acaba bu ''senaryo'' dediğimiz şeyleri neresiyle okuyor ve nasıl kabul ediyorlar.Milla Jovovic'in yerine başka birini koysan film sinemaya bile gitmez.Bırakın insanların filme gitmesini, sinemalar bu filmi almaz.Kendine de yazık etmiş, ettiğiyle kalmamış film onuda batırmış mahvetmiş.İmajını gözümde gerçekten düşürdü.

Daha fazla konusup yazmak içimden gelmiyor.Sakın izlemeyin.Notum 10/3...

UnjustLucifer

19.04.2010

The Box [2009]

İzlediğim en mantıksız filmlerden biriydi..Gerçekten hiçbir olayı birbirini tutmayan, 2-3 mantıklı denilebilcek noktası olan ve vasat bir film.

Norma ve Arthur Lewis küçük bir çocukları olan ve banliyöde yaşayan bir çifttir. Günün birinde kapılarının önüne bırakılan tahta bir kutuyla tüm hayatları değişmeye başlar.Kutunun yanında bir de not vardır. Not üzerinde, eğer kutunun üstündeki düğmeye basarlarsa bir milyon doların sahibi olacakları yazılıdır. Ancak bu durum dünyanın bir köşesinde hiç tanımadıkları bir insanın ölmesine sebep olacaktır. Norma ve Arthur kendilerini ahlaki bir ikilemin içerisinde bulucaklardır. Zor bir karar onları bekler.

Ailemiz fakir mi pardon? 2 tane arabaları var ( bir tanesi corvette!), tek çocukları var, karısı okulda öğretmen, baba NASA da çok önemli projelerde yer alan bir profesör, 1 tane oğulları var ve okula gidiyor.Tamam, ama bu aile nasıl geçinemiyor ve başlardaki kutu sahnesinde yakaladıysanız eğer, kadın 100 dolara muhtaç bir şekilde bakıyor? Eğer yaşam standartları bu kadar yüksekse biz şu anda sefaler çekiyoruz ve fakiriz yani.Çoook ilginç..

Final testinden bahsetmek gerekiyor ki anlamak mümkün değil.Bir kere sen butona basmışsın ve rezil etmişsin.1 milyon doların çocuğa kalması için karısını vurması gerekiyor.Aslında bu sahneye takılmadan önce biraz daha gerilere gidelim.911 telsizinden gelen ananso hatırlarsınız(izleyenler). Filmin sonunun bu şekilde biteceği o kadar açık ve net ki, öyle belirgin ögeler koymuşlar ki film zaten benim için oracıkta bitti.

Bir çıkarım daha yapmak istiyorum.Ortada bir testden bahsediliyor evet.Birtakım olaylar oluyor ama şu filmi izledikten sonra insanlar üstünde uygulanan ne tür bir testden bahsedebilirsiniz? Yok böyle bir test, gerçekten testinne olduğu su anda belli değil.Sadece ortada bir deneme yanılma yönteminden daha fazlası yok.Tamam belirgin bir şekilde herkez butona son ana yaklaşırken basıyorlar ve nedense hatunların bastığı anlaşılıyor, yada bunu anlatmaya çalışıyorlar ama neden? Hemen buna ekleyelim, Arthur polis arabasında yoluna devam ederken, evin camından yansımasına ne demek gerekiyor?

Ne denebilir? Vicdan ögesini biraz ön plana çıkartalım hadi.Başta söylediğim gibi ailenin herşeyi var gerçekten ya.Bunun üstüne daha nasıl bir açgözlülük gerekiyor ki.Film zaten baştan bitiyor.Bunun dışında eğer illaha bir çıkarım yapmak istiyorsanız benim çıkarımım ancak şu olur.Aç gözlüsünüz tamam, sizde olandan daha fazlasını istiyorsunuz.Elde ediyorsunuz ama bu demek değildir ki dertleriniz bitmiyor.Hep şöyle bir deyiş duymuşumdur ve buna hayran olmuşumdur.Ayda 1000 tl kazanan bir adamın derdi mi daha fazladır yoksa ayda 10.000 tl kazanan bir adamın derdi mi diye? Devamını sizlere bırakıyorum.

Diaz'ı bu filme kim koydu allah aşkına.Romantik komedilerde ortaya çıkan orta sınıf bir oyuncudan daha fazlası yok ki.Rezalet bir makyaj; 2010 yılında ortalıkta gördüğümüz ve tikky/kaşar karışımı kızlarda bolca görebilceğimiz dudak tarzı ile alakasız.Steward ile yaptığı telefon konusmasının ne kadar alakasız ve yapmacık olduğundan başlayabilirim saymaya.Oğlu kayboluyor ve bir ağlama yok gayet rahat böyle sanki herşey olağanmış gibi sadece ''ona ne yaptınız?'' demekle yetinen bir anne? Neredeyse her sahnede yanlış mimik kullanımı eklemek istemişler diaz'a.Tek kelimeyle rezalet.

İlginç bir şekilde film kendini kapattırmıyor.DAha önceleri Donnie Darko'yu yöneten bir yönetmenden bu kadar rezalet bir film beklemezdim doğrusu.Neresinden tutsan elinde kalıyor dersem belki biraz ağır bir itham olmuş olabilir ama vasatın bile altında kalmayı başarmış, tebrikler.Güzel bir gizem ve konu yaratmaya çalışmışlar ama film kendi içinde o kadar fazla çelişmiş ki, bunu bile tam yapamamışlar.Daha fazla şey söylemeye gereke yok 2 saatinizi çöpe atmaya hiiç gerek yoksa, izlemeye deymez.Notum 10/5

UnjustLucifer

16.04.2010

Herkes mi Aldatır? [2010]

Metin Zakoğlu'nun, tiyatro orijinli oyununun sinema uyarlaması olan film, aldatmaya Türk bakışı yapıyor...

Film, bir otelde başlıyor. Tipinden beklenmeyecek bir "foolish Casanova" olan bir adamın son çapkınlığına tanıklık ediyoruz. Ve bir sonraki günkü iştahına da...

Otel çalışanlarının birbirleriyle tatlı atışmalarının film boyunca yüzleri güldüreceği, ilk sahnelerden belli oluyor. Otele gelen tüm müşterilerin mutlaka "evde" bir bekleyeni var. Bu durumun otel çalışanlarında yarattığı muhabbetler daima gülümsetici. Zira otel çalışanlarını oynayan oyuncular da komedinin ehli isimler, Asuman Dabak gibi...

Neyse, konu aldatmak; aldatılmak. Türk usülü zihniyet. "Benim karım asla aldatmaz" E sen? Benimki de aldatmak sayılmaz!

Niye?

Dudaktan öpmem, sarılıp uyumam!

Bu mudur?

Otel çalışanlarına dönelim, ben en çok barmen rolündeki Murat Serezli'yi beğendim. Çok iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyordum, öyle olduğunu da daima kanıtlıyor. Ama talihsizlik eseri, ne zaman başrolde oynasa dizisi yayından kalkıyor...

Filmde Ragıp Savaş - Mine Tugay ikilisinin muazzam oyunculukları, Metin Zakoğlu'nun filmi toparlayan performansı, klişelerle geçilen alaylar, güzel espriler ve artı on sekiz ibaresine karşın rahatsız edici bir boyutta olmayan cinsellik filmin artıları.

Eksisi ise, klişelerle alay edelim derken son dönem Türk sinemasında "sahtecilik" denince akla ilk gelen maskeli balo klişesini bile barındırması oldu benim gözümde, gerisi iyiydi filmin...

brokoli

15.04.2010

Nine [2009]

Sinemaya gelmeden izleme fırsatı bulduğum filmlerden biri.Normalde bir D.Lewis filmini bilgisayar başında izlemek, o filme haksızlıktır benim adıma ama işin birde dayanamama boyutunu düşündüm ve izledim.

1982 yılında Broadway’de 729 kez sahnelenerek büyük yankı uyandıran, görsel açıdan çarpıcı tasarımı ve insanı alıp götüren müzikleriyle sayısız ödül alan ünlü müzikal “NINE'' bu kez sinema yapımı olarak çıkmakta6 Oscar'lı Chicago'nun yönetmeni Rob Marshall'dan bir kaliteli müzikal daha. Hayatımda 2 tane müzikal tarzda film izlemiş olduğumu hesaba katarak, bu sefer 4 dalda Oscar'a aday olan bu filmi izlemeye karar verdim.Kimilerine göre bu fazla bile fakat bana göre oldukça az.. En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday gösterilen Penelope Cruz'un ödül şansını yüzde on olarak görüyorum.. Bunun dışında En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Kostüm ve En İyi Şarkı dallarında aday gösterildi..

Hemen filmi kısaca inceleyelim.Bir müzikal filmden beklenenler senaryosunu ve şarkıların kalitesini aynı anda izleyiciye yansıtabilmesidir.Herkezin beklentilerinin farklı olacağını hesaba katarak, benim bu filmden beklentilerim senaryoyu ve müzikleri iyi harmanlayıp üstüne bolcana D.Lewis'i izleyebilmekti.Film bunu başarıyla yapmış ve diğer izlediğim 2 müzikalden farklı olarak bu sefer sözleri çok belirginleştirmişler.Orta seviye ingilizceye sahip olan bir izleyici rahatlıkla anlayabilir.Bunun yanında beklenen başka bir özellik filmi konser havasından uzaklaştırmak ve müzikalden beklenenleri vermesidir.Senaryo çok güzel işlenmiş ve filmle beraber zevk verir bir kıvama gelmiş.

Filmleri izlemeden fragman yada yorum okuma tarzında olaylara girmeyi sevmem.Ama bu filmin etrafta dolaşan posterlerine baktığınız zaman Cruz,Nicole,Kate gibi çok ünlü bayan oyuncuları olduğunu görürsünüz.Ama nedense onları yeteri kadar göremediğime inanıyorum.D.Lewis inanılmaz baskın bir karakter olmuş ve en iyi yardımcı kadın oyuncuya aday gösterilen Cruz'un bu yüzden neredeyse hiç şansı yok.Çünkü yeteri kadar ekranda gözükmemiş.

Bir kere daha D.Lewis gerçeğiyle karşı karşıya kaldığım için çok mutluyum.Böyle bir karakter oluşturulmak istense, ve böyle bir filmde bu rolü kaldıracak bir oyuncu söyle deseler ondan başkasını koyamazdım.İnanılmaz bir oyunculuk sergilemiş.Zaten oynadığı filmlere son derece seçerek dahil oluyor ve oynadığı her rolün hakkını veriyor.Ufak bir eleştiri yapmak gerekirse eğer, filme biraz fazla egemen olmuş, tabi bunda, bu kadar fazla gözükmesinde payı olabilir ama genede ben asla şikayet etmem bu durumdan.

Sonuç olarak tavsiye ediyorum, mutlaka sinemada izlenmesi gereken bir müzikal.Bundan önce izlediklerinizi bir kenara koyun ve tekrar bu filmin başına geçin.Şarkılara ve görselliğe kendinizi öyle bir kaptırıyorsunuz ki film bir anda bitmiş bile.Notum 10/7.5

UnjustLucifer

14.04.2010

Clash of the Titans 3D [2010]

Gelin önce biraz Yunan mitolojisi öğrenelim. Yani geniş çaplı değilde, filmle ilgili olan kısımlara kısaca değinelim. Dünyayı ilk yönetenler Titan'lardır. 12 Titan, Altın Çağ döneminde dünyayı yönetirken bu Titanlar'dan Kronus olanı, Rheia ile evlenip dünyaya 6 çocuk getirmiştir. Bu çocuklardan 5'ini de birer birer yutmuştur. Bunun sebebi de zamanında annesi Gaia'nın yardımları ile babası Uranus'u yenip, dünyanın hakimi olması ve sonradan kendisinin başına gelecek şeyin de aynı olmasını öğrenmesidir ve öyle de olmuşturda. Titan Rheia, 6. oğlu Zeus'un ölmesini istememiş ve Kronus'a, Zeus'u bir kaya parçası olarak yutturmuştur. Zeus'ta bir şekilde babası Kronus'u yenmiş, kardeşlerini kurtarmış ve dünyanın hakimiyetini Titan'lardan alıp Tanrı'lara geçirmiştir.

Artık dünyanın hakimi 12 büyük Tanrı'dır. Zeus, kardeşleri Poseidon ve Hades ile çekiliş yapmış ve bunun sonucunda kendisi Gökyüzü'nün, Poseidon Denizler'in, Hades ise Yeraltı'nın tanrısı olmuştur. Diğer 9 Tanrı ile beraber Olimpos Dağı'nda yaşar ve dünyanın hakimiyeti onlara aittir. Tanrıların tanrısı olan Zeus'un en bilinen özelliği çapkınlığıdır. Kral Acrisius'un kızı Danae'den olma bir yarı tanrı çocuğu vardır hatta: Perseus. Olay şöyle, bir gün Acrisius bir kahine gider ve erkek çocuğu olup olamayacağını söyler. Kahin de ona, Danae'nin bir erkek çocuk sahibi olacağını, bu çocuğun da ileride onu öldüreceğini söyler. Kehanetin gerçekleşmesinden korkan Acrisius, Danae'yi saklar ancak Zeus onu bir şekilde bulur ve Danae ile birleşir. Bu birleşmeden Perseus doğar.

Perseus, bir Gorgon olan Medusa'yı öldürmekle görevlendirilir. Medusa, baktığı erkeği taşa çeviren lanetli bir kadındır. Bu görevinde Perseus'a Athena ve Hermes isimli tanrılar yardım eder. Perseus, Medusa'nın başını keser. Bu kafadan Pegasus isimli bir yaratık çıkar. Bu yaratık beyaz, kanatlı bir attır. Perseus, Medusa'nın başını Athena'ya teslim eder. Dönüş yolunda prenses Andromeda ile karşılaşır ve Andromeda'ya aşık olur. Andromeda'nın annesi kraliçe Kassiepeia, kızının tanrılardan bile güzel olduğunu iddia eder. Bunu duyan ve buna sinirlenen Poseidon, onların üzerine deniz canavarı salar. Canavarı öldürüp Andromeda'yı kurtaran Perseus, prensesle evlenir ve daha sonra Tirnys isimli kentin kralı olur, mutlu bir yaşam sürer.

Filmdeki konuya bakalım. İnsanlar, Tanrılara karşı savaş açarlar. Önce Zeus'un heykeli, sonrada Argos kraliçesinin, kızı Andromeda'yı (Alexa Davalos) yeryüzünün gelmiş geçmiş en güzel dişisi ilan etmesi bu savaşı başlatan hareketlerden olur. Tanrılar da, insanların elini görür ve onlara kim olduklarını göstermek isterler. Hades (Ralph Fiennes), Zeus'la (Liam Neeson) anlaşır ve Argos'lulara eğer Andromeda'yı kendilerine kurban vermezlerse üzerlerine Kraken'i salacağını söyler. Argos'luları koruyacak kişi ise Zeus'un, bir insandan olan oğlu, yarı insan yarı tanrı Perseus'tur (Sam Worthington). Perseus, zamanında ailesini de öldüren Hades'e karşı intikam almak peşindedir. Hem kendisi için, hem Argos'lular için, hem de Andromeda için Kraken'i öldürme görevini üstlenir. Bu görevde yanında ona yol boyunca manevi rehberlik eden Io (Gemma Arterton), Ona kılıcıyla eşlik eden Draco (Mads Mikkelsen), iki avcı ve bir kaç Argos askeri ile bir cin de eşlik edecektir. Ancak yol boyunca engellerle karşılaşı Perseus. Öz annesinin kocası Acrisius (Jason Flemyng) bunlardan biridir. Hades, Acrisius ile bir anlaşma yapar ve onun Perseus'u öldürmesini söyler, kendisi de Zeus'un yerine göz dikmiştir.

Öncelikle ilk 3 paragraftaki bilgilerin bir çoğu Vikipedi'ye ait ve 4. paragrafta bahsettiğim filmin konusu da biraz karışık oldu sanırım. Bu karışıklıktan dolayı özür diliyorum, bunda filmi bir kaç gün önce izlemiş olmamın ve zaten Yunan Mitolojisi'nin biraz karışık olmasının payı var. İlk 4 paragraftan çıkaracağımız sonuç şu: Asıl konuya sadık kalınmamış ve bu gerçekçiliği düşürmüş. Ha "bu olay zaten gerçek değil, bir efsane, ne asıl konusu, ne gerçekçiliği?" diyorsanız, yazıyı bu noktada bırakabilirsiniz.

Bu paragraf spoiler içerir! Gerçekte Hades, Perseus'un düşmanı değilken burada öyle bir durum söz konusu. Pegasus'lar Medusa'nın kopan kellesinden oluşan beyaz, kanatlı atlar iken filmde Pegasus'ları, Medusa ile karşılaşmadan önce görüyoruz ve Perseus'un üzerine bindiği Pegasus'un rengi siyah. Io karakterinin de Perseus ile hiç bir ilgisi olmadığından bahsediliyor. Bir de Acrisius var tabii. Filmde yanlış duymadıysam Zeus'un, Acrisius'un karısıyla beraber olduğu söyleniyor. Halbuse Zeus, Acrisius'un kızıyla beraber olmuştur. Tirnys ile Argos kenti de farklı kentler bildiğim kadarıyla. Ben de yanılıyor olabilirim.

Evet gördüğünüz gibi orijinal senaryoya sadık kalınmamış. Üzerinde etkili oynamalar yapılmış. Çoğu kitaptan uyarlama filmlerde de senaryoya sadık kalınmaz, üzerinde ufak oynamalar yapılır ancak bu olay başka bir olay. Bu bir efsane ve üzerinde bu denli oynama yapılması beni rahatsız etti açıkçası. İzleyenleri de rahatsız etmiş olabilirler mutlaka. Tabii konuyu bilmeden gidenler, ya da benim gibi bu mitolojiyle alakası God of War adlı oyundan ibaret olanlar için pek rahatsız edici olmayabilir durum. Ben de araştırıp öğrendikten sonra yazıyorum bunları.

Oyunculuklara fazla değinmemek gerek. Schindler’s List’te iyiyi oynayan Liam Neeson’ı ve kötüyü oynayan Ralph Fiennes’ı yine aynı rollerde görmek güzel ancak ikisini de fazla izleyemedik. Bari Liam Neeson ve Ralph Fiennes gibi iki isim var kadronda, biraz oynat adamları. Sam Worthington bana göre yetersiz bir oyuncu arkadaşımız. Nedense son dönemin en çok sevilen aktörlerinden oldu bir anda. Sanırım bu tip filmlere cuk oturan kas yapısı sayesinde, eheh. Bayan arkadaşlarımız Gemma Arterton ve Alexa Davalos'a kötü bir şey dersek Medusa yüzümüze bakar vallahi. Yeri gelmişken söyleyeyim, tanrılar da olmamış. Çok yapmacık olmuş yani, ışınlı mışınlı falan. Selena kadar gerçekçi diyeyim siz anlayın.

Filmin bir diğer eksiği de havada kalan konusu. Her şey çok oldu bittiye gelmiş. Bir kaç sahne dışında 3D'de hissedilmiyor hiç. Zaten film önce normal çekilmiş, sonra 3D olmasına karar verilmiş. Buradan yapımcıların stratejisini de anlıyoruz zaten. Bunlarla kalmayıp sonuyla da batırıyor kendini film. Spoiler, koskoca Kraken'i, saniyesinde yok ediyor Perseus. Yani filmdeki tek adam gibi aksiyon sahnesi olan sahneye bakıyorum, dev akreplerle dakikalarca savaşıyor, zorla öldürüyorlar bizim elemanlar. Bir de son sahneye bakıyorum. Kraken, denizden 10 dakikada çıkıyor, 1 dakikada geberiyor. Koskoca Kraken! "Release the Kraken". Tutarsızlık, elde kalma, hayal kırıklığı!

Her şeye rağmen, bir başyapıt olmasa da, bir iyi film bile olmasa da, sıkılmıyorsunuz izlerken. Ben bütün bu tutarsızlıklara göz yummayı başardım ve film bitince keyifle ayrıldım ortamdan. Evet 1981 yapımı filmin remake'i Louis Leterrier yerine daha iyi bir yönetmenle çekilseymiş, konunun derinine inilseymiş ve orijinalinden şaşılmasaymış çok daha iyi bir film olacakmış, en azından fragmanından daha iyi bir film. Ama böylesi de idare eder gibi sanki. Ayrıca ortada Titan savaşı neyin yok, söyleyeyim. 6/10

Beercholic

Road to Perdition [2002]

Bir film izlemek isteyin ki o kadar kaliteli olsun ki; gerek oyuncu kadrosu gerek sahneleri ve gerek verilmeye çalışılan duyguyla ama bir o kadar da klişe ve içi boş olşun.İşte RP bu tarz bir film

Sullivan ekonomik sıkıntınlar içinde, Amerikada bir İrlanda çetesinde çalışıyor ve kiralık katil rolünde.Aslında tam olarak kiralık katil dememiz yanlış olur, daha doğrusu bir tahsilatçı.Ama birgün bir tahsilat işine gitmek zorunda kalır ve küçük oğlu Michael de babasının gerçek mesleğini merak ederek onun arabasına biner.Daha sonra tahsilatta çıkan sorunlardan sonra adam öldürmek zorunda kalan babasını görür ve babasına yakalanır.Daha sonra işler biraz karışır.

Herşeyden önce 1930 lu yıllarda yaşanmış bir hikayeyi anlatıyor olmak zordur.Bu tarzda ki filmleri daha önce izledik.Bazıları tozlu sayfalarda kaybolmuş ve klişelerden kurtulamamıştır.Kabul etmek gerekiyor ki bazıları güncel sinema açasıyla bakamadıkları için geride kalıyorlar.Bu filmde buna en iyi örneklerden biri bence.Filmde inanılmaz bir kalite var yukarıda bahsettiğim gibi.

Filmdeki durumlar hakkında fazla söylenebilcek birşey yok aslında.Çoook basit bir senaryo üstüne kurulmuş bir film.Şu oyuncu kadrosuna biraz bakınca, acaba neler çıkartmışlardır diye düşünüyor insan ama filmin sonu baya bir hayal kırıklığı içinde geçti.O yüzden şöyle demek gerekiyormuş, süper bir oyuncu kadrosu olan, kaliteli çekimlerle donatılmış bir film ama senaryo olarak çok klişe.

Filmden unutulmaz birkaç şey söylemek daha iyi olacaktır.Mesela en dikkat çekici sahnelerden birtanesi, yağmur altında Capone'nin adamlarını dağıttığı sahne.Gerçekten süper açılar ve çekim teknikleri sayesinde siz de o sahnenin içindeymişcesine hareket ediyorsunuz ve heycanlanıyorsunuz.

Replik olarak bahsedilcek ve akılda kalan;"O zaman babamın tek korkusunun oğlunun da aynı yolda yürümesi olduğunu anladım. O gün elime son kez silah aldım. Herkes benim bir çiftlikte büyüdüğümü sanıyor. Sanırım bir bakıma öyle de oldu. Ama ondan önce, 1931 kışında yolda geçen 6 haftada bir ömür yaşadım. İnsanlar bana Michael Sullivan iyi mi yoksa kötü müydü diye sorduklarında hep aynı cevabı veriyorum. Onlara o benim babamdı diyorum." Gerçekten çok dokunaklıydı.

Oyuncu kadrosunun kalitesini tartışmaya gerek yok, ama Tom Hanks'e dikkat çekmek gerekiyor.Zaten filmde çok önemli ve en ağır rollerden birisini ona vermişler. Altından kalktı-kalkamadı davasını yapabilceğimiz tarzda bir oyuncu olmadığını herkez biliyor zaten.

Sonuç; sıkıcı bir film diyemem direkt olarak ama zaman zaman ilerlemeyen ve yer yer aksiyondan çok uzak; neredeyse konuları dışına çıkmaya meğilli bir film.Kalitesi ve tarzından yukarıda birçok kere bahsettim ama beklentileri düşük tutarak sadece oyuncuları izleyip, biraz kaliteli bir film izleme peşindeyseniz bu filmi tavsiye ediyorum.

Notum: 10/7

UnjustLucifer

13.04.2010

The Godfather [1972]

''Geri çeviremeyeceğiniz bir teklif''

Burada gelipte size bu filmi kritik edecek halim yok.Yada film hakkında söylenebilcek bir söz.Sadece biraz kişisel bir yazı olacak.Kısa.

Bazı filmleri izlemek için belirli bir olgunluğa erişmek gerektiğini düşünüyorum.O zamana kadar birçok şey izlemiş ve görmüş olmak gerekiyor bence.Şöyle açıklamak isterim kendi adıma; bu zamana kadar 2000-2500 arası film izlemişimdir.Tv de, sinemada, korsan, kaçak, kuçak ne bulduysam.Bunun yanında türk ve yabancı olacak şekilde birkaç taneden daha fazla diyemeyeceğim dizi ve bunların yanında yeşilçam filmlerini ve son olarak kısa filmler.İşte artık ''film'' izleme zamanı geldiğine inandım ve bugün ''baba'' filmini izledim.

175 dakikalık bu film evet biraz yavaş ilerliyor.Benim için izlemek zor oldu.Alışılmamış, ama güzel filmler ağır ilerleyenlerdir.Konuyu izleyiciye yavaş yavaş hissettirmesi gerektiğine inanıyorum.Bir sahnedeki bütün ayrıntıları görmem gerekiyor.Lakin sadece 34 dakika boyunca düğün izledik.Her ayrıntıyı izledim.

Marlon Brando'yu ilk defa izleme fırsatım oldu.Daha önce hiç izlememiştim kendisini ve şu anda beni gerçekten etkilediğini söylemek gerekiyor.Bana kendi çapımda iyi oyuncuları say derseniz buraya pacino,de niro,hopkins,depp,hanks,penn,jack gibi adamları sayarım ilk akla gelen.Sayarmısın bir daha diye sorduğunuzda hanks,jack ve hopkins den başkasını söylemem (erkek olarak).Ama ilk ve izlediğim tek filminde Brando bu listeye girdi!. Klasik olarak, daha önce hiçbir filmini izlemediğimden daha fazla birşey söyleyemiycem ama ''baba'' filminde çok sağlam durmuş.

Filmde önce Brando, daha sonra pacino, daha sonra hem brando hem pacino izleyip, kapanışı pacino ile yapmak tam bir ziyafet.Ya akıllarda kalan sahnelerden?

Açılıştaki mezarcının konuşması ve doncarlone diyip elini öptüğü sahne
Don Vito Corleone vurulması ve portakalların düşüşü
Efsanevi Restoran sahnesi
Sonny Otaban geçişindeki olay
Babalar toplantısı
Don Vito Corleoneyle Michaelin son konuşmasısana ilk kim gelirse hain odur.
Don Vito Corleone Cenazesi
Don Michael Carlone olarak kabul edilmesi

Filmdeki müzikleri buraya yazmamak bile gerekiyor belki.Sahnelerdeki, küçümsemek için söylemiyorum gerçekten ama; o senelerde bile ışıkları, sahne yerleşimlerini ve renkleri kullanırken bir ahenk var.Sahneler inanılmaz gösterilmiş.Bir anda beliren babalar.Bir anda siyahlaşan ekranlar ve kurşunların uçuşması.

Filmi kapatıp sadece replikleri dinlediğiniz zaman ve bu filmin size bir mafya filmi olduğunu söylendiğinde, sahnelerin %60 ını heralde canlandırabilirsiniz gözünüzde.En azıdan karşı karşıya yapılan dialog sahneleri oracıkta beliriverir.En baştaki sahnelerde, basit bir kedinin bile mırlaması kulağınıza geliyor, kedi bile bir duruş gerçekleştirmiş.

Abartıyormuyum diye düşünüyorum, bu kadar durağan, olağan bir filmi? Klasik mafya filmi? Hayır, kesinlikle.Eh bunların üstüne bir not vermek gerekiyor.IMDB deki nota ayıp olmasın felan diye değil gerçekten, onları bir kıstas olarak kabul etmiyorum bile.Ama şu film 10/9.2 almayı hak ediyor.

UnjustLucifer

12.04.2010

Eyyvah Eyvah [2010]

Olmuş bu film. Olmuş yani. Çıktığı ilk günlerde nedense korkmuştum, gitmemiştim. Parama yazık olabilir diye düşünmüştüm, bir de bu tarz Türk filmleri televizyona falan çabuk geliyor, gitmeye gerek yok demiştim ki kötü bir bahaneydi bu, televizyondan nadiren film izleyen biri için. Sinemada izlemeye gerek yok demiştim, ki beğenmeme rağmen yine gerek yok diyorum. Yakın zamanda Yahşi Batı'dan hayal kırıklığıyla ayrıldıktan sonra ve Recep İvedik furyasından bıkma usanma aşamasına geldiğimde ve Kutsal Damacana gereksizi gibi bir örnek dururken yanıbaşımızda, neden bir Türk komedisini izleyeyim ki diye kendime sormuştum. Ama bugün filmi izledikten sonra önyargının kötü bir şey olduğunu bir kez daha anladım. Ata Demirer, zaten Şahan Gökbakar ve Şafak Sezer gibi isimlerden fersah fersah öndeyken şu filmiyle benim için bir Cem Yılmaz seviyesine gelmiştir artık.

Konuya değinelim; Hüseyin Badem. Çanakkale'nin Geyikli ilçesinde, o küçük yerde dedesiyle, ninesiyle, para kazandığı klarnetiyle, saz arkadaşlarıyla ve platonik aşkı hemşire Müjgan ile mutlu mesut yaşamaktadır. Bir gün ansızın ninesinin özel eşyalarını karıştırırken babasının, rahmetli annesine attığı mektupları görür. Oysa ki dedesi ile ninesi onu küçükken kandırmış, babasının da öldüğünü söylemiştir. Hayatta pek kimsesi olmayan, buna rağmen mutlu ve az dertli bir hayat süren Hüseyin'e de macera çıkmış olur böylelikle. Hüseyin, babasını aramak için İstanbul'a gider ve İstanbul'u da karıştırır. Bir bar şarkıcısı, iyi kalpli Firuzan dahil.

Filme soğuk bakmamın asıl sebebi bir arkadaşımın "Recep İvedik'e benzemiş bu film." yorumuydu. Ulan Recep İvedik çıktığından beri hayatımın hiç bir yerinde beni rahat bırakmıyor zaten. Çoğu komedi filmini onunla kıyaslamak zorunda kalıyor insan. Üstelik şu ara bu kadar nefret eden ben, zamanında Recep İvedik 2'ye gülmüş insanım, ki yine izlesem yine gülerim. Bu da ayrı bir mevzu, neyse konuya dönelim. Recep İvedik'e şu bakımdan benziyor, bir cahilin anıları gibi. Hüseyin Badem'e de hayatını klarnetle kazanan, hayat okulu okumuş, hatta onu bile okuduğundan emin değiliz, bir cahil diyebiliriz, bir saf diyebiliriz ve onun küçük hikayesini izliyoruz. Recep İvedik gibi sağa sola saldıran, iyi kalpli hanzo değil ama bu, iyi kalpli bir saf işte. Çok daha sıcak, çok daha aile içi, çok daha samimi, hepsinden de öte ortada bir konu var. Yani ne kadar başarısız ve içi dolu olmayan bir senaryo olsa da uğraşılmış, üzerinde düşünülmüş.

Hüseyin Badem tiplemesi, Ata Demirer'in "Tek kişilik dev kadro" adlı stand-up gösterisinden fırlamış bir karakter. Sanıyorum en iyi yaptığı taklit, Ege ağzıyla konuşan yurdum insanı taklidi. Bu 'en iyi'sininde üstüne gitmiş ve senaryosu kendine ait olan bu ilk filmini çıkarmış. Baktığımızda filmde senaryo zayıf, bazı şeyler, hatta bir çok şey arada kalmış. Ana konu dışındaki yan konular, filmin başındaki sahneler, filmin sonu falan olmamış diyebiliriz. Zaten bizim tayfa kayıktayken üzerlerine gelen dev gemiden, denize atlayıp, geminin yanından yüzerek kaçmaya çalıştıkları sahnesiyle başlıyor film. Yer yer mantık aramamak gerek. "Şuna bir şey olmuştu en son bir daha göremedik?" veya "Yuh bu kadar da olmaz!" gibi tepkileri bu başlangıç sahnesiyle en başından reddetmişler. Yönetmenlik, görüntüler, ses, ışık hiçbirine iyi diyemeyiz ama iyi olan iki şey var ki, filmi izlenebilir, rahatlıkla kahkaha atılabilir, eğlenilebilir kılıyor.

Bu iki şey: Ata Demirer ve Demet Akbağ. İkiside muazzam oyuncular. Demet Akbağ'ı çok beğenirim zaten, bugün tekrar şapka çıkardım kendisine. Seda Sayan tarzı sosyete kadın rolünü inanılmaz oynamış. Hal ve hareketleri, tavırları, zaman zaman kadırgalılığı, zaman zaman da kadınsılığı, en çok da içinde iyi bir insan olmasına rağmen tersinin çok pis olduğunu inanılmaz yansıtmış izleyene. İnanılmaz yani, söyleyecek başka kelime yok. Ona yapılan makyaj göze batsa da, öyle bir oynamış ki rolünü, inandırıcılığı muhteşem olmuş. Ata Demirer'e de laf yok zaten. Dediğimiz gibi, taklit işlerinde çok iyidir, ki en iyi yaptığı taklidin üzerine senaryo yazıp filme çevirmiş ve mimikleriyle, anlık tepkileriyle, Ege ağzıyla, samimiliğiyle, düşündürtmeden güldürüyor sizi.

Düşündürtmeden güldürmek... Basit güldürü, kaba güldürü... Bir şey beklemeden gidince, gerçekten 100 dakikalığına kaslarınızı gevşetircesine eğleniyorsunuz. Kahkaha atarak gülmüyorsunuz belki ama böylesi daha iyi sanırım. Hiç sıkılmıyorsunuz ve yüzünüzden tebessüm eksik olmuyor. Güzel iş çıkmış ortaya, sinemada izlemeniz gerekmez, ki bu hafta kalkar sanırım. Ancak kaçırmamanızı söylerim. 7/10

Not: Demet Akbağ bu filmde alaturka popstar'daki Mehtap'tan esinlendiğini söylemiş. Akbağ'a, filmi izlerken o kadar çok Seda Sayan damgası yapıştırdım ki, başka isim düşünemedim. Şimdi sakin kafayla düşününce daha bir Mehtap'ı oynamış gibi, evet. Bir de Ata Demirer, ikinci filmi çekeceğini söylemiş. Devam filmlerini genelde sevmem, ya da şu aralar "her filmin bir devam filmi olmalı" mantığındaki Türk sinemacılardan haz etmiyorum ama filmin sonu devam filmine aralık bırakmıştı, ki bunun devamını da izlerim ben sanırım.

Beercholic

8.04.2010

Kanal-i-zasyon [2009]

Televizyonda göremeyeceğiniz herşey...

Bu çok yaratıcı film isminden, ne yazık ki ismi kadar yaratıcı şeyler çıkmamış.Şuradan başlayalım hemen;

İmdat rolündeki Bayülgen, bir tv kanalında sadece camları silmektedir.Aynı zamanda tv ye aşırı derecede meraklıdır.O zamanlar reytingleri baya düşük olan tv kanalı bunu nasıl yükselteceğini düşünürken, İmdat'ın izlediği kanalların deli gibi reyting aldığını görmektedir.Normal, çünkü imdat zaten aklı salim bir adam değildir.

Artık televizyon öyle bir hal aldı ki, para uğruna, reyting uğruna en yapılmayacak şeyler bile icraata geçiyor..

İşin garip kısmı insanlara her seferinde soruluyor.Yok efendim şu kaldırılmalı mı, şu olmalımı felan diye ama insanlar nedense izliyor.Bir nevi beyin yıkama gibi şeyler.Salak programları öyle bir saate koyuyolar ki insanlar bazen bu rezaletten kaçamıyorlar cidden.Sonuçta herkez işine geldiği zaman kaldırılmalı diyor ama gelgör ki bu konuda yapılacak fazla da birşey yok.

Okan Bayülgen de içinde bulunduğu sektörü iğneleyici bir dille izleyiciye aktarmaya çalışmış ki bunu ne kadar başarmış, tartışılır. Ama filmin ismi gerçekten çok yaratıcı. Günümüzde televizyonda neyin izlenip neyin izlenmeyeceğini, neyin reytingleri alt üst edeceğini, İmdat karakterinde de gösterildiği gibi, bu konuda eğitim almayan insanların bile fikir sahibi olduklarını, bunları bu işi yapanlardan bile daha iyi bildiklerini görüyoruz.Zaten imdat rolünü gördük, onun beğendiğini halk beğeniyorsa eğer, beğenen halkın eğitim seviyesini, denge seviyesini ve daha başka özelliklerini tartışabiliriz.

Televizyon dünyasının gerçeklerini sinemaya gidip izlemek ne kadar zevkli olur orasını bilemem ama çoğu yönden eksik. Fakat filmdeki televizyonda ilgili eleştirilerin birkaç tanesine baya bir güldüm ve ortaya “ağlanacak halimize gülüyoruz” durumu çıktı. Özellikle tuvaletteyiz ve hayvanım olur musun bölümleri inanılmaz saçma ama buna rağmen komik. Daha doğrusu trajikomik..Daha doğrusu şöyle bir şeyden bahsedebilirim kendi adıma; ne gerek vardı? bunlar zaten bilinen hatta herkezin bildiği şeyler.Eminim ki ben Aşk-ı Memnu yada bu tarz bir diziyi izleyen elbet kendini biliyordur ama dedik ya işte beynin uyuşması böyle birşey.Bilinen şeyi, tekrar tekrar söylemenin yararını bulamadım ben..

Filmde İmdat’la sekreter arasındaki etkileşim baya bir ilginçti.Ne konuyla bir ilişkisini kurabildim ne de filmle arasında bir ilişki kurabildim.Hani filmi 15 dakika daha fazla uzatmak adına bir sahne koyun deseler bana ancak bu şekilde bir yardımı olurdu ancak...

Okan Bayülgen; seveni olduğu kadar sevmeyenide olan bir adam.Ama ben gerçekten zeki bir adam olduğuna inanıyorum ve yaptığı işleri seviyorum.Buna programlarınıda dahil edebilirim çekinmeden ama bu filmde birşeyler eksik değilmiydi sizce de? Role gitmemiş ne yazık ki.Bir kere mimikleri hiç bu kadar tutarzı görmemiştim ben ya.Birşeyler yapılmaya, birşeyleri göstermeye çalışıyor evet ama tutarsız hareketler bunlar.Denk gele yapılmış havası vermiş ne yazık ki.Bunun dışında konusma şivesi ve konusmalarıda bir o kadar yapmacık.Olmamış bayülgen...

Bundan daha iyi bir bitiriş yazacağıma inanmadığımdan dolayı; direk alıntı yaparak bitirmek istiyorum yazıyı;

“Yılın en iddialı komedisi” diye beklentileri yükselten, verdiği beklentileri çok da iyi karşılayamayan, televizyon dünyasının sonunu göremediği bir çukura doğru gittiğini gösteren -daha doğrusu göstermeye çalışan-, izlenilse de izlenilmese de fark etmeyecek türden bir film Kanal-i-zasyon...

Not vermeye tenezzül etmemek hayırlı bir hareket olacaktır.

UnjustLucifer

7.04.2010

Icarus [2010]

''Today, is your lucky day''

Eski KGB ajanımız, ''hitman'' işinden sıyrılmak istiyor.Başlarda işler çok güzel giderken, bir anda karanlık dünyadaki satış davaları yüzüden bizim hitman işinden oluyor.Daha sonra bunu ortadan kaldırmak isteyen bir grup insanla savaşırken işe ailesi ve sevenleri karışıyor.

Klasik yapımlardan biri.İşler iyi giderken, tilkiyken bir anda tavşan kaç rolüne geliyor.Daha sonra ortalık temizleniyor.Sonra mutlu olarak yaşamaya devam ediyor.Ne denebilir ki? Tek farkı biraz daha gerçekçi olmuş.Evet ilginç bir şekilde.Ben filmi beğenmedim ve burada savuncak halim yok ama sahneler baya bir gerçekçi.

Çekim açılarını ve efektleri güzel kullanmışlar en azından.Ortada belirli ama klasik bir senaryo var.Birde olayın son kısmında ufak tefek mesajlar veren bölümler ekleyim olayı biraz daha kaliteli hale getirmeye daha doğrusu anlamlı hale getirmeye çalışmışlar ama filmi kurtaramamışlar.

Boşuna 1 saat 25 dakikanızı bunu vermeyin desemde, böyle bir arkadaş ortamı yada aile toplantısında heycanlı ve izlenebilir birşeyler arıyorsanız buyrun.Kısa olmasıda bir diğer avantajı.Her ne kadar bir aksiyon filmi olarak bitirmekte zorlansamda..Notum 10/5..

UnjustLucifer

6.04.2010

Nefes [2009]

Biraz sonra yazacaklarımı otoriteye başkaldırış olarak algılamazsanız gerçekten sevinirim.Çok zor bu tür çok beğenilen filmler hakkında birşeyler yazmak.Klasik türk mantalitesi, birşeyi çok beğendiyseniz ve türklük damarlarımızı azdıran şeylere asla toz konduramazsınız.Normal, bende öyle yaparım bazen ama yeri geldiği zaman objektif olarak bakmak gerekiyor bu konuya, şöyle ki;

Olayımız; “Nefes : Vatan Sağolsun”, 2365 metre yükseklikteki Karabal Jandarma Karakolu'nu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki kırk askerin hikayesidir.Büyük çaplı bir sınır ötesi operasyonun başlamasıyla, telsiz röle istasyonunun bulunduğu Karabal Jandarma Karakolu'nun önemi daha da artmıştır. Çünkü operasyona katılan birliklerin haberleşmesi artık bu röle istasyonu ile sağlanacaktır. Güneydoğu’da Irak sınırına yakın bir ilçedeki Komando Tugayı'nda görevli Yüzbaşı ve emrindeki askerler, tipi ve karla mücadele ederek iki gün süren intikalin ardından karakola ulaşırlar.Karakol'da bulunan Jandarma askerleri ile birlikte geçirdikleri günlerde acıyı, sevinci ve hasreti paylaşırlar; son güne kadar karakolu ve telsizi koruma görevlerini yerine getirmek için mücadele ederler.

Yukarıda yazan kısmı herkez zaten adı gibi ezberledi.Öncelikle dikkat çekmek istediğim noktalar var.Filmi izledikten sonra elbet beğendim bende, sonuçta gerek IMDB notu olarak, gerek türkiyedeki siteler olarak notu baya yüksek bir filmimiz var artık.Ama bunda ne kadar objektif bakabiliyoruz? Konumuz yeteri kadar dokunaklı öncelikle.Terörün her yerde olduğu şu ortamda böyle bir filmin prim yapmaması gayet şaşırtıcı olurdu ama bu kadar ses getirmesi de çok ilginç olmadı.

Elbette içindeki hikayelerin bazıları gerçekten çok hüzünlendiriciydi.Benim düşüncelerim filmin içindekilerin izleyiciyi etkilemesi.Mesela ilk sahnelerdeki ''sen öldün'' davası gerçekten çok etkileyiciydi.Heralde bir film için daha iyi bir başlangıç olamazdı.İzlediğim en iyi başlangıçlardan biriydi.Daha sonralarında gerek teke tek, gerek ailelerle olan konuşma sahneleri gerçekten etkileyiciydi.Aslında şöyle, ilk defa gördüğümüz yada duyduğumuz şeyler değil ama bunların anlatılış ve gösteriliş tarzı işin başarılı kısmı.

Direkt olarak söylemek istiyorum.Son 1-2 senede izlediğim ve gözlemlediğim en iyi çekime sahip filmlerden biri.Gerçekten üstüne basa basa söylemek gerek bence.Çok etkileyici sahneler kullanılmış.Görüldüğü üzere bir filmin dikkat çekmesi için abartılı teknoloji kullanılması yada daha önce yapılmamış şeylerin yapılmasına gerek yok.Sadece basit ışık oyunları ve açıların güzel kullanılmasıyla bu sorun çözülebiliyor.Hayran kaldım tek kelimeyle.Oyuncular hakkında fazla söylenecek birşey yok.Hepsi görevini en iyi şekilde yapmış ve bu taşınması ağır olan yükün altından başarıyla kalkmışlar.

Şimdi asıl noktaya gelelim.Konuda ben hiç bir ilginçlik bulamadım aynı şekilde, duygu, asker, evlat zımbırtılarını eğer çıkartırsak hiç bir anlamı kalmayan bir film var benim karşımda.Bir buçuk saat boyuna gayet durağan bir şekilde ilerleyen, aralarda yüklü şekilde diyalog ve duygu veren film son yarım saatte bombayı patlatıyor.Aynı şekilde inanılmaz çekimler ve diyaloglarla güçlenen film, zaten ''hık'' desen ağlamaya meğilli olan halkımız için 1 e 1.Salonları terk edenler felan olmuş? Ne iş ? Canınız mı sıkıldı filmde acaba? Muhtemelen sinemadan anlayan kısım olarak düşündünüz ve ters ettiniz? Haksızmıyım?

Yukarıda yazdığım paragrafın dışında total olarak bakıldığı zaman türkiye çerçevesinde bu zamana kadar yapılmış en sağlam asker ve askerliği konu alan filmlerden bir tanesi.Yeri geldi siyaseti de eleştirmiş, yeri gelmiş bozuk düzene laf sokmuş.Oradaki zorlukları süper olarak anlatmış.Askerliği 2 siah hareketi yapıp geri dönen yada basit bahanelerle askerlikten kaçanların gözüne ve daha açık olan başka yerlerine sokmaya çalışan ve bunun idrakını sağlamaya çalışılmış.Çok başarılı olmuşlarda bence.Herkezin farkına varması gereken gerçekler bunlar.

Sonuç; Film olarak fazla başarılı bulamadığım, ama içerik olarak TÜRK vatandaşı olan herkezin izlemesi gereken bir film.Kuş uçmaz kervan geçmez yere sen koymuşsun karakolu, önü açık, arkası açık heralde bi gece ansızın gelirler ve basarlar burayı yani.Komando felan hilaye adam hayatını dağda kazanıyor sen geliyosun 2 silah veriyosun eline adamlar ne yapsın orada?

Buna not vermek istemiyorum.Film olarak bakacak olursak not düşük olacaktır ama içerik olarak bakarsak tabiki önemli sahneler yapmışlar ve hani insan kayıtsız olarak kalamıyor bu sahnelere, en azıdan sahnelere..En iyisi siz izleyin, ama izlettirmeyin...

UnjustLucifer

5.04.2010

The Informant! [2009]

Hocam sen ne yaptın ya? Gerçekten artık Matt Damon konusunda seçici olma zamanları gelmiş.Şu an hayatımdan silmek istediğim 1 saat 48 dakikayı düşünüyorum.

The Informant 1990'ların başında yaşanan ilginç bir ajanlık hikayesini seyircisine yansıtacak. Bir şirkette üst düzey olarak çalışan müdür şirketinin müşterilerini dolandırdığını FBI'a bildirir ve kendi isteğiyle ajanlık yapmaya başlar fakat çaylak ajanın hastalıklı yapısı ve en önemlisi bu esnada kendi cebini de doldurması bütün iyi niyetine rağmen hapsi boylamasına neden olur.

Neresinden başlamamı istiyorsunuz? Arkadaşım ben neden hikayeyi başkasının ağzından duymak zorundayım? Damon film boyunca konustu, konuştu, konuştu... O konustukça siz mayıştınız daha sonra soğuk terler atmaya başladınız daha sora yakanızdan birer düğme daha açtınız en son don ve sütyenle felan kaldınız.Aynı ses tonuyla konusması ve arada filmle alakasız olarak hikayeler anlatması beni benden aldı, nereye verdi bilemiycem!

Senaryo yu kim yazdıysa eline sağlık ama kim piç ettiyse onun içinde bir teşekkür etmek gerekiyor heralde. Hadi başlarda kim gelin kim damat anlıyoruz zaten elde birkaç tane adam war.Ama daha sora olayın içine sabotajcı giriyor güya.Daha sonra FBI giriyor.DMA'nın adamları giriyor.Aileler işin arasına girdiği yetmiyor muş gibi bir de araya başka şirketler giriyor.Tamam ama başka şirketlerin aracıları giriyor.FBI'ın dinleme ekibi araya giriyor aman allaım burada eksik kalan bir tek aşk-ı memnu kadrosu olmuş heralde.Bir yerden sora size artık surat göstermeden sadece isimler hakkında anımsama yapmanız bekleniyor.Sizde mal gibi acaba bu kimdi ? Ben bunu hangi sahnede görmüştüm ? Şimdi bu buraya nerden geldi? Bunun görevi neydi gibi salak salak bakınıyorsunuz anca.

Yukarıdakine ek olarak söylemek istediklerim bunlarında yanında film o kadar sessiz sakin ilerliyor ki birşeyler olsun istiyorsunuz.Bir çekim hatası bulsam, kameramanın ayağı takılsa düşse felan istiyorsunuz.Canlandırma yok, herhangi bir abartma yok gayet böyle 15 kişinin günlük hayatını bir kameraya almışsın daha sonra üstüne 1990 lı yıllar diye yazıp, belirli belirsiz bir sıraya koysan bu filmi gayet rahatlıkla yaparmışsın, bu adamlar boşuna o kadar uğraşmışlar.

Matt Damon dan bahsetmemi istermisiniz? Invictus'u izledim. Peki bu ne ? Zaten birşey yaptığı yok ki ? Oraya bende çıksam biraz yapılı bir vucudum olsa siz anlamazsınız bile.Bütün film zaten bize masal anlatıyor.Anlattığı yetmemiş gibi heralde toplasam 3-4 mimik değişimi felan geçirmiştir.Nasıl bir nötr lükle anlatıyor hayal bile edemezsiniz.Ben Matt Damon'un; hollywood dünyasında figüran olduğuna inanan biriyim.Tabiki arada güzel filmlerine denk gelmedik değil, ama bu kesinlikle onlardan biri değil, çok özür dilerim.

Allahtan türkiyeye gelmemiş.Ne kadar mutluyum anlatamam.Not vermek istemiyorum, emeğe saygısızlık olucak.Sakın izlemeyin bu filmi.Sakın download dahi etmeyin.Sakın afişine bile bakmayın hatta.Hipnoz etmek istiyorsanız birini yada sevmediğiniz biri sizden film tavsiyesi istiyorsa, söyleyin gitsin ;)

UnjustLucifer

4.04.2010

Brooklyn's Finest [2009]

Bazı filmleri gördüğünüz anda izlemek istersiniz.Aksiyon filmlerini çok seven bir izleyiciyseniz , şu kadroyu gördükten ve yönetmenin Antoine Fuqua (Training Day) olduğunu bildikten sonra bu filmi izlememeniz için hiç bir nede yoktur sanırım.

Filmden bahsetmek istersen bizlere 3 tane farklı polisin, şuç merkezi Brooklyn deki maceralarını anlatıyor.Bizde yazımıza buradan başlayabiliriz.Şöyle teker teker karakterleri inceledikten sonra film hakkında biraz genel birşeylerden bahsedip yazıyı bitirmek istiyorum.Filmi elbette izlemek isteyen yoğun bir topluluk olacaktır ve bu zevki kaçırsınlar istemem.

Richard Gere artık mesleğinde 22 seneyi doldurmuş ve 7 gün sonra emekli olmayı seçen bir karakter.Elbette emekli olacağı günler geldikçe elini, eteğini işten iyice çekerek bir an önce emekli olmalı bekliyor.Emekliliğin son günlerinde yanına çaylak bir polis memuru veriliyor ve önce onunla birlikte yaşadığı macerayı görüyorsunuz.

Söylenmesi gerekenlerden bahsedelim biraz.Gere'in bir mutsuzluğu var ama siz bunu film boyunca anlayamıyorsunuz.Diğer polislerinde elbette bazı sorunları war, bunlara değinilmiş ama Gere tam olarak ortada kalmış.Diğer 2 polisin hayatı bir o kadar heycanlı geçerken, bizim Gere'in hayatı bir o kadar durgun geçiyor.Bir tek filmin sonlarında yaptığı biraz atraksiyon yaratıyor.Mutsuzluğun nedenini anlayamadığımızdan dolayı filmde havada kalan bir karakter gibi olmuş.Birşeyler yapmak istiyor ama eli gitmiyor.Olaylara bulaşmak istiyor ama bulaşamıyor, sanki birşeyler onu engelliyor gibi...

Ethan Hawke; polis memurumuz kirli polis.Zamanında yapılan bir uyuşturucu operasyonundan sora ortada bir miktar paralar dönüyor ve bunları cebe indirmeye başlıyor ve dahasınıda istiyor.Tabi ki burada bir takım arkada kalan nedenlerden bahsedebiliriz.Bir sürü çocuğu var ve 2 tane daha geliyor.Para gerekiyor.Karısı ikizlere hamileyken astım hastalığına yakalanıyor ve bir an önce para bulup oradan taşınması gerekiyor.Zaten bir sürü pisliğe bulaşmış durumda kendisi ve ailesinin başına gelen herşeyden kendisini sorumlu tutan bir karakter.

Son olarak D.Cheadle; gizli ajan.Şebekeye bir şekilde bulaşmış mesleğinde hızla yükselen bir gizli polis filmde. Girdiği şebekenin içinden bir an önce kurtulmak istiyor ama daha sonralarında 8 yıldır görmediği eski arkadaşının da dahil olduğu bir işi açığa çıkarmasını istemeleri ile ortalık iyice karışıyor.Hemen burada belirtmek isterim ki; BMW'ya bayıldım...

Bildiğimiz klasik hırsız kaç-polis tut, yada kirli polisi bulana benden hediye tarzı filmlerden olmaması filmi beğenmeniz için en büyük neden.Ama tabiki ortada konusulması gereken birkaç nokta var ve ben bunlara dokunmaden geçemiycem;

Gere'in son sahnelerde birşeyler yaptığı adam ( spoiler ) nasıl oluyorda 100 kaplan gücünde ortaya çıkıveriyor.Ya gerçekten güzel bir film denemesi yapmışsınız ve farklı olmuş ama neden bu tür sahnelere gerek duyuyorsunuz?

Ölen polis memurunun ailesine 100k verildiğini film içinde gayet net bir şekilde söylüyorlar.Peki Hawke görev başında değilken öldürüldü.Bunun açıklaması nasıl olacaktır?

Evet gerçekten çok çok iyi bir kadro var filmde.Hepsinden teker teker sözetmek imkansız ama Hawke ve Gere'in oynadığı karakterler filmde biraz öne çıkmış.Hawke kısmında biraz problemler başgösteriyor.Belirli tutarsızlıklar var gerçi ama artık herşeyi incelemeye kalkarsak, iş içinde çıkılmaz bir duruma gireceğinden bundan bahsetmiyorum.Yukarıda da aynı şekilde söylemiştim 3 tane farklı polisin birbiriyle birleşmeyen hayatlarını anlatıyor.film içinde sahnelerde hepsi birbiriyle denk geliyor ama bu sadece bir denk gelmekten ibaret.Birbirlerinin hikayelerinde bir rol sahibi değiller.Gerçekten bir aksiyon filmi olduğunu tartışırım ama sürükleyici bir film olduğu kesin.2 saat 12 dakika boyunca acaba neler olcak diye bekliyorsunuz.Sürükleyici bir film dedim, ama ilk 50 dakikayı hesaba koymadan söylüyorum.Eğer ilk başları izlemeden sadece son yarım saati izleseniz filmi az çok çözebilirsiniz.

Sonuç olarak bence başarılı bir deneme olmuş.Çok büyük mantık hataları yada çok fazla tartışılacak şey yok.Evet, var ama bunlarıda artık görmezden gelmek gerekiyor.İzlemenizi tavsiye ediyorum.Türkiyede sinealara geldi mi, gelecek mi hiç bir bilgim yok bu konuda ama en azınan DVD yada HD olarak indirilip izlenmeyi hak eden bir film.Notum 10/7.5

UnjustLucifer

The Secret In Their Eyes [2009]

Müebbet Yer Demiştin...

Bunu başta söylemem ne kadar doğru yada ne kadar yanlış tartışmıyorum ama herkezin mutlaka izlemesi gereken bir film olduğunu söylemek isterim.Hollywood'un gereksiz ve olağan senaryolarından sıkılanlar, biraz farklı bir tad arayanlar ve klişeden kurtulmak isteyenler, lütfen buradan yakın

1999 yıllarında gerçekleşen bir olayı geriye dönük olarak anlatmış olan yönetmen 1974 yıllarına kadar gitmektedir.1974 Haziran ayında hükümete bağlı bir görevli olan Benjamin Esposito, Buenes Aires'teki bir tecavüz vakasını araştırmak üzere görev alır ve suç mahaline vardığında bu vahşet karşısında dona kalmıştır.Esposito katili bulacağına ve adalet karşısına çıkaracağına yemin etmiştir.

Farkettim ki son zamanlarda film kritiği yapmak yerine filmi daha çok anlatıyorum ve bu izleyici kitlesini bence olumsuz yönde etkileyecek bir hamle.Bu yüzden, hazır böyle güzel bir film elimin altına gelmişken bu alışkanlığı bırakıp filmin genel olarak eleştirilerini yapıp, can alıcı sahneleri anlatmaktan kaçınacağım.Evet yukardaı dendiği gibi Esposito filmde 2 farklı karakter oluşturuyor aslında.Şöyle;

1999 yılında , 1974 yılında olan olayı tamamen çözmek ve bunu romanına aktarmak istemektedir.Tam olarak hatırlamıyorum ama; Irene olması lazım, eskiden aşık olduğu bir kız var ve bunuda bağlamak istiyor.Yani biz filmi 3 ana parça üstüden inceleyebiliriz aslında.1999 yılını bize anlatırken aynı zamanda flashbackler sunarak geçmişte olayın ne olduğunu, hangi zamanda ne gibi gelişmeler olduğunu, kişileri felan tanıttıktan sora film başlamış oluyor.

İlk önce cinayeti anlıyoruz ve çözmeye çalışıyoruz.Yukarıdada dediğim gibi kişiler, karakterler olay örgüsü anlatılıyor ve daha sonra bu olayın içine Esposito ve Irene'nin aşk macerası karışıyor.Filmin cinayet kısmında karısı öldürülen adamın karısına ne denli bir aşkla bağlı olduğunu görmek zorundasınız.Klasik olarak görülmeye değer gibi laflar kullanmayacağım.Buradan yola çıkarak Esposito'nun aşkınında ne denli kuvvetli ama bir o kadar korkak olduğunu görüceksiniz.

2. kısımda cinayet bir şekilde sonlanıyor ve film bu sefer 3cü parçaya yani 1999 yılına geçiyor.Esposito olayın üstünden 25 yıl geçmesine rağmen halen açığa kakvuşmayan birşeyler olduğunun farkına varır ve bunu tamamen çözmek ister.İşte bu anda olanlar olur ve filmin ne denli inanılmaz olduğunu gözlerinizle görmelisiniz!...

Vallaha son zamanlarda ''shutter island'' filminden sora izlediğim filmler arasında en iyilerden biri, hollywood yapımlarını çıkartırsak açık ara en iyisiydi.Zaten hollywood davasını bir kenara atarsak avrupa sineması çapında izlediklerimden ilk 3 e rahatlıkla girerdi.Filmin senaryosu inanılmaz yazılmış ve oynanmış.Ama sahne geçişlerini o kadar güzel ayarlamışlar ki siz nerede kaldığınızı ve nasıl devam edeceğini yada buraya nasıl geldiğinizi asla unutmuyorsunuz.Film zaman zaman biraz fazla yawas ilerliyor ama artık o kadarcıkta olur diyorsunuz.

Filmi beğenmeyen bazı insanlar war.Elbette beğeniye açık bir film, ama şöyle bir açıklama yapılması gerekiyor yada ben öyle hissediyorum.Shutter ısland'ı beğenmediyseniz anlamamışınızdır.O zaman gidip Recep Ivedik izlemeye devam edin.Ama bu filmi beğenmediyseniz, bir daha Hollywood yapımı filmlerden başka birşey izlemeyin!

Film, 2010 senesi Oscar Ödülleri'nde EN İYİ YABANCI FİLM dalında Oscar'ı kazanmıştır.Hemen bunuda ek not olarak söyleyim.Not konusuna gelince ilk defa çok kararsız kaldım.Sanırsam 10/7.8 bu filme yeterli olacakktır.Filmin sonu gerçekten görülmeye değerdi!

UnjustLucifer

1.04.2010

Das Experiment [2001]

Deney, bilim adına bir oyun olarak başlar. 20 adam; iki hafta; 4000 Mark para uğruna bir oyun oynarlar. Oyun yapay olarak oluşturulmuş bir hapishanede insanın saldırgan davranışlarının araştırılmasıdır.

8 kişi gardiyan, 12 kişi mahkum olur. Mahkumlardan kurallara uymasını isteyen gardiyanlar bunu sağlamak için şiddet uygulamak dışında herşeyde serbesttir.Oyun oynanmaya başlar ve olaylar karışık boyutlara ulaşır... Hem de çok karışık.

Hemen söylemek istiyorum,yukarıdaki 3 paragrafı hazır olarak aldım çünkü o kısımda anlatılması gereken yada eleştirilmesi gereken fazla bir nokta yok.Ben hemen filme geçmek istiyorum.

Önce gereksiz noktalara dokunmak istiyorum.Filmde bir siyah kutumuz war mahkumları adam edebilmek adına oraya konmuş ama ben filmde şöyle bir açıklama buldum.Bu siyah kutumuz ses geçirmeyecek kadar yalıtım edilmiş ama içeride hava alabiliyorsun.Peki merak ettiğim nokta, ses geçirmiyorsa eğer, nasıl içeride hava alabiliyorsun? Bilmiyorum belki bunun bir mantıklı açıklaması vardır ama..

son sahnelerde bir kavga geçiyor ve kavga sırasında, herkezi döven ordu patentli adamımız bacak arkasına aldığı bir darbe sonucunda baygınlık geçiriyor.Evet bu sahnesi özellikle izledim, acaba başka birşeyler olabilir mi diye ama bir insan bacağına aldığı bir darbe sonucu baygınlık geçirebilir mi? Çok dikkat ettim, darbe bacağa geliyordu vucudla alakası bile yoktu.Eğer böyle olacaksa, kick boks yapanların ring de olması gerekiyormuş.

Kaza sahnesini hatırlayanlarımız var mı? Bir mustang, mercedes marka bir arabaya sağ arka çamurluktan gayet dümdüz bir açıyla çarpıyor.Şimdi eski mustangleri düşünürsek tamam biraz burun farkları var ama öyle bir şiddetli vuruşmaya karşın arabanın nasıl ön farları bile kırılmaz çok merak ettim.

Evet filmi biraz dibe batırdıktan sonra, şimdi nasıl birşeyler izlediğimizi anlatalım.İnsan psikolojisi üstüne çekilmiş bir filmden bahsediyoruz.Çok dar alanda çekilmesi yetmiyormuş gibi birde dar mekanlar kullanılmış.Filmi şöyle özetlemek isterim; insan psikolojisini yansıtan ve bu konu hakkında deney yapıyorlar.Baskı altında insanların nasıl değişebilceğini göstermeye çalışmışlar.

Olaya 2 taraf açısından bakmak gerekiyor.Gardiyanların başlarda ne kadar rahat davrandığını görüyorsunuz.Ama daha sonraları kendilerini saymayan mahkumlara karşı davranışları bir anda değişiyor.İşte burada kişisel egolar ve içlerindeki manyaklıklar ortaya çıkıyor ve davranışlar değişiyor.Herşeyi bir sınama olarak sanıyorlar ve buna göre kendilerini adapte etmeye çalışıyorlar.

Mahkumlara bakarsak eğer; altta kalma duygusunu ortadan kaldırmaya çalışan bir grup adam eğiliminde.Önce otoriteye karşı geyik geçtiklerini hatırlayalım.Daha sonra işler sertleşince onlarda otoriteye karşı baş kaldırma yapıyor.Normal olarak altta kalmak istemeyen mahkumlarımızda isyan çıkartıyor.Tabi bu durumda aslında insanların baskı altında sadece hareketlerinin değil, psikolojik olarakda değişimlerini rahatça görebiliyorsunuz.Hatırlarsanız lütfen ve siz diye birbirleriyle ilişki içinde olan gardiyanlar bir zaman sora psikolojik problemler yaşıyor.

Bunların dışında gardiyan görevlisinden bahsetmek istiyorum.Sleepers filmini eğer izlediyseniz, oradaki K.Beacon'un rolünü hatırlarsınız.Tüm zamanlarda gördüğüm en gaddar gardiyan rolü ödülünü kesinlikle ona veriyorum.Aklıma Green Mile'deki gardiyan da geldi tabiki ama o daha açımasızdı. ''What do u want?'' sorusunu soran bir çocuğa ''A blowjob'' cevabını verecek cinsten bir roldü.Zaten o rolden sora kendisi bolcana psikolojik destek aldığını söylemişti.

Sonuç olarak izlenmesi gereken bir film kesinlikle.Asla sıkmıyor, süresi gayet ayarında.Notum 10/7.6

UnjustLucifer