17.02.2012

The Artist [2011]

Şimdiye kadar izlediklerinizi unutun…

Klişeleşmiş bir laf vardır ya, reklamlarda bolca kullanıldığına şahit oluruz, işte tam onlardan biri. Mükemmel mi? Hayır değil. İnanılmaz mı? O da değil.

1920’lerin sonu, sinemada henüz ses yok. O zamanların en ünlü artistlerinden birinin hikâyesini konu alıyor film. Her şey harika olarak ilerlerken çok ilginç bir tanışma öyküsü ve Perry’nin şöhret basamaklarını bir bir tırmanmasına şahit oluyoruz öncelikle. Beraber filmlerde oynamaya başlıyorlar her şey gayet güzel olarak ilerlerken, bir sabah ansızın bütün sinema tarihini değiştirecek bir yenilik geliyor. Artık filmlerde ses olacaktır. Artistimiz, sesli sinemaya tamamen karşı ve böyle bir oluşumda asla olmayacağını belirterek, sesli sinema karşısında kendi oynadığı ve yönettiği sessiz filmlerle karşı durmaya çalışıyor.

İnançlarım ve yapım gereği biraz fazla yenilikçiyimdir. Elbette bazı şeylerin eskisinin daha fonksiyonel ve kullanışlı olduğuna inansam ve bu inadımdan vazgeçmesem de yenilik güzeldir. Siyah beyaz filmleri oldum olası izlemekten zevk almam. Hoşlanılacak tarafları yok değildir kabul ediyorum ama kişisel tercihler biraz daha ön plana çıkıyor. Hele bir de ses yoksa? Sinemaya girdiğim anda böyle bir durumla karşılaşacağımı biliyordum lakin konu eğer sesli-sessiz sinemadan bahsediyorsa filmin ne tarz olacağını tahmin etmek o kadar zor değildir.

Bu zamana kadar izlediklerimin dışında çok farklı bir tat verdi öncelikle onu söylemek isterim. O zamanlarda ki değişimi çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Farklı gelişen hikâyeler, senaryoların durumu, film endüstrisi hakkında bir sürü fikir verdi diyebilirim. Sadece şu filmi inceledikten sonra bile, o zamanlar bazıları için bu değişim çok sancılı olmuştur diyebilirim. Sahneye göre değişen hoş müzikler eşliğinde; 2012 yılında bu tarz bir film izleyeceğim daha önce aklıma hiç gelmezdi. Bu sefer bende bütün önyargılarımı bir kenara bırakarak izledim ve gerçekten çok beğendim. Her ne kadar başlarda inanılmaz olarak akıcı devam eden film, ikinci yarısıyla beraber konudan uzaklaşma eğilimi gösterse; bir yerden sonra tamamen artist ve Perry arasında ki ilişkiye ağırlık verse de aslında buradaki asıl hikâyenin onlar olmadığını biliyoruz.

Film bittiği zaman gerçekten ‘’aa bu muymuş’’ diye bir yorumda bulundum. Biraz farklı şeylerle ilgilendikten sonra, tekrar düşünme fırsatı buldum. Gerçekten düşünce ve uygulama olarak çok iyi bir film izlediğimin farkına vardım. Senaryosunu, kurgusunu bir yere bırakalım, oyunculuk performanslarının çok öne çıkmış. Sessiz olarak ilerleyen filmde, duyguları yansıtmak kolay değildir ama başrol oyuncuları başta olmak üzere, harika iş çıkartmışlar. Benim filmi izlememle herhangi bir alakası olmadığını belirterek; 10 dalda Oscar’a adaylığı var The Artist’in. Elbette bunların hepsini toplamasını ve büyük sükse yapmasını beklemiyorum ama tam Oscar ödülü için yaratılmış, sinema filmi olarak sinemayı konu alan ve bir kısımların özlediği ve iç çektiği ‘’eskiyi’’ yansıtmasından dolayı diğerlerinin yanından biraz sıyrıldığını düşünüyorum.

Neredeyse tamamı bilgisayarda yapılan filmleri izlediğimiz şu senelerde, görsel efektlerin içinde boğulduğumuz ve çoğu senaryonun kendini tekrarladığı zamanda böyle bir filmi izlemek çok büyük zevkti. Her şeyi bir kenara bıraktım ve izlerken zevk almaya çalıştım. Beklentilerimin karşılığını fazlasıyla aldığımı belirtmek isterim. Mutlaka izlemeniz gereken bir film olmuş. Bu yazı da dahil olmak üzere, sağda solda okuduklarınızın ya da film hakkında yapılan eleştirileri bir yana bırakarak sadece izlemek ve orada olmak için bile değecek kalitede.

0 Yorum :