4.10.2010

The American [2010]

Üniversite başladı ve biz de ilk günlerden okulu asıp sinema yollarını aşındırdık. Bu sefer yalnız izlediğimiz film, George Clooney'nin The American'ı oldu. Bunun tek sebebi ise, "gideceğim, en yakın seanstaki herhangi bir filmi izleyeceğim ve eve geri döneceğim" mottosuyla evden çıkmam ve herhangi en yakın seanstaki filmin The American olmasıydı. Hakkında hiç bir yazı okumadığım, fragman izlemediğim -ki normalde de fragman izlemem, orası ayrı-, afişine bile bakmadığım bu film ile ilgili düşüncelerim aşağıda olacak, öncesinde başka bir konuya değinmek istiyorum. Neden bir çift, sevişmek için sinema salonunu tercih eder? Neden? Yabancıların bir deyimi vardır: "Get a room", sevişmek istiyorsanız boş bir oda bulun, insanları rahatsız edin anlamında. Sinema salonlarının girişine bu cümle asılmalı bence. Haydi bu çift, liseli olsa bir nebze anlarım da, kocaman kocaman insanların bu tip çocuksu şeyler yapması mide bulandırıcı, elbet böyle bir fantezileri yoksa. Haydi her şeyi anladım, neden film boyunca muhabbet edersiniz, muhabbet etmek için sinemaya gelen çiftler olduğunu düşünüyorum. Bence çok romantik de değil bu. Onlarca cafe falan var bu iş için. Teallam, deli ettiler adamı akşam akşam...

Jack, ya da Edward ya da Mr. Butterfly (George Clooney), işini çok iyi yapan ama artık bezmiş bir tetikçidir. İsveç'teki iş umduğu gibi gitmeyince, son işi olarak gördüğü işi yapmak için İtalya'da küçük bir kasabaya gider. Son zamanlarda bu işlerden sıkılıyordur çünkü artık hayatını yaşamak istemektedir. Bu yüzden İsveç'teki işi umduğu gibi gitmemiş çünkü hayatına bir kadın sokmuş, konsantresini kaybetmiştir. Hayatıyla işini bir arada götürmesi gereken son kişidir bu dünyada, tetikçi. İtalya'da da daha fazla yalnız kalamaz ve işi sırasında bir peder (Paolo Bonacelli) ile arkadaşlık yapar, bir fahişe (Violante Placido) aşk yaşar. Bir süre sonra yine işler umduğu gibi gitmemeye başlar ve bunu fark etmesi uzun sürmez.

Martin Booth adlı İngiliz yazarın A Very Private Gentleman isimli kitabından uyarlanmış bir hikaye bu. Anton Corbijn isimli yönetmenin 2. uzun metraj filmi. Corbijn eskiden Depeche Mode, U2, Metallica gibi grupların kliplerinde yönetmenlik yapıyordu. İlk filmi Control tutunca, bu sektöre elini tamamen attı gibi 2 filmiyle ve yeni filmlerini merakla bekleyen kendine has fanlar oluşturmuş durumda öyle gözüküyor ki. Filme geçelim, afişinden ve George Clooney isminden yola çıkarsak bu film, seyirciye bol aksiyon, yüksek gerilim, non-stop hareket, yakın dövüş, entrika vs. vaat edebilir. Yok öyle bir şey. Yani var da, yok desek daha doğru olur. Aslen fotoğrafçı olan Anton Corbijn, bizlere filmde müthiş manzaralar gösteriyor. İsveç ve İtalya'dan müthiş kareler izliyoruz. Film çok ağır ilerliyor. Ağır filmleri severim, genelde uzun diyalogları olur ancak bu filmde diyalog da yok denecek kadar az. Sanki 10-15 tane kısa, sessiz film birleştirilmiş gibi. Hani Jack, peder ile konuşmasa gerçekten diyalog olmayacak. Bu arada ilginç bir ayrıntı, Jack kendini İtalya'daki kasabada halka fotoğrafçı olarak tanıtıyor, kitapta ise ressam olarak tanıtıyormuş ve sürekli kelebek resimleri çiziyormuş. Yönetmen, fotoğrafçı olduğu için bunu değiştirmiş ama kitaba gönderme yapmayı da unutmamış. Jack'in sırtında bir kelebek dövmesi var, film boyunca tırtıl ve kelebek görüyoruz yer yer ve Jack, kelebekle ilgili bir kitap okuyor bir sahnede.

Sanki Jack, ömrü kelebek kadar kısa olan ve o kısa hayata işinden dolayı fazla şey sığdıramayan ama bir an önce işinden kurtulup sığdırmak isteyen biri gibi. Bu yüzden onunla ortak çalışan Mathilde de, sevgilisi fahişe Clara da ona "Kelebek adam" diyor yer yer. Bu görünürde soğukkanlı ama içinde patlamalar yaşayan tetikçiyi mimikleriyle çok iyi canlandırmış George Clooney. İtalyan sinemasının ünlü oyuncusu Paolo Bonacelli, iş vereni Pavel'i canlandıran ohan Leysen, filmin İsveç'te geçen ilk sahnesinde görülen Irina Björklund, son görevini ona bildiren Mathilde'yi oynayan Thekla Reuten ve fahişe sevgilisi Violante Placido'dan da sırıtmayan oyunculuklar gelmiş.

Yazının burasına kadar yazdıklarıma göre her şey çok iyi gibi. Değil işte. Totalde baktığımızda The American, George'un kariyerinin ikinci baharında para kazanmak uğruna fazla yorulmadan çekilmiş bir filme benziyor. Öyle ki, filmin içi boş. Filmden çıkacak bir mesaj yok. Kimseye bir şey vaat etmiyor. Ne tam geriyor, ne de sizi sıkıyor. Arada kalmış bir film gibi işte. George Clooney'nin yarı çıplak spor yaptığı sahneler kadın izleyiciler için, Clara'nın çırılçıplak seviştiği sahneler ise erkek izleyiciler için zevkli anlar. Bunun dışında bir de görsel ziyafet var. Açıkçası uzak durun diyemem ama izlemeseniz hiç bir şey kaybetmezsiniz diyebileceğim bir film The American. 5/10

0 Yorum :