23.11.2009

The Limits Of Control [2009]

Yaklaşık olarak 8 senedir sinemaya merakım var, bunun 5 seneside manyak gibi film izleyerek geçtiğini varsayalım.Binlerce (ki 2bin bile olabilir) film izledim ama bu seferkini tamamen ayrı bir yere koymak gerekiyor.Geride izlenmiş olan (varsayım olarak) 1999 filme hiç benzemiyor.

Karşımızda Jim Jarmusch'un yazıp-yönettiği bir film var.Broken Flowers,Year of the Horse,Dead Man ve daha birçok ilginç filmin yönetmeni ve aynı zamanda yazarı.Bu isimle ilk defa dün gece tanışma fırsatı buldum.Çok ilginç bir film izledim ve dün gece filmden sora yazmak istemedim.Aradan biraz zaman geçtikten sonra belki biraz daha oturur herşey diye düşündüm ama tam aksine biraz daha karışmasına yol açtı.

Crime,Thriller diye bizi yedikleri ve nerelerinden uydurduklarını bilmediğim türde oldugunu sandığım film aslında hiçbir kalıba sığmıyor.Dram lada alakası yok, romance desen teğet geçmez.Lone Man dedikleri, aslında tetikçi olan adamın hikayesine benziyor biraz.Bir misyon edinmiş kendisine ve bunu yerine getirmeye başlıyor.Yerine getirmesi için gereken bağlantılarla görüşüyor, farklı mekanlara gidiyor..Konustuğu insanlara kim oldugu bilmiyor ve kendisi asla söylemiyor.Oturduğu mekanlarda 2 ayrı fincanda expresso içiyor ve gelen insanlarla kibrit kutularını değiştiriyor mesaj alış-verişini sağlamak için.

Kadınlardan hoşlanıyor.Bunu otel odasında bir anda çıplak olarak gördüğümüz kadından ve sonralarında ona bakışlarından anlayabiliyorz.Ama işteyken sex yapmıyor, buna tamamen karşı.Cep telefonlarını sevmiyor ve hepsini yok ediyor.Konustuğu her insan ona farklı bir filozofiden bahsediyor.Kimisi atomlardan, kimisi sinemadan ama asla cevap vermiyor, sadece dinlemekle yetiniyor.

Filmde geçen her konusma öylesine, spontene olarak yapılmış bir biçimde gibi.Konusmalar havada kalıyor, konusmanın devamını izleyicinin kendisine tamamlatılmak isteniyor gibi.Filmdeki konusmalardan bahsetmişken, inanılmaz bir sesizlik hakim.Bir Tarantino filmini düşünün, daha sonra bu filmi izleyin.Sadece gerektiği zaman konusan insanlardan bahsediyoruz, hatta daha bile azı.

Merak ettiğim bazı şeyler oldu ve cevap bulamadım.Buluştuğu beyaza yakın ve fazlasıyla klasik giyinmiş olan hatuna ne oldu?Tam köşeyi dönerken onu bir bmwye tıkarlarken gördü ve bir daha ekrana gelmedi kendisi.Acaba politik bir mesele yüzünden mi yoksa; kibrit kutusunda herkez birbirine mesaj verirken, bu hatun elmas vermişti ''kadınlar elmasları sever'' söylemiyle, daha sonra kendisine ne oldu çözemedim orasını.

Bunun dışında neden kitar teli?Orayı büyük olasılıkla kaçırdığımı düşünüyorum.Bir konusma geçiyordu, ufak bir hikayeden alıntı yapıyordu yanlış hatırlamıyorsam adam ve 1 tane gitar teliyle alakalı bişeyler söylüyordu, ben orasını kaçırdığım için sanırsam bana mantıksız geldi.

Bunun dışında herkez neden birbirine "you don't speak Spanish, right?'' diye sorup, bizim karakterin ''no'' demesine rağmen ara ara ispanyolca bişeyler anlatıyorlar burayıda anlamadım.Açık açık belirtmem gerektiğini düşünüyorum.Ama sanırsam bu kısmı anlamayarak fazla büyük bişeyler kaçırmadım.

Buraya kadar bir sürü şeyden bahsettik, asıl zor olan kısma gelmek istiyorum.Biz bu filmden ne anladık?

Kendi kendime türettiğim teorimi yazmak istiyorum.Umarım gerçeğe yaklaşabilmişimdir.Jim Jarmusch kendini dışardaki bir güç olarak empoze ediyor.Hani kontrol eden benim, ama limitleri ben yazarım çizerim der gibilerinden.Dışardaki güç, herşeyi tamamen kontrol edebilir, ama hayalgücünü yada bilinçaltını kontrol edemez.Bu Lone Man dediğimiz adam aslında bizi temsil ediyor.Adam izliyor,çalışıyor, düşünüyor herşeyi yapıyor.Bill Murray'in karakteri neyin gerçek neyin yapay oldugunu söylüyor bir nevi.

Bizim Lone Man imiz ise herşeyi hayal gücüyle bitiriyor.Geceleri dikkat ederseniz uyumuyor ve düşünüyor.O yanında yatan çıplak kızla sex yaptığını yada öldürmesi gereken adamı nasıl ve hangi durumda öldürceğini felan düşünüyor hayal ediyor.Daha sonralarında bizim Lone man amacına ulaşıyor ve bitirilmesi gereken işi bitiriyor.Ama rutinlerinden hiçbişey kaybetmiyor.2 ayrı fincanda expressosunu yudumlarken son nota bakıyor ve boş kağıt.Bu demek oluyor ki artık daha fazla kontrol yok ve ondan sonra kendi normal hayatına geri dönüyor.

Filmin sonunuda anlatmış oldum, oyuncu performansı diye bişey yok.Daha Casino Royal, Miami Vice da gördüğümüz Isaach De Bankolé; Lone Man rolünde ve inanılmaz cool bir duruş sergilemiş.Beğendim ama film onun üstüne gibi gözüksede değil.Kendisi sadece oynamış, fazla bişeyler katmış demek yanlış olur.2 saat boyunca ilerlemeyen bir film izliyorsunuz.Fazla konusma olan film nasıl bir yerden sora bayıyorsa, bu kadar az dialog olan filmde bir yerden sora bayıyor.Sizde manyaklar gibi film karesi içinde gördüğünüz her ayrıntıya takılıyorsunuz.Kapı tokmağı niye yuvarlak, niye sürekli aynı müzeye gidiyor, neden o kızın yağmurluğu orada asılı bla bla...

Notum yok.%100 olarak anlamadığım bir filme not veremem ama size şöyle söyleyim, çok ağır bir film ve daha sonralarında çözmek için de sarfettiğinizi çaba da ayrı bir hikaye.Herşeye rağmen mutlaka izlemenizi tasiye ediyorum..

UnjustLucifer

1 Yorum :

kibessa dedi ki...

Temelde ana fikir olarak subjektiviteyi gördüm ben. Bu da arizona dream tarzı insanın zihnine hitap eden çok başarılı bir film olmuş. Ama anlatım ve vermek istediği açısından daha tutuk olmak zorunda kalmış bir film olduğunu söyleyebiliriz. Yine de sonuçta anlatılmak isteneni anlatmak açısından başarılı ve anlatılmak istenen daha net bir kavram. Katı gerçeklik ve hayalgücü çatışması yani objektiflik ve subjektiflik kavgası filmin anafikri olarak başarılı olmuş. Kontrolün limitlerinden bahseden ve son derece kontrollü görünen ana karakterin de aslında son derece kontrolsüz bi biçimde kendini olay akışına bırakarak ilerliyor olması şahane bir işleyiş tarzıydı. Çok başarılı buldum.