31.01.2010

Trainspotting [1996]

Nasıl başlamam gerektiğini bu sefer bilmiyorum.Birçok arkadaşım tarafından izlenen bir film, bana defalarca izledin mi diye soruldugu halde ''hayır'' cevabını vermekten bıktıgım bir film. Nihayet izledim.

Renton'un Edinburgh'ta yaşayan kendisi gibi eroin bağımlısı bir grup İskoç genç arkadaşı vardır. Hepsi ezilmiş, yalancı, psikopat, hırsız ve uyuşturucu madde bağımlısıdırlar. Kendilerine eroinle zarar verdikçe, kaçınılmaz sona yaklaşırlar ve arkadaşlıkları giderek zedelenmeye başlar. İçlerinden sadece Mark, bu durumdan kurtulabilecek iradeye sahiptir. Ancak, yaşamayı seçip seçmeme konusunda kararsızdır.

2 saate yakın süresi olan film ilk başlarda uyuşturucunun zevkli yanlarından bahsediyoru.Filmi açtıktan sonra, hoop bir dakika neler oluyor diye önce bir duraksadım.Kurgusal olarak heralde böyle başlamak istemişler diye düşündükten sonra kendi kendime izlemeye devam ettim.Hiçbiryerde dikiş tutturamayan ve tamamen boş gezen arkadaşların hikayesi böyle başlar.

Filmi hep yaşayıp, hemde Mark'ın ağzından hikayeyi dinlemek gayet keyifli olmuş.Aslında dışardan bakan bir göz açısından filmin bazı sahneleri dayanılmaz olabilir.Uyuşturucunun nasıl illet birşey oldugunu tam anlamıyla sergilemişler ilk baştan.Herkezi uyuşturucuya başlatmaya yeticek kadar bir malzeme var ve gerçekten etkilenilebilecek kadar gerçek yapmışlar, zaten filmin çok eğlenceli ve özel oluşunun nedeni bu.

Ama daha sonra olaylar birazdan değişmeye başlar.Bu şekilde hiçbirşeyin yolunda gitmediğinin farkına varan Mark ve arkadaşların bu illetten kurtulmak ister.Kurtulmak sizce o kadar basitmidir? Hayır tabiki.Bırakırkende karşılaştıkları zorlukları gayet güzel bir şekilde sergilemişler.

Aynı zamanda ortada anlatılmaya çalışılan bir kurguda var.Sadece uyuşturuculardan bahsedilip can sıkılmak istenmemiş.Ama öyle bir film ki hani komik değil ve gerçekten ciddiye alınması gereken yanlarıda var ama kurgu kısmına geçildiği zaman işte yer yer komik sahneler de izliyorsunuz.Filmi 2 açıdan incelemeniz daha sağlıklı olacaktır bu yüzden.Olayın hem senaryo kısmını aynı zamanda da kurgu kısmını incelememiz gerekiyor kısacası.

Filmin sonu ise tek kelimeyle süper yapılmış.Film gerçekten özel bir film ve daha fazla konusuyla alakalı birşey bahsetmek istemiyorum seyir zevkinizin kaçmaması açısından.Başka neler söylenmesi gerekiyor? Yıllardır okullarda bize gelip bir sürü insan uyuşturucu hakkında bilgilendirme konusmaları yaptı.Ama beni daha önce bu kadar fazla etkileyen başka bir görsel olgu olmamıştı gerçekten.Uyuşturucu çeşitlerini tanıtan, alırsan bu alur, almazsan bu olur.İşte yakalandığın zaman alınacak cezalardan felan bahsederek bizi gerçekten çürütmüşler.Tabiki şu anda ben kişisel olarak belli bir bilince eriştim ama bu bilinci kazanması gereken daha bir çok genç var ülkemizde.Bu filmi mutlaka izlemeleri gerekiyor.

Etkili olmasının nedeni ise, verilmeye çalışılan mesaj, bir kurgu içinde geliyor.Siz farketmeden bir yandan da verilmek istenen mesajlar size işleniyor.IMDB de yüksek denilebilcek bir puana sahip ve birçok kişi bu film hakkında yorum yapmışlar.Tavsiyem, kardeşlerinize anlatmanız ve izletmeniz yönünde olacaktır.Notum 10/8, kesinlikle zaman ayırıp, izlenilmesi gereken bir film daha...

UnjustLucifer

29.01.2010

Ejder Kapanı [2009]

Twitter'da deyim yerindeyse yaygara kopardım, vaveyla ettim aman ejder kapanını izlemeyin diye. orada yerim dardı burada uzun uzun anlatmak isterim, neden sebep ben bu filme bu kadar yüklendim?

Aslında film konu olarak hollywood gençliği olarak biz film izleyicileri için çok tanıdık ve filmi izleyebilmemiz için konu dışında orjinal bişiler görmek isteriz. Ama yine de türk sinemasında enine boyuna yazılmış çizilmiş kurgusu güçlü filmlerde pek yer almamıştır bu konu. Nedir peki bu konu? seri cinayet, olay bu. Bir tane adam pedofilleri, tecavüzcüleri sinside yakalayıp yakalayıp işkence edip öldürüyo. o açıdan konu olarak bi orijinallik yok. piyasada filmin reklamı yapılırken türk sinemasında bi ilk, seri cinayetler filmi şeysi gibi bişiler gördüm. Bu da külliyen yalan. Hadi 2000lerden önceki sinema olaylarını komple yok sayıyorum, beyzanın kadınları var. ondan daha bomba seri cinayet filmi mi olur.

Konu olarak bi orjinallik olmadığı için filmin kurgusuna, renklerine, çekimlerine, repliklere ve oyunculuklara bakalım.

Kurgu: Konusu farklı olmayan filmin kurgusal olarak da hiçbir farkı yoktu. Zannedersiniz sahneler çekilmiş ve üst üste yapıştırılmış anlam sırasına bakılmaksızın. 3/10

Renkler: Tamam seri cinayet filmi tabiki karanlık olacak filan ama gün geçişleri çok sert olmuş, gün mefhumu dediğin daha uzun bi şey. 2/10

Çekimler: O kadar gereksiz zumlamalar ondan sonracıma böyle bi baş döndürmeceler vardı ki, karnınız aç izlemeyin mide bulantısı yapıyor. 2/10

Replikler: Sessiz film çekme denemesi yapsaymış uğur yücel daha iyi olurmuş, zira diyaloglarda o kadar kötü bir dil kullanmış ki ve de araya gereksiz felsefe çakması cümleler serpiştirmiş ki, olmasa bu kadar olmazdı. Keza olmamış. 3/10

Oyunculuklar: Baştan söliyim nejat işler aslında filmde oynamıyo, ama yine de en iyi oyuncu oydu bence. Kenan imirzalıoğlu ve uğur yücel canlandırdıkları karakterlere girememişler. Oyunculuktaki teknik adını bilmiyorum ama ben kendi tabirimle şunu dicem, iki karakterde çok sakil durmuş. Halbuki canlandırılmaya çalışılan iki karakter için de tip olarak iki oyuncu gayet uygunlar. ama bunu uyduramamışlar. belki de iki oyuncu da iki arada derede mi bi araya gelip çektiler bu sahneleri bilemiyorum. Ama bu işin özürü olmaz, bence olmamış. Hele o uğur yücelin kullandığı iğrenç ses tonu ve tiksinç gülümsemesi. Bir de uğur yücel karanlıkta koşanlar diye bi dizi yapmıştı haluk bilginerle beraber, ki o da polisiye diziydi ve oradaki oyunculuğu enfesti. Galiba filmi izlerken en çok buna kafa yordum ben. Oradaki performans nerde bu nerede. berrak tüzünataç için ise söylenecek çok bi şey yok, zira çok acayip bi performans sergilemesi gerecek bi rolü yokmuş. Bir de uğur yücel canım ailemden oyuncuları toplamış toplamış serpiştirmiş filmin bi yerlerine bi de o oyuncuların rolleri kısa olmakla birlikte saçma sapan bi şiveyle konuşturulmuşlar onlar da daha da bi olmamış. 3/10

Filmi hiç beğenmedim kimseye de tavsiye etmiyorum ama şöyle bi husus var, belki de kolluk kuvveti dediğimiz kuruma dahil olan polis kişileri tam da filmde resmedildiği gibidir, yani konuşmayı bilmeyen, kaba saba, ince düşünmeyi bilmeyen öyle höt zöt davranan kimselerdir. Gerçi ben filmde bu hususa çok takılmadım. Daha ziyade filmin konusu ve kurgusu o kadar zayıftı ki uğur yücel nasıl süsleyeceğini bilememiş ben daha çok ona takıldım. Konu haricinde elindekileri iyi değerlendirememiş. Özellikle filmin bi sahnesinde bi yer var, izlerken yok artık diye bağırdığımı hatırlıyorum, ki çok ayıp sinema ortasında. Ama gerçekten çok saçma sahneler var idi. Hele katilin kim olduğunun bulunduğu an en şahhanesiydi. Yazı-tura gibi iyi bir filmden sonra bu film olmamış. Gerçi arada hayatımın kadınısın filmi var ama ben onu izlemedim. belki de uğur yücelin sinema yönetmenliği serüveni düşüşe geçmiştir. bunun dışında, açıkçası ben kişisel olarak bi filmde hem yönetmen hem oyuncu olayını sevmiyorum. İki işin ikisi de çok zor. Bunların ikisini aynı anda yapmaya çalışmak imkansızı istemek gibi oluyo bunu başarabilmiş insanlar muhakkak vardır, fakat bu uğur yücel amcanın altından kalkabileceği bi şey değilmiş pek.

Biraz zehir zemberek bi yorum oldu ama neyse ben nası olsa önemli bi etkileme mekanizması değilim (not yet)

Sinem

26.01.2010

Son 10 Yılın En İyi 20 Erkek Oyuncu Performansı [11-1]

10.2002 Adrien Brody - The Pianist as Wladyslaw Szpilman
Bir film için 30 kilo kaybetmek yada en basit şekilde bir seri katil rolüne dönüşmek çok basit bişeydir.Bunlar zaten herkez tarafından yapılan klişe hareketler ama Brody'nin Wladyslaw Szpilman rolünü oynaması tek kelimeyle doğallık kokuyor.Bir oyuncu düşünün ki bulunduğu ortamdaki tek amacı hayatta kalmak olsun.Ailesi elinden alınsın, annesi toplama kampında ölmüş olsun ve aklıza gelebilecek bütün felaketleri yaşamış olsun.Aynı zamanda istediği tek şey, bu zamanda bile piyanosunu çalarak eğlenmeye ve hayatını kazanmaya çalışan bir adamdan bahsedelim.Brody rolü kişiselleştirerek oynamış, en ufak bir rol kokusu bile alamıyorsunuz.Filmin son sahnesi ise ayrı olarak insanı kendinden alıp götürüyor.Son 10 yıl içinde 1 film yapıp daha sonra yatak aktörlerin başında geliyor.Başka kayda değer bir filmini izlediğimi hatırlamıyorum, ama bu bile yeter takdir edilmesi için.Çoğu kişiye göre sadece bir tesadüften ibaret ne yazık ki.

9.2006 Forest Whitaker - The Last King of Scotland as Idi Amin
Güzeldi ve keyifliydi.İskoçyanın son kralını izlemek hele içinde afrika-amerika asıllı F.W da varsa son derece keyifli olurdu.2006 yılında çekilmesine rağmen 2009 yılının sonlarında izleme fırsatı buldum bu filmi.Film olarak gerçek bir hikayeden yapılan dönüşümden oluşuyor, ama işte asıl burada dikkat edilmesi gereken Whitaker'ın yaptıkları.Rolü tek kelimeyle yemiş bitirmiş.Tek bir kişi üzerine dönen bir film asla değil, tam aksine Whitaker bu filmde basitçe kaybolabilirdi.Ama rolünü öyle bir benimsemiş ki, zaman zaman değişken mimikleriyle, tam ciddi bir anda yaptığı anlamsız bir espriye verdiği tepki, aynı zamanda yeri geldiği zaman ciddi surat ifadesini yaratarak konusması ve tehdidkar bakışlarıyla eşsiz bir performans sergilemiş.Filmin bu kadar iyi olmasında tek etmek F.W'ın o filmde oynuyor olması.Kendisi kişisel olarak daha çok birleşme senaryo filmlerinde ortalıkta dolaşmayı seven tarzda oyunculardan, bu kadar sivrildiği başka bir film hatırlamıyorum kariyerinde.Sonuç; ilk 10 da olmak herzaman güzeldir.

8.2005 Philip Seymour Hoffman - Capote as Truman Capote
Bu adam yıllar boyunca hep filmlerin gölgesinde kaldı.Almost Famous, Capote, The Savages, Charlie Wilson’s War, Doubt gibi hatırı sayılır filmlerde; bazılarında başrolleri paylaştı, yada bazılarında 2. hatta 3cü adam olarak karşımıza çıktı.Almost Famous filminden sora başrol hak ettiğini gösterdi ce Capote deki rolüyle oscar ödülüne laik görüldü.Filmi izleyenler bilir, o filmde bir oyuncunun üstüne kurulu ve onunla birlikte bir yerlere gelebilen bir film.Film boyunca konuştuğu garip ağız aksanıyla süper bir başarı yakalayan Hoffman kısa süre içinde benimde beğenimi kazandı.Sadece konusmasında değil, rolü yaşamasıyla filmi daha yukarılara taşımıştır.Hal böyle olunca hem filmi, hemde kendini bir basamak yukarıya taşıyarak listemize 8 numaradan girme fırsatı buldu.

7.2003 Sean Penn - Mystic River as Jimmy Markum
Son 10 yılın oyuncularından biri.Kağıt üstü başarısı olarak en iyisi ama işler herzaman kağıt üstünden kalmıyor tabiki.Neler yaptı? Daha sonralarda bahsedeceğim filmi I Am Sam, Mystic River, 21 Grams, The Assassination of Richard Nixon ve en son Milk gibi filmlerde rol aldı.Tek kelimeyle inanılmaz bir 10 yıl geçirdi kendi adına ve benim gibi sevenlerine tam bir şölen sundu.Mystic River filmiyle kariyerinin ilk oscar ödülüne laik görüldü ki buda çok ilginç bir filmi.Tim Robbins yardımcılığında süper bir senaryoyo bağlı olan filmde gerçekten iyi iş çıkartmış.Bunların yanında benim çok beğenmediğim ama başka otoriteler tarafından takdir edilen bir diğer filmi Milk.En iyi erkek oyuncu Oscar'ı alan oyuncuların gözardı edilen ilginç özelliklerinden biride, film için politikayla yada devler işleriyle alakalı süper doyurucu bir konusma yapmasıdır.İşte Milk filmindede böyle bir sahne ve gay rolüyle ödülü 10 yılda 2 kere alma başarısı gösterdi. 21 Grams filmi ve The Assassination of Richard Nixon filmi diğer takdir edilmesi gereken çalışmaları.

6.2003 Johnny Depp - Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl as Jack Sparrow
Geçen 10 yılda akılda kalanlardan bir diğeride J.D.Kendisi biraz gerilerde kaldı belki ama sanırsam kimse buna itiraz etmeyecektir.Genel bir sıralama yapmıyorum, ama 6 numarada ise J.D bunu biraz geçirdiği muhteşem son 10 yıla borçlu, biraz objektifliğin kaybedildiği anlarada olabilir tabiki.Chocolat, Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl, Finding Neverland, Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street, Public Enemies gibi yapımlarda rol alan Depp'in en etkileyici rolü bu filmde geldi. Her kılığa girebilen Depp için bunu yapmak çok zor olmamıştır ama herkezin yapamayacağını yaparak zaten özel bir oyuncu olduğunu herkez biliyor.Makyajından başlayarak hareketlerine, özellikle hafif kırık el hareketlerine, konuşma tarzından dudak hareketlerine ve son olarak esprilere kadar bir rol ancak bu kadar oynanabilir diye bağırıyor J.D.Tamam süper rollerden biri değil, bu yüzden 6 numarada ama en azından oscara aday gösterildi.Burada oscar'ın dağıtılış şeklinden bahsetmek istemiyorum ama Depp geçen bu 10 yılda oscar alamadıysa sırf bu aptal sistemde dolayı.En az 1 tane almış olmalıydı!.

5.2007 Javier Bardem - No Country for Old Men as Anton Chigurh
Eğer Ledger Joker rolüyle komik bir karakter bize sunuyorsa, Bardem'de oynadığı rolle bir o kadar ironik ve piskopat bir karakter sunmuş bize.İnanılmaz bir performanstı tek kelimeyle.Bu zamana kadar sinemada birçok piskopat kariyer izleme şansım oldu.Aklıma ilk gelen C.Bale'in American Psycho filmindeki rolü mesela ve bunun gibi dahası.Rol yapmak basittir, bir filmde o karakteri canlandırmak oyuncular için basittir, kamera karşısına geçersin, scripti okursun ve iş biter.Ama Süper oyuncular yada ödüle laik görülen performanslar o rolü yaşamakla oluyor.Bardem öyle bir canlandırma yapmış ki, normal konusmalarda yada normal aktivitelerde bir o kadar sakin, ama iş (öldürme-temizleme) hayatında bir o kadar değişken.Bakışların, konuşmaların değişkenliğini ayarlaması, sakinlik ve adreanalin durumlarını ayarlaması tek kelimeyle inanılmazdı.Ne yazık ki No Country For Old Men filmi tam anlamıyla bir fiyasko.Son 10 yılın en büyük fiyaskoları listesini yapsam bu film ilk 3 e girerdi heralde.O filmi benim adıma kurtaran tek yönü heralde Bardemdir.

4.2000 Russell Crowe - Gladiator as Maximus Decimus Meridius
Film olarak beğendiğim eserlerden, çok beğendiğim eserlerden biri olmamasına rağmen, o filmdeki Crowe inanılmazdı.4 numarayı başka birisine veremezdim.Zaten kendisinden daha iyi olan oyuncular orayı sadece hak ettiğinden aldılar, ilk 3 oyuncunun 3 üde tartışma götürmez benim adıma.Crowe hakkında konuşmaya devam ederken bu dönem içinde daha ilerilerde bahsedeceğim A Beautiful Mind, Master & Commander: The Far Side of the Wolrd, Cinderella Man, American Gangster, 3:10 to Yuma gibi yapımlarda rol aldı.Belki bunu tek farkeden benim ama 3:10 to Yuma filmindeki rolü aslında onun kariyerinde en iyi olduğu rollerden biriydi.Rolünde verdiği mesajlar,duruşu ve sakinliği; yeri geldiği zaman insandan başka herşeye benzeyen rolüyle oscara aday oldu.Oscar aldığı 2000 senesinde ondan daha iyi bir performans yoktu, tartışması bile olamaz ne yazık ki.Sonuna kadar hak edilen ve izlerken keyfine doyum olmayan bir oyunculuk performansı.Tüm zamanlar listesinde adı geçebilecek bir başka performans daha R.Crowe'dan.

3.2001 Denzel Washington - Training Day as Alonzo Harris
Kişisel sevgim bir yana, saygı duyulması gereken bir başka performans daha.Afrika-Amerika asıllı aktörlerin kaybolduğu yıllardan bahsediyoruz.Jamie Foxx oscar aldı evet ama..Will Smith ''Seven Pounds'' filmiyle bütün kariyerini toparladı benim gözümde, neler yapabilceğini herkez gördü.Ama Denzel Washington hep bildiği çizgide ilerledi.Seçerek oynadı, her filmde gözükmek istemedi.John Q, Dejavu, American Gangster, The Great Debators akılda kalan diğer performansları.Training Day hepsinden ayrı bir yerde tabiki.Oynadığı roldeki kararlılığı ve kendini buna adapte edebilmesi, yapmacık sahneler değil, gerçek hayatı perdeye taşıması ona oscarı kazandırdı.Zevkle izlemeye devam etmek gerekiyor, çok güzel yeni projeleri hayata geçirmek üzere kendileri.

2.2007 Daniel Day-Lewis - There Will Be Blood as Daniel Plainview
Nerdesin D.D.L ? D.L jenerasyonumuzun tartışmasız en iyi aktörleri arasında.Ben kendisini asla tartışmak bile istemeden bu listeye koydum hemde 2 numaradan.There Will Be Blood filmini oscardan önce izlemek istedim ve izlediğim son filmdi.Bundan önce oscar adayı olan bütün oyuncu performanslarını izlemiştim ama D.L'i izlemeden karar vermek istemedim, haklıydım.Son 10 yılda ne yazık ki kendisini 2 kere izleme şansı buldum yanlış hatırlamıyorsam.Ama bu en iyisiydi.Ayrıca,Gangs of New York filmindeki rolünden de bahsetmek gerekiyor.Top 20 listemdeki bir diğer filmi kendisinin.Çok ortalıklarda olmayan ama çektiği her filmde olay yaratan ''Elite'' kesim oyuncuların başındaki kişi işte bu.Oynadığı rolle onun kadar bütünleşen oyuncu sayısı çok azdır, bir lin parmaklarını geçmez.Rolü yaşamak dedikleri olay, heralde bundan daha iyi açıklanamaz.Duruşu ve o anı yaşamasıyla, aldığı ödülleri sonuna kadar hak ediyor.Son 10 yılda bu performansından daha iyi birini arıyorsak, bu ancak H.L olabilir!.

1.2008 Heath Ledger - The Dark Knight as The Joker (posthumous win)
En iyi oyuncuyu tartışmıyoruz, en iyi performansı tartışıyoruz ve eğer gerçekten objektif olmamız gerekiyorsa bu isim H.L olmalı.The Dark Knight filmini izlemeye gidersen süper heycanlı ve hayranı olduğum Batman karakterinden süper bir performans bekliyordum ama umduğum gibi olmadı.H.L öyle bir rol oynamış ki, sadece son 10 yılın değil, geçmiş 30 yılın bir listesini yapsak, o listeye mutlaka girecekti.Durum böyle olunca, listenin adı son 10 yıl olunca hiç çekinmeden kendisini 1 numaraya koymak istedim.Ölmesi, arkasında birçok soru işareti bırakması konusunu tamamen bir yana bırakıyorum, ama ölmeden önce mutlaka izlenmesi gereken bir performans.Filmin bu kadar iyi olmasında birçok etmen var tabiki, kullanılan görsel efektlerden, C.Bale, C.Nolan ve M.Freeman'a kadar ama yüzdelik dilimlere bölersek filmin %40 ını H.L'ın oynadığı Joker karakteri almış götürmüş.Son 10 yıl içinde başka bir iz bırakan performansıda gay kovboyu oynadığı Brokeback Mountain.oscar adayı olmasına rağmen ordan eli boş dönen H.L, burada hak ettiğini alıyor, ama Oscar gecesinde onu canlı olarak görememek çok üzücü!



Bahsedilmesi Gerekenler

Christian Bale
(American Psycho, The Machinist, The New World, Rescue Dawn, Batman Begins)
Çok sevdiğim bir aktör.Kendisini The Machinist filmiyle 2004 yılında keşvettiğimi belirtmek isterim.Daha sonra bir anda şöhret basamaklarını hızlı tırmandı.2005 yılındaki Batman 1 filmiyle artık zirveye yerleşti.O tarihten sonra The New World, Recue Dawn, Public Enemies gibi başarılı yapımlarda rol aldı ve kendini artık bu piyasaya kanıtladı.Lakin henüz istenilen seviyede değil ne yazık ki.Biraz daha yol alması gerektiğine inanıyorum ama yaptığı filmlerdeki duruşu ve oyunculuğu üst seviyeleri zorlamaya başladı.


Matt Damon
(The Informant!, The Departed, The Good Shepherd)
İlginç bir kişilik.Invictus filminde o kadar evlatlık olarak kalmış ki, istenilen seviyelere sanki yaklaşamayacak gibi.The Bourne serisinin özellikle 3cü filminde tam anlamıyla döktürmüştü.The Departed ve The Good Shepherd filmleriyle hep ortada kaldı ama isminin bu listede geçmesi gerekiyordu kesinlikle.

Tom Cruise
Bu süre içinde yaptığı filmleri bir hatırlayalım.Collateral,The last Samurai, The Good Shepherd..Collateral filminde kendisini gerçekten çok beğenmiştim.Biraz göz önünde kalan bir performans değildi sanırım ama ben beğenmiştim.Oradan bişeyler çıkabilirdi.

Clint Eastwood
Million Dollar Baby,Gran Torino
Sırf bu listeye girmesi bile gerekir.Yıllar onu yaşlandıramadı.Yıllar onu piyasadan yok edemedi ve süper filmler yapmaya ve oynamaya devam ediyor.Artık tabi yaşın biraz ilerlemesiyle yönetmen koltuğu ona biraz daha yakışıyor.Invictus'a dikkat etmek gerekiyor.

George Clooney
Up in the Air,Michael Clayton
Kadınların sevgilisi olan, her kızın '' ilk ona veririm'' dediği oyuncumuz, saçlarını beyazlattıkça artık yakışıklılığı ve sevgilileriyle değil, oynadığı filmlerde bahsettirir oldu.Up in the Air filmiyle bir kere daha en iyi oyuncu dalında oscara adaylığını koyması bekleniyor.

UnjustLucifer

Casino [1995]

Üstünden uzun zaman geçen ve zaten herkez tarafından bilinen ve kendisini ispat eden filmler hakkında konuşmak bana çok aptalca geliyor.Peki niye yapıyorum ben bunu.Basit, eğer benim gibi bu tarz filmleri halen izlememiş olanlar varsa, bu izleyici kitlesine hatırlatma yapmak amacıyla..

Ace, 1970 lerin Vegas'ında bir kumarhane işletmecisidir.İşini korumak amacıyla yükse miktarlarda parayı patronlarla paylaşmaktadır tabi bu arada gerekiyorsa rüşvet de vermektedir.Bir zaman sora en yakın dostu Nicky de işin içine girer.Başlarda sadece Ace'in adamı olarak hareket eden Nicky daha sonra bütün Vegas'a hakim olma isteğine kappılır.Daha sonralarında Ace'in azılı bir dolandırıcı olan Ginger'a kalbini kaptırması ve onunla evlenmesiyse herşeyin daha büyük bir felakete sürüklenmesine neden olur.

Uzun zamandır izlenmesi gerekenler listemde duran bir filmi izledim ve hakkında bişeyler söylemek için sabırsızlanıyorum.Filmden genel olarak biraz bahsetmek istiyorum.2 saatlik bir runtime süresi var.Scorsese'nin olayları işlemesi ve kurgulama stiline hayran biri olarak filmi çok beğendim.Baştan itibaren olayların biraz fazla yayıldığını söylemekle işe başlayabilirim.Çok güzel bir düzenle ve sırayla ilerliyor tamam ama araya biraz fazla gereksiz olay sokulmuş hissiyatı var.İlk bölümü geçirmek baya bir zor oldu benim adıma.Bu kısımdan sora film daha hızlı ilerler oldu.

Sonuçta bir mafya filminden bahsediyoruz ve ne kadar anlatılacak kısmı olabilir ki?Şöyle bir gözlem daha anlatmak istiyorum.Başlarda film daha çok kumarhane işlerinden ibaretti.Kumarhaneye nasıl girdiler, işlerin yürümesi, birtakım karakterlerin tanıtımları ve orada dönen olaylardan bahsediliyor.Ginger denen illet hatunun olaylara girmesiyle filmde bir anda sanki kumarhaneler unutuluyor ve olaylar tamamen aşk-para-sex üstüne dönmeye başlıyor.Ben bir 30 dakika boyunca felan hiç kumarhaneden bahsedilmediğini hatırlıyorum.Kadın onla evleniyor, daha sonra öbürüne gidiyor onla yatıyor, sora içki-uyuşturucu başlıyor ama kumarhane yok.Daha sonra işler tekrar kumarhaneye dönüyor.Mafya babaları gösteriliyor felan.Burada biraz kopukluk olduğunu söyleyebilirim, ama başladığı gibi giden bir filmde ne kadar zevk verir orası tartışılır.

Oyuncu performanslarından bahsetmek gerek.De Niro film izlemeye başladıgımdan beri bir türlü ısınamadığım ama adı heryerde evsane olarak geçen bir aktör.Tabiki benden gereken saygıyı görüyor ama halen gitmeyen bişeyler var bende.Önyargılardan kurtularak devam ediyorum.Bazı roller vardır her oyuncu oynayamaz.Örnek olarak ben Ray Liotta'nın mafya rolünü çok fazla beğenmemiştim.Kendisi inanılmaz oynamış hatta kariyer rolünü almıştı ama olmamıştı.Al Pacino ve De Niro'da ilginç bir şekilde bu roller çok güzel gidiyor.Aslında bu tür karakterler yaratılıyor tabiki, Pacino doğdugu zaman mafya değildi ama bir duruş meselesi..De Niro inanılmaz oynamış, tek kelimeyle hayran kaldım.Bunun yanında Goodfellas'dan tanıdığımız ''fuck you'' Joe Pesci süper yardım etmiş kendisine.Konusmaları ve her sözünde küfür kullanması hiç baymamış, aksine çok orjinal geldi bana.Stone dediğimiz zaman heralde onunda kariyer filmlerinden birtanesi hangisi diye sorulsa bu filmi rahatlıkla söyleyebilirim.

Sonuç mutlaka izlenmesi gereken, yer yer sıkıcı, yer yer hareketli bir film.De Niro'nun artık kendini dağıttı bir dönemde yaşayan gençler olarak mutlaka izlenmesi gereken performansları olan yıllardan bir başyapıt gerçekten.Notum 10/8.

UnjustLucifer

25.01.2010

Son 10 Yılın En İyi 20 Erkek Oyuncu Performansı [20-11]

Bir 10 yılı daha geride bıraktık.Daha önce kendi görüşlerim doğrultusunda ''Son 10 Yılın En İyi 30 Filmi'' yazımı yazmıştım.Sıra son 10 yılın ''En İyi 20 Erkek Oyuncu Performansı'' sıralamasını yapmak gerekiyor.

Yaşımdan dolayı son 10 yılın bütün ses getiren filmlerini çıktıkları yılda izleme fırsatım olması.Aslına bakarsanız son 10 yılı geride bıraktığımız 5 yıla sığdırdım gibi bişey.Bu arada tabiki performansları değerlendirme şansını elde ettim ve gene bir liste hazırlamak istedim.Geçen sefer de olduğu gibi yapacağım bu liste sadece izlediğim filmlerden oluşacaktır ve doğal olarak sadece izlediğim filmlerdeki isimleri değerlendirme şansım oldu.Bunun dışında takdir edilmesi gereken birçok vardır, ama benim listemde onlara yer verilmedi...

20.2007 Johnny Depp - Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street as Sweeney Todd
Sadece Oscar adaylığı değil, film olarakta tüm zamanların en iyi müzikal filmlerinden biriydi.Hayatımda izlediğim 2 ( bir tanesi mecburi Evita) filmden biri.İzlenme nedenim açık, J.D.'in tek kişilik resitali.Çok basit bişey olduğunu sanmıyorum bu tarz filmlerde.Mesela Evita filminde A.Banderas süper bir oyunculuk ortaya koymuştu, bu seferde süper bir oyunculuk J.D'den izledik.Şarkıyı söyleme sahneleri, Tim Burton'un süper senaryosuyla birleşince yer yer şarkı söyleyip dertlerini dile getiren, zaman zamanda bütün piskopat yönlerini sergileyen bir berber.Son 1o yılın içine kendine 20. sırada buluyor, ama mutlaka görülmesi gereken bir oyunculuk daha J.D'den.

19.2001 Ethan Hawke - Training Day as Jake Hoyt
Bazı filmlerde süper oyunculuklardan bahsederiz.D.W Training Day de zaten son 10 yılı dağıtan performanslardan birini sergilemişti.2 isimli oyuncunun oynadığı filmlerde mutlaka bir tanesinin daha baskın olmasını beklersiniz.Mesela bunun son örneği aklıma gelen, Public Enemies filminde J.D'in, açık ara C.Bale den daha baskın olması.Ama bu sefer öyle bir durum sözkonusu değil.Son 10 yılda aynı yılda yapılan ve 1-2 numaralı oyuncularını aldığım tek film sanırsam.Hawke en az D.W kadar oynamış ve bunu buram buram göstermiş izleyiciye.İyi polis-kirli polis tarafının temiz olan kısmını canlandırması istenmiş ve oda başarıyla oynamış.Dönem içinde onu ''Before the Devils Know You're Dead'' filmindede izleme şansımız olmuştu.Biraz gerilerde kalmış gibi gözükebilir, ama top 20 ye girmek bile çok iyi...

18.2004 Leonardo DiCaprio - The Aviator as Howard Hughes
Daha önce uzun uzun bahsetmiştik diCapriodan.Neler yaptığını ve acaba daha neler yapması gerektiği hakkında.Burada çok parası olan ve uçmaya hevesli bir adamı canlandırıyor.Türlü denemeler.Bu denemelerden bazılarının en uzun uçuş olması için rekor denemeleri olması, bunları kayıt ettirmesi.Bir seyirci olarak bana olması gerekenden çok daha fazlasını vermişti bu rol ama ancak 18 numarada kendisine yer bulabildi.Daha ilerilerde okuyabilceğiniz üzere Di Caprio su anda bulunduğu yerlerden daha iyisini hak ediyor, bakalım yeni gelecek filmlerde bize neler gösterebilcek.

17.2004 Morgan Freeman - Million Dollar Baby as Eddie "Scrap-Iron" Dupris
Çoook üzüldüğüm bir durum Freeman'ın durumu.Kariyeri boyunca 2. adam olmaktan asla kurtulamamış ve hatta artık böyle damgası olan bir oyuncu olduğunu düşünüyorum.Ne filmlerde oynadı, oynadığı filmlerde hep ortanın üstünden kaldı, zirvede bile dolaştı çoğunda.Million Dolar Baby, Shawshank, Snatch, Se7en su anda aklıma gelmeyen o kadar ufaklı ve büyüklü filmde rol aldı ki hepsini ezberleyemedim ama hepsini izledim açık söylemem gerekirse.Artık oscar adaylıklarının yanında o heykele gitmesinin günü geldi.Buraya alakasız bişeyler yazmak istiyorum.Invictus filmini izlemeniz gerekiyor.Kaç senelik (?) kariyerinin artık dönüm noktasına geldiği bir an Freeman için.Bu filmde Nelson Mandela'yı canlandırmış ve bence bütün kariyerinin en iyi performansını sergilemiş.Yaşı gereğide artık oscara çok yaklaştı, buram buram kokusunu alıyoruz.

16.2001 Sean Penn - I Am Sam as Sam Dawson
Çok sevdiğim bir film.süper bir film değil ama size hissettirdikleri bazen filmin önüne geçer benim adıma.Bir baba ve gerizekağlı.Kızını tek başına büyütmeye çalışıyor.7 yaşına kadar bu mümkün çünkü babanın zeka seviyesi 7 yaşında birinkine eşit.Daha sonralarda işlerin zorlaşması ve babanın kızını elde etmek için ortaya koyduğu savaş. S.P'i tebrik etmek gerekiyor.Film boyunca o gerizekağlı rolünü nasıl yapmış hayretler içinde izledim.Film boyunca hareketleri, davranışlarıyla %100 olarak rolü yaşamış.Hele o konusması, tam anlamıyla mükemmel bir rol.Son 10 yılın kağıt üstünde en başarı aktörü olduğunu zaten söylemiştik daha önce ama yaptıklarıylada en başarılı olanlarından biride aynı zamanda.Mutlaka izlenmesi gereken bir film.

15.2005 Heath Ledger - Brokeback Mountain as Ennis Del Mar
Arkasında bunları bırakıp gitti işte.Buraya normalde her aktörün bir performansından bahsetmek isterdim ama Ledger yaptıklarıyla bize bundan daha fazlasını yaşatıyor, yapılabilcek bişey yok.Joker rolüyle bunu karşılaştırmadan söylüyorum ki buda çok etkileyici bir roldü, etkileyici bir karakter yaratılmış ayrıca.Biraz karşılaştırma yapmak istermiyim? Aslında doğru olmamasına rağmen evet istiyorum.Bu filmde saf olarak Ledger'ı görme şansımız oldu.Söylemek istediğim, Joker rolünde, bir kere kendisinden daha önce oynayan oyuncuların isimleri, süper bir makyaj, yaratılmak istenen hava ve piskopat rolüyle biraz ekmeğine yağ sürüldü gibi oldu.Tabi buna yatkınlığının basitliği ve konusmadan önce yalanma efektiyle herşey mükemmele ulaştı.Burada ise daha fazla ruhunu ortaya koyan, tamamen dramatik bir hava hakim.Ledger herzamanki gibi filmi sürüklemiş.Süper bir oyunculuk ortaya koyarak filmide bir basamak yukarı çıkartmış.Oscar adaylığının yetmemesi gereken bir andı.

14.2001 Russell Crowe - A Beautiful Mind as John Forbes Nash, Jr.
Gladiator den hemen sonraki senede gelen bir süper rol daha.Belki biraz fazla ayrıcalık uyguladım kendisine 14 numarada yer bularak ama kesinlikle hak ediyor.Daha öncelerde kendisinden biraz bahsetmiştim.1990 larda L.A Confidential filmiyle bu potaya giren ve The Insider filmiyle kendini dünyaya tanıtan Crowe Gladiator filminden sonra bir kere daha oscar potasına girdiği film.Oynadığı J.Forbes rolünü özümseyerek oynamış ve özellikle filmin ilk yarısından sonraki kısımları gerçekten ilgi çekici.Mutlaka izlenmesi gereken bir oyunculuk performansı ve film.

13.2002 Daniel Day-Lewis - Gangs of New York as William "Bill the Butcher" Cutting
Gelecekte biraz daha derinden incelemek istediğim filmlerden biri.Tüm zamanlar boyunca otoriteleri mi desem, seyircileri mi desem; en çok şaşırtan film budur heralde.O sene 11 dalda oscar'a aday olup 1 tane bile oscar alamayan film.Bu adaylıkların arasında D.D.L'de oynadığı butcher rolüyle önde geliyor.Filmi yanılmıyorsam geçen sene izledim.Eğer bu rol oscar'ı alamıyorsa bunu tek nedeni Adrian Brody'nin Pianist filmindeki rolüdür.Normal olarak oscar otoriteleri bu tarz rollere biraz daha fazla kredi tanıdığından dolayı, olası bir 3cü oscar şansı kaçmış oldu D.L için.Pisko-Normal rollerden biri olan kasap rolünde beklenenden fazlası göstermiş gene.İzlenmesi gereken oyunculuklardan biri.D.L zaten listemizin 2 numarasında yer aldığından dolayı, bir kere daha önlere koymaya gerek yok.İlk 15 de 2filmle burada olmak zaten yeteri bir başarıdır benim için.

12.2006 Leonardo DiCaprio - Blood Diamond as Danny Archer
Titanic tam bir faciaydı.Şu anda tam olarak hatırlamıyorum onun senesinde en iyi erkek oyuncu oscar'ını kimin aldığını ama o rolde alamadıysa bir daha asla alamaz gözüyle bakanlar gerçekten yanılıyor.2002 yılına kadar fazla ortalıklarda gözükmeyen, son 8 yılda ise tam bir patlama yaşadı.Önce What’s Eating Gilbert Grape filmindeki rolüyle geri dönüş şansı yakaladı.Daha sonra hemen Gangs of New York filmde rol şansı bulan ama açık ara D.D.Lewis'in gölgesinde kalan bir rolden sonra artık kendini biraz daha göstermesi gereken rollere geldi sıra.Bunlardan ilki The Aviator filmiydi.3 saati geçkin bir sürede işlenen, zengin bir adamın uçma hayalini gerçekleştirmesini anlatan bir filmdeki başrolüydü.Gene Scorsese izinden devam ederek The Departed filminde rol alan Di Caprio, daha sonra karşımıza Blood Diamond daki etkileyici rolüyle çıktı.Tabi bu süreç içinde bir kere bile oscar alamayan Di Caprio için, son 10 sene sürekli hayal kırıklarıyla doluydu ne yazık ki.40 yaşını geçmeden sana oscar yok politikasına takılan bir diğer oyuncu olan (Johnny Depp) Di Caprio, yeni 10 sene içinde neler yapabilcek keyifle izleyelim.Scorsese'in Shutter Island filminde ve daha sonra Christopher Nolan'ın Inception filmiyle onu izleme fırsatı bulcaz.

11.2008 Mickey Rourke - The Wrestler as Randy "The Ram" Robinson
Yeni bir film diğerlerine göre görece olarak.Son zamanlarda Rourke abimiz ortalıkta biraz görünmeye başladı.Bir aralar girdiği yaşlılık bunalımıyla kendini tamamen değiştiren, bir sürü estetik ameliat olan ve yüzünü tamamen değiştiren bir oyuncuyla karşı karşıyayız.Normalde bir oyuncunun bütün filmi domine ettiği yapımlara karşı çok sıcak olamıyorum ne yazık ki.Film eski bir amerikan güreşçisinin yeniden dirilmesini canlandırıyor, buraya kadar güzel.Ama filmin süper olmamasıyla beraber normal olarak Rourke'nin performansı en göze batan şey olacaktır kriterlerimizde.Kendiside gerçekten iyiydi kabul etmek gerekiyor.Bu performansla kendine 12 numarada yer bulabiliyor benim sıralamamla.Oscar adayıydı ama beklenildiği gibi alamadı.

UnjustLucifer

24.01.2010

Nine Miles Down [2009]

1 saat 22 dakika boyunca beyin fırtınası yapmak istermisiniz? Filmin konusu; afrikada çölün ortasında bir grup bilimadamı sondaj yapıyor.Herşey gayet güzel.Bu zamana kadar kimsenin yapmadığı bir şekilde 9 mil derine iniyorlar, zaten filmin adıda oradan geliyor.Buraya indikleri zaman birtakım kutlamalar felan yapılır, buraya kadar herşey güzel ama daha sonra bütün herkez ortadan kayboluyor...

Filmi izleyipte saçma sapan felan demeden önce bu yazıyı okuyun cidden.Film gerçekle hayal arasında gidip geliyor.Nasıl anlatılması gerekiyor? Hepimizin birtakım korkuları vardır değil mi? Gençken, küçükken başımıza gelen ve oluşan bazı çapalar vardır.İşte filmde bunların arasında ve gerçek arasında gidip geliyorsunuz.

İşte bu durumda aklımızda takılan korkuları açıklayamıyorsunuz.Aslında şu anda benim burada bunu anlatmaya çalışmam bile çok garip geliyor kendime.Filmi biraz dikkatli izlemeniz gerekiyor.İzlerken bir gerçek, bir sanal arasında gidip geliyor film.Siz öncelikle gerçekleri ve daha sonra hayal olan kısımları bir ayırmanız gerekiyor.Böylece film biraz daha anlaşılır olabilir.

Şöyle bir teori daha yazabilirim.Aslında filmin seyirciye göstermek istediği şeylerin hepsi gerçek ve bizim aklımızda olan herşey sanal diye bir yorumda getirilebilir.Sonuçta biliyorsunuz ki bilinçaltı sanal ve gerçek arasında ayrım yapamıyor.E siz ona hangi komutları verirseniz, oda ''emret sahip'' mantığıyla hareket edeceğinden sizin seçimleriniz doğrultusunda yaratacaktır yaşanılması isteneni.

Bunların dışında gayet güzel bir film olmuş.İşte benim istediğim film olgusu budur.İzledim, bitti ve halen düşünüyorum acaba neler oldu, nasıldı diye.Beynimizi zorlamamız istenmiş filmde ve adamlar amaçlarına ulaşmışlar.Biraz psikolojiye yada NLP bilim dalına meraklı olanlar bu filmi daha çok beğeneceklerdir, kesinlikle tavsiye ediyorum.Notum 10/8.. Gerçekten izlenip, üstünden düşünülmesi gereken bir film.

UnjustLucifer

Screen Actors Guild (2010) Awards Winners

2010 Screen Actors Guild Awards aired last night. The SAG Awards are where fellow actors nominate their peers for awards and the winner this year pretty much mirror those of The Golden Globe (2010) Awards Winners. Check out the complete The Screen Actors Guild (2010) Awards Winners list below and leave your thoughts on them.

Actor: Jeff Bridges, “Crazy Heart.”

Actress: Sandra Bullock, “The Blind Side.”

Supporting Actor: Christoph Waltz, “Inglourious Basterds.”

Supporting Actress: Mo’Nique, “Precious: Based on the Novel ‘Push’ by Sapphire.”

Ensemble Cast: “Inglourious Basterds.”

Ensemble Stunts: “Star Trek”

Lifetime Achievement Award: “Betty White”

23.01.2010

Avatar, Tüm Zamanların En İyi Gişesine Sahip Olabilecek Mi?

Sinemalara geldiği gün yer bulamama nedeniyle gidemediğim filme ancak 3cü gün gitme şansı bulmuştum hatırlıyorum.Reklamlarla beraber 4 saate yaklaşan bu filmi izledikten sonra;

Normal bir sinema seyircisini gerçekten etkileyebilcek kadar güzel bir film gerçekten ne kadar beni etkilemeyi başaramasada.Gerçekten, buraya saygı göstermek gerekiyor, adamlar güzel film yapmış, ama buram buram ''amaç'' kokuyor.Bilmem kaç sene öncesinden yazılmış ama ancak şu andaki teknolojinin yardımıyla çekilmiş, dünyanın en pahalı filmi evet.

Gelmeden önce reklamları için milyon dolarlar harcanan bir film, el üstünde tutulan, kariyerinde zaten daha önce Titanic gibi bir film bulunduran bir yönetmen.

Bunlar birleşince ortaya sadece izlenme amacına yönelik bir film yapılmış.Sinema anlayışıma bakınca avatar filmi bana görsek efektler ve teknolojinin sinemaya nasıl katkı yapabilceğinden daha fazla bişey ifade etmiyor.Bir sinema olarak bakamıyorum bile.Süper efektler, süper görsel bir şölen haline gelmiş ve ''adamlar neler yapmış abi'' denilebilcek seviyede cidden.

Konumuza gelelim hemen.Tüm zamanların en çok gişe yapan filmi gene aynı yönetmene ait olan Titanic filmi. Dünya çapında $1,835,300,000 gişe yapmış.Avatar filmi şu anda $1,631,797,418 rakamında ve yukarıda sorduğumuz sorunun cevabını vermek istiyorum.''EVET''.Tüm zamanların en yüksek gişesine sahip, IMDB'nin benim için hiçbir işe yaramayan listesindede kendine 40. sırada yer bulmuş bir filmden bahsediyoruz.

Tebrikler, bu gerçekten bir başarı.Türkiyedede sadece amaca hizmet etmiş filmlerimiz var.Issız Adam gibi sırf insanları ağlatmayı, Güneşin Oğlu gibi şu andaki sistemi eleştirmeye yönelen filmlerimiz var.Avatar'da dünya çapında bize sunulan, izlediğiniz zaman sizi sadece eğlendiren ve görsel bir şölen sunan filmden daha öte değil.

UnjustLucifer

An Education [2009]

Nasıl anlatılması gerekiyor bilmiyorum ama hayat gibi bir film izledim.Şöyle söylemek istiyorum, bu bir film değil, hani cidden bir film olarak algılanmaması gerekiyor.Mesaj verme açısından inanılmaz güzel ama film olarak bir o kadar boştu, hatta inanılmayacak derecede.Mesela son zamanlarda izlediğim aklıma gelen bu tarz film '' Güneşin Oğlu '' var mesela.Sırf eleştiriler ve eleştiriler için hazırlanmış, sinemasal olarak içi boş ama oyuncu performansları ve mesajlarıyla işi kapatıyordu.

1960 lı yıllarda Londra'sı.16 yaşındaki Jenny normal olarak okuluna giden ve tamamen aile baskısıyla Oxford'u kazanması beklenen akıllı ve güzel bir kızdır.Günlerden birinde 30 lu yaşlarında bir playboyla tanışan kızın hayatı değişir...

Şöyle ifade etmeye çalışalım.Normal giden yaşamda kaşınmak diye bir kavram vardır, bunu belki herkez bilir.Bizim hikayemizde kızın yaptığıda bir nevi bu aslında.Tabiki bunu yapmasında etkili olan bazı etmenler var.Ben bunları desteklemek yada eleştirmek yerine direk filmin üstünden gitmeye çalışcam.Baskıcı ailelerin kızlarının duvarları aşmakta zorlandıgını biliyoruz.Sürekli kurallar üstüne kurulan yaşamdan fazla hayır gelceğine inanan bir insan değilim.Kıza belli hedefler doğrultusunda bir yarış atı muamelesi yapmak budur..

İş böyle olunca kızda karşısına çıkan ve ona gerçek hayatla tanıştıran birine tabiki gider.17 yaşında biri, 30 yaşında bir adamla olursa ancak böyle olur.Şimdilerdede görüyoruz, çok bize uzak bir kavram değil aslında bu kızların ilginç bir merakı.Kendinden büyük birileriyle olmak değişik bir haz heralde.Hem sevgili hemde baba görevi görsünler diye yapılan bir amaç, çünkü daha 20 li yaşlarının başını yaşayan bir kız 30 ların ortalarına gelmiş birinden ne bekler yada ne umar?Sonuçta filmde aynen o şekilde ilerliyor.Para,gezmek,müzik,yeni heycanlar, hepsini elde ediyor kız, hatta bu uğurda insanları kırıyor, okuldan ayrılıyor.

Tabiki kız bunu gerçek hayat sanıyor ama gerçek hayatı boynuzu yedikten sonra idrak ediyor.Daha doğrusu bir oyunun parçası oldugu zaman anlıyor.Çok güzel bir hayat dersi oluyor kendisine.

Kızın hocasını tebrik etmek istiyorum ki aslında ne kadar yüzelsel bir bakış açısını bize yansıtıyor.Halbuki öyle değil.Kısaca şöyle bir genelleme yaparsak yanlış olmaz sanırsam; Bazen doğru bildiğimiz yanlışlarımızla yüzleşmek istemeyiz ama sonunda döneceğimiz yer yine o doğruların eşiğidir.Geriye dönüp baktığımızda o eşikte neler bıraktığımızla yüzleşiriz istesek de istemesek de..

Şimdi bu bir film mi? Bunu eğer film kategorisine koyuyorsanız gerçekten daha fazla film izlemeylin, direk dizilere dönün derim.Sadece mesaj vermesi bir filmi film yapmaya yeter mi? Gerçekten kendime itiraf ettim ben, bunlar zaten bildiğimiz, normal hayatta yaşadığımız yada sağdan soldan duyduğumuz şeyler, bunu sadece filmleştirilmiş halini bir kere daha izledik.Zaten buna not da verme gereği duymuyorum.

Sonuç olarak 16-20 li yaşlardaki kızlara izletilmeli ve biraz daha bilinçlenmeleri sağlanmalı diye düşünüyorum bu film yardımıyla.Hayat onların sandığı kadar basit değil ve asla da olmayacak.Sırf şu filmi izleyerek bile bunu anlamak mümkün.Mesaj vermeleri açısından süper olmuş, sırf burası takdir edilir.

UnjustLucifer

Something The Lord Made [2004]

Gerçekten çok özel bir film izlemişim dedim film bittiği anda.Tekrardan başa döndüm, filmi bir daha yaşamaya çalıştım ve gene çok beğendim.İçinde o kadar fazla olgu barındıran bir film hazırlamışlar ki, bunca zaman boyunca, onca gereksiz film izleyip, daha sonra bunu izlediğim için çok üzüldüm.Hemen geçelim filmden konusmaya...

Dr. Alfred Blalock ( Alan Rickman ) ve asistanı Vivien Thomas ( Mos Def ) arasında geçen bir ilişki anlatılıyor. Vivien Thomas, üstün bir yeteneğe sahip olmasına rağmen, ırk ayrımından dolayı kaybolup gitmemek için büyük çaba harcayan zenci bir doktor adayıdır. Ancak üniversite için biriktirdiği parayı yatırdığı banka iflas edince işi iyice zorlaşır ve doktorun labratuarında çalışmayla başlayan yeni bir serüvene atılır.

Üzüldüğüm nokta bu filmin sinemalarda oynamamış olması.Gerçek bir hikayeden esinlenerek yapılmış bu eser sinemalara gelmemiş, ne yazık ki bir tv filminden öteye gidememiştir.Belkide bunca zamandır adından bahsedilmeyişinin sebebide budur.Kısaca bahsedilmesi gerekenlere hemen değinmek gerekiyor, çünkü konusulması gereken o kadar fazla şey var ki.

Önemli olan noktalardan biri 2. dünya savaşı öncesinde, zencilerin beyaz amerikalıların arasında varolma savaşı ve yaşadıkları zorluklar.Filmde zaten görüyorsunuz, genel olarak zencilerin çalışma alanları olarak belirlenen kısımlar hep 3cü sınıf çalışma alanları.Temizlikçilik, getir-götür işleri ve buna benzer şeyler.Bizim Vivien'in yaşadığıda aynı bu tarz zorlukta.İnanılmaz işler başarmasına rağmen, adı heryerde geçen biri olmasına rağmen bu duvarı yıkamıyor.

Bunun dışında filmdeki olay gerçekten süper bişey.Benim merak ettiğim, o kadar salak konulu filmler yapıyorlar.Neden bu tarz filmler yok denilecek kadar az.Bir zaman düşünün ki, o zaman tıp alanında ''kalp'' e dokunmak hani çok büyük bişey olarak kabul ediliyor.Kalbe dokunulmazlığını felan savunuyor tıp adamları, hani ''din'' le alakası felan yok.Çok ilginç gördüm bunu.Neyden bahsediyorduk, neden bu tarz filmler yok.Bence ilk kalp ameliyatının nasıl yapıldığını ve yapılırken nasıl aşamalardan geçtiğini görmek süper birşeydi benim için.

Film içinde çok şey barındırıyor demiştik ya, şöyle sıralamak istiyorum.İlk ameliyatı yapan doktordan mı bahsetmemiz gerekiyor, yoksa sıradan bir zencinin zekasıyla bu ameliyat yolunu bulmasından mı bahsedelim yoksa tarih için, insanlık için bu 2 adamım bu ameliyatı her riski göze alarak yapmasından mı bahsetmemiz gerekiyor, gerçekten çok güzel olmuş, bir kere daha takdir ediyorum.

Oyunculuk konusuna gelelim; Ricman ve Def çok sevdiğim yada fazla izlediğim aktörler değil, yada yıllar boyunca isimlerinden fazlaca söz edilmiş isimler değil, ama bu filmden sonra işler biraz değişti.Özellikle Def konusunda gerçekten bir beğeniye sahip oldum filmden sonra.Kendisi inanılmaz oynamış filmde tek kelimeyle hani hayran bıraktırıyor.İzlemeye doyamıyorsunuz yaptıklarıyla, konusması, mimikleriyle.Bunun dışında hani bu tür karakterler sevilir.Hiçbişey bilmeyen ve daha sonra kendi kendine bişeyler öğrenip yapmaya çabalayan.Ayrıca sistem altında ezilen ve kendine bir yer edinmeye çalışan adamlar...

Film süper olmuş.Bilmiyorum bahsedilen konu ilgimi çekti ki genelde bu tarz filmler sıkıcı olmaktan başka fazla bir yere ulaşamazlar, ama bu seferki sadece biografi olmadıgından dolayı, kendi tarzındaki filmlerden biraz ayrılıyor.Filmin sonuda film kadar güzel ve dikkat çekici.Mutlaka izlenmesi gereken bir film olduğunu düşünmemle birlikte vereceğim not 10/7.9

UnjustLucifer

22.01.2010

Five Fingers [2006]

Şöyle bir oturdum ne izlesem acaba diye, karşıma çıkan ilk filmi izleme hastalığıma kapıldım bir anda.Hadi dedik izledik.Film hakkında düşüncelerimi yazmak istiyorum hemen.

Martijn, iyi beslenemeyen çocuklara yemek sağlayan bir programa katılmak üzere Fas'a gider ve burada teröristlerce kaçırılır.İdealist bir Hollandalı olan Martjin teröristler tarafından kaçırılınca gerilim dolu, sürükleyici bir hikaye başlar. Kendisini kaçıran kişiyle silah zoruyla satranç oynamak zorunda kalan Martijn teröristin amacını öğrenmeye çalışırken sorduğu soruların karşılığını farklı bir biçimde ödeyecektir..

Nasıl bir film bu?Bir kere film tek mekanda geçiyor, bu ne kadar güzel olduguna dair bir kanıt.Bir düşünün film başlıyor ve ilk 15 dakikadan sonra sürekli aynı mekan.Bunun yanına birde ağır ilerleyen bir konuyu eklediğiniz zaman çekilmez bir hal alıyor.

Film güzeldi diyebilcek olanların sığınacağı tek nokta belkide filmin süper oyalama amaçla yapılmış olması.Tamam ortada bir hikaye var ve bunun cevabı ancak filmin sonunda gelecek burası belli.Tamamen oyalama amaçlı çünkü içerisinde inceiğin ve kıvrak zekanın pek bulunmadığı bir filmden bahsediyoruz.Hazır buraya kadar getirmişken sonundan da bahsedelim.Parmaklar gittikçe ortaya birazda bişeyler çıkıyor ama filmin sonu gerçekten çok fena olmuş.Herşey sadee bunun içinmiydi diyorsunuz ve bir anda anlınızda ''sucks'' yazısı beliriyor.Ben 1 saat 35 dakkamı bu filme sadece bunun için mi verdim diye kendinizi deli gibi sorguluyorsunuz.

Şimdi şöyle bir garip nokta var.süper oyalıyor demiştim bir paragraf yukarıda.Evet, sonu belli olmayan ve en azından bir bilinmeyenden alıp bişeyleri çözmeye doğru götüren filmleri seviyorum, hatta burada olumsuz olarak söz etmeme rağmen ben bu filmi biraz beğendim ama sonu o kadar yapmacık ve aptal olmuş ki hani dencek bişey kalmıyor.Beğenmeye meğilli olan bir adam bile bunları yazabiliyor bu film hakkında.

Daha fazla uzatmaya gerek yok.Not olarak 10/6 vereceğim.İzlesenizde olur, izlemesenizde olur.Azcık zevkli olsun ben sonuna rağzıyım derseniz buyrun..

UnjustLucifer

Robin Hood [2010]

Bu aralar haberler kısmını boşladığımın farkındayım ama pc başında geçirdiğim süreyi izlediğim ve yazdığım filmler fena halde dolduruyor.

Ridley Scott'un Robin Hood'u hakkında bişeyler yazmak gerekiyor.Türkiye çıkışı 14 Mayıs olarak gözüküyor.Ortalıkta dolaşan sadece posteri var, bu bile beni heycanlandırmaya yetti.Sherlock Holmes'den sonra üstüne Robin Hood gibi bir diğer küçüklük karakterlerimizden birini izlemek zevk vericektir...

UnjustLucifer

21.01.2010

Sherlock Holmes [2009]

Önce Unjustlucifer, sonra Mert Şahin yazar arkadaşlarımız yorumladı filmi. Şimdi de ben. Banner'ımız da değişmiş, Inglourious Basterds'tan Sherlock Holmes'a dönmüş. Kısaca tüm dünyada olduğu gibi bizim blogda da Sherlock Holmes çılgınlığı yaşanıyor yeniden. Bu kahramanı yeniden canlandıran isimler de Yönetmen Guy Ritchie ve aktör Robert Downey Jr.

Öncelikle Sherlock Holmes'ün geçmişine bir göz atalım. Sir Arthur Conan Doyle'un 19. yüzyılda yarattığı bir karakter Holmes. 6 Ocak 1854 Londra doğumlu bir dedektif kendisi. Ama muhtemelen dünya üzerindeki en zeki dedektiflerden bir tanesi. İpuçlarını çözmekte üzerine yoktur. Suçları bir bulmacaymış gibi görür ve en ince ayrıntılarına kadar dikkatle inceleyerek ve tümdengelim ve tümevarım yöntemlerini çok iyi kullanarak bu suçları çözmesini iyi bilir. En yakın dostu Dr. Watson'dur. Evi Baker Street'tedir.

Bütün bunların dışında Sherlock Holmes karakteri sadece Doyle'un elinden okunmamıştır. Evet, Doyle bu karakteri ortaya çıkarmıştır ama bir çok yazar onu yeniden yaratmış ve bir çok filme de konuk olmuştur Sherlock Holmes, adına film çevirenler de cabası. Üstelik bu yeni kitaplarında, filmlerinde asıl Sherlock Holmes'e de sadık kalınmadığını görebiliriz. Bir çok Holmes karakteri özgünlüğüyle, farklılığıyla bilinir. Bugüne kadar bilinen en iyi Holmes-Watson ikilileri ise Basil Rathbone-Nigel Bruce, Nicol Williamson-Robert Duvall, Christopher Plummer-James Mason, Jeremy Brett-David Burke.

Klasik bir Holmes hikayesi. Sherlock Holmes (Robert Downey Jr.) ve Dr. John Watson (Jude Law), karanlık işlerle uğraşan Lord Blackwood'un (Mark Strong) peşindedir. Tabii olayların içinde, Holmes'ü alt edebilen tek bayan olan Irene Adler'da (Rachel McAdams) vardır. Holmes, her zamanki gibi ince ayrıntılara dikkat ederek, tümevarım yöntemini kullanarak ufak suçlardan büyük perdeyi görmeye çalışır.

Bence yeni Sherlock Holmes gayet iyi olmuş. Eğer Sherlock, Doyle'unkine sadık kalsaydı bir şey diyemezdik ama bu haliyle de bir şey diyemeyeceğim çünkü zaten bu karakter artık ufak tefek ayrıntılarla kişiden kişiye değişen bir karakter. Burada bazı eleştirmenlerin olumsuz eleştirileri de bu ufak tefek ayrıntıların bu sefer fazla olması. Mesela Sherlock asla dövüşmezken bu filmde para kazanmak için dövüşüyor, hemde iyi dövüşüyor. Sherlock ciddi bir adamken, bu film komedi unsurları içeriyor. Ama bence kötü değil, Guy Ritchie'nin Sherlock'unu da beğendim ben.

Robert Downey Jr.'da bu rolün üstesinden gelmiş, fazlasıyla. Yarı deli, keskin zekalı, yer yer komik ama uzmanlık alanı dahilinde son derece ciddi, insan içine çıkmayı pek sevmeyen, Watson'dan başka dostu olmayan, bayanlarla arası kötü olan Sherlock karakterine çok yakışmış. Hani bazı oyuncular karakterleriyle mükemmel bir uyum içerisindedirler ya. Başka birini yakıştıramazsınız o karaktere. Mesela 'The Pirates of the Caribbean' deyince akla Johnny Depp gelir ya, şimdi de 'Sherlock Holmes' deyince akla Robert Downey Jr. gelecek. (mi)? Belki yaşı büyük izleyiciler Basil Rathbone ya da Jeremy Brett diyebilirler. O yüzden şöyle değiştirelim, Robert Downey Jr. deyince akla ilk Sherlock Holmes filminin gelmesi olası. Tabii 'Chaplin' ve 'Ally McBeal' ile beraber.

Jude Law, yardımcı rolde sırıtmamış. Güzeller güzeli Rachel McAdams ise o role uymamış. 2. bir Demet Evgar vak'ası. Daha erkeksi bir bayan bulabilirlerdi o rol için bana göre. Mark Strong'da görünüş itibariyle role uymuş ve oyunculuğuyla da rolün üstesinden gelebilmiş.

19. yüzyıl İngiltere'si çok güzel önümüze sunuluyor. Çekimler mükemmel. Klasik Guy Ritchie slow-motion'larına, özellikle dövüş sahnelerinde hayran olacaksınız. Bu seferki Sherlock Holmes daha az bulmaca, daha fazla kas gücü ile hareket etse de bulmaca sahneleri de beni tatmin etti diyebilirim. Hepsinden önemlisi film sizi 140 dakika boyunca eğlendiriyor ve üzerine kafa yordurtuyor. Soluksuz bir şekilde izleyeceğiniz eğlenceli bir yapım. Hiçbirşey olmasa, Altın Küre ödüllü Robert Downey Jr.'ı izlemek için bile gidilir! 8/10

Beercholic

Sherlock Holmes [2009]

Seni görmek ne büyük şeref bu harikulade sanatın içinde, bir başka tapılası sanatın ikonlarından biri olan Sherlock Holmes. Seninle görsel olarak da tanışmak ne büyük zevk ne büyük bir keyif.

Yazıma yapmış olduğum bu giriş inanın bana, küçüklükten beri onun hikâyelerini okumam onunla yetişmemden kaynaklanıyor. Onu ilk defa kitapların dışında görmem heyecanlandırıverdi beni en çocuksu duygularla, ama bu duygularımı bir kenara bırakıp sanatı yorumlayalım. Temel olarak film olması beklendiği gibi bir konu ve olması bekleneni karşılayan bir kurgu yapısı içerisinde. Hep sürprizlerle dolu olan Sherlock Holmes maceraları filmde de iyi öyküleştirilmiş gerçekten. Edebiyat derslerindeki kavramlardan devam edecek olursak benim filmde en olumlu bulduğum yanlardan biri, dönemin İngiltere’sinin, Londra’sının betimlenişi, o karanlık, gizemli havasının sezdirilişidir. Öyle ki Edinburgh’un karanlık yüzü olan Dr.Jekyll ve Mr.Hyde hikayesi kıvamında resmedilmiş İngiltere tam bir şaheser.

Robert Downey Jr. Filmde Sherlock Holmes septikliğini ve farkındalığını yaşayarak oynamış ve bu filme çok olumlu bir hava katmış. Öte yandan onun kıymetli dostu, yol arkadaşı Dr.Watson da çok iyi canlandırılmış. Lord Blackwood’a gelecek olursam, zaten bütün filmde esrarengiz havada ve pek gözükmediğinden yorum yapmak biraz güç. Ancak yüz hatlarından, saç kesimine ve diş yapısına kadar oyuncu doğru seçilmiş. Bana biraz da Kont Dracula’yı hatırlattı itiraf etmek gerekirse. Geride kalan oyunculuklar için ise çok da fazla bir şeyler söylemiyorum zira filmde fazlasıyla resesiftiler ve açıkçası pastadaki küçük paylarını da iyi gösteremediler.

Küçük bir detayla veda ederek sizleri filmle baş başa bırakmak istiyorum. Parlamento binasında Lord Blackwood’un sarf etmiş sözlerin Hitler’e ait olması vurgusu biraz araya sıkıştırılmış ve detay takip edip tarih bilimine tutkun olan insanlara atfedilmiş.

Bence fazlasıyla izlenmeye değer bir film. 8.3

Mert Şahin

20.01.2010

Paranormal Activity [2007]

Dedi ki arkadaşlarımdan biri: "Abi dün bir film izledim 'Panaromal Activity' miydi neydi. Abi yok öyle bir film ya! Annemle izledik, böyle inanılmaz korkutucu, böyle sabah 04.00'a kadar uyuyamadım, hep kapıya bakıyorum, arkama bakıyorum falan, süperdi!" "Paranormal Activity olmasın o?" diye düzelttim. Çıktığı günden beri ben de görmek istiyordum. Hani bir önceki film analizlerimden birinde genelde filmi izlemeden önce fragmanını izlemem demiştim ya, ister istemez bu filmin fragmanını gördüm ve diğer korku filmlerinden değişik bir filme benziyordu. Fragmana serpiştirilen, sinema salonlarındaki heyecanlı insanlar da gerçekten başarılı bir pazarcılık örneği, tıpkı afişteki Spielberg'in sözleri ve 'Tek başınıza izlemeyin!', 'Sinemada izleyin' direktifleri gibi. Bütün bunların sonucunda insan sinemada izlemek, normal giden hayatına 1.5 saatliğine korkarak ara vermek istiyor. Arkadaşıma; "2. kez izlemeyi kabul edersen gidelim izleyelim." dedim, karşılığında aldığım cevap olumlu olunca izledik efendim.

Film 15.000 dolar gibi bir bütçeyle çekilmiş. Hasılat/Bütçe oranı inanılmaz. 15.000 bütçeyle hakikaten iyi iş. Ancak dediğimiz gibi reklam çok önemli ve bu reklamda bir tesadüfler silsilesiyle gelmiş. Hayatta şanslı olmak çok önemlidir. Filmin yönetmeni Oren Peli'de şanslı biriymiş. 2007 yapımı bu filmin ana fikri yine Peli'den çıkıyor. Daha önce filmin çekildiği evde kız arkadaşıyla kalırken başına benzer olaylar gelmiş Peli'nin ve daha sonra bu olayları dahice düşünerek film çekmeye karar vermiş. Film 7 günde çekilmiş. Sundance filmi kabul etmemiş, Miramax dağıtmamış. En son Dreamworks'e gitmişler ve Dreamworks yapımcıları filmden çok etkilenmiş. Öyle etkilenmişler ki bir kopyasını da Steven Spielberg'e göndermişler. Spielberg bir gece filmi izlemiş. İzledikten sonra odadan çıkmak isterken kapının bir şekilde kilitlendiğini fark etmiş. Soğuk terler döken Spielberg bir çilingir çağırarak olayı halletmiş ancak bu bir şekilde basına da yansıyınca ister istemez filmin reklamı yapılmış ve film ününe ün katmış oluyor. Film yeniden çekilecekmiş ancak bir kez sinemalarda bu haliyle gösterilmesine karar verilmiş. İnsanlar çok beğenince filme karışılmamış ancak Spielberg filmin Oran Peli'den çıkma, internette bulabileceğiniz iki alternatif sonunu kendi sonuyla değiştirmiş ve sinemalarda izlediğimiz filmde Spielberg'in sonu oynuyor.

Konuya geçelim. Tamamıyla el kamerasından izliyoruz filmi. Micah (Micah Sloat), kız arkadaşı Katie'nin (Katie Featherston) bilinmeyen bir şeyin onu 8 yaşından beri takip ettiği sözlerinden sonra bir kamera alır ve bu kamerayla herşeyi çekmeye başlar. İkili aynı evde kalıyorlardır ve bu kamerayla gündüzleri birbirlerini çekerler, geceleri ise kamerayı yatak odalarına koyarlar ve bilinmeyen bu şey bir daha Katie'yi rahatsız ederse, bunu kameradan görebileceklerdir ve bu bir nevi kanıttır. Günler ilerledikçe bu bilinmeyen şey kendini iyice belli etmeye başlar, bu Katie için büyüyerek ilerleyen bir kabusken, Micah için baştaki eğlenceli kısımlardan sonra korkutucu bir hal alır.

Evet el kamerasıyla çekilmiş film baştan sona. Kameranın kaydı kapanınca biz izleyemiyoruz. Kameranın kayıtladığı şeyleri izleyebiliyoruz bir tek. Ben sayacağım filmleri izlemedim ama okuduğum kadarıyla bu açıdan 'Blair Witch Project' ve 'Rec'e benziyormuş. Kamera gece, yatak odasında sabitleniyor. Kameranın sabitlendiği kesimden hol, merdivenler falan görünüyor. Ayrıca sağ alt köşede işleyen saatte ayrı bir gerilim öğesi. Aralıklarla gelen bu gizemli misafir, ilerleyen günlerde her gece rahatsız ediyor çiftimizi ama filmin başlarda, hatta ilk yarım saat o kadar ağır işlerken filmin sonu oldu bittiye getiriliyor. Bu iyi olmamış. İyi olmayan şeylerden birisi de küçük, basit klişeler. Çiftimiz kapılarını kapatmadan uyuyor. Kapılarını kapatmıyorlar çünkü biz holü görelim diye. Aslında bu klişe olmayabilir, neden kapınızı kapatmıyorsunuz diye soracak halim yok ama bana ilginç geldi, her gün kapısını kapatıp uyuyan biri olarak. Tekrarlıyorum, bunu soracak halim yok, evet ama neden uyandığınızda o korkuyla ışığı açmıyorsunuz diye bir soru yöneltebilirim çifte.

Bir de filmin akıcılığı yok. Ara sıra sıkılıyorsunuz. Hatta fragmanlarda o korkudan altınıza eden insanları gördükçe, onlar aklınıza geldikçe ve film devam ettikçe "Ben niye korkmuyorum, bende mi bir sorun var?" diye düşünüyorsunuz. Elbette her insanın korku anlayışı da farklıdır ve bu sadece benim düşüncelerim. Gündüz ile gece süreleri belirsiz bir oranda dağıtılmış. Geceleri zaman zaman geriliyorsunuz ama gündüz süreleri o kadar çok uzun ve gereksiz konuşmalardan oluşmuş ki, atmosferden kopuyorsunuz. Bunun dışında bir korku filminden beklenmeyecek güzel oyunculuklar var.

Bilinmeyen her zaman korkutur. Ancak zaman geçtikçe o bilinmeyen, bilinmeyen olarak kalırsa sizin de hevesiniz kursağınızda kalır. Özetle bu düşük bütçeli sansasyonel korku filmi, beni salonda korkutmadı ancak paranoyaklaştırdı. Bir kaç gece yalnız başıma uyuduğumda kapıyı kontrol etmedim değil. Yani film boyunca değil de filmden sonra korktum. Yine de bir 'The Exorcism of Emily Rose'daki kadar korkmadım diyebilirim. Büyük beklentilerle gitmeyin derim. 6/10

Beercholic

Bir Tane Daha...









http://frigopopcorn.blogspot.com/

Tanıtım işine girmek için belki biraz fazla erken ama görevimizi yapmamız gerekiyor, bu tür blogların çoğalmasına yardımcı olmak için...

Arkadaşım Mahmut'un benden kendi blog unda söylediği üzere benden esinlenerek açtığı blogu.Kısaca neler var içeride; film kritikleri en büyük alanı kaplıyor, daha sonra ufak haberler sıkıştırcak araya sanırsam.Bunun yanında kendi düşüncelerini belirteceği kısa yazılarda yazabilir.

Bunun yanında temasını çok beğendim, ama bir o kadar da karışık geldi.Ne diyelim, hayırlı olsn.Takip edilenler kısmına ekleyelim hemen, ne yazmış, ne yapmış arada haberimiz olsn!

UnjustLucifer

19.01.2010

Hunger [2008]

Hunger, 2008 yılında vizyona girmiş olan, Steve MacQuinn'in yönetmenliğini üstlendiği bir film. Yönetmenin ilk filmi olan Hunger'ın başrolünde Michael Fassbender var. Baştan söyleyeyim oldukça zor bir film. Zordan kastım şu, filmde izlediğimiz şeylerin tamamının gerçek bir hikayeyi yansıtması ve filmde "açlık"a ve diğer eylemlere vurgu yapabilmek adına diyalogların oldukça az olması ve uzun uzun aynı sahneleri göstermek filmin seyrini zorlaştıran öğeler. Bu anlamda Uzakdoğu filmlerini izlemeye tahammül edemeyenlere asla tavsiye etmiyorum.

Filmde 17. Yüzyıldan beri İrlanda’nın kuzeyinde yaşanan Katolik-Protestan çatışması, İngiltere’nin Demir Leydi’li (Margaret Thatcher) yönetimi sırasında Maze hapishanesindeki İRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) üyelerinin yaşadıkları temelinde anlatılıyor.

Filmin odak noktasını ise İRA’nın siyasi kanadını oluşturan Sinn Fein partisi üyesi Bobby Sand’ın savunduğu değerler için açlık grevine girmesi oluşturmaktadır. Filmin ikinci yarısında Bobby Sand’ın açlık grevi süresince fiziksel olarak nasıl bir dönüşüm geçirdiği gözler önüne seriliyor. Bunun dışında İRA üyelerinin savundukları değerler uğruna yaptıkları diğer önemli ve sonuç veren eylemler de filmde yer alıyor.

Filmin en çarpıcı sahnesi 18 dakika süren bir diyalog. Bu sahnede Bobby Sand, Maze Hapishanesinin rahibiyle sohbet ediyor. Oldukça uzun olduğu gibi bir o kadar da başarılı bir diyalog sahnesi olmuş. Sahne çok uzun olmasına rağmen diyalogun son cümlelerine kadar ilgiyle izliyorsunuz. Sahnenin farklı olmasının sanırım en önemli nedeni filme kontrast oluşturması, film boyunca çok az konuşma olmasının yanında 18 dakikalık bir diyalogu filmin ortasında izlemek oldukça etkili ve farklı bir his uyandırıyor. Bu anlamda yönetmen Steve MacQuinn çok iyi bir iş çıkarmış. Hem o zamanlar yaşanan olayları çoğunlukla görsel olarak göstermiş hem de Bobby Sand’ın fikirlerini bir diyalog sahnesiyle izleyiciye yansıtmış.

Bu tür dönem filmlerinin bence şu anlamda bir eksikliği oluyor. O da bu tür filmlerde konuya genel giriş gibi, belki bir bakıma belgesel tadında belli başlı bilgilerin verilmemesi. Tabi filmin ticari kaygıları veya belgesel türünde yayınlanıp yayınlanmama durumu bu anlamda belirleyici olabiliyor. Bir de belgeselden ziyade dram türünde vizyona girdiğinde daha fazla insana hitap edeceği açık. Ben de zaten bunun karşısında yer almıyorum. Bence de belgeselden ziyade dram türünde bir şeyler izleyenlerin sayısı daha yüksektir ve bu insanlara ulaşmak adına çok spesifik bir konuya odaklanmalıdır film. Ama işte bu tür, çok uzun yıllardır sorun olan bir konunun sadece bir ya da iki yılını anlatırken resimlerle ve yazılarla konunun geneli ile ilgili bilgilerin verilmesi şart. Çünkü bu tür bir bilgi verilmediği zaman, konuya vakıf olmaktan çok filmin kurgusu, oyuncusu, film içinde söylediklerinin tam olarak bir anlamı olmuyor. Bu filmde de 1981 yılındaki İRA üyelerini görüyoruz ve öncesi kesinlikle yok. Bu yüzden konuyu hiç bilmeyen birinin bu filmi izlemesi mümkün değil zira öyle ortadan bir yerden başlıyor ve o kadar az konuşma var ki, izleyenlerin tahammül edip filmi bitirmesi oldukça zor. Güz Sancısı’nın da aynı sorunu vardı. Film 6-7 Eylül olaylarını bir imkansız aşk çerçevesinde anlatıyor ama öyle bir anlatıyor ki siyasi tarih açısından en ufak bir şeyi anlayamıyorsunuz. Orada bir sürü işler dönüyor ama konuyu bilmeyen biri o filmde bir tek Rum kızıyla Türk çocuğun aşkını izler. Dolayısıyla film, tarihten bir kesit sunmaya çalışırken, tarihi fon olarak kullanıp aşk filmini vizyona sokmuş olur. Hunger filmi ise Bobby Sand üzerinden tarihten bir kesit sunmaya çalışmış ama filmi izlerken tarihi olarak bir şey öğrenmekten ziyade Maze hapishanesi mahkumlarının yaşadığı şartları izliyoruz.

Filmin sonunda benim bahsettiğim anlamda birkaç yazı akıyor ama o da sadece Bobby Sand’ın açlık grevinden öldükten sonra, siyasi arenada yaşanan birkaç değişiklikten ibaret. Filmin tek gayesinin sadece o şartları göstermek olduğunu düşünmüyorum çünkü o adamların neden o şartlarda yaşadıklarını neden eylem yaptıklarını film içinde anlayamadıktan sonra, film ajitasyondan öteye gitmez bence. Ben filmi izlerken biraz daha şanslıydım. Bir yıl önce İRA konusunda bir ödev hazırlamıştım o açıdan konuya genel olarak hakimdim. O yüzden izlerken çok zorlandım. İngiltere’nin ne kadar özgürlükçü! bir ülke olduğunu da bir kez daha anladım.

Kazananların yazdığı tarihi okumak durumunda kaldığımız için bu tür filmlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü tarihsel anlamda kaybeden ya da kaybeden tarafında olanların gözünden göreceğimiz tarihin çok daha çarpıcı olduğuna inanıyorum. Bu film de aslında bi anlamda kazandırılmayanın tarihinden küçük bir kesit sunuyor.

Sinem

I've Loved You So Long [2008]

Herkez izledi, yorumlarını yaptı ondan sonra gene izleme sırası bana geldi.İzlemek için geç kaldığım filmlerden biri daha ne yazık ki.Neyse sonunda izledik diğelim ve yazıya devam edelim filmden bahsederek.

15 yılını hapiste geçiren Juliette (juli diye kısaltmak istiyorum), özgürlüğüne kavuştuktan sonra hemen uzun süredir uzak kaldığı kız kardeşinede kavuşur.Fakat neden hapiste kaldığını uzun bir süre herkezden gizliyor.Fakat daha sonra kız kardeşinin ve ailesinin ona karşı biraz daha olumlu bir tutum sergilemesinden, hayatına giren yeni insanlar sayesinde bunun üstünden gelebiliyor...

Evet film gerçekten ilerlemiyor.Yanlış hatırlamıyorsam 2 saate yaklaşan bir süresi vardı ve filmin sonunu bir ara hiç göremeyeceğimi sandım.Filmin ilk yarısında zaten hayatlar yerleşiyor.Şu şekilde, herkezin kendine göre devam ettiği bir hayat var ama bu karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri, davaları belli oluyor.Daha sonra filmin ilk yarısı boyunca Juli'nin neden hapiste olduğunu merak ederek devam ediyorsunuz, bu size sıkılmamanız için sunulmuş bir nimet ama bunun dışında çok sıkıcı.

Filmin 2. yarısına gelmeden hemen önce Juli'nin neden hapiste oldugunu öğrendikten sonra, bunu neden yaptığını merak ediyorsunuz.Filmi bitirmeniz için gereken bir diğer motivasyon kaynağı.Buradan sonra olaylar biraz daha hızlanıyor gibi oluyor, işin içine farklı karakterler geliyor ve renk biraz değişiyor.Filmin sonlarına doğru zaten asıl beklenen düğüm çözülüyor.Bundan burada asla bahsetmek istemiyorum, ama şöyle bir filmi sırf bu son olacak diğe izlediime inanamıyorum.Güzeldi, kurgusu güzeldi, Özellikle Juli rolünü oynayan Kristin Scott Thomas gerçekten iyiydi ama tatmin etmedi.

Daha çok böyle, ne olacağını bildiğiniz bir filmi, sadece ufak ayrıntılarını da öğrenebilmek için izliyorsunuz havası vardı fazlaca ve bu beni baya rahatsız etti.

Ağır bir dram yaratmaya çalışmışlar ve başarmışlar kesinlikle.Film verilmek istenen duyguyu çok net bir şekilde veriyor.Çok uzun gereksiz konusmalar yerine bol bol mimik, ve bunun yanında gerçekten güzel müzikler kullanmışlar.Burası takdir edilmesi gereken bir diğer nokta.

Sonuç olarak sinemada izlenmeye deymeyecek, evde iyi bir bunalımda oldugunuz anda açıp izleyip daha sonra direkt olarak uykuya dalınacak bir film.10/7 yeter.!

UnjustLucifer

Let The Right One In [2008]

Hayatımda anlam veremediğim ve milletin neden bu kadar beğendiği filmler listesinde 1 numara Fight Club filmidir.Bunun yanına daha bir sürü sıralayabilinecek film varken ve bu listeyi hazır unutmaya başlamışken yavaş yavaş, tekrar canlandı.Biraz bahsedelim,

Stockholm'de 1982 yılında geçen hikaye iki çocuk arasındaki sıradışı ilişkiyi anlatıyor. Alt sınıfın yaşadığı devasa binaların arasında bulunan karlar içinde bir parkta vakit geçiren Oskar, soğuktan etkilenmeyen, beyaz yüzlü ve gizemli Eli ile tanışır.

İki çocuk yakınlaşırken, fonda aynı mahallede çeşitli cinayetlerin işlendiğini görürüz. Uzun süredir vampir olan Eli'nin kan ihtiyacı babası tarafından giderilmektedir. Fakat zamanla Eli'nin durumu iki çocuğun da başını belaya sokar...

Nereden bahsetmem gerekiyor bilmiyorum, yada nelerden bahsetmem gerekiyor onuda bilmiyorum.Ortada kalan o kadar fazla nokta var ki, hani hangisinden başlayim?

Şimdi kızımız milleti kan ihtiyacı nedeniyle ısırıyor tamam burasını anladık.Daha sonralarda vampir olan kadına kediler saldırıyor.Tamam bunu buraya yazarak belki bilgisizliğimi ortaya koyuyorum ama kediler neden vampir olan birine aşırı şekilde saldırma isteği duyuyorlar?

2. olarak bahsedilmesi gereken, vampirlerin ışıkla arası yoktur tamam hadi anladım, ama neden ışık gördükleri anda bir anda alev alev yanmaya başlıyorlar, burayıda tam olarak anlamadım, bir açıklaması vardır mutlaka ama kaçan bir nokta daha.

Güzel sahne olarak bahsedilebilcek şeylerde yok değil.Kızın evinde, cocugun elini kesmesi ve kan kardeşi olucaz diye beklerken kızın akan kana gitmesi çok vurucu bir sanneydi benim açımdan.Hani filmin başından beri vampir bir kızla normal bir oğlanın arasındaki aşkın ilginç olması hikayeye karışıyor.Daha sonra böyle bir sahnede koyunca iş iyice ilginçleşiyor, burası güzeldi.

Filmin son sahnesinden bahsetmek bile istemiyorum.Hani zaten filmi sonu için izlersiniz, bırakın izleyin.Twilight tarzına yaklaşan bir film.IMDB notu olarak 10/8.1 i neresine aldı hayatta anlamam.IMDB'nin takılası değil, sadece bakılası bir liste olduğunu zaten baştan beri söylüyoruz ama bu biraz fazla kaçmış cidden.Sinemalarda su anda yada gelecek sanırsam, bilmiyorum tam olarak.

Notum 10/5..Böyle filme ancak böyle bir not.O kadar da övdüler...

UnjustLucifer

17.01.2010

Avatar 3D [2009]

Tipik bir Amerikan filmi mi? Evet.Tipik bir Amerikan komutanı mı? Evet.Yeni olan bir öğe var mı?Temelinde yok.Bir asker göreve gönderildi ve sonunda insancıl,barışçıl,tarafı seçti,seçti mi? Evet.Peki bunların hepsini özel kılan şeyi soruyorum sizlere,yok mu? Tabi ki var.

Uğruna milyonlarca dolar harcanan filmde bence gizlenmiş ve iyi işlenmiş bir çok şey var. Realize edilen şey aslında hem kendi içlerimizde bizleriz,hem de büyük patron dünya ve onun politikası.Konu olarak pek çok örneğine rastladığımız bu film bu kıstasta sınıfta fazlasıyla kalıyor.Oyunculuk desen görsel efektlere teşekkür ederekten bu konuda sınıfı geçiriyorum.Ancak birkaç çift lafım bu konuda filmdeki Peter karakterine.Sormam lazım ya sen nereden geldin,ne alakasın filmde.O koskoca üssü yani bu her bakımdan kalıpsız adam mı yönetiyor,diye sormadan geçemiyorum.Onun dışında diğer oyunculuklar da vasatı aşamadı,komutan hariç.Komutanın gözlerinde o Amerikan öfkesini okuyamayanınız var mıydı? Gerçekten rolünü iyi özümsemiş ama inşallah gerçek hayatta da öyle biri değildir.

Son olarak seslere de,müziklere de ve en çok bayıldım dediğim doğadaki uçuş sahnelerine de buradan öpücüklerimi konduruyorum.Öte yandan baştan o kadar da dünyaya benzemeyen Pandora nasıl da da sonra dünya cehennemine uzaydan görünüş olarak benzetilmiş,tasvir edilmiş. ( Pandora da cehenneme çevrildi çünkü )

Ve yazar notu olarak eklemek istediklerime gelirsek,inanılmaz paralar harcanan bir Hollywood filmi Amerika’yı,kendi vatanını ancak bu kadar güzel eleştirebilirdi.Harcanan milyonlarca doların,komutanın ağzında Bush’un sözleri başta olmak üzere pek çok öğede,kendi başkanını,kendi sistemini eleştirmesi yüksek mertebeyle manidardır.Ayrıca inancını koruyan ve bağlandığı şeyler uğrunda umutlarını kaybetmeyen Orta Doğu halkı da bir ağacın önderliğinde sembolize edilmiştir.Belki de inançlar sistemi çöktüğünde,dinler değerini yitirdiğinde bireysel bazda bir tek şey ortada kalacak o da umudu simgeleyen ak ağaç.Yazar notundan en son bunları yaşatan filme bu bakış açısından teşekkürler.

Soruyu sorarak bırakmak istiyorum.Sizce bu kadar para bu mesajları vermek için mi harcandı veya harcanmalıydı? 8.6

Mert Şahin

16.01.2010

Sherlock Holmes [2009]

Cocukken kitaplarını okuduğumuz karakterin filminin ilgi çekici olacağını düşünmüştüm.Lakin aynen öylede oldu.Süper zevkli bir film yapmışlar ve izleme zevki üst seviyede.Güzel olacağını bekliyordum, hatta sırf bu yüzden sinemada izlemek istedim 10 tl vererek.

Arthur Conan Doyle'un ünlü karakteri sherlock holmes uyarlamasında ve cesyr ortağı watson'un maceralarını anlatıyor.Mark Strong'un canlandırdığı düşman blackwood rolünü oynuyor ve filmde kendine bir yer edinmiş.

Hemen filme geçelim, överken eleştirme işine başlayalım hemen.

Öncelikle arkadaşımın dikkat ettiği ve benim hafiften es geçebildiğim bir noktadan bahsetmek istiyorum.Eski zaman Londrasından çok güzel bahsetmişler.Demek istediğim, mekanları, ışıkları süper ayarlamışlar.Hani sahnelerin çoğunlugunu karanlık yapmışlar ve böyle daha gizemli bir hava olmuş.

Bunun dışında filmde en ilgi çekici olaylardan biri Holmes'in inanılmaz dövüş kabiliyetiydi.Bir dakka burada bir duralım.Ben Holmes'i bu kadar kavgacı olarak bilmezdim ya, acaba ben mi bişeyler kaçırdım ki okurken.Hani düşmanlarıyla kavga etmeyi bir yana bırakalım, dövüş gecelerine felan katılarak para kazanmayada başlamış.Yok burasına itirazım var, çekim teknikleriyle beraber süper gözüküyor göze, hatta dövüşmeden önceki stratejilerini gösteren bölüm süper, ama Holmes biraz fazla açılmış burada.

İlk zamanlarda oyuncuların inanılmaz iyi oldugunu sanıyordum ama biraz daha düşündükten sonra Jude Law hakkında bazı sorunlarım oluştu.Bilmiyorum, sanki rol için biraz böyle fazla yumuşak kalmış gibi.Hani bir doktordan bahsediyoruz, narin bir görünüşü war ama sanki biraz fazla misyon yüklemişler gibi kendisine.Hani bu biraz fazla yanlı bir görüş olabilir ama belirtmek istedim.

Bunun dışında Downey J.R o saçlar ne? Yok buda olmamış.Hani her sanede farklı bir model, çoğuna havada uçuşuyor, sağa sola kayıyor hani bir kere daha düşünülmesi gereken bir ayrıntı olmuş.Ama şuraya kadar yazdıklarımının bir Guy Richie filminde dikkat edilcek gereksiz ayrıntılardan oluştugunun farkındayım, amacım asla filmi kötülemek yada fazla üstüne gitmek değildir.

Hazır oyunculara girmişken, Downey J.R dan bahsedelim.Süper, role kendinisi süper adapte etmiş, hani başka kimi koysan buraya oynar diye düşünüyorum ama yok, başkasını role adapte edemedim.Bundan daha iyi ve etkili oynadığı bir başka filmi hatırlamıyorum.Jude Law yerine birilerini koymam gerekirse J.Phoneix mesela oraya yerleşebilir.Lakin 2011 yılında çıkacak olan 2 filmde sadece Downey J.R'ın rolü garanti gibi duruyor.

Sonuç olarak baya güzel bir film olmuş.Hani ufak ayrıntılardan biraz puan kırmak gerekiyordu ama bütün olarak baktığımız zaman gerçekten izlenmeye değer bir yapıt olmuş.Son zamanlarda izlediğim en güzel filmdi kesinlikle.Not olarak 10/7.7 veriyorum

UnjustLucifer

15.01.2010

Yahşi Batı [2009]

Yine bir Cem Yılmaz filmi ve yine karşılanamayan beklentiler. Benim temelde ilk düşüncem Cem Yılmaz filmi çeken sanırım daha insaflı, daha insancıl yorumlar yapabilecek olduğumdur.

Bakınız bizi Cem Yılmaz’ın filmlerinde yanıltan en büyük olgu ondan beklentilerimiz. Cem Yılmaz’ın bizi güldürmesine öyle çok alıştık ki artık ondan sanıyorum ki kendi ile yarışıp kendini geçmesini bekliyoruz. “Cem Yılmaz” gözlüklerimizi çıkarıp biraz daha objektif baktığımızda ise iyi kurgulanmış diyebileceğim iyi bir konu çıkıyor ortaya. Dönemin Osmanlısı’ndan iki genç adamın Amerika macerası ve biz Türklerin Fizan’da da olsak kültürel mirasımızı hiç kaybetmeyişimiz enteresan şekilde işlenmiş. Benim hep filmlerde öğe olarak bulduğum Türklerin asla asimile edilemeyişi olgusu, hep aynı zamanda benim için bir komedi unsuru olmuştur ve filmde bundan da keyif aldım. Aralara sıkıştırılmış derinlemesine oynanan paslar gibi gelen espriler tüm oyuncuların iyi denebilecek ortalama performansı ile gole dönüştü.

Filmde özellikle bir Türk mantalitesinde işlenen o eski Western öğeleri çok hoşuma gitti. Salondaki poker oyunları olsun, Wanted yazıları olsun, kasabada yerde sürünerek giden toz yığını olsun, neredeyse tüm Western öğeler Türk tadında işlenmiş. Kolanın icadı olsun, Kızılderililer Türkler’den gelmiştir olsun hep komikalatif anlatımlar ve ince nükteler var filmde.
( Bir parantez Cola Turka reklamına. Filmde aşırı anlamsız kaçmış.Filmin içinde reklam izlemişsin gibi olan his hiç hoş olmuyor )

Oyunculuklar bölümüne Zafer Alagöz, Zafer Alagöz diyerek başlamak istiyorum. O ne muhteşem bir rol özümsemedir. Hayatımda saf Anadolu aksanıyla konuşan bir şerif izleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Her dediği kırıp geçiren ve bir o kadar da ustalık kokan Zafer Alagöz’ün performansı, bana kalırsa filmin tartışmasız en iyisi. Demet Evgar’a gelecek olursak, yani diyeceğim tek şey gelişimin sınırı yoktur. Düzgün fiziği, duruşu, ve ses tonuyla ve rolünü iyi kavramasıyla süper bir ikon olmuş gerçekten filmde. Tebrikler. Ozan Güven ve Cem Yılmaz için denecek söz yokken yine alakasızları oynayan Özkan Uğur için diyeceğim tek şey lütfen bir daha Cem Yılmaz filmlerinde oynama . Açıkçası GORA, AROG’tan sonra yine hayal kırıklığı.

Bitirirken izlenilesi bir film olduğu ama benden ancak 7.7’yi kurtarabildiğini belirtmek isterim. İyi seyirler.

Mert Şahin

13.01.2010

Blindness [2008]

Körlük, başrollerini Julianne Moore, Mark Ruffalo, Gael Garcia Bernal ve Danny Glover'ın paylaştığı 2008 yapımı olmakla birlikte ülke sınırlarımız içine anca Haziran 2009'da sızabilmiş bir Fernando Meirelles filmi. Film Jose Saramago'nun orijinal adı "ensaio sobre a cegueira" kitabından uyarlanmış. Children of Men gibi bu film de bir kara ütopya. Filmde körlük tüm dünyada bulaşıcı hale geldiğinde neler olabileceğini anlatmaya çalışıyor. Fakat filmde sadece Amerika'yı hatta sadece Amerika'daki bir eyaleti görüyoruz. Oldukça indirgeyici bir yaklaşım olmakla birlikte yine de tüm dünyada neler olabileceğini göstermesi açısından aslında oldukça yeterli. Bu arada film körlüğün bulaşıcılığı üzerine olmakla birlikte bir de körlüğün tanımı ile de ilgili farklı bir yaklaşım sergiliyor. Kitap uyarlaması olduğu için bu tür üzerinde çok tartışılmayan kavramların tartışmaya açılmasını sağlaması ve filmi daha tartışılır ve izlemeye değer kılması da filmin bir diğer önemli özelliği.

Film konu olarak çok orijinal, ben kitabı okumadığım için bir kıyas yapamayacağım ama hem kitabı okuyup hem de filmi izleyenlerden genelde, ortak kanı olarak, çok iyi bir uyarlama olduğunu duydum.

Filmde herkesin kör olması aslında filmin sıkıcı olabileceğine işaret ediyor zira görselliğin tamamen ortadan kalktığı ve diğer duyuların zaman içinde güçlendiği bir durum söz konusu. Filmin en çarpıcı olan kısmı ise, insanların kör olduklarında dahi var olan iktidar hırsının ve açgözlülüğün devam ediyor olması. Bütün oyuncuların, özellikle 7 yaşında bir çocuğu canlandıran Mitchell Nye'ın performansı oldukça iyi. Başrolde oynayan Julianne Moore için ise söylenecek zaten pek bir şey yok, rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Children of Men'de de kısa da olsa bir rolü olan Moore'u kara ütopyalarda kilit rollerde izlemeye alıştık artık. Yüzünü genellikle romantik komedilerden hatırladığımız Mark Ruffalo da oldukça iyi bir performans sergiliyor.

Bütün film boyunca karamsarlık hat safhada seyrediyor ve izlerken insanoğlunun sahip olduğu temel duygularla ilgili derin düşüncelere dalmanıza neden oluyor.

Filmi şu anda vizyonda izlemek mümkün değil ama izlenecekler listesinde muhakkak olması gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Children of Men'de İngiltere'de insanoğlunun yok oluşuna tanık olmuştuk, bu filmde ise körlüğün hakim olduğu "yeni bir dünya düzeni" mi acaba sorusuna cevap arıyoruz.

Sinem

Dabbe 2 [2009]

Biraz da Türk filmlerinin çıkış yaptığı bu günlerde sinemada Türk filmi olmasından utandığım bir filmle karşı karşıyayız. Hasan Karacadağ’ın yönetmenim diye ortada gezmesi ve yetmiyormuş gibi filmin sitesinde filme yönelik yapılan sapkın ve sanat dışı yorumların gösterilmesi benim sanat anlayışıma hayli ters düşüyor. Hadi gelin başlayalım.

Korku filmleri güzeldir adrenalin arttırır, sağlıklı olduğu yanları vardır,en basitinden çok korksanız bile sonrasında geyiği döndüğünde gülersiniz ya da vay be yönetmen o sahneyi de ne çekmişti be dersiniz ve keyfinizi bulursunuz. Hani bu Dabbe ile başlayan Semum ile devam eden şimdi de Dabbe 2 ile şimdilik son bulan ( umarım gerçekten sonuncusu olur bu ) bu filmler triosunda hala anlayamadığım bir şey var ve o da bu filmlerin neden çekildiği. Bakınız korku filmi için milyonlarca öğe bulunabilir zira kalıplaşmış belli korku türleri olsa da her insanda enteresan bir korku türüne rastlanabilir. Her şeyi geçtim bu senaristin hayal gücü bile olur. Ancak belli ki dini öğeleri kullanıp zaten cambazın ipte oynaması gibi ince bir çizgide geçen inançlar dünyasının kuramlarında gezinip onları birer korku öğesine dönüştürüp adeta bir tayfunmuş gibi insanların üzerine sürmek hangi mantıkla hangi sanat bakış açısıyla açıklanabilir. Yetmezmiş gibi hadi özellikle inançlı kesimi inançlarını hedef alarak korkuttun bari amatör korkutma efektleri iyi kullan oyuncuları iyi seç senaryoyu iyi kurgula. Yani hangisinden geçer not aldı derseniz basitçe hiç biri.

Oyunculara gelecek olursak amatör ötesi amatörlük kokuyor. Korku sektörü zordur her oyuncunun harcı değildir inanın. Bir kere adamın yüzünden okunacak ya bu adam harbi kendi de korkuyor denebilecek. Adam kendi doğru dürüst korkmazken seyirciden korkması beklenebilir mi? Bağırmalar, çığırmalarla olacak iş olsa her gün biz de çekelim bir korku filmi o zaman.

Açıkçası söyleyecek çok sözüm var ama boşa da tüketmek istemiyorum cümlelerimi.İnanın değmez.Tek kelimeyle “ Gitmeyin !! “ paranıza yazık olur sonra. 1.5

Mert Şahin

11.01.2010

Son 10 Yılın En İyi 30 Filmi !! [20-11]

11.Tell No One (2006)
Margot Beck sekiz yıl önce seri bir katil tarafından öldürülmüştür. Katil işlemiş olduğu bütün cinayetleri itiraf etmesine rağmen Margot’u öldürdüğünü hep inkâr etmiştir. Margot’nun cesedi üzerinde yapılan bütün araştırmalar ise katilin aynı kişi olduğunu göstermektedir. Margot’nun cesedinin bulunduğu yerin yakınlarında, aynı şekilde öldürülmüş iki kadın cesedinin daha bulunması soruşturmayı tekrar başlatacak ve Alexander’e gelen bir e-mail ile nefes kesen bir kovalamaca başlayacaktır. Basit Hollywood senaryoların sıkıcılığından bıktıysanız, bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.


12.The Illusionist (2006)
Gerçekten etkileyici ve kaliteli bir yapım olduğunu belirteyim. Çok zekice yazılmış bir senaryoya sahip. Konu iyi işlenmiş, oyuncu seçimi harika rollerin ve karakterlerin hakkı iyi verilmiş. Kendi yaşadığı köyden giden ve yıllar sora bir sihirbaz olarak tekrar dönen bir adamın hikâyesi. Daha sonra kız arkadaşının başkasıyla evlenmek üzere olduğunu gören Norton için yapılması gereken tek şey, kusursuz bir plandı.


13.21 Grams (2003)
Dram ve psikoloji sevenler eminim ki beğenecektir. Sean Penn’in müthiş oyunculuğuyla film iyice bir güzelleşmiş...21 gram olayı da filmin sonuna kadar merak etmiştim nedir bu neden ismi böyle ki sonunda açıklandı yoksa sormaya hazırlanmıştım. Sean Penn'in söylediği aynen şuydu: "Kaç kez yaşarız kaç kez ölürüz tam ölüm anımızda 21 gram kaybederiz diyorlar 21 grama kaç yasam sığar" gerçekten ilginçti hepsi olaylardan bir ders çıkardılar. Arriaga’dan bir etkileyici eser daha...


14.The Curious Case Of Benjamin Button (2008)
Benjamin Button’un tuhaf hikâyesi. Adından da anlaşılacağı üzere, alışılmadık bir konu üzerine kurgulanmış, fakat öylesine güzel detaylara girerek izleyenlerin kafasını karıştırmadan çok ama çok yalın bir dille beyazperdeye aktarılan özenle işlenmiş bir konuyu hem düşündürücü hem dramatik bir dille harikulade anlatmayı başarmış bir yapımdan bahsediyoruz.2008 yılının en ilgi çekici filmi olmayı başardı.



15.Inglorious Basterds (2009)
Tipik bir Tarantino filmi olduğuna katılıyorum. Herkesin kolayca bilebileceği tarihi bir savaş döneminden hiç kimsenin belki de cesaret edemeyeceği bir olaylar örgüsü çıkarmış. Bir savaş filmi izleyeceğinizi düşünerek heyecanlandıran ancak sonrasında savaş sahnelerinden daha çok savaşı yöneten politikanın mutfağına dalan bir senaryo izliyorsunuz. Tek kelimeyle harika bir film olmuş. Özellikle diyaloglara dikkat etmek gerekiyor.



16.The Departed (2006)
Başından sonuna kadar filmi izledikten sonra sunu diyebilirsiniz. Gerçekten farklı bir film izledim, olaylar nasıl da tahmin edilebilenin dışına çıkabiliyormuş, doğrusu heyecan verici bir film. Zengin oyuncu kadrosu filmi daha da izlenebilir kılmış. Martin Scorsese'nin elinden çıkan bu filmi, sonuna kadar heyecanla izleyeceksiniz, sonuna kadar sürükleyici bir şekilde devam eden film, son 10 dakikaya kadar çözülemez gibi gözüküyor. Sonu gerçekten ilgi çekici olacak.


17.Crash (2004)
Farklı ırklardan insanların aralarındaki etkileşimler, kesişimler, kader ortaklıkları üzerine kurgulanmış ve bütün bunlar muhakeme edildiğinde ırkçılığın sanal bir farklılıktan öte gitmeyen ( olduğu varsayılan ekvator çizgisi gibi) bir kavram olduğunu çok iyi fark ettirmiş bir film.2004 yılında en iyi film dalında Oscar sahibi...



18.Memento (2000)
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki izlerken dikkat gerektiren bir yapım.. Çünkü sürekli olarak aynı olay üzerine farklı açılardan bakılarak çekilmiş ve bir sahneyi izledikten sonra onun öncesinde nelerin olduğunu izliyorsunuz. Doğal olarak da biraz kafa karıştırıcı oluyor. Çekim şekli çok ilginç olmuş gerçektende. Mutlaka izlenmesi gerekiyor. C.Nolan'ın bu listedeki 4cü filmi. Senaryoyu gereksiz yere karmaşıklaştırıp, anlamayan anlamasın, anlayanlar anlatsın tarzına yaklaşmış. Biraz gerilerde kalıyor ne yazık ki


19.Maquinista, El (2004)
Özellikle filme geçmeden önce Christian Bale rolü için yaptığı fedakârlığı alkışlamak lazım. o batmandaki kaslı adam yerine karşımıza kemikleri sayılan bir adam çıkmış. ve de inanılmaz güzel bir performans sergilemiş. Olayları tersten anlatan filmler furyasının ilk örneklerinden biri. Süper bir film olmasa bile, sadece C.Bale için izlenir.



20.The Pianist (2002)
Yahudilere Almanların, Yahudilere yaptığı soykırım ve işkenceleri çok iyi anlatan bir film Pianist. Film izlerken insan ister istemez etkileniyor yalnız ne zaman bu filmi izleyip Yahudilere üzülsen bana arkadaşımın söylediği şu söz aklıma geliyor "ben neden onlara üzüleyim ki onlar bizi insan yerine koymayıp hayvan olarak görüyor" sözleri filmden sadece bir örnek. A.Brody’e Oscar heykelini getiren performansını da unutmak olmazdı.