28.11.2011

The Debt [2010]

Uzun zamandır film izlememenin verdiği açlıkla beraber karşıma çıkan ilk filmi izledim.

1965 yılında üç MOSSAD ajanının görevi, Nazi rejiminin savaş suçlularını bulup ortadan kaldırmaktır. Aradan otuz yıl geçmiştir. Ukrayna'da eski bir Nazi kalıntısının olduğu ihbarı alınınca ajanlardan biri göreve çağrılır. Amacı kimlik değiştirerek olası şüphelinin gerçek bir Nazi olup olmadığını açığa çıkarmaktır.

Ana hikâyenin eski zamanlarda geçmiş olduğu ve güncel zaman ile bağdaştırdıkları hikayeleri çok severim. Düşünceme göre anlatması en zor film tarzlarından biridir çünkü araları, geçişleri ve anlatımı çok iyi yapmak gerekir. Hangisinden ne zaman bahsedileceği ya da sahnelerin sıralaması çok önemlidir. Aksi takdirde seyircinin ilgisini çekmeyeceği gibi iki saatlik işkenceden daha öteye gidemeyen birden fazla örnek sayabilirim. The Debt filminde ise bu bağlantıları harika kullanmışlar. Hikâyenin de yardımıyla otuz sene öncesini ve şu anda yaşananları inanılmaz bağlamış ve bu yetmiyormuş gibi güncel zamandaki olayın entrikasını da yaratmayı başarmışlar. Durum böyle olunca seyir zevki doruk noktalara ulaşmış.

Merak unsurunu çok iyi ayarlamışlar. Aslında başında filmin sonunda neler olabileceği hakkında biraz fikir sahibi oluyorsunuz ve Türkçeye çeviri şaheserlerinden biri olarak; filmin Türkçeye çevrilmiş ismi ‘’ Sır ‘’ olarak gösteriliyor. Saklanan bir sırf var ortada ama acaba ne? Nasıl gelişti ve nasıl oldu? Biraz daha heyecan katmak adına söyleyeyim, evet filmde bir sır gerçekten var ve çok şaşıracaksınız ama işte filmin can alıcı noktası o sır değil aslında.

Oyuncular arasındaki bağlantıları kullanırken araya ufak entrikalar katmaları ise filmin tekdüzelikten kurtarmak adına çok iyi olmuş diyebilirim. Sadece ajanları, yakalanan ya da kaçan katiller yerine biraz da ajanlarımızın arasındaki bağlantıları incelemeleri bir an olsun konuya tekrar odaklanma zorlukları yaratsa da hikâyenin bütünüyle birlikte çok iyi çalışmış diyebilirim.

Film üzerine anlatılacak daha fazla bir şey yok ne yazık ki. İzlemek en güzel hamle olabilir demeden önce, filmin sonuna dikkat çekmek istiyorum. Filmlere başlamak ilerletmek çok basittir ama filmleri bitirmek o kadar da basit değildir diye düşünen bir izleyiciyim. Bu kadar güzel bağlanan ve duyguların alttan alttan bu kadar güzel yansıtıldığı bir film uzun zamandır izlememiştim. Her yönüyle izlenmeye değer bir eser olmuş.

İyi Seyirler.

8.10.2011

Best Movie Quotes #20


Düşünmenin suç olmadığı bir dünya kurulur mu dersiniz? (Nazım Hikmet)
Mavi Gözlü Dev (2007)

7.10.2011

The Ledge [2011]

Çok uç noktalarda dolaşan bu filmi mutlaka izlemek gerekiyor…

Köktendinci bir Hıristiyan ile bir Ateist arasındaki felsefe savaşı ve istendiğinde bunun nasıl ölümcül bir savaşa dönüşebileceği üzerine yapılmış filmimiz. Ne yazık ki daha fazla konu hakkında ayrıntı veremiyorum lakin konu hakkında biraz daha bilgi verirsem filmi izlemenize gerek kalmayacaktır.

Çok ilginç bir şekilde başlıyor film. Polis memurumuzun kısır olduğunu öğrendiği saatlerde Gavin yüksek binalardan birinin çatısına intihar etmek için çıkıyor. Daha sonra kadar bu ikilinin yollarını çok ilginç bir noktada kesiştiriyor. Gavin ve Hollis; elemci-polis muhabbetine giriyorlar ve Gavin oralara nasıl geldiğini bir bir anlatmaya başlıyor.

Filmin sonunu başta izlediğimize göre; bize artık tek gereken nokta oralara nasıl geldiğimizdir. Terse doğru uzun flashbackler sayesinde konuyu, daha doğrusu konuları izlemeye başlıyoruz. Başlarda tahmin etme şansımız ne yazık ki yok ama aslında hikâye o kadar net ve yalın bir şekilde anlatılıyor ki izledikçe insanın daha fazla dikkatini çekiyor. Ana temasını zıt kutupların çatışması olarak gösterebiliriz. Bir tarafın inancı koyu şekilde yaşan bir aile ve diğer tarafta ise ateist bir karakter başta da söylediğim gibi. Fakat burada asıl dikkat çeken noktalar;

Hikâyenin akıcı, sade, yalın bir anlatımla seyirciye aktarılmasıydı. Film ilerlerken kendi inançlarınız ve düşünceleriniz hakkında da birçok düşünce alıyor götürüyor sizi. İnsanların durduk yere muhafazakâr ya da tam anlamıyla ateist olmasının ardında ne gibi olaylar yaşadıklarının da önemli olduğunun üstünde duran, bunu çok güzel dile getiren bir yapım. Psikolojik olarak incelemeleri çok doğru yapmışlar. Bu kadar olayın, bu kadar düşüncenin içinde birde filizlenen aşka şahit oluyoruz. Aslında bu satıra kadar yazdıklarım ile filmin biraz fazla karışık olduğunu düşünebilirsiniz, Hayır!

Diğer büyük artısı ise tam olarak ortada durması, sonuçta burada iki farklı tarafın bir nevi düellosunu izliyoruz ve aralarında zaman zaman çok sert konuşmalar oluyor. Ama film kimseyi bir tarafa sürükleme isteği içinde değil. Her ne kadar uydurma hikâye gibi gözükse de aslında hayatın çoğu alanında, çoğumuzun ne yazık ki içinde kalabileceği ‘’gerçek hayat’’ olarak canlandırdım kendi gözümde.

Düşük maliyetli film olduğu aşikâr ama asıl önemli olan, vermek istediği mesajı çok net olarak iletmesi, izlerken seyirciye beyin fırtınası yaptırmak istercesine hızlı ilerlemesi artı yanları. L.Tyler ve P.Wilson’un oyunculukları ile daha üst seviyeye taşıdığı bu filmi mutlaka izlemeniz gerekiyor diye düşünüyorum. Elbette kısıtlı mekânlarda çekilmiş olması biraz sıradanlaştırmıyor değil ama konu gerçekten çok ilginç. Eminim daha önce bu tarzı çok az izlemişsinizdir, denemeğe değer nitelikte.

6.10.2011

Jor-El Resimleri Ortaya Çıktı

Gelecek yıl gösterime girecek 'Superman: Man of Steel'den yeni bir kare daha yayınlandı.

Zack Snyder'in yönettiği 'Superman: Man of Steel'in çekimleri devam ederken filmden yeni fotoğraflar yayınlandı.

Superman'in babası Jor-El'i canlandıran Russell Crowe'un yer aldığı karede kostüm dikkat çekiyor.

Merakla beklenen filmde, Clark Kent'i Henry Cavill, biyolojik annesini Julia Ormond, dünyadaki annesi Martha'yı Diane Lane, babası Jonathan'ı Kevin Costner, Superman’in düşmanı General Zod'u Michael Shannon ve Lois Lane'i Amy Adams canlandıracak.

Christopher Nolan ve David S. Goyer'in senaryosunu yazdığı film 2012 yılında gösterime girecek.

5.10.2011

Assassination Games [2011]

‘’ İnsanlar nasıl yaşayacaklarını seçerken ölümlerini de seçiyorlar ‘’

Kalitesiz aksiyon filmleri hakkında çok fazla şey söylemek istemiyorum. Artık dilden dile dolaşan Hollywood aksiyonları, namlarını bütün dünyaya saldılar. Bazı gerçekleri değiştiremeyeceğimiz gibi kabullenmek gerektiğini, bizim idrak etmemiz gerekiyor ne yazık ki. Tabi bu da her zaman kötüye işaret olarak algılanmaması gerekiyor. Yoksa sinema seyircisiyle, film seyircisini nasıl ayırt ederdik ki?

Outlet mağazalarını biliyoruz, malların biraz daha ucuz olarak satıldığı aslında gerçeğinden çok fazla farkı olmayan ürünleri betimlemek için kullanıyoruz. İşte bu tam bir ‘’outlet’’ film, tam bir outlet aksiyonu…

Vincent Brazil ve Roland Flint, iki, en iyi suikastçıdır. Ancak Dünyada birbirlerini bilmemektedirler. Flint usta bir keskin nişancı iken, Brazil, bir bıçak ile eşit derecede olan yetenekli biridir. Bu iki rakip suikastçı DEA tarafından desteklenen bir uyuşturucu kartelinin başı aşağı çekmek için huzursuz bir ittifak kurmaya çalışacaktır.

Senaryo kısmına baya kafa yorduklarını söyleyebilirim. Bir adam gelsin, filmdeki bütün figüranları dövsün vursun ve kazanan o olsun mantalitesiyle yaklaşmamayı başarmışlar. Filmde oynayan herkesin bir amacı var gibi göstermeye çalışmışlar ki bu çok çok önemli bir nokta. Katillerimiz oradan oraya başları kesilmiş tavuk gibi koşuşturmuyorlar. Vincent biraz daha ağır başlı, Flint ise bir o kadar kendi içinde hoyrat iki tetikçiyi oynamışlar. Flint’in iç dünyasına biraz daha fazla girerek, filmdeki duygusal sahnelerin analizlerini de çok iyi yapabileceğinizi düşünmekteyim. Tabi buna paralel olarak biraz da Vincent’in hareketleri ve davranışları üzerine düşünmenizi isterim. Kaybetme korkusunun olmaması ne demek, bilir misiniz?

Aksiyon filmleri hakkında konuşmayı fazla sevmem çünkü zaten amaç aksiyon sahnelerini izlemek ve bundan zevk almaktır. Ama değinmek istediğim bir nokta var. Genelde bu tarzda ilerleyen filmlerin sonunda tetikçiler, düşmanlarını kendi elleriyle temizlemek isterler. Bir dakika, birisi klasik son mu dedi? Bu sefer sizce öyle olacak mı? Teknoloji çağına girmiştik, hani her şey elektronik olacaktı ve bizde bu nimetlerden faydalanacaktık?

J.C.V.D. yıllar boyu aksiyon filmlerinde hep adam döven, oraya buraya dalan, eline silahı alıp ateş eden karakterlere büründü. Yılların hızlı geçtiğini en iyi anlama yolu olarak ben vücut yapısını ve suratında oluşan derin kraterleri pardon derin kırışıklıkları seçtim. Yıllar her oyuncuyu yaşlandırdığı gibi aynı zamanda da normalden biraz daha karizmatik hale sokabiliyor. Ağırbaşlı ve kendinden emin tavırlarıyla J.C.V.D.’ı çok beğendim. Undisputed serilerinden tanıdığımız Scott Adkins ise yanına harika bir partner olmuş ve filmi çok iyi götürmüşler. Tebrikler size…

Son zamanlarda izlediğim en kaliteli aksiyon filmlerinden biriydi. Bir süre, benden film tavsiyesi istediğinizde bu filmi önünüze koyabilirim, hazırlıklı olun…

3.10.2011

The Veteran [2011]

Bazılarının yolu baştan çizilmiştir, onlarda boşluk aramak sadece kişiyi aciz bırakır.

Sadelik, yalınlık bazı zamanlarda en çok aranan özellikler olabiliyor. Filmi daha anlaşılabilir kılmak için gereksiz durumları, ayrıntıları işin içinden atarak izleyiciye sadece konuyu ve filmi empoze etmek elbette çok güzel bir yöntem olarak karşımıza çıkabiliyor.

Bu filmi izledikten sonra aklıma ilk gelen film; bir süre öncesinde izlediğim, başrolü George Clooney’in oynadığı The American filmi geldi. İşleyişi açısından tetikçi filmlerine çok ters bir senaryosu vardı. Gayet sakin, diyalogun az olduğu ama gereken aksiyon seviyesini sağlamayı başardıklarını söyleyebilirim. Çok beğenmiştim.

Afganistan savaşından İngiltere topraklarına dönen askerimizin hayatı da aynı bu düzende devam ediyor. Diyalogların az olduğu, kasvetli İngiliz havasında çekilmiş bir film olarak göze çarpıyor. Ama bir dakika; burada eklemek istediğim bazı şeyler var;

Senaryoyu bu kadar yalın tutmanın da getirdiği bir takım tehlikeler vardır. Mesela; filmin genel temasını çok iyi olarak anlatmak, en ufak bir eksiye yer vermemek gerekir çünkü zaten film yeteri kadar sakin ve yavaş ilerlemektedir ve ayrıntı kaçırma korkumuzu başka bir tarafa bırakmışızdır. Bu duygular içinde bile filmin bazı bölümlerinde kaybolmak hiç keyif vermedi… Sahneleri hızlı akıtmak elbette akıcılığı sağlar ama anlaşılabilirliği de düşürebilir. Olaylar o kadar arka arkaya ve hızlı şekilde geliyor ki, doğal olarak az diyalog olmasından ötürü bu sefer de bağlantıları kurmak için ufak çabalar sarf ederken konu bütünlüğünden uzaklaşıyoruz. Hoş bir durum değil gerçekten. Bunun dışında belki de filmin en can alıcı noktalarından biri;

Film, diğer casus ya da tetikçi filmlerine göre ( artık hangi kategoriye sokmak isterseniz ) aşırı gerçekçi. Her şey öylesine gerçek ki böyle bir durumun gerçek hayatta olmayacağının garantisini kimse veremez. Böyle bir gerçekçilikte ilerleyen filmde elbette başrol karakterimizin bir takım özelliklerinin olduğunu belirtmek gerekir. Veteran; eski tetikçi, eski asker ve çok üstün başarılı varmış, mış… Ama filmin sonunda öyle sahneler izliyoruz ki, öyle bir durumda, elimizde öyle bir oyuncak varken mutlaka bizim de birkaç iş yapacağımız aşikârdır. Madem gerçekçilik ve yalınlık arıyoruz, o zaman karakteri bu kadar kahraman yapmadan devam edilseydi, filmin sonunun kocaman bir fiyasko izlememiş olurduk ve filmi türünün değişik ama iyi örnekleri arasına koyabilirdik.

Sonu ise gerçekten tam bir bilinmezlik olmuş. Bunu bilerek mi yaratmak istemişler yoksa böyle bir sonu uygun mu görmüşler tam olarak bilemedim ama gerçekten felaket, tek kelimeyle rezil. Geçen 1 saat 37 dakikaya çok büyük haksızlık olmuş. Durum böyle olunca filmi komple kaldırıp atmayı ya da basit bir hareketle arşivden silmeyi isteyebilirsiniz, seçim size kalmış

1.10.2011

Fast Five [2011]

Okul zamanına paralel olarak açılan film sezonu bana genelde fazla hayırlı olmaz, ama bu sefer ayarlamasını çok iyi yapmayı düşünmekteyim. Hemen filme geçmek istiyorum;

Bir araba meraklısı erkek olarak, arabalı filmler izlemek ufak yaşlardan beri bana büyük zevk vermektedir. Konusunun ne olduğu ya da içeriğine bakmaksızın izlerim. Film zevklerim yıllar geçtikçe değişti, artık kolay beğenmez, seyircinin klasik olarak kabul ettiği filmleri, nerelerinden beğenip, izlediğine şaşırır bir duruma geldim ama halen araba konulu filmler benim için çok ayrı bir yerdedir.

Fast and Furious serisi de vazgeçilmezlerim arasındadır. İlk filminden sonra seri biraz baş aşağı gider bir görünümdeydi ama neyse ki ‘’ Fast Five ‘’ filmini çekerek buna bir dur demeyi başarmışlar, ayrıca sevinçliyim…

Bütün seriyi izlemiş biri olarak açık ara en iyi filmdi diyebilirim. 1. Film hariç kurgu ve konu yoksunu sadece sallama hikâyelerle önümüze gelmelerinden umudumu kaybetmişken bu gerçekten çok güzel oldu. Konusundan ya da içeriğinden bahsetmemize gerek yok; çünkü bu tarz aksiyon filmlerini özellikle beklentilerin ne olduğunu belirledikten sonra izlemek çok daha yararlı. Bende biliyorum, bir sürü çekim hatası var; vagondan yere sol tarafının üzerine inen arabanın hiç hasar almaması, bir sahnede patlayan farın diğer sahneden ilk günkü gibi olması fiyasko gibi gözükse de bunları kim takar?

En azından oyuncuları ortak bir amaç üzerine toplamayı başarmışlar ve ortaya biraz da (kendi çaplarında) karışık bir konu içine sürüklemeyi başarmışlar. Sonralarına doğru aksiyonun en yüksek noktaya ulaştığı sahneleri izlemek çok büyük bir zevkti. Her ne kadar kullanılan efektlerin basitliği gözden kaçmasa da film izlettirmeye devam ediyor kendisini…

Serinin burada noktalanmayacağını da ufak bir ipucu sayesinde belirten film; heyecanlı dakikalar yaşatıyor izleyiciye. İzlemenizi tavsiye ederim, tabi bu tarzın seveni iseniz.