29.06.2010

Chinatown [1974]

Olur, böyle şeyler Jack, burası Chinatown!

Kısa bir özetle başlayalım hemen; Eski polis Jake Gittes özel dedektif olarak çalışmaktadır. Los Angeles'ın su idaresinden sorumlu Hollis I. Mulwray'i takip etmek için eşi Evelyn tarafından kiralanır. Evelyn eşinin kendisini aldattığını düşünmektedir. Takibe başlayan Jake gerçekten de Hollis'in başka bir kadınla beraber olduğunu görecektir. Ancak olaylar beklediği gibi gelişmez. Hollis gizemli bir şekilde öldürülür. Jake olayın peşini bırakmaya yeltense de, bir karabasanın içine düşmüştür. Olaylar onun yakasını bırakmayacak, Evelyn sandığı kadının Hollis'in gerçek eşi olmadığını anlayacak ve her şey daha da çetrefilleşecektir.

Bundan sonra zaten çoğu kişi tarafından izlenmiş bu filmi kritik etmeye değil, daha çok tanımaya ve biraz izlenimlerden bahsetmeye doğru yol alalım. IMDB puanı baya yüksek ve çoğu kişi tarafından beğenilmiş bir film. Elbette bende beğendim ama Polanski yapımı olan bu filmde büyütülecek bir şey bulamadım. Bu filmin basit ya da gereksiz olduğunu göstermek gibi bir şey değil yanlış anlaşılma olmasın, sadece ben biraz daha yüksek beklentilerle izledim belki de, belki de yıl 1974’tü.

Öncelikle gayet güzel bir senaryo olmuş. Klasik olan Polanski özelliği sayesinde filmin ilk kısımları baya yavaş gidiyor ve ben bu tarz filmleri çok fazla sevemedim ne yazık ki. Konuyu yavaş yavaş vermek ile filmin yavaş olması arasında fark var elbette. Hızlı ilerleyen bir konuyu siz yavaş işlerseniz 3cü viteste kendini zorlayan Ferrari ye binmiş gibi hissedersiniz ne yazık ki. Senaryosu gayet güzeldi, hatta baya güzeldi. Polisiye filmlerin binlerce örneklerini izledik, neler gördük geçirdik. Ama hiçbir polisiye filmde ensest bir ilişki gördüğümüzü ben hatırlamıyorum. Evet, işte size gerçekten ilginç şeyler sunan bir film. Takdir ediyorum.

Bunların dışında sonuna kadar izlenmeden anlaşılamayacak bir film olmasını da başarılı buldum. İşte abartılan nokta da tam burada başlıyor. Daha önceleri çok kez söyledim, film sonları elbette tahmin edilebilir ama ben zevkin azalacağından dolayı bundan kaçınan biriyim. Filmin sonu evet gayet mükemmeldi. Gerek izlediğimiz sahnelerin ana karakterle bağlantısı, geçen diyaloglar ve o bitiş gerçekten güzeldi ama herkesin abarttığı kadar değildi, ya da olmadığını anladım.

Jack üstada bir şey söylemek gerekiyor mu? Bence gerekmiyor ama takdir adına bir şeyler yazmak gerekiyor. Filmin 3/4 lük kısmında burnunda bandajla oynayan Jack babaya bir kere daha saygılar. Çok çok üst seviye bir oyunculuk göstermiş bizlere. Aynı anda ona yardımcı olan Dunaway ve John Houston da gayet iyi oynamışlar.

İyi senaryo, iyi kurgu, 1974 yılının esintiler, Jack ve oyuncu kadrosuyla beraber izlenmeyi hak eden bir polisiye film. Çok merak ettiğim bir nokta daha var.(Normal olarak) etrafta şu aralar ya da son 1 yılda gezinen 3cü sınıf polisiye kovalamacılarını izleyip de, en iyi film olarak gösteren sayın izleyiciler acaba bu filmi izledikleri zaman ne düşünecekler? Notum 10/7.5

UnjustLucifer

27.06.2010

The Conversation [1974]

Hocam bu nasıl bir filmdi. İzlencekler listemde baya alt sıralarda duran bir filmi kendisi. Ama bir anda izleme isteğim ve bu filmi bana ulaştıran tedarikçi arkadaşıma da çok teşekkür ediyorum.

İşinin ehli bir gözetleme uzmanı olan Harry’ye (Hackman) esrarengiz ve çok güçlü bir işveren tarafından, genç bir çifti takip edip casusluk yapma görevi verilir. Çiftin konuşmalarını teybe alan Harry, hayatlarına bir şekilde dâhil olup, dinlediği bu insanların bir cinayete kurban gideceğinden şüphelenmeye başlar. Bir yandan kendi karmaşık iç dünyası ve münzevi hayatının hastalıklı yönleri; bir yandan geçmişinde yaşadığı kötü deneyimler, Harry’nin elindeki işi bir takıntıya dönüştürmesine yol açar. Yaptığı işi sorgularken, ölümcül bir paranoya onu yok etmek üzeredir.

Filme yapılan bir kayıtla başlıyoruz. Gayet durağan ilerleyen bir film var karşımızda.2 saate yakın bir süre içerisinde filmde öncelikle karakterleri tanıyoruz. Daha sonra bu iyi takipçi adamdan bir kız ve oğlanın takibi ve bunların kayıtlarını istiyor. Adamımız bunu yapıyor hazırlıyor ama içinde tek bir lafa takılı olarak bir paranoya kalıyor. İşte filmin lafını size tam burada söyledim ''Paranoya''.

Film gerçekten paranoyalar üstüne kurulmuş. Bizim adamın durumunu izlediğiniz zaman zaten anlayacaksınız. Her şeyden bir kıllanma durumları var. Her şeyi 2 kere inceliyor. Kendini bile sorgular bir duruma geliyor. Kendisine soru sorulmasından da hoşlanmıyor ve dahası.

Gerçeğin her zaman çarpıtılabileceğini anlatan bir film olmuş. İşte tam burada kelimeleri ve ifadelerimi çok çok iyi seçmem gerekiyor çünkü gerçekten filmi mahvetmek istemiyorum. Hatta ben en iyisi biraz daha genel bilgiyle devam edim. Yıllar bana biraz sakat geldi. Araştırıp baktıktan sonra o yıllar, hatta tam filmin yapıldığı yılda Watergate skandalının patlak vermesi bu filmin baya bir altlarda kalmasına neden oldu. 2 baba filmi arasına yönetmenimiz hemen bu filmi sokmuş ve kariyerinin zirvesine ulaşmıştır herhalde.

Gene Hackman ve H.Ford u izlemek büyük bir zevkti. Özellikle Ford'un gençlik halleri çok ilgi çekiciydi. Filmde adının geçtiğini bilmesem, büyük olasılıkla filmde onun oynadığını anlamazdım. Sonuç olarak film inanılmaz bir sonla bitiyor. İşte bir filmden beklenen budur. Sonunda alıp sizi başka bir yerde bırakıyor ve siz öylece kalıyorsunuz.1974 yapımı filan diyip izlemezlik etmeyin. Baba filmini nasıl izliyorsanız bunu da aynı şekilde laf söylemeden izlemeniz gerekiyor.
Notum 10/8.7 olacak. Biraz yüksek gibi gelebilir ama burada bahsedilemeyecek ufak tefek eksiklerin dışında komple bir film. Kaçırılmaması gerekiyor

UnjustLucifer

22.06.2010

A Nightmare on Elm Street [2010]

"one, two, freddy's coming for you.
three, four, better lock your door.
five, six, grab a crucifix.
seven, eight, better stay up late.
nine, ten, never... never..."

1984'te çok tanınmış bir yönetmen olmayan Wes Craven'in, çok tanınmış bir firma olmayan New Line Cinema ile işbirliği sonucu ortaya çıkardıkları bu filmin daha sonra büyük bir seri olacağını ve ana karakter olan Freddy Krueger'ın daha sonra büyük bir fenomen olacağını, eminim onlar da tahmin etmiyordu ama oldu! Bugün, bir dönemin kabuslarını süsleyen, sinema tarihinin en orijinal karakterlerinden biridir Freddy Krueger. A Nightmare on Elm Street serisi ise, sinema tarihinin kendi dalında en başarılı serisi, genel anlamda da en başarılı bir kaç serisinden birisidir.

Kanal D, ben ortaokul son sınıfa giderken vermişti 7 filmini serinin. Tabii türkçe dublaj ile izliyorduk o zamanlar. 13-14 yaşlarındaydım ve gerçekten de o zamana kadar izlediğim en korkunç aynı zamanda kendime en yakın hissettiğim karakterdi Freddy. Aykırı olanı her zaman severim, Freddy'de bunlardan biriydi. Cuma'dan Cuma'ya yayınlanırdı film. Herkes Beyaz Show'u izleyip yatarken, ben herkes yattığı zaman geçerdim televizyon başına, çünkü Elm Sokağı'nda Kabus başlardı Beyaz Show'dan sonra. O zamanlar msn furyasının yeni yeni çıktığı dönemlerdi ve benim aldığım msn adresi de, Freddy Krueger'lı bir adresti. Onu da uzun yıllar kullandım, işte o kadar hayrandım Freddy'ye.

Yeni filmi gelmiş, remake yapılmış dediler. Gittik izledik. Konusu bilindik. Los Angeles'ta daha önceden birbirleriyle bağları olan ama bunu bilmeyen bir grup genç, teker teker anlamsız şekilde ölmeye başlar. Ölümlerinin tek sebebi yıllar önce bir çocukların okuduğu ana okulunda, bahçivan olan Freddy Krueger'dır (Jackie Earle Haley). Çocukların aileleri, Freddy'nin çocukları taciz ettiğini düşünür ve olayı kendi aralarında halletmek isterler. Freddy'yi bir gece kovalarlar ve saklandığı yeri ateşe verip yakarlar. Yıllar sonra Freddy çocukların kabuslarında geri döner ve onları kabuslarında birer birer öldürerek intikam alır. Ancak çocuklar, Freddy'nin zayıf noktasını bulurlar ve değişik bir final bizleri bekliyodur.

Sinemada bu filmi izledikten sonra, 1984 yapımı olan filmi yeniden indirip izledim. 1984'teki atmosfer şimdiye oranla çok daha kötü tabii ki. Aradan 26 yıl geçmiş, teknoloji oldukça ilerlemiş. Ancak bu senaryo o zaman çok orijinal iken, şimdi klişelerle dolu bir senaryo. Yani arada bir kıyas yapacak olursak, o zamanki oyunculuklar kötü, bu zamanki oyunculuklar nispeten daha iyi. O zamanki efektler hiç inandırıcı değil, bu filmdeki efektler harikulade ama o film, bu filmden çok daha iyi çünkü o Freddy'den bu yana, aynı klişelerle onlarca korku filmi çekildi. Ayrıca bu film, o filmin copy/paste'i gibi sanki, ki bence buna hiç gerek yoktu. Bir çok sahne birbirinin kopyası. Hani şimdi izlediğimizde o filmden korkmuyor olabiliriz, korkanlar vardır belki ama ben korkmadım. Senaryo bayat gelebilir, oyunculuklar inandırıcı olmayabilir vs. Ama 1984 yılında öyle bir film izlediğinizi düşünün, aradaki farkı anlayacaksınız.

Bir de en önemlisi Freddy Krueger var tabii. Bu filmden çıktıktan sonra şunu anladım, ben Elm Sokağı Kabusu hayranı değilmişim. Freddy Krueger hayranı ise hiç değilmişim. Ben büyük bir Robert Englund hayranıymışım. 2010 yılında Freddy'yi oynayan Jackie Earle Haley kesinlikle kötü bir oyuncu değil. Ancak Freddy işini kotaramamıştır nokta! Bizim bildiğimiz Freddy, öldürürken eğlendiren Freddy idi. Konuşurdu, gülerdi, alay ederdi. Bu Freddy ise çok daha zalim, çok daha sessiz. 1-2 sahnede espri yapmaya çalışıyor ama onlar da yetersiz. Evet, korku ögesini arttırmak adına bu Freddy bilerek daha zalim yapılmış, 1984 yapımı ile aralarındaki en büyük fark da bu ama olmamış efendim, vallahi olmamış. 1984 yapımından bugüne gelen en büyük oyuncu tabii ki Johnny Depp. Bugünkü filmde ise yan karakterlerden erkek olan iki arkadaşımızın oyunculuğunu beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Quentin'i oynayan Kyle Gallner, The Haunting in Connecticut'ta iyi bir iş çıkarmıştı. Keza Jesse'yi oynayan Thomas Dekker'da My Sister's Keeper'da rol aldığı ufak bölümde çok iyiydi ama burada, ı-ıh olmamış. Nancy'i oynayan kızımız ise nispeten sıyrılmış diğerlerinden. 1984'teki yapmacık Nancy, Heather Langenkamp'a göre çok daha iyi tabii, eheh.

Özetle, biraz Psycho'ya benzettim ben bu remake'i. Alfred Hitchcock'un efsanevi 1960 yapımı Psycho'su o zaman sinema tarihinde çölde bir vaha etkisi yaratmıştı. Gus Van Sant, 1998 yılında bu filmin çoğu sahnesi aynı olmak üzere bir remake'ini çekti ve hayal kırıklığı. Sanırım diğer 3 filmi de çekmeyi düşünmüştü tekrardan ama 1.si hayal kırıklığı olunca kalmıştı öylece. Bir de Anthony Perkins'in Norman Bates'iyle, Vince Vaughn'un Norman Bates'i arasındaki dağlar kadar fark var tabii. Bu sefer de aynı olaylar karşımıza A Nightmare on Elm Street'te çıkıyor. 1984'te Wes Craven'in efsanesi, 2010'da Samuel Bayer'in remake'i ve hayal kırıklığı. Amaç, sadece para kazanmak. Diğer filmleri de çekmeyi düşünüyormuş Bayer ama sanırım bu filmin eleştirilerinden sonra bu düşüncesinden vazgeçer. Bir de Robert Englund'un Freddy'si ve Jackie Earle Haley'in Freddy'si var tabii. Bu adamın, bu filmin hayranıysanız, gitmeyin efendim. Freddy aklınızda hala bir büyük karakter olarak kalsın. 4/10

Beercholic

19.06.2010

From Paris with Love [2010]

Filmi anlatmak için sadece şunu yazmak heralde yeterli olacaktır.Paris'teki ABD Konsolosluğu'nda çalışan genç bir adam, terörist bir saldırıyı önlemek için FBI ile işbirliği yapar.Bitti...

Neresinden başlamak gerekiyor.Zaman vardı artık finalleride atlattık, yapılcak birşeyler gerekiyor insana tabiiki gezmek bir yere kadar.Elimin altında yeni inmiş olarak bulunan bu filmi bende hemen tüketmek istedim soğuk bir kolaymışcasına.Ama boğazımda kalacağını tabiki bilemezdim.Sinemalara yeni gelecek bir film ya da geldi tam olarak bilmiyorum, takip de etmem zaten...

Parise ajanımız geliyor ve organize olmuş bir şebekeye, devletin bir kısmı oluyor bu; karşı bir olayı çözmeye çalışıyor.Film ilerledikçe bir bakıyoruz ki gelen bu ajan fena bir ajan.Ortalığı dağıtmakta üstüne yok.İlk kısım açıkçası baya bir sıkıcıydı ama 2. kısma geçtiği zaman kendi kendime ''ohh be en azından ucuz aksiyonumuz burada'' dedim.

Senaryodan bahsedeyim kısaca, çooook klasik bir konuyu bize yutturmaya çalışmışlar, bir aksiyon filminde daha doğrusu baya sıradan bir aksiyon filminde olması gereken herşey burada.Bitmeyen şarjörler, bir anda arkasını görmeler, duvarlardan geçmeye kadar herşey düşünülmüş.Ama araya biraz mizah koyarak bence amaca hizmet etmeyi başarmış.Bundan sonra bu tarz filmleri katagorisel olarak değerlendirmenin daha iyi olacağına karar verdim.Bu filmin amacı ne? gidip gişe yapması yada sinema tarihine geçmesi zaten beklenilmiyor.Sadece insanlara biraz olsun eğlenceyle beraber aksiyon vermek ve keyifli vakit geçirtmek.Süper amaca ulaşmış, tebrik ediyorum.

Travolta hocamız rol için biraz kilo almış ve uymuş role.Pasparlak kel kafasıyla role gitmiş.Ne yazık ki artık Travoltayı böyle sıradan yapımlarda daha fazla görür olduk ki bu beni üzüyor.Ama elbette iyi oynadığını söylemek gerekiyor..Onun yanında dikkat çeken başka bir nokta var.Şu anda adını hatırlayamadım ve bakmaya üşendim ama başroldeki 2 kişiden biri olan diğer oyuncumuz J.Depp'e inanılmaz benziyor.Ne tür bir benzerlikten bahsediyoruz, ağız ve dudak yapısından başlayarak saç şekillerinden bıyık duruşuna kadar baya bir benziyor.Ayrıca daha dikkat çekici bir nokta daha var.Depp'i anlat bana dediğim zaman ne söylersiniz? Mimiklerden ve daha çok feminen olan hareketlerinden bahsederiz.Bir anda gülerden, hemen ciddi surata geçişleri mesela meşhurdur.Bunları taklit ettiği gibi gereksiz bir noktayı geçersek, harbiden çok benziyor..İlginç..

Fazla söylenmesi gereken birşey yok sanırsam hatta filmden daha da uzaklara gidiyoruz yazdıkça.Siz keyifli bir aksiyon filmi arıyorsanız izleyeceğiniz ekran başında, download edin ve izleyin.Not vermeye gerek yok sanırsam.

UnjustLucifer

16.06.2010

Malice [1993]

Ezel dizisindeki Ramiz Dayı, double twist çekmeyi herhalde bu filmden öğrenmiş olmalı.Başrollerini Kidman,Baldwin gibi oyuncuların oynadığı güzel bir film izledim..Sakin bir hayat süren üniversite dekanı Andy Safian’ın (Bill Pullman) huzurlu dünyası korkunç bir şekilde alt üst olmak üzeredir. İki kız öğrenciye tecavüz edilip, bir üçüncüsü öldürülünce, polisin baş şüphelisi haline gelir. Evde faturalar yığılmakta, güzel karısı (Nicole Kidman) ciddi mide krampları geçirmekte ve şeytani derecede yakışıklı yeni kiracı (Alec Baldwin) gece geç saatlerde düzenli olarak hemşirelerle eğlenmektedir. Andy tüm bu olayların birbiriyle bağlantılı olduğunu bilmektedir... Ve hayal bile edemeyeceği kadar ölümcül bir şeyle karşılaşmak üzeredir.

Film başlarda biraz karmaşık gibi gözüktü ama biraz ilerledikçe, karmaşıklığın rollerin kimler olduğunu ve fonksiyonlarını belirtmedeki eksiklikten kaynaklandığını anladım. İlk 30 dakikayı biraz sabırlı bir şekilde atlattıktan sonra filme yön veren bari değişiklikler oluyor. İşte o zaman asıl konuya sizde dâhil oluyorsunuz.

Seri cinayetlerden konu açılıyor. Bende, daha önce filmi izleyen insanlar gibi önce bu cinayetlerin arkasından neler çıkacak acaba, kim polis diye düşünürken birden işin içine cerrahi operasyonlar giriyor. Burada anlıyorsunuz ki bu film böyle gitmez. Daha sonra katilimiz bulunuyor. Burada bir sorun olacak? Katil ne ayak? Filmle uzaktan yakından alakası yok, oraya sadece akıl çelmesi ya da ilgiyi önce başka yerde toplayıp, daha sonra bakın nasılda dağıttık der gibi bir durum yaratmışlar ve ilginç olmuş açıkçası rahatsız etmedi.

Olaylardan ve twist den bahsetmek istemiyorum, çünkü gerçekten 1993 lü yılları düşünürsek, kaliteli ve o yıllara göre güzel bir film yapmışlar. Yalnız bir nokta vardı ki bütün filmi mahvetti. Şu filmin, gerçek bir yönetmenin elinden bir ''remake'' olarak çıkmasını gerçekten isterdim. Bunu buraya yazmak istiyorum, isterseniz buradan sonrasını okumayabilirsiniz!

Kızımız banyoda birtakım ilaçlar alıyor. Tam bu sırada genç cerrahımız geliyor ve işte sahne. Evlerinde yabancı olarak kalan biri banyonuza nasıl bu kadar rahat gelebilir. Diyelim bu denk geldi, ama daha sonra siz ilaçları alırken o göz göze gelme sahnesi ve birden kocası seslendiği andaki bakışmaları nasıl atlayabilirim ki? Filmin içine ettikleri an, işte tam bu andı.

Bunun dışında göze çarpan fazla şey yok. Elbette ki var ama zaten filme öyle bir kaptırıyorsunuz ki kendinizi, sadece izlemek istiyorsunuz ve daha fazla bir şey dikkatinizi çekmiyor. Sürekli değişken konulu filmlerden, sonunda ne olacağı belli olmayan filmden hoşlanıyorsanız bunu mutlaka izlemeniz gerekiyor. Film için ne zaman bitti diyorsanız, film oradan devam ediyor ve bitişe kadar büyük bir heyecanla ilerliyorsunuz.

Notum 10/7.5

UnjustLucifer

15.06.2010

Layer Cake [2004]

Bir arkadaşım ( hatırlamıyorum kim ) söylemişti bunu mutlaka izlemen gerekiyor diye ve bende izledim. Ufak hikâyesine geçelim hemen;

Kibar bir kokain satıcısı olan isimsiz kahraman, yıllarca polise yakalanmamayı başarmış, işinde profesyonel bir arabulucudur. İngiliz uyuşturucu mafyasında aranan bir isim olduğundan çalıştığı süre boyunca kendisine büyük bir servet yaratmıştır ve artık emekli olmayı planlamaktadır. Ancak, öncesinde bitirmesi gereken iki görev vardır: kayıp bir kızı bulmak ve yüklü miktardaki bir uyuşturucu nakliyesini başarıyla gerçekleştirmek. Son iki görevi de diğer işleri gibi sorunsuz mu geçecektir yoksa her şey birbirine mi karışacaktır...

Bu filmi izledikten sonra herkesin aklına hemen gelecek ilk soru, bunun yönetmeni kimdi? Guy Richie değil, hemen heyecan yapmayın. Matthew Vaughn adında bir adam ve bu onun ilk yönetmenlik deneyimiymiş? Gerçekten şaşırtıcı demi? İlk yönetmenlik deneyiminde öyle bir film yaratıyorsun ki yardımcı kadronla beraber bu filmi biz gidip, snatch ve lock stock gibi filmlerle karşılaştırabiliyoruz. Hatta bu kadroya RocknRolla yıda koyabilirim ama o baya bir zayıf halka olarak kalıyor ne yazık ki.

Tipik olarak bir kere izlediğinde; izledim diyebildiğin ve 2. kere izlediğinde anlayacağın filmlerden biri. Bu filmi ben 1 kerede anlarım diyen biri bile ( mesela ben ); biliyorum ki baya bir ayrıntı kaçırdım. Çünkü film baştan sonra doğru inanılmaz uyuşuk gidiyor. O kadar uyuşuk gidiyor ki sırf bazı sahneleri unuttuğunuzdan ya da karışık olduğundan filan değil, bu durağanlığın beyni uyuşturmasından kaçırıyorsunuz. Bu hoş bir şey değil ama bilinçli yapılmak istendiğini de sanmıyorum.

Bunun dışında başlangıçta 1-2 tane olan adam sayımız git gide artıyor. Sayılar çoğalıyor. Etrafta her yerde adam oluyor. Bazıları ölüyor yerine başkaları geliyor farklı rütbede adamlar geliyor, kadınlar geliyor sora gidiyor… Farklı hesaplaşmalar oluyor araya tetikçiler giriyor ve siz bunları takip etmek zorunda bırakılıyorsunuz. Bence çok eğlenceli bir film olmuş. Tabi ki takip ederken şu anda fark ettim o kadar fazla şey kaçırmışım ki, tekrar tekrar düşündükçe aklıma geliyor.

Eleştirmek istiyorum. Filmde her şey rayına oturur gibi gösterip daha sonra mahvettikleri o kadar sahne var ki. Şimdi şöyle açıklamak istiyorum evet bu filmi daha ilginç yapan bir etken olabilir ama sahneleri dağıtma konusuna katılmıyorum. Guy Richie direk filmi dağıtarak ilerliyor ve sona geldikçe toparlıyor. Ama biz belli bir konuyu ele alıp dağıttıktan sora son sahnelerde toparlamaya çalışıyoruz. Guy Richie yapımlarıyla belki biraz fazla karşılaştırdık ama bu onlara göre biraz daha anlaşılması zor ve ağır kalmış.

Daniel Craig'in açık ara en iyi filmi. Özelikle hayatında ilk kez adam vuran birini çok gerçekçi olarak oynamış ve kamera çekimleri de bize fazlasıyla yardım etmiş. Bunun dışında film süresince suratına takındığı çok ''cool'' simgesi zaten onun donuk bakışlarına çok iyi uymuş ve süper bir oyunculuk çıkmış. Zaten bu filmden sora BOND'dan yüksek bir kontratı hak ettiğini göstermiş.

Bunlarında dışında söylenebilecek fazla bir şey kalmadı. Size genel olarak filmden bahsetmek istedim çünkü buraya gelip filmi anlatmaya çalışırsam eğer hiçbir zevki kalmaz. Sizin keşfetmeniz her zaman daha iyi bir seçenek olacaktır. Biraz fazla Richie filmleriyle karşılaştırdım belki ama onlardan daha iyi bir yere konabilecek kalitede bir film. Filmden aldığım bir mesaj ise;

Pis işlere bir kere bulaştın mı eninde sonunda her şey eline yüzüne bulaşır ve bu işlerden emeklilik yoktur. Mutlaka ama mutlaka izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Filmin sonu da en az film kadar ilgi çekici olmuş. Evet, alternatif bitişler üstünde biraz daha çalışılabilirdi belki ama bizim izlediğimiz bu şekildeydi. İlk seferde anlamayabilirsiniz ama denemeye devam edin lütfen.

Benim notum ne olsun? 10/ 7,8 bu filme gider.

UnjustLucifer

12.06.2010

Tenderness [2009]

Güzel bir tatil vardı okulumun bana verdiği.Tatile gelirken manyak gibi film izleyeceğimden yanımda 24 tane film aldım.Normal olarak 3 günde 7 tane film izledim.Ama merak ettiğim konu niye bu tarz filmler bana denk geldi? Sanırsam aceleden baya bir seçmeden davranmışım.Şu filmi izlediğim için üzülsem mi, yoksa sevinsem mi bilemedim.

Bir kızımız var.Ailesiyle aralarında ufak tefek sorunlar.Bir tane piskopatımız war daha öncelerinde bir kıza tecavüz edip öldürüp daha sonra nehre salıvermiş ve hapiste.Birde bu piskopatımızın arkasından koşan bir R.Crowe umuz var.Filmde anlatılmak isteneni izleme sırasında çözmek gerçekten zor.Aslında film hakkında yazılması gereken fazla birşey de yok buraya.Bunu yazma çabasında olmak ise daha da zor bir iş şu anda farkına varıyorum.

Verilmek istenen benim çıkarttığım, bir sapık kurtulmak istiyor.Kendi yaptıklarından, geçmişinden kurtulmak istiyor.Sevebilmek istiyor belkide ama korkuyor aslında.Kız; kız sapığı sevmek, onun sevgisini kazanmak istiyor.İlk başlarda bana şöyle geldi; kız sevgisini vererek onu kurtarabilceğini sanıyor, bunun için birşeyler yapmak istiyor gibi geldi.Ama filmin sonunda anlıyorsunuz ki asıl olay bu değil.

Filmin sonunda ne oldu? Ben söyleyim kız kendini öldürdü.Kız, çocuktan kendisini sevmesini beklemiş, hatta tek istediği buymuş ama bu olmayınca atladı intihar etti.Budur...

Bunun yanında sormak istediim sorular var tartışmak istemiyorum.Bir ormanda ufak bir kulube var.Polis ormana geliyor ve kaçakları bulmak için neden ilk bakacağı yer bütün orman oluyor? Bir kız yüzme bilmiyor.Suya atlıyor.Kayıktan 23434 metre uzakta boğulmaya başlıyor ve neden kürek uzatıyorsun? Bile bile boğdular kızı ve sonrası? Kaçak ve polis arabaları yan yana koyuyorlar ve birbirlerini fark etmiyorlar? Biraz fazla tesadüf?

Bunun yanında R.Crowe sen ne yaparsın.Oscar ödüllü, film başına 20 milyon dolar gii fiyatlarla oynayan bir aktörün bu filmde işi ne? Bırakın başrol oynamayı, yan rolda bile zor izliyorsunuz zaten ki o kadar alakasız bir rol.Bıyıklarıyla resmen 60 lı yılların almanyasındaki ezik aile babaları gibi olmuş.Buna polis demeye şahit ister resmen.Bu role crowe yerine T.Lee Jones tarzında bir aktör olsaydı mesela daha iyi giderdi.

Ha sonuçta ne olcak, Crowe'un zaten yakın bir zamanda Robin Hood'u geliyor.onu izledikten sonra bu filmi kimse hatırlamayacak nasolsa.Notum 10/5... İzlensede olurrr, izlenmesedeee....

UnjustLucifer

11.06.2010

Born of The Fourth July [1988]

Oliver Stone'un Vietnam'a 'sol'dan bir bakış attığı 'Doğum Günü Dört Temmuz', muhafazakar görüşlü, içi Amerikan vatanseverliğiyle dolu bir gencin savaşa gitmesini ve gerçeklerle yüzyüze gelmesini anlatıyor. Tom Cruise filmdeki rolüyle Oscar adayı olmuş ve unutulmaz bir performans vermişti.

Film hakkında söylenebilecek fazla birşey yok aslında.Bende bu konunun yada bu filmin üstüne fazla gitmek istemiyorum.Filmin ne kadar iyi ne kadar kötü olduğunu tartışmak baya zor çünkü tamamen amaca hizmet etmesi için hazırlanmış bir film.Vietnam savaşının bitmesini isteyen bir topluluk var ve de işte ülkesi için savaşmanın ne kadar büyük bir şey olduğunu savunan kısım var.

Ama ne yazık ki herşey gözüktüğü kadar basit olmuyor.Sen ülken için savaşıyorsun,savaş gazisi oluyorsun ve ondan sonraki aldığın haklara, mahrumiyete ve kaybettiklerini görüyorsunuz.Ülke gaziler için hiçbirşey yapmıyor.Gazi oldu, tamam bitti deyip köşeye atıyor.Zaten filmin en can alıcı noktalarından biride burasıydı sanırsam.Arkadaşıyla konusurken, ''ben herşeyimi verdim savaşa gittim ama aptalmışım.Şu anda hiçbirşeyim yok ve eğer seçme şansım olsaydı topuğumdan yediğim mermiden sonra bir daha ayağa kalkmazdım'' tarzında bir konusmayla anlatıyor.

Dramatik gerçeklerle dolu bir film olduğu bir gerçek ama çok uzun ve gereksiz sahnelerde bir o kadar izleyiciyi boğuyor.İzleyip izlememe konusunda karar vermek gerekiyor.Ben film hakkında hiçbirşey bilmeden oturdum ve geçen 2 saat 20 dakika bana işkence oldu çıktı.Ya önceden yazılmış yazıları okuyun yada hiç boşuna izlemeyin.

Tom Cruise gerçeğiyle tanıştığım film. T.C yi çok sevenler wardır elbet ama kusra bakmasınlarki T.C sıradan bir aktörden daha fazlası değil. Filmlerde iyi işler yaptığıda oldu ama belli bir çizgiyi asla benim gözümde oluşturamamış, bazı filmlerde tavan yaparken bazılarında tozlu setlerde kaybolanlardan.Şu filmi izlemeniz için benden bir neden isteseniz size ancak '' Tom'u izlemeniz gerek'' derim. Genelde özürlü rollerini oynamak zordur işte ''scent of a women'', ''philadelphia'' gibi filmlerde.Bunu başarak aktörlerin neredeyse tamamı oscar alıyor.Bu yolde aynı şekilde Cruise abimizde oscar'a aday gösterilip alamayanlardan.

2 paragraf ayırmak gerekiyor buna.Çok iyi oynamış cidden.Filmin başından itibaren rol sizi esir alıyor.Zaten genel olarak sadece 1 kişinin hayatını yansıttıklarından dolayı bütün dikkatler onun üstünde.Oliver Stone'nin filmi anlatırken ki başarısı nasıl takdire şayansa, Cruise'nin bu rolü oynaması da bir o kadar takdir edilesi birşey.Eğer sizde Cruise hakkında benim gibi düşünüyorsanız bu filmi kesin izlemeniz gerekiyor.Ha burada şöyle bir 2 lem çıkar, sadece Cruise'in muhteşem performansı için 2 saat 2 dakika bu film çekilir mi ? Asla. Notum 10/6.5

UnjustLucifer

Domestic Disturbance [2001]

Basit bir film, kısa süre, eğlence, sonunu bilerek izlemenin dayanılmaz hafifliği!

Bir ailemiz var dağılıyor, daha sonra hatunumuz başka biriyle evleniyor ve bir zaman sora bu yeni adamımızın çokta temiz olmadığı ortaya çıkıyor.Tabiki evimizin oğluyla biraz birşeyler geçiyor aralarında.Önceleri çok sevdiği babasına bile inandıramıyor kendisini ama film ilerledikçe gerçekler ortaya çıkıyor ve hikayemize heycan geliyor.

Herşey güzel, araba üstünde parmak izi araması yapıyorsun.Bu tarz filmlerde genelde dikkat ederim, bu tür olaylara karşı olan piskopatlığımın dışında; Buscemi arabanın ön kapısını açtı, daha sonra bavulunu arkaya bırakmak için bagaj kapağını açtı.Bavulu koyduktan sonra ön tarafa oturdu.Daha sora neler oldu? Vince, geldi, arabanın iç kısımlarını sildi evet gayet güzel.Biz görmedik ama hadi diyelim ön kapının tutmacınıda silmiş olsun.Ama ya bagaj kapağı? Daha sora ne gördük, adamlar salak bir çakmaktan bir sürü parmak izi buldular ve ayırdılar.Sonuçta bir sürü kez ellenmişti o çakmak ama birde şöyle bakalım.Bagaj kapağı 2 kere ellendi.Nasıl olduda bir iz bulamadılar? İlginç...

Film hakkında can alıcı noktalardan biri olduğu kadar gereksiz noktalardan biri yukarıda anlattığım kabul ediyorum.Ama sonuçta amacımız filmle biraz eğlenmek olduğuna göre bunları dile getirebilirim bence.Filmi zaten eğer izlemek isterseniz gayet böyle 1 buçuk saati acaba nasıl zevkli geçirsem tarzında bir düşünceyle izlemeniz gerekiyor çünkü klasik amerikan filmlerinden biri.Katil önce belli olmaz, herkez farkeder sora , daha sora iyi biri gelir rehineleri kurtarır daha sora katil ölür.. Yok daha ötesi...

Travolta,Vince,Buscemi gayet iyi iş çıkartmış.Sonuçta seçkin oyuncu kadrosu olan filmlerden bahsediyoruz.Vince'i günümüz sinemasının en gereksiz oyuncularından biri olarak görürdüm.Hatta figüran demeye kadar devam eder bu söylemler ama gerek yok.Ama bu filmde ciddi ve ağır ( ne kadar ağırsa artık! ) rolün altından da nasıl kalkacağını göstermiş bize.Onu ayrı olarak beğendim diğerlerinden.

UnjustLucifer

9.06.2010

Brothers [2009]

Beklenmedik performanslar görmeye bu aralar kendini alıştırmak zorundayım.Tobey Maguire gerçeğine hoşgeldiniz.Sam, Afganistan dağlarına teröristlerle savaşmak üzere gönderilmiş bir amerikan askeridir.Eşi Grace ve çocuklarının yanına erkek kardeşi Tommy taşınır. Tommy kardeşinin ailesini korumak için onların yanındadır, oysa değişken karakteri ve tuhaf alışkanlıkları aile içinde sorun yaratır. Zaman geçtikçe Tommy ve Grace birbirlerini daha iyi anlamaya ve birbirlerinden hoşlanmaya başlarlar. Sam'in Afganistan'da yaşadığı travmalarla birlikte eve dönmesi ise bütün dengeleri değişecektir.

Amerikanın savaşta neler kaybettiğini gösteren filmlerden bir tane daha.Bu yazıyı yazarken o savaşın ne kadar doğru yada hatalı olduğunu tartışıp burada siyasal olaylara asla girmek istemiyorum.Öncelikle burada bir hemfikir olmalıyız.Konusulması gereken ve sorgulanması gereken şeyler elbette var, özellikle böyle bir filmi izledikten sonra, ama yeri burası değil.

Çok iyi bir dram ortaya koymuşlar.''Home of Brave'' filmini izlediyseniz, filmler arasındaki yakınlık ilişkisini rahatça kurabilirsiniz.Olaylara her açıdan bakmak gerekiyor.

Asker kocanız var ve savaşa yolluyorsunuz buraya kadar herşey normal.Daha sonra savaşta öldüğü haberini veriyorlar size.Film hakkında tek merak ettiğim nokta bu.Helikopter düştü haberi tabiki basittir, telsiz bağlantısı kesilir ve düştü dersiniz güzel.Ama helikopter düştüğü anda bu oradaki herkezin öldüğü anlamına mı geliyor? Sanmıyorum bu kadar basit olmamalı.Sağda solda düşen F-16 lardan sonra, uçak düştüğü anda ailesine öldü diye haber veriliyor mu acaba? Şöyle birşey var, bence burada gerçekten bir anlam yada olgu karmaşası var. Aslında çok komik geldi bana filmi izlerken.Elbette kurtulma şansı var ve daha fena olanı siz ölüsünü görmeden birini nasıl öldü diye ailesine haber verebilir ve ölüsü olmadan tören düzenleyebilirsiniz? Bana mantıksal açıdan hiç doyurucu gelmedi, belkide ben bu olgu konusunda yanılıyor da olabilirim.

Bakılması gereken 2. konu ise karısı.Kocasının öldüğü haberini öyle yada böyle aldı gayet güzel.Hayatına devam etti, tören yaptılar ama daha sonra kardeşiyle olan yakınlaşmalarına ne diyorsunuz.Bu tarzda birkaç film daha izledim.Bunların en çarpıcı ve su yüzünde olanı ''Pearl Harbour'' dur belkide.Aslında aynı karmaşa oradada var diyebiliriz.Hadi o olayın biraz daha eskilerde kaldığını o zaman ki haberleşme kaynaklarının yetersizliği vb bir sürü şey sayarak işin içinden çıkabiliriz ama ölüyü gömmeden öldüğünü ortaya atmak biraz mantıksız geliyor bana.Konumuza dönersek, aynı o filmdeki bir karmaşanın ardından, kocasının kardeşiyle aralarında olan yüzeysel ilişki ve dahası.Eve dönüş, karışan ortalık.

Konusu aşırı derecede yavaş ilerleyen bir filmden bahsediyoruz.Konuyu güzel işlemişler, en azından sahneler arasında belirgin bir akıcılık var ama konu, dram olması nedeniyle yavaş ilerlemiş.Filmde çok belirgin bir mesaj vermek istemişler, öyle böyle değil.Size de önerim kesinlikle bu filmi savaş filmi olarak hatta afganistana saldıran amerika şeklinde izlememeniz.zaten filmde de önemli mesajlar var amerikalılara ''burda ne işiniz var burası bizim topraklarımız'' demeleri ve bunu amerikan yapımı bir filmde göstermeleri bile büyük cesaret.Sonuçta ilk önce amerikan halkının tepkisini önemseyen bir film.Bu konuda da ayrı bir başarıya imza atmış film.

T.M'dan bahsetmek gerekiyor biraz.Örümcek adam serisinde yer yer süper performanslar görmüştük kendisinden ama bu sefer alışılanın çok dışında izleme fırsatı bulduk.Özellikle savaştan sora eve gelip, olanlar karşısında çıldırma sahnesini inanılmaz oynamış ya.Bu tarz sahneleri sinemalarda yada dizilerde fazlasıyla görüyoruz ama çoğu yapmacıklığın ötesine geçemiyor.Çıldır hadi demişsin, çıldırmış gibi yapan oyuncular heryerde ama bu seferki diğerlerinden kesinlikle farklıydı.Sahneleri yaşayarak oynamış bir Tobey var karşımız ve takdirleri hak ediyor.Kesinlikle izlemek bir zevki...

Sonuç olarak izlenmesi gereken bir film.Konusu çok bilindik bir konu ama bir kere de bu perspektiften bakmak isteyenler olabilir.Amerikalılar kendi yaptıklarını, yerin dibine sokma konusunda da baya başarılı bir toplummuş, bu filmden sonra anlıyorsunuz.Filmin sonunda bir söz var ki zaten bütün filmin özeti niteliğinde. '' Savaşın sonucunu yalnızca ölüler görür''
Notum 10/7.5

UnjustLucifer

6.06.2010

Robin Hood [2010]

Robin Hood. Gerçekten öyle birisi var mıydı, yok muydu bunun cevabını bugün bile net olarak kimse veremiyor. Ancak onun hikayesi var ve neredeyse hepsi birbirinden farklı hikayeler. Bazen halkın kahramanı oluyor, bazen kanun kaçağı bir hırsız, bazen zenginden alıp fakire veren oluyor, bazen zenginden çalıp. Bir gerçek var ki, sinema camiası da, edebiyat camiası da bu adamdan çok ekmek yedi. Yemeye de devam ediyor. Bayanlar baylar, karşınızda Robin Hood'un güncellenen son versiyonu! Fakat bu hepsinden farklı bir Robin Hood: Longstride nasıl Hood olmuş, onu görüyoruz.

Robin Longstride (Russell Crowe) ve arkadaşları King Richard'ın (Danny Huston) askerleriydiler. Kimisi okçu, kimisi tüfekçiydi. O zamanlar sadece kendi çıkarlarını düşünen Robin, Richard'ın aniden ölmesi ve şans eseri Robert Loxley (Douglas Hodge) adında bir şövalye ile karşılaştıktan ve o ölüm döşeğindeki şövalyeden ilginç sözler işittikten sonra bambaşka bir maceraya atılır. Kralın öldüğünü bildirmek onlara kalmıştır ve bir gemiye atlarlar ve saraya dönerler. Kendilerini şövalye olarak tanıtırlar ve kralın öldüğünü bildirirler. Kralın ölmesi demek, başa Richard'ın kardeşi Prens John'un (Oscar İsaac) geçmesi demektir. John, ülkeyi annesinin beklediği gibi başarılı bir şekilde yönetemez. Arkasından çevrilen dolapları göremez. Onun tek derdi köylülerden aldığı vergilerdir. Bu arada Robin, Robert Loxley'nin verdiği görevi yerine getirmek için Nottingham köyüne, ormanlara gider. Burada Robert'ın babası Sir Walter Loxley (Max von Sydow) ve Robert'ın karısı Lady Marion (Cate Blanchett) ile karşılaşır. İlginç bir şekilde Lady Marion'a aşık olur. Daha sonra da kendisini ilginç bir savaşın ortasında bulur.

Eğer bu filmden, "Aha Robin yine zenginden alıp fakire verecek. Halkın kahramanı, sevenin sevdalısı, sevmeyenin belalısı olacak." tarzı şeyler bekliyorsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Çünkü başta da dediğim gibi, Robin Hood'un Robin Longstride olduğu zamanı anlatıyor film. Bir nevi "Robin Hood Begins" dolayısıyla 2. ve 3. filmlerinde gelebileceği konuşuluyor. Bundan hoşnutsuz olanlar varmış ancak ben böyle olmasından memnunum diyebilirim. Sonuçta Robin Hood kusacak durumdaydık hepimiz, aynı hikayeyi tekrar tekrar dinlemek hoş olmazdı kuşkusuz. Ridley Scott oldu mu savaş sahneleri, aksiyon olmadan da olmuyor tabii. Gerçi sadece 2 doğru düzgün savaş sahnesi vardı. İlki çok iyiydi, ikincisi ise görsel açıdan iyiydi, mantıklı bir şey yoktu yani ikincisinde. Gerçi savaş diyoruz ne mantığı, eheh.

Açıkçası Russell Crowe favorilerimden değildir. Çok büyük oyuncudur, her rolün üstesinden gelir. Bir önceki filmde Gladyatördür, sonra matematikçi olarak görürüz. Bununla da yetinmez, asker olur. Bir bakmışız boksör olmuştur Crowe. Hani bir çok oyuncu farklı farklı rollerde oynar ama hepsinin hakkını veren çok az oyuncu vardır. Russell Crowe'da onlardan biridir işte. "Gladyatör'ü oynayan adamdan Robin Hood mu olur?" diyen çok kişi vardır dünyada ama hepsine gereken cevabı perdede verir Crowe. Evet belki saçları, düşünceleri, vücut yapısı Robin Hood'a benzemez ama zaten Robin Hood bir belirsizlikler ürünü değil midir? Ben sevmiyorum ama Ridley Scott benle aynı fikirde değil, o kesin. Gladiator ve American Gangster'de de daha önce çalışmıştı iki isim. Cate Blanchett'e ise söyleyecek tek kelime sözüm yok. Kendisi bir tanrıçadır benim gözümde. Yine harika bir performans çıkarmıştır. Bu iki isim dışında ayrıca bir parantez açacağım isim ise Mark "Hasan Şaş" Strong. Kötü adam karakterine yakışan en önemli isimlerden kendisi. En son Sherlock Holmes'da "Lord Blackwood" olarak izlemiştik kendisini, bu filmde de "Godfrey" olarak karşımızda ve yine izleyenlerin sinirlerini zıplatmakla meşgul. Bir de Lostseverler için sürpriz: Lil' John'u Kevin Durand canlandırıyor. Lost'un "Martin Keamy"si yani. İnanır mısınız o Martin Keamy'e kanınız ısınıyor.

Ara ara Hollywood soslu klişeler görüyoruz tabii ki. Spoiler olabilir. Bunlardan en önemlisi, son sahnede anlamsız bir kahramanlık yapmaya çalışan esas oğlanın kadını. Ancak genel havası çok iyi filmin. Yani son dönemde gerçekten geçmişin İngiltere'sini izlediğim filmler oldu. Sherlock Holmes, The Wolfman bunlardan ikisi. Sanırım o havayı en gerçekçi solutan Robin Hood oldu. Bu da Ridley Scott başarısı tabii ki. Ridley Scott'ın en özel filmi değil belki ama gayet güzel, vakit geçirmelik, iyi oyuncular ve iyi oyunculuklarla dolu hoş bir film olmuş Robin Hood. 7/10

Beercholic

2.06.2010

The Untouchables [1987]

Nasıl yani? 2 saat bu kadar çabuk mu geçti? Zamana 2 kere yenildik desenize.1987 yapım bir film izledik.Bazı filmler, özellikle eski olanların zaman aşımına uğradığına şahit oluyoruz.Bu filmde onlara çok güzel bir örnek, belkide en iyilerinden biri.Ama gerek konusu, gerek çekildiği zaman, gerek hikayesi olarak biraz eskimiş.Aslında konusu güncel denilebilir ama nereye kadar.

1930 ların Chicago'sunda Al Capone'un peşine düşen federal bir ajanın hikayesini anlatıyor film.İnanılmaz basit bir senaryoyla bunu anlatmaya çalışmışlar ve filmin o meşhur zaman aşımı dediğimiz kavrama takılmasınında nedeni bu bence.Oyuncular kısmına sora ayrı ayrı değinmek gerekiyor tabi, bunuda önceden düşünelim.

Senaryonun bu denli basit olması akıcılık anlamında filme çok şey katmış.Yukarıda bahsettiğim gibi 2 saat dolaylarında bitiyor film.Başlarda biraz yavaş kalıyor, olayların gelişmesi, AC'nun sahne alması, rollerin yerleşmesi ve filmin oturması ama daha sonralarında çok çabuk ilerliyor.Biraz daha yaya yaya oynatmaları kişisel olarak tercihim olurdu, böylece biraz daha ciddi film havasına bürünebilirdi.

Oyuncular kadrosundan bahsedelim.Filmin başrol oyuncularının hangisini bir filme koysan, tek başına onu götürebilcek kapasitedeler.Kişisel düşüncem, içi tamamen boş olan bir filmi bu 4 kişi götürmüş,imdb de yüksek sıraya koymuş, insanların beğenisini kazandırmış.Bu 4 oyuncu, kendi fanlarını ayrı ayrı toplayabilmiştir bu filme...R.D.Niro hakkında söylenmesi gerekenlere geçelim.İnanılmaz oyunculuktan felan bahsediliyor ama ben neden böyle bişey bulamadım.Rol süresi gerçekten az ve yeteri kadar etki edecek arayı bulamıyor bence.Konusması, mimikleri, el hareketleri tamam gayet güzel ama filmde süper, çok çok önemli bir yer edinebilcek kadar iyi değil.Andy Garcia sütünü içipte filme gelmiş bir oyuncu havasından daha fazlasını yansıtamıyor, kalburüstü bir performans olduğunuda inkar etmiyoruz.Sean Connery ismi gelince biraz daha üst seviyeye çıkıyoruz.En iyi yardımcı erkek oyuncu performansını getirecek kadar iyi oynamış ve sonuna kadar hak ettiğini söyleyebilirim.Connery büyük bir isim ama zaman zaman çok gereksiz filmlerde oynayarak bir sürü hayalkırıklığı bıraktı arkasında.Zaten tek adaylığında aldığı tek oscarı var.K.Costner ise kendi en iyilerinden birini oynamış.Filmi almış götürmüş.

Film hakkında söylenecek şeylerin azlığı dikkatimi çekti.Sonuçta 1987 yılında çekilmiş bir filmden bahsediyoruz.Eleştirmek, yada eksiklerini söylemek ne kadar doğru yada etik olacaktır orası tartışılır.Bebek arabası sahnesi güzeldi, güzeldi derken ne kadar güzel olduğunu tartışırız tabiki ama en azından akıllarda kalıcı sahnelerin başında geliyor.Keskin nişancımızda kariyerinin atışını orada gerçekleştiriyor sanırsam.

Abartıldığı kadar yok.IMDB puanına bakıp izlemeye kalkarsanız, üzülürsünüz.İsimlere giden binlerce oy vardır sanırım.Mafya filmi ama ''light'' olarak adlandırabilceğimiz kadar hafif ve sakin ilerliyor.Notum 10/6.8

UnjustLucifer