24.08.2011

American Beauty [2000]

Söyleyecek fazla bir şey yok…

Bazı filmler vardır ki içeriklerini direk ortaya koyarlar ve beğeni beklerler. Senaryoları açıktır, anlatımları basittir severiz. Bazıları vardır, öylesine karışıktır ki onları çözmeye çalışmak o filmleri daha çekici bir hale sokar ve seyirci olarak bunu severiz. Çoğumuz anlamaz, gereksiz film der geçer. Bazıları artık tarihe mal olmuştur. Onu artık beğensek de beğenmesek de o film erişilmez bir noktada duruyordur ve laf bile söyleme hakkımız yokmuşçasına bahseder geçeriz. Çok saçma. Herkesin bir beğenisi, tarzı vardır. Herkes hayata, filmlere başka gözle bakar. Ama yok, öylesine bir film ki bu, işte hayata nerden bakmanız gerektiğini bir ayna netliğinde size yansıtıyor. Görebilene…

Günlük hayatımızda nasılsın diye soranlara ‘’ iyidir senden nbr’’ gibi kısa cevaplar veririz. Çoğu cevaplar gerçekten samimiyeti, çoğu cevaplar ise, sadece geçiştirmeyi gösterir. Bazen iç dünyamız ne kadar karışık olursa olsun, dışarıya iyi izlenimler vermek isteriz. Tam olarak öyle bir havada başlayan film, hayatı bitik bir adamı anlatıyor, daha doğrusu o adam kendi hayatını anlatıyor. Yapacak bir şeyi yok, herhangi bir kaygısı yok tama anlamıyla tükenmiş. Ailesinin de ondan fazla bir farkı yok aslında. Hepsi kendi koşuşturmaları içinde kaybolmuş ve bitmiş bir aileden bahsediyorum. Bir şeyler olmalı, mutlaka bir şeyler değişmeli derken, Jane’in daha erken yaşta sayılabilecek kız arkadaşı bir anda her şeyi değiştiriyor.

Günlük yaşamda o kadar fazla boğuluyoruz ki hayatta yaşanmaya değer olan güzellikleri çoğu zaman belki bizde kaçırıyoruz. Ferrarisini satıp kendini aramaya çıkan bir insanın hikâyesini anlatmıyor bu film. Anlattığı daha çok hayatın ayrıntıları seni mutlu etmek için o kadar çok ki bunu görüp görmemek senin ellerinde. Hayatını yaşanılır kılmanın sadece kendi sorumluluğunda olduğunu unutma...

Harika bir anlatım var. İzlediğim filmlerde gördüğüm en kusursuz 3-5 anlatımdan biri diyebilirim. Olay yeteri kadar bunalım içerirken, zaman zaman mizah kullanarak zaman zaman harika karakter analizleri yaparak filmi bu kadar güzel sunmayı başarmışlar. Kamera açıları inanılmaz, kullanılan diyaloglar ise; her birini tekrar tekrar dinleyerek farklı anlamlar çıkartılacak kadar yalın ve dolu. Poşet sahnesinden esinlenmiş; Yani ricky'nin o sahnede konuşması senaristin yaşadığı bir şeymiş, çok ilgimi çeken bir şey. Onun haricinde karakter betimlemelerini çok iyi buldum. Çevresindeki insanların gözlemi ancak bu kadar iyi yapılabilirdi.

Baştan sona bu kadar sansasyonel biçimde ilerleyen filmin sonu için elbette çok büyük beklentilerim oluşmaya başlamıştı. Böyle bir filmi sıradan bir şekilde bitirmeyeceklerini kendimi iyice inandırmıştım. O son 15 dakika da ki kıvranmalarıma bir çare bulamadım ne yazık ki. Hiç bitmesin istedim, biraz daha, lütfen biraz daha devam etsin dedim içimden. Geride kalan bir buçuk saatin özetini ve filmin kapanışını bu on boş dakikaya sığdırmak tek kelimeyle inanılmaz. İzlediğim en iyi ve en etkileyici sonlardan biriydi diyebilirim.

Spacey’in insanüstü performansının yanında filmi götüren ve bitiren kesinlikle R.Fitts di diyebilirim.

Mutlaka izlemeniz gereken bir yapıt. Bu zamana kadar izlemediğim için pişman mıyım? Tabii ki hayır… Her şeyin bir sırası vardır.

"Sanırım başıma gelen şey için kendime fena halde kızabilirdim; ama dünyada bunca güzellik varken kızgın kalmak oldukça zor."

"Sanırım neden bahsettiğimi anlamadınız: Merak etmeyin bir gün anlayacaksınız"



0 Yorum :