23.03.2010

Alice in Wonderland 3D [2010]

Öncelikle yine küçük bir anımdan bahsedeyim. Filmin çıktığından sonraki ikinci cuması kardeşimle beraber gitmeye yeltendik. Hazır gnctrkcll kampanyası çıkmışken bundan da yararlanmak istedim ve aylardır kontör yüklemediğim telefonuma 100 kontör yükledim. O da ne? Gnctrkcll şifresi almak için son bir ay içinde en az 150 kontör yüklemek lazımmış. Neyse başka bir arkadaşımdan buldum şifreyi ancak şifre 60 dakika içinde kendini imha ediyormuş. Saat 16.00, film 18.30'da. Evimiz salona uzak, o esnada gitme ihtimalimiz yok denecek kadar. Ne yapalım, ne yapalım derken arayıp rezervasyon etme fikri geldi aklıma en mantıklı olarak. Aradım, telefonu açan kadın bir de ne desin, "Film henüz sinemalarımıza gelmedi, yani var gözüküyor ancak yok!" Evet, bence böyle bir şey de yok! Neyse, tam bir hafta sonra, geçen cuma gittik biz de. Bir önceki hafta niye gelmediğini öğrendik. Sinemaya bu filme özel 3D getirilmiş. Avatar'da bile getirilmemişti 3D. Böylece bizim de ucuz bir fiyatla filmi izleme hayalimiz suya düştü zira hem bu filme özel gnctrkcll kaldırılmıştı hem de kişi başı fiyat, film 3D olduğu için artmıştı. Filmi 3D izlemenin, 2D izlemeden fazla bir avantajı olmaması ve dublaj olması da cabası. Maalesef ülkemizde para, insana hizmetten önce geliyor.

Konusu bilindik. Alice adlı küçük kızımız (Mia Wasikowska), annesiyle beraber bir sosyete partisindedir. O bilmiyordur ancak bu parti onun adına düzenlenmiş bir evlilik partisidir. Muhabbet ve dans ile geçen kısa bir süre sonunda oğlanımız, kızımız Alice'e herkesin önünde evlenme teklif eder. Alice ise onur duyduğunu ama düşünmesi gerektiğini söyleyip ortamdan koşarak uzaklaşır. Elbette koşarak uzaklaşmasının bir nedeni vardır: Beyaz Tavşan! Alice, bir kaç dakikadır kendisini takip eden beyaz tavşanın peşinden gider ve bir anda daha önce hiç gelmediği bir yere gelir: Harikalar Diyarı! İlk başta bunun da daha öncekiler gibi bir rüya olduğunu düşünür. Halbuse buraya küçükken de uğramıştır. Harikalar Diyarı'nda kraliçelik tacı White Queen'den (Anne Hathaway), Red Queen'e (Helena Bonham Carter) geçmiştir. Alice'in Jabberwocky denilen yaratıkla savaşıp tacı tekrar White Queen'e takması gerekir. Bu yolda en büyük yardımcısı ise tabii ki Mad Hatter (Johnny Depp) olacaktır.

Alice in Wonderland yerine Tim Burton in Wonderland ya da Alice in Burtonland diyebiliriz çünkü 1865 yılında sarhoş kafayla Lewis Carroll tarafından uydurulmuş daha sonrada onlarca kez perdeye yansıtılmış bu hikaye, Burton'ın tamamen kendi hayalgücünden filtrelenmiş bir şekilde sahneye yansıtılmış bu kez. Bundan kimsenin şikayeti olduğunu sanmıyorum çünkü Burton, bu türün lideri bir yönetmen. Ancak izlediklerimiz, gördüğümüz bu dünya, her ne kadar görsel olarak harika olsa da samimilik, içtenlik duygusunu pek yansıtabilmiş değil. Sıcak değil. Ana karakterlerin hiç birinin üzerine tam gidilememiş. Biraz Mad Hatter haricinde hepsi havada kalıyor ve senaryonun yavaşlığı, yavanlığı gerçekten bayıyor insanı.

Bilemiyorum bu yorumlarımda filmin dublaj olmasının veya izlediğim salonda -ki sanıyorum Türkiye genelinde bu durum böyle- her sahne sonrası "Anne şimdi n'olacak?", "Baba bu kim?", "Abla, Alis hangisi?" gibi sorular duydum sürekli. Bu soruları soranlar inanın 7 yaşını geçmeyen küçük çocuklardı. Alice'i birde Tim Burton'dan izleyeceğimizi 3 yıl önce öğrendiğimizde hepimiz heyecanlanmıştık ancak sanırım büyük beklentiyle filme gidenler ya da Alice'in fanatiği olanlar filmi beğenmemiştir. Tim Burton'ın en kötü filmlerinden biri olabilir ve bunda Walt Disney'nin yapımcı olmasının payı olduğu da konuşulanlar arasında. Film bilinçli olarak daha küçük bir kesime hitap ediyor gerçekten de gibi hissedip, filme çocuklarıyla gelenlere de hak veriyorsunuz zamanla.

İyi olan hiç mi bir şey yok? Var. Oyunculuklar iyi. Hani Mia Wasikowska bana antipatik geldi, duruşu, mimikleri tam bir soğukluk abidesi. White Queen'i oynayan Anne Hathaway'de iyi kraliçe rolünde değil, iyiye yakın, kaçık kraliçe rolünde, gotik bir hava katıyor ama Johnny Depp ile Helena Bonham Carter her zamanki gibi muazzam. Dünyadaki masumluk ile kaçıklık arasında kalmış erkek rolünü en iyi oynayan isim Johnny Depp ve katıksız kaçıklık rolünü en iyi oynayan kadın oyunculardan biri olan Helena Bonham Carter filme cuk oturmuş. İkiside ülkenin, evrenin en iyi oyunculardan biri olduklarını bir kez daha hatırlamış. Yani her şey kötü olsa bile sırf bu iki isim için izlenir bu film diyebilirim rahatlıkla. Kendileri Tim Burton'ın kankaları zaten. Hatta Helena 2001'den beri Tim ile evli. İyi olan başka birşey: Tweedledee ile Tweedledum! Ha bir de Cheshire Cat çok orijinal, tuttum.

Peki ya filmin rezalet sonu? Bütün masalsılığı, az da olsa sıcaklığı yok eden o gereksiz, bir o kadar saçma sonu? Yakışmamış diyorum, büyük beklentilerle gitmeyin diyorum, Depp ile Carter'ın oyunculuğunu izleyin diyorum, mümkünse dublaj ve 3D yerine altyazılı 2D'sini tercih edin diyorum. Zira 3D izlemeye pek de gerek yok çünkü bir kaç sahne dışında 3D'ye gereken önem gösterilmemiş. Çoğu sahnede gözümde gözlük olmasına rağmen 3. boyut olduğundan bile şüpheliydim diyebilirim. 5/10

Beercholic

1 Yorum :

UnjustLucifer dedi ki...

Nasolsa biri yazar diye ben yazmaya tenezzül bile etmedim... Ama Tim Burton amcamızın artık ''remake'' yapmayı bırakması gerekiyor..

Ayrıca koca Ankarada filmin tek dilinin türkçe olmasınıda kınıyorum!