20.07.2010

The Greatest Game Ever Played [2005]

Spor filmleri en amiyane tabirle kötü bir oyuncunun yükselmesi ya da kötü bir takımın büyük bir turnuvaya katılıp teker teker rakiplerini elemesi ve şampiyon olmasını konu alır. Hele de Hollywood yapımı, Amerikan sineması ise bu, kesinlikle bu senaryo işlenir. Araya biraz romantizm, çokça rekabet hırsı, olmazsa olmaz politika ve son olarak da bir parça geyik konulur ve dramatik bir şekilde bu azimli başarı hikayesi anlatılır. Tamamen klişe yani... Peki madem öyle, bu film neden beğenildi benim tarafımdan? Bir kere her şeyden önce "Based on a True Story" yani gerçek bir hikaye. Ondan sonra ise samimi bir dille anlatıldığını söyleyebilirim sanırım. Golf sporunun sıkı bir takipçisi olmasam da bu filmi çok beğendim. Zaten beğenip beğenmemek için golfü bilip bilmemeye gerek yok aslında. 120 dakikanın 115 dakikası golf üzerine olmasına rağmen.

1900'lü yılların başları, Boston, Massachusetts. Francis Ouimet (Shia LaBeouf) adında fakir bir aileden gelen genç bir çocuk, biraz da evlerinin hemen yanında Amerika'nın en modern golf sahasının olması dolayısıyla golfe merak salar. Bir gün şehirlerine ünlü İngiliz golfçü Harry Vardon'un (Stephen Dillane) geleceğini öğrenir. Harry, dünyanın en büyük golfçüsü konumundadır o zaman ve Francis, onu görebilmek için herşeyini verir. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra Francis'in golf hayatı inişli çıkışlı bir döneme girer. Golf Federasyonu başkanı, onu bulup ülkelerinde düzenlenecek golf turnuvasına katılmasını istediğini söylediğinde ise inişler kalkmıştır. İngiltere'yi temsil eden Harry Vardon ve arkadaşı Ted Ray'e (Stephen Marcus) karşı Amerika'lılar, evlerindeki bu turnuvayı kaybetmek istemezler. Ancak amatör bir golfçü olan Francis'in bütün dünyaya bir sürprizi vardır...

Biraz golften bahsedelim isterseniz. Ben pek takip etmiyorum ve kuralları da bildiğim söylenemez açıkçası. Ama filmi izlerseniz, çat pat bir şeyler öğreniyorsunuz. Kaba tabirle başlangıç noktasından topu deliğe en az atışta sokan kazanıyor. Tabii her sporda olduğu gibi bunda da blöfler, hileler falan var. Filmdeki hikaye gerçek bir hikaye. Harry Vardon zamanın en önemli golfçüsü gerçekten de. 7 tane turnuva şampiyonluğu var. Francis adındaki gencin de henüz 20 yaşında Amerika'da onu yenmesi ve Amerika'nın onurunu kurtarması bir gerçek. Filmin sonunda da belirtilen yazıda olduğu gibi Francis 1 turnuva daha kazanıp golf kariyerini erken bitirmiş ve bir iş adamı olmuş, taşıyıcısı Eddie (Josh Flitter) ise bir multi-milyoner olmuş ama bu ikilinin arkadaşlıkları hiç bitmemiş.

Bill Paxton'dan iyi bir yönetmenlik ve hemen hemen tüm oyunculardan iyi bir oyunculuk. Babasının sürekli onun golf oynamasına karşı çıkması, onu en kötü zamanında da en mutlu zamanında da yalnız bırakmasına, annesinin ise verebileceği tek şey olan cesarete, küçüklüğünde sürekli "Golf zengin oyunudur, sen ancak taşıyıcı olabilirsin." tarzı sözler duymasına rağmen asla yılmayan, pes etmeyen rolünün altından kalkabilmiş genç aktör Shia LaBeouf. Transformers ile yıldızı parlamış olabilir ama o filmden 2 yıl önce, ilk başrolü aldığı film bu film işte. Öte yandan annesi rolünde Marnie McPhail'in, evinin önünde dikiş yaparken, ya da patates soyarken, oğlu az ileride topları deliğe sokunca aniden çıldıran insanların çıkardığı sese verdiği "korkmuş" tepkileri mükemmel. Babası Elias "Kadir İnanır" Koteas ise mimikleriyle, bakışlarıyla rolünün altından kalkmış. Tabii mimik, bakış derken filmde büyük karizmaya sahip Harry Vardon'ı oynayan Stephen Dillane'i unutmayalım. Harika, mükemmel! Özellikle Francis'in topa vurduğu ve bütün seyircilerin topa vuruş anından itibaren topu izlerken, Harry Vardon'ın gözlerini sadece Francis'e diktiği bir sahne var ki, oy oy oy. Bir insan, yüz ifadesini hiç değiştirmeden en fazla kaç dakika durabilir? O sahneyi dikkatli izleyin, ne dediğimi anlayacaksınız. Stephen Marcus ve Josh Flitter geyik sosuna katkıda bulunurken, Francis'in kız arkadaşı Sarah'yı oynayan Peyton List ise erkekleri büyüleyecek güzellikte.

Dediğim gibi, konu çok samimi bir dille ve çok gerçekçi anlatılıyor. Yani gerçek bir hikaye olmamış olsa bile bütün bu olanlara inanabilir miyim diye soruyorum kendime? Evet, inanabilirim. Amerika'lılar olmayacak şeyleri oldurmayı severler bu tür filmlerde. Hatta yapımcı Walt Disney ise bütün filmler böyledir, bu film hariç. Bu film farklı. İzleyin, izlettirin. Golf sevmeyenler bile 2 saat boyunca ekran başına kilitlenecektir. Klişelerle dolu, samimi ve heyecanlı bir başarı hikayesi. 8/10

0 Yorum :